8 Mart 2019
Sayı: KB 2019/10

Gerici kuşatmayı ancak işçi sınıfı kırabilir!
Haklarımız ve geleceğimiz için sınıfa karşı sınıf!
“AKP’yi geriletmek” adına savrulma!
Berkin Elvan ve dava süreci
Kredi teşvikleri işe yaramıyor, batık krediler artıyor
Kani Beko’ların grev düşmanlığı
Sermayenin “Rönesans”ı, işçinin Ortaçağ’ı üzerinden yükseliyor!
Lastik sektörü ve işçilerinin durumu üzerine
Burjuvazinin ümidi: Kornilov’un darbesi
TKİP VI. Kongresi kapanış konuşması…
Uzun soluklu bir devrimci yürüyüş!
Kapitalist küresel ekonomide “baharın” sonu
Küresel ısınma
Struma’dan Aquarius’a göçmen gemileri
Kadın işçilerin örgütlenme ve mücadele sorunları
Düzen partilerine verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var!
ODTÜ’de gerici baskı ve yasaklara karşı mücadelenin olanakları
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TKİP VI. Kongresi kapanış konuşması…

Parti, sınıf, devrim!

 

Cihan yoldaşın kongre kapanış konuşması kayıtlarını, özel bölümlerinden arındırılmış ve ara başlıklarla düzenlenmiş biçimiyle yayınlıyoruz…

Dört haftalık bir çalışmayla başarılı bir kongreyi geride bırakmış bulunuyoruz. Bu illegal bir parti kongresi için oldukça uzun bir süre. Ama çalışmamızın çok yoğun geçtiğini ve zamanın bize ancak yetebildiğini biliyoruz. Önden saptanmış gündemleri aşağı yukarı planladığımız süre içinde tamamladık. Ama ardından gerekli görüp kongreyi uzatma kararı aldık. Bu çerçevede ek yeni gündemler saptadık. Bir-iki tali konu dışında bu yeni gündemi de tamamladık. Böylece kongre çalışmamızı noktalamış oluyoruz.

Kongremizin başarılı geçmesi şaşırtıcı değil, zira çalışmamız bir yılı bulan bir ön hazırlığa dayanıyordu. 30. Yıl Konferansı’yla girdiğimiz bir süreçti bu. Nisan ayında 30. Yıl Konferansı sonrasını değerlendiren ve yeni kongreye hazırlığı daha somut bir biçimde ele alan bir Ara Konferans gerçekleştirdik. Bütün bu hazırlığın üzerinde yükselen bir kongre olduğu için sonuçta başarılı olması da çok şaşırtıcı değil. Bunu bundan sonraki kongreler için de bir deneyim olarak gözetmemiz gerekecek.

20. yıl ve partinin birikimleri

Partimizin 20. yılındayız; yirmi yıllık bir parti, otuz yıllık bir hareketiz. Bunun ciddi birikimlerine sahibiz. Nitekim çalışmamız boyunca da bunu somut olarak gördük. Ele aldığımız hemen her konuda eski bazı kaynaklardan verimlice yararlanabildik. Partimizin ciddi bir birikimi ve bunun bir sürekliliği var. Süreklilik burada çizgide tutarlılık anlamına geliyor. Kuşkusuz aynı yerde durmuyoruz. Zaman içerisinde birikimimiz artıyor, deneyimlerimiz zenginleşiyor, bakışımız derinleşiyor.

Partinin birikimi öncelikle ideolojik alandadır. Her konuda geriye dönebiliyor, verimli dayanaklar ya da hareket noktaları bulabiliyoruz. İşte çalışmamızın bu son günlerinde dünya devriminin sorunlarını ve sosyalizm deneyimlerini ele aldık. Bu alabildiğine zor teorik-tarihsel alanda bile partinin geçmiş birikiminden verimlice yararlanabildiğimizi gördük. En zayıf göründüğümüz konularda bile, partinin bir ideolojik açıklığı, bunun ürünü bir birikimi var. Çalışmamız boyunca bir dizi konu ya da sorun üzerinden bunu ayrıca somut olarak görmüş olduk.

