9 Kasım 2018
Sayı: KB 2018/42

İşçi sınıfı hakları, onuru ve geleceği için mücadele etmelidir!
Çürümüşlük diz boyu!
Barınma bir haktır, rant alanı değil!
Sınıf devrimcilerine yönelik polis baskınları
Saraya milyarlar halka tasarruf!
Ücretlere derhal zam yapılsın!
Kıdem tazminatının fona devri için ‘ilk adım’
Sermayeye arsa tahsisine “istihdam” çarpıtması
Sendikamız yöneticilerine hapis cezası verildi!
Atölyeden holdinge: Sanko
Rusya’da devrim ve proletarya devriminin sorunları - H. Fırat
Filistin direnişini tasfiye çabaları boşa düşecektir!
“Bütün düzen bir tahterevalli”
Kapitalizm şiddet üretir, kapitalizme karşı mücadeleye!
Mesleki eğitimde üretim yarışı ve ücretsiz kölelik gerçeği
“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!”
“40 paralık adam” ve bugüne dersi
Geçmişin umudu üreten deneyimlerini anı olmaktan çıkarmalıyız!
Bir gün
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir gün

 

Alarm çalınca gözlerini, sanki boğazı sıkılıyormuş da nefes alamıyormuş gibi açmıştı, yatakta öylece duruyordu. Eli saate uzandı, henüz 5.27 olmuştu. Uykusunu alamamış olmanın verdiği ağırlıkla yatağından doğruldu. Çoraplarını ayağına geçirirken işe gitmemeyi geçirdi kafasından. Fabrikada çalışıyordu. Bir demir-çelik fabrikasında… Yorgunluğu bir tarafa, fabrika müdürünün hareketleri çekilecek cinsten değildi. O cellâdın suratını görmek istemiyordu.

Bu düşünceler içerisindeyken birden gözüne sessizce uyuyan karısı ilişti. O an aklına sekiz yaşındaki kızı geldi. Onlar için gitmeliyim, dedi. Zar zor da olsa yataktan kalktı ve elini yüzünü yıkamaya gitti. Karnı açtı ancak kahvaltı hazırlaması için karısını uyandırmaya kıyamadı ve üstünü giyip çıktı. Üstünü giymek sıradan bir durumdu onun için. Müdürü gibi saatlerce hazırlanmasına gerek yoktu. Zaten apış arası yırtık bir pantolon ve eski kareli bir gömleği vardı. Bunları üstüne giymek ona yetiyordu. Yalnız gömleğinde cep olmasına dikkat ederdi. Tütününü ve kalemini koymak için.

Günlerden 13 Mayıs idi. Etraf cıvıl cıvıl, hava çok güzeldi. Çiçeklerden gelen mis kokular insanı bir hoş ediyordu ama o bunların hiç farkında değildi. Zaten farkında olacak bir durumu da yoktu. Vücudu yorgun, canı sıkkın bir halde fabrikaya doğru bisikletiyle gidiyordu. Emektar bisikletiyle… 07.00’de işbaşı yapacaktı. Yolda giderken bir tütün sardı ve yaktı. Efkârlı efkârlı çekti tütünden. Düşünüyordu. Ay başına daha çok vardı ve dolapta çok az şey kalmıştı. Düşündükçe canı daha çok sıkılıyordu. Canı daha çok sıkıldıkça daha efkârlı çekiyordu tütünden. Her sabah olduğu gibi yarım saat sürdü bisikletini. Gelmişti fabrikaya ve doğru üçüncü kata, giyinme odasına çıktı. Ocakların sıcaklığını şimdiden hissediyordu. Hemen iş kıyafetlerini giydi ve aşağıya, kazanların olduğu tarafa indi. İş arkadaşlarına selam verdi ama gelen karşılık ondaki bitkinliğin ve bıkmışlığın aynısıydı adeta. Bizim yüzümüz hiç gülmeyecek mi, diye geçirdi içinden. Cevap bulamadı.

Sabahın ilk saatlerinde rutin işlerini yapmaya başladılar. Etrafı temizliyorlardı. Birazdan ustabaşları ve müdür damlardı. Müdürün orada gezinmesi işçileri rahatsız ediyordu. En çok da onu… Müdürün havalı havalı gezinmesi onu sinir ediyordu. Etrafı temizledikten sonra asıl işlerini yapmaya koyuldular. Seksen tonluk kazanların karşısında, o sıcağın içerisinde… Aman Tanrım! Dayanılacak şey değildi! Ama onlar dayanıyordu. Dayanmak zorundaydı.

Az sonra fabrika müdürü bir ustabaşıyla geldi. Yine her zamanki gibi havalı havalı etrafa bakındı. Memnuniyetsiz bir ifadesi vardı. Ancak bugün müdürde ve ustabaşında farklı bir şey vardı. Sezmişti ama anlayamamıştı ne olduğunu. Neyse, dedi ve işini yapmaya devam etti. Artık ezbere yapıyordu işini. Beyni orada değilken bile eli işi yapıyordu. Yabancılaşmıştı aslında işine. Makineden farkı yoktu.

Öğle paydosu zili çalmıştı. Herkes yukarı çıktı ve üstünü değiştirdi. Sırayla yemeklerini aldılar. Onun iki tane samimi arkadaşı vardı. Hep üçü otururdu ve hep de aynı masaya otururlardı. Sıkıntılarını paylaşırlardı. Zaten oturur oturmaz anlatmaya başladı.

