16 Kasım 2018
Sayı: KB 2018/43

Krizin kaynağı sistemin kendisidir!
Devrimci sınıf mücadelesini büyütelim!
Kriz, sınıf mücadelesi ve enternasyonalizm
“Türkçe ezan” tartışması üzerine
Tek adam rejiminin ilk 100 gününün bedelleri
Sendika ağalarını korku sarınca…
DEV TEKSTİL temsilcisiyle Greif davası üzerine röportaj
Sınıf mücadelesi yargılanamaz!
Kazanana kadar mücadeleye devam edeceğiz!
Alaattin yoldaş ya da bir davanın gerçek sahibi olmak!..
Bugünün devrimcileri Alaattin Karadağ’dan ne öğrenmeli?
“Barış” bir seremoni, “savaş” bir tehdittir!
Lufthansa’da azgın sömürü…
Dünyada grev, eylem ve işten atmalar
25 Kasım’da sokağa, eyleme, mücadeleye!
Sosyal yardımlar ve yoksulluk
Suriyeli göçmen emeği azgınca sömürülüyor
Hasta tutsaklar katlediliyor!
Çocuklarımızın yolunu gözleyenler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Krizin kaynağı sistemin kendisidir!

 

Sermaye düzeni, on yılların ürünü olan, gelinen yerde ise alabildiğine derinleşmiş bulunan ağır bir kriz tablosuyla yüz yüze. Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanları kapsayan bu çok yönlü ve çok boyutlu krizin faturası her geçen gün kabarıyor. Tüm göstergeler, özellikle ekonomik cephede tam bir batağa saplanıldığını gösteriyor. Halihazırda yaşanmakta olanların yanı sıra, işçi ve emekçileri çok daha ağır ekonomik-sosyal yıkım saldırıları bekliyor.

Türkiye’de kriz yeni bir olgu değil. Türkiye’nin kapitalist ekonomisi uzun yıllardır yapısal sorunlarla boğuşuyor. Bunun ürünü olarak süreklilik kazanan kriz dönemsel çöküntülere yol açıyor. Süreklileşen bütçe ve dış ticaret açıkları, sürekli katlanan iç ve dış borçlar ile bunların faiz yükü, “sıcak para” girişine aşırı bağımlılık, büyüyen işsizler ordusu, katmerleşen sömürü, vb., tüm bunlar, Türkiye kapitalizminin uzun yıllardır uğraştığı ve çözüm üretemediği, üretmesi de mümkün olmayan yapısal sorunlar.

Emperyalist-kapitalist dünya düzeninin organik bir parçası olan ve bağımlılığı AKP iktidarı döneminde yeni boyutlar kazanan Türkiye’nin kapitalist ekonomisi, gelinen yerde çok daha ağır bir krizle yüz yüzedir. Tüm işaretler krizin 2019’da çok daha yıkıcı bir hal alacağını göstermektedir. Sermaye düzeni için bu denli ağır bir krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek dışında bir çıkış yolu yoktur. Bundan dolayıdır ki AKP iktidarı buna yönelik politikaları halen tam bir pervasızlıkla uygulamaktadır. Krizin büyüteceği tepki ve hoşnutsuzluğu boğacak önlemler de bugünden alınmaktadır. Başta işçi sınıfı olmak üzere geniş emekçi kitlelerin örgütsüzlüğü ve düzen ideolojileriyle kuşatılmışlığı sayesinde, dinci-faşist iktidar halihazırda bunları çok da zorlanmadan yapabilmektir.

Elbette bu bugün için böyledir. Emeğin daha azgın bir sömürüsü, daha çok işsizlik, daha çok güvencesiz çalışma, daha ağır çalışma koşulları vb. demek olan yıkım saldırılarının boyutlanması, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin krizin sonuçlarını etinde-kemiğinde hissetmesi, bunun tetikleyeceği mücadelelerin baskı, terör ve yasaklarla karşılanması, gerçek sınıf çatışmalarının zeminini yaratacaktır.

Kriz, kapitalizmin krizidir!

Krizin faturasının emekçilere ödetilmesine tutum alan sol muhalefet, yerinde bir tutumla, faturayı emekçiler değil krizi bizzat yaratanlar ödesin şiarını yükseltiyorlar. Ancak konuya ilişkin değerlendirme ve açıklamalarında, mevcut krizi yaratanın AKP politikaları olduğu söylemini özellikle öne çıkarıyorlar

AKP politikalarının Türkiye kapitalizminin krizini daha da derinleştirdiği, işçi ve emekçilerin sırtına yüklenecek faturayı alabildiğine büyüttüğü yeterince açık. Ancak aynı ölçüde açık olan ve gözden kaçırılmaması gereken temel önemde bir başka gerçeğin altı da kalınca çizilmelidir. Bugün Türkiye’de yaşanan, “AKP politikaları”nın ötesinde, emperyalist kapitalizmin dünya ölçüsünde derinleşen krizinin, sistemin “en kırılgan” halkalarından birinde yıkıcı sonuçlarıyla kendisini açığa vurmasıdır.