Öte yandan bir örgütsel birikimimiz var. Bir yıl önce bir konferans, sonra bir ara konferans ve şimdi de bir kongre topluyoruz. Bir yıl içinde üç önemli üst platformu güvenlik içinde toplayabilmek, partinin oturmuş bir örgüte dayandığı gerçeğine, buna ilişkin deneyime ve birikime en dolaysız bir göstergedir. Düşününüz ki biz kongremizde, örgütsel alandaki zaaflarımıza belirgin biçimde çubuk büktük, ciddi eleştiriler yaptık. Bu kuşkusuz yerinde bir tutumdu. Zira örgütsel yapımızda ve yaşamımızda ciddi sorunlar ve zaafiyet alanları olduğunu iyi biliyoruz. Bunları tartışıp irdelemek, aksayan ne ise saptayıp gidermek sorumluluğu ile yüz yüzeydik. Yaptığımız da bu oldu. Devrimci bir partide yapılması gereken de budur. Ama bu devrimci hassasiyet, bu devrimci eleştirel tutum, bizim ölçülerimizin ya da yükseklerde tuttuğumuz çıtamızın bir gereğidir. Her zaman daha iyisine ulaşmakla yükümlüyüz ve sonu gelmeyen devrimci eleştirel yaklaşım buradan kaynaklanıyor, bunun için gerekli.

Ama bir yılda üç önemli üst platformu güvenlik içinde toplamak başarısı da bu aynı gerçeğin öteki yüzüdür. Bu da gösteriyor ki, bakış açısı ve pratik deneyim olarak ciddi bir örgütsel birikimimiz var, bu kesin. Kuşkusuz parti örgütümüz henüz çok sınırlı, kadro gücümüz henüz çok yetersiz. Nesnel olandan kendimize ilişkin olanına kadar bunun çok çeşitli nedenleri var. Ama bugün için öncelikli olan nicelik değildir. Bugün için öncelikli ve belirleyici olan niteliktir. Ve biz bu açıdan artık gerçek bir örgütüz, buna kuşku yok. 2007’den beri parti yaşamı bu açıdan bir düzene girmiş, parti örgütü ve işleyişi iyi kötü oturmuş durumda. Parti kongreleri düzenli biçimde toplanıyor, sorunlar tartışılıyor, sonuçlara varılıyor, kararlar alınıyor. Bütün sıkıntılara rağmen parti manevi dengesini, iç bütünlüğünü yıllardır koruyor. Bunlar, önemli bir örgütsel birikime ve düzeye, bunları tamamlayan bir moral güce sahip olduğumuzu gösteriyor.

Çok önemli bir sınıf çalışması deneyimimiz var. Partinin sınıf çalışması alanındaki deneyimi ve birikimi en tartışmasız konu olduğu için sadece anmakla yetiniyor ve geçiyorum.

Bir siyasal mücadele deneyimimiz var. Siyasal sahnede etkin bir yer tutamıyoruz, bir güç odağı değiliz henüz. Ama siyasi yaşamı anlamada ve anlamlandırmada, dolayısıyla doğru tutumlara konu etmede bir bakış açısı üstünlüğümüz var ve bugün için bu yine de çok önemli. Türkiye’de siyasal yaşam çok karmaşık ve tuzaklarla dolu. Rejim krizinin solda yol açtığı ciddi kafa karışıklıkları, çatışan taraflardan birinin yedeğine düşmeler biliniyor. Oysa biz bu konuda sağlam durduk, hata yapmadık, gerçeği yerli yerine oturtmada belirgin bir başarı gösterdik. Olayların seyriyle ilgili başarılı öngörülerimiz var. Kuşkusuz boşa çıkanları da var. Bu bir yerde normal. Türkiye bir sürprizler ülkesi. Bunca belirsizlikler ve kaygan zeminler ortamında her şeyi doğru öngöremezsiniz. Ama genel planda alındığında, siyasette bir düzeyimiz olduğundan kuşku duymamak gerekir. Bir bakış açımız, bunun ürünü siyasal bir birikimimiz ve deneyimimiz var.