- Alışveriş yapmam lazım. Evde çok az şey kalmış ama nasıl yetiştireceğimi bilmiyorum.

Arkadaşı düşünceli halde cevap verdi. Hemen hemen aynı sıkıntıları yaşıyorlardı. Durumları birbirlerinden farklı değildi.

- Sorma. Aynı durum bende de var. Kıt kanaat geçiniyoruz.

Diğer arkadaşı neşelendirmek istedi onları.

- Dert etmeyin be! Çok şükür sağlığımız yerinde. Her şeyi hallederiz. Zorlanırız ama hallederiz.

Onlar bu konuşmayı yaparken müdür ve iki ustabaşı içeri girdi. Öğle yemeği sırasında pek girmezlerdi içeriye. Bu durum işçileri biraz tedirgin etti. Müdür her zamanki pişkinliği ile duruyordu. Ustabaşı etrafına, müdüre benzemek için, havalı bir şekilde bakıyordu. Bu bakışıyla konuşmaya başladı.

- Numarasını ve ismini okuduklarım derhal muhasebeye gidecekler ve tazminatlarını alacaklar.

Herkes birbirine baktı. Bu niyeydi şimdi? Nerden çıkmıştı durduk yere? Ustabaşı elindeki kâğıttan numaraları ve isimleri okumaya başladı,

- 07-B…, 08-S…, 15-H… derhal muhasebeye!

Sessizlik olmuştu bir süre. Kimseden çıt çıkmıyordu. Sessizliği 08-S… bozdu.

- Ne oldu da bizi işten çıkarıyorsunuz? Yapmayın! Ben ne yaparım?

- Bunu ben bilemem. Ben sadece bana verilen kâğıdı okuyorum.

- Pek iyi biliyorsun da söylemeye cesaretin yok! Haktan hukuktan bahsedip böyle hak yemek nerede yazar ha!?

Bu laf ne müdürü ne de ustabaşını ilgilendirdi. Arkalarını döndüler ve gittiler. Tekrar sessizlik olmuştu. Kimse konuşamıyordu. Bir süre sonra işten çıkarılan işçiler çıkıp gitmişti oradan.

Düşünmeye başladı. Bütün iştahı kaçmıştı. Kendisi de çıkarılabilirdi ama o buna sevinemiyordu bile. Üçü de kendisi gibi kiradaydı. Borçları da çoktu. Üstelik birisinin çocuğu rahatsızdı. Şimdi ne yapacaklardı, nasıl geçinirlerdi? Yemeği bıraktı kenara. Tütününden yaktı bir tane. Yine efkârlı bir şekilde içti. Keşke bu acılar çıkan dumanlarla birlikte uçup gitseydi. Ama olmuyordu işte.

Öğle paydosu bitmiş, tekrar işlerinin başına geçmişlerdi. Çoğunun yüzü asık, kafası dalgındı. Kimisi ise kendisi hala orada olduğu için şükrediyordu. Karışık duygular arasında çalışmışlardı. O ise üzülmekle kalmıyor, sinirinden çatlıyordu adeta. Durmadan küfür savuruyor, kendi kendine konuşuyordu sinirden.

- Kesin sigorta zamanı gelmiştir. Yoksa neden durduk yere çıkarsınlar. Para düşkünü köpekler!

Saat 17.00 olmuş, işten çıkmışlardı. Hâlâ kendisine gelememişti. Morali çok bozuktu. Birkaç yiyecek aldıktan sonra direkt evine gitti. Eve gider gitmez karısı moralinin bozuk olduğunu anladı. Onun derdini paylaşmak istiyordu.

- Ne oldu, neyin var?

Önce ayakta duran baba edasıyla, yok bir şey, dedi ama sonra anlattı içindeki sıkıntıyı. Karısı da üzülmüştü ama o an bir şey diyemedi. Yatasıya kadar morali bozuk halde oturdu. Yatmaya geçmişti. Karısı dayanamadı onun böyle üzgün durmasına.

- Sen böyle üzgün durunca ben de üzülüyorum.

- Durduk yere o insanları işten çıkardılar. Şimdi onlar ne yapacaklar?

- Ben de üzüldüm ama üzülmek fayda etmiyor.

- Sabahtan akşama kadar canımız çıkıyor. Hiç durmadan çalışıyoruz. Elimize geçen ne? Canımızı kurtarabilmek, karnımızı doyurabilmek için bir miktar para! Ama onlar hiç çalışmadan en güzel kıyafetleri giyiyorlar, en güzel arabalara biniyorlar. Adalet mi bu?

Karısı bunları duyunca daha çok hak vermişti ona. Ama yine de kocasını teselli etmek istedi.

- Biz çalışmak zorundayız. Hayatımızı böyle kazanıyoruz. Evet, belki zevk süremiyoruz, rengârenk kıyafetlerimiz, zengin bir soframız yok ama varlıklı insanlarda olmayan bir şey var bizde: Onur ve şeref.

Kadın bunları söylerken adam uykuya dalmıştı. Yarın sabah tekrar aynı eziyetleri çekmek için yatıp dinlenmesi gerekiyordu çünkü.

Kemal Kaçamak