Kapitalizm denilen, bir bütün olarak insanlığı yıkıma sürükleyen, iliklerine kadar çürümüş ve kokuşmuş bu sistem on yıllardır krizlerle boğuşmaktadır. Acımasızca uygulanan neo-liberal sosyal yıkım politikalarıyla faturalar hep işçi ve emekçilere ödettirildiği halde, krizlerin belli aralıklarla daha da derinleşerek patlak vermesinin önüne geçilememektedir.

Neo-liberal saldırı basitçe kapitalistlerin ya da onların devletlerinin “tercih ettiği” politikaların ürünü değildir. Bu, kapitalist dünya sisteminin 1970’lerde patlak veren uzun süreli bunalımına sistemin dünya ölçüsündeki çözüm reçetesidir. Temel içeriği ve hedefi faturayı işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara ödetmektir. Neo-liberal saldırı politikaları, uzun yıllardır soluğu kesilmiş olan, dönem dönem çöküş korkularıyla sarsılan emperyalist-kapitalist sistemin krizlerini yönetmeye ve böylece çöküşü ertelemeye bulabildiği çözümdür.

İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin örgütsüzleştirilmesiyle el ele giden bu sürecin, tam da bu sayede emperyalist-kapitalist sisteme nefes aldırdığı açıktır. Ancak alınan bu “nefes”in onun sorunlarını çözmeye yetmediği ve yetmeyeceği de açıktır. Ekonomik-mali krizler kapitalizmin onulmaz çelişkilerinin bir ürünüdür. “Çözüm” politikaları ise işçi ve emekçi kitlelerin yaşadığı sorunların daha da derinleştirilmesine dayanmaktadır. Sistemin çarkları başka türlü dönememekte, muhtemel bir çöküşün önüne ancak bu yolla geçilebilmektedir.

AKP gericiliğinin başarısının gerisinde de, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sersemletilip bu düzene bağlanması, bu sayede bu politikaların hayata geçirilebilmesi vardır.

Ekonomik-mali cephede derinleşen krize ve yıllardır sergilediği sayısız rezalete rağmen, dinci-faşist iktidar, küçümsenmeyecek bir bölümü işçi ve emekçilerden oluşan bir kitle desteğini hâlâ da koruyabilmektedir. AKP iktidarının bugüne kadar ayakta kalmasını sağlayan temel olgulardan biri budur; işbirlikçi tekelci burjuvazi ile uluslararası sermayenin ihtiyaç duyduğu saldırı politikalarını hayata geçirebilmesini sağlayan bir emekçi kitle desteğine sahip olmasıdır. Dinci-gerici ve şoven-ırkçı ideolojilerle adeta uyuşturulan, tüm ezilmişliğine rağmen ayyuka çıkmış olan hırsızlık, yağma ve talana tepki veremeyen, sosyal mücadelenin dibe vurması sayesinde bunu algılama yeteneği köreltilen bir kitledir bu.

Ancak, bugüne kadar alınan bu desteğin, daha da derinleşecek ekonomik-mali kriz koşullarında sürdürülmesinin imkanları giderek tükenmektedir. Krizin daha da ağırlaşmasıyla ekonomik-sosyal yıkım saldırılarının pervasızlaşması, dinci-faşist iktidar ile kurulu düzen arasında organik ilişkiyi daha görünür hale getirecektir. Sınıf hareketinin gelişimi açısından bu önemlidir. Zira geniş emekçi kitlelere egemen geri bilinçten dolayı bunun görülemiyor olması, sınıf hareketinin gelişimini zora sokan etmenlerden biridir.

Sınıf devrimcileri, “AKP politikaları”nı hedef alan yaklaşımların tek yanlılığını sergileyerek, bizzat sistemin kendisinin sorgulanmasını kolaylaştıracak bir propaganda, ajitasyon ve aydınlatma faaliyeti yürüteceklerdir. Kitlelerin bilincini ve eylemini krizin gerçek kaynağını açığa çıkaracak doğrultuda geliştirmeye çalışacaklardır. Bu, dinci-faşist iktidarın bugünkü kriz tablosu karşısındaki özel sorumluluğunu hafifleten değil, fakat bu iktidar ile kurulu sermaye düzeni arasındaki derin organik ilişkiyi açığa çıkaran bir faaliyet anlamına gelmektedir. Özellikle de kriz olgusu üzerinden sorumluluğun AKP iktidarına daraltılması, bizzat onun da bir parçası ve hizmetkarı olduğu sermaye düzeninin asıl sorumluluğunu gizler. Tümüyle gizleyemezse bile geri plana iter. Buna dayalı bir tutum ise düzen muhalefetinin yedeğine düşmeyi kolaylaştırır. Reformist sola özgü kriz söyleminin güncel açıdan en tehlikeli yönü de budur.