Moral değerlerimiz var, ki bu çok önemli. Yeri geldikçe kendimizi alabildiğine sert, birçok durumda belki gereğinden fazla eleştiriyoruz. Delege bir yoldaş haklı olarak bu konuda eleştirel uyarılarda da bulunuyor. ‘Kısmi ya da yerel zaafları genelleştiriyor ve böylece çoğu durumda partiyi gereğinden fazla ve haksız bir biçimde eleştiriye konu ediyoruz’ diyor yoldaş. Kuşkusuz haklı belli bakımlardan. Ama bunca eleştirel tutuma rağmen partide güçlü bir manevi denge olduğu da bir gerçek. Kendi içimizde çokça tartışmalı durumlar yaratabiliyoruz. Ama bu birliğimizi ve moral gücümüzü etkilemiyor. Belli zamanlar sıkıntılar çıkıyor kuşkusuz. Ama bu sıkıntıları giderebilmeyi, partinin birliğini bu sıkıntıları giderme çabası içerisinde yeni bir düzeye çıkarabilmeyi de başarabiliyoruz. Konuşmasını, tartışmasını, bir sonuca bağlamasını bilen insanlarız. Partinin demokratik kültürü ve gelenekleri bu olanağı veriyor bize. Partide bir iç yaşam üstünlüğü var. Moral değerlerimizin bir parçası bu.

Temiz bir partiyiz. Bu, bugünün koşullarında özellikle önemli bir üstünlük. Bir yoldaş mevcut sol parti ve gruplarla kıyaslandığında ‘partimiz çok temiz duruyor’ demişti kendi sunumunu yaparken. Bu çok önemli ve hiç de bir rastlantı değil. Moral değerlerimizden ayrı bir durum değil demek istiyorum.

Zayıf yanlarımız da var kuşkusuz. Devrimci pratiğimizde belli zayıflıklar var. Bunun nedenleri üzerinde durduk. Giderilemeyecek şeyler de değil bunlar. Birikimimiz ve üstünlüklerimiz buna fazlasıyla elverişli. Kendimize yönelik zaman zaman ölçüsü kaçan eleştiri ve tartışmaları da bunun için, bunları gidermek ve daha iyi bir düzeye çıkarmak üzere yapmış oluyoruz.

Sınıf eksenli güç odağı

Parti sınıf eksenli bir güç odağı haline gelmeyi önüne bir hedef olarak koymuştur. ‘Sınıf çalışmasında bir parça ayağımızı yere basarsak, bu bizi solda bir güç odağı, giderek toplumsal düzeyde güç odağı haline getirir’, diye saptanmış bir hedefimiz var. Solda artık kendine özgü bir yer tuttuğumuza kuşku yok, bu tam da sınıf çalışmasında tuttuğumuz yerle bağlantılı bir konum. Solun güncel tablosunu içinizden yoldaşlar ortaya koydular. Bu tablo içinde nereye oturduğumuz, solda nasıl bir yer tuttuğumuz yeterince açık. Ama çözülen, dağılan, iddiasını yitiren bir sol hareket içerisinde belli bir yer tutmak çok da anlamlı bir başarı değil. Bunu da unutmamak durumundayız.

Sınıf eksenli güç odağı olmak hedefi doğrultusunda ilerlemek durumundayız. Bütün bir çaba, örgütsel ve kadrosal çaba, sınıf çalışmasına ilişkin bütün o tartışmalar, gençlik politikası, bütün bunlar bizi sınıf içerisinde güç olmaya doğru götürebilmeli. Çok kolay bir iş değil kuşkusuz. Kısa süreli umutlar taşımamak gerekir. Türkiye’nin bugünkü koşulları düşünüldüğünde soluklu davranmak zorundayız. Soluklu davranırsak ama, pekala sıçramalı fırsatlar ya da zeminler de bulabiliriz. Sabırlı ve soluklu davranabilirsek zaman içinde bu hedefe ulaşabiliriz.

Sınıfla birleşmeyi her zaman çok önemsedik. İdeolojik kimliğimizin çok önemli, çok belirgin bir yönüdür bu. Parti sınıf ile organik olarak birleşip kaynaşmak zorundadır. Ancak böylece gerçek bir devrimci sınıf partisi haline gelebilir. Çıkışımızdan beri sosyalizm ile sınıf hareketinin birliği üzerinde duruyoruz. Sınıfın öncü kesimlerine ulaşabilmek, belli büyük kentlerde belli mevziler yakalayabilmek, bizi sınıf eksenli bir parti haline getirir. Gerisi zamanla büyümek, giderek daha etkili bir güç haline gelebilmektir.

Bu hedefte ısrar etmek zorundayız. Parti olabilmek, gerçekten sınıf partisi olabilmek, sınıf hareketiyle politik bir bütünleşmeyi belli bir düzeyde sağlayabilmektir. Bunun önemi açıktır, bizde çok tartışılmıştır. Bizim halkçılığa yönelik eleştirilerimizin ana eksenlerinden biridir. Kendi sorunlarımıza yaklaşımımızın temel hareket noktalarından biridir. Partinin sorunlarını köklü ve kalıcı biçimde çözebilmesini bu alanda alınacak mesafe ile sıkı sıkıya ilişkilendirdik bugüne kadar. Son olarak V. Parti Kongresi’nde ortaya konulmuş perspektif buydu. Konu tüm önemini halen de korumaktadır.

Parti, sınıf, devrim!

Ekim Devrimi’nin 100. yılını geride bıraktık. Gündemimizde Alman Devrimi’nin 100. yılı var. İki devrim kıyaslandığında, öncelikle görülmesi gereken parti, sınıf ve devrim ilişkisidir. Elbette ki söz konusu olan iki ayrı toplumdur. Tarihleri, kültürleri, gelenekleri birbirinden çok farklıdır. Aynı şekilde devrimci bunalımın olgunluğu ve derinliği de... Bunları bir yana koyar, olaya öznel etkenden bakarsanız, bir tarafta sınıfla bütünleşmeyi başarmış devrimci bir parti, öte tarafta devrimci hareketlilik içinde bir sınıf ama gerçekte henüz var olmayan bir parti. Birinde devrimci parti ile sınıf bütünleştiği için devrim zafere ulaşıyor. Ötekinde devrim içinde hareketli bir sınıf var, ama bu sınıfa önderlik edebilecek hazırlığa, deneyime, birikime, önderliğe sahip devrimci bir parti yok. Böyle olunca da devrimin zafere ulaşmak şansı kalmıyor. Tersine olaylar, devrimin bastırılması ve burjuva karşı-devrimi yönünde gelişiyor. Alman Devrimi’nin 100. yılı vesilesiyle altı özellikle çizilmesi gereken bir tarihi derstir bu.

Sınıfla devrimci temellerde birleşmek hedefinde ısrar etmek zorundayız.

Düzen içi güç dengelerine endeksli reformist yönelimler bir çıkmaz yoldur. Devrim sorununu tümüyle bir yana bırakanlar, kaçınılmaz olarak düzen çatlaklarında politika yapmaya yöneliyorlar. Dinci-faşist gericiliğin üstesinden gelmek önemli bir güncel görev olabilir. Ama düzen içi güç dengelerinden gidilerek yapılanlar, düzen güçlerine yedeklenmekten öte bir sonuç yaratmaz.

Devrimci parti mücadeleye katkısını kendi konumu ve yönelimleri üzerinden ortaya koyabilmek durumundadır. Biz devrimci bir partiyiz ve sınıfı örgütlemek gibi çok temelli bir sorunumuz var. Görevimiz sınıfı kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkarıp kendisi için bir sınıf haline getirmektir. Sınıf hareketini politik bir mecraya çekmek, giderek devrimcileştirmektir. Devrimci parti buradaki başarı ölçüsünde toplumsal mücadelede etkin bir rol oynama olanağı kazanır.

Kongrede örgüt sorunları ağırlıklı bir yer tuttu ve bunun anlaşılır nedenleri vardı. Ama yine de temel sorun sınıfı devrimcileştirmektir, bu alanda alınacak mesafedir, bunu hep göz önünde bulundurmak zorundayız. Parti örgütüne çeki düzen vermek ihtiyacı da temelde buradan gelmektedir. Güçlü, işleyen, saldırılara dayanıklı bir örgüt olmak, belirlenen hedefler doğrultusunda başarıyla çalışabilmek içindir. Örgüt burada bir araçtır. Asıl mesele sınıfa devrimci politik müdahaledir. Sınıfla birleşmeyi, sınıfla bütünleşmeyi ne edip edip başarabilmektir.

Zayıf omuzlarda büyük sorumluluk

Partimiz bir sınamadan geçmiştir. Yirmi yılın ardından bugün parti çizgisini koruyor, örgütünü koruyor, yönelimini koruyor, değerlerini koruyor, ısrarını koruyor ve sol içinde tümüyle farklı bir yerde duruyor. Bu çok önemli ve çok anlamlıdır. Solun tablosunu yoldaşlar ortaya koydular. Partinin nasıl bir yere oturduğu, o tablo üzerinden bütün açıklığıyla görülebilir.

Ama bu hiç de işimizi kolaylaştırmıyor. Tersine zayıf omuzlarımıza ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Partimizin Kuruluş Bildirgesi geçmiş devrimci kuşaklara, onların büyük emeklerine ve fedakarlıklarına karşı sorumluluklarımızı vurgulamaktadır. Partinin kurulması bu emeğin güvenceye alınmasıdır diye de ilan ediyor. Solun tablosu içinde parti bugün tümüyle farklı bir yerde duruyorsa eğer, bunu sağlayan birikimi özenle korumak ve geliştirmekle de yükümlü demektir. Bu büyük bir sorumluluktur.

Dünün geleneksel devrimci parti ve grupları büyük ölçüde çözülüp dağıldılar. Yenilenmeyenlerin, buna ayak direyenlerin, kaçınılmaz akıbeti bu oldu. Sol harekete ilişkin çıkış dönemi değerlendirmelerimizi yeniden okuyunuz, öngörülen de tam olarak buydu. Geçmişle hesaplaşıp yeni bir düzeye çıkmayı başaramadığınız sürece geriye düşmeniz kaçınılmaz olur deniliyordu. Biz bunu dediğimizde, dünün devrimcilerinin çok geçmeden sıradan legal reformist partilerde karar kılacaklarını, öteki birilerinin dergi çevreleri halinde bozulup tükeneceklerini ya da Kürt hareketinin yedeğinde kimliklerini yitireceklerini kim düşünebilirdi? Ama sonuç tamı tamına bu oldu. Partimizin bakış açısı böylece bu alanda da sınamadan geçti. Bu bakış açısı o zamanlar sert, sekter, hatta inkârcı olarak görünebiliyordu. Oysa söz konusu olan yalnızca bilimsel bir tahlildi, gerçeğe dosdoğru bakabilme üstünlüğüydü. Sonuçta olayların akışıyla gelinen yerde doğrulanmış bulunmaktadır.

Bu tablo büyük sorumluluklar yüklüyor bizlere. Buna uygun hareket etmekle yükümlüyüz. Hepimiz ve her düzeyde! Dönüp bu gözle kendimize ve sorumluluklarımıza yeniden bakmak zorundayız. Kongrenin çalışması ve verimi, bunun farkında olduğumuzun bir göstergesidir.

Pratik başarının güvencesi

Fakat başarılı bir kongre yapmak kendi başına başarının güvencesi değildir. Başarılı kongre, ortaya yalnızca bir irade koymak anlamına gelir. İrade ise hayata geçirilmek içindir. Kuşkusuz bu hatırlatmalarda geçmişin anısı, ortaya konulan niyet ve iradeye göre başarısız kalmış bazı süreçlerin bilinci ve sorumluluğu var. Ama bizler sorumlu insanlarız. Tutarsızlıkları yinelemenin politik ve moral açıdan ne anlama geldiğinin, bir partiyi ne durumlara düşürebileceğinin de bilincindeyiz. Deneyimlerimizin ışığında bakar ve gerekli sonuçları çıkarmayı bilirsek, ciddi kaygılar taşımak için bir neden kalmaz.

Ama gene de niyet ve iradeden öte bir güvence lazım. Bu salt bir iyi niyet, sorumluluk duygusu, soyut bir inanç ve güven sorunu değildir. Peki güvencesi ne olabilir bunun? Yanıtı kongre çalışması içinde var: Çalışma tarzı! Politik önderliğe dayalı çalışma tarzı! Merkez Komitesi merkezi önderliğin sorumluluklarına ilişkin tanımlanan çerçevede çalışırsa, parti yaşamı buna uygun bir düzene oturursa, yerel örgütler -ki seçilmiş temsilcileri sizlersiniz- bunun sağladığı imkanlarla yaratıcı ve inisiyatifli bir çalışma ortaya koyarlarsa, bu açıdan karşılıklı denetim süreklileşirse, işimiz bir hayli kolaylaşır, başarılı bir gelişme süreci de güvenceye alınmış olur.

Karşılıklı denetim! Yukarıdan aşağıya ve elbette aşağıdan yukarıya bir denetim! Bu çok önemli. Bunun kurumsal araçları var elimizde. Organ yaşamı, parti raporları, ara konferanslar, özel gündemlere dayalı kadro toplantıları vb. Bunlar karşılıklı denetim için önemli imkanlardır.

Güvence çalışma tarzıdır dedim. Bu, öncelikle Merkez Komitesi’nin kendi sorumluluklarını yerine getirmesidir. Tayin edici çözüm halkası odur. Merkez Komitesi kendi rolünü oynarsa, tanımlanan çalışma tarzına uygun hareket ederse, başta MYO olmak üzere yayınlar düzenli çıkarsa, politikalar yayınlar üzerinden partiyi düzenli olarak besler ve yön verirse, iç ilişkiler buna göre kurulursa, Merkez Komitesi üyeleri gündelik pratik işler peşinde koşmaktan çıkar da, partinin önderlik sorunları üzerinde yoğunlaşır ve buna uygun araçlar kullanırlarsa, çok şey yerli yerine oturmaya başlar. Bunu yapan bir MK zaten partide güçlü bir manevi otorite haline gelir ve bu ona yerel örgütlerin zaafları karşısında güçlü bir konum kazandırır. Böylece gerekli müdahaleleri daha kolay, daha sonuç alıcı biçimde yapar. Yerel örgütler de çok zorlanmadan buna yanıt verirler.

Ağır bir politik ortamdayız, zor koşullar altında çalışıyor, mücadele ediyoruz. Buradan kaynaklanacak sorunları, dışarıdan gelecek saldırıları ve bunların bizi düşürebileceği güç durumları, bu değerlendirmelerin dışında tutuyorum. Bu başka bir şey. Buna ilişkin yapabileceklerimizi yeterince konuştuk, belli sonuçlara bağladık. Ötesi için bir şey diyemeyiz. Ama biz kendi sorumluluğumuz ve kendi irademiz dahilinde olan her konuda tutarlı olmak zorundayız. Merkez Komitesi başta olmak üzere ve Merkez Komitesi’nden başlayarak!

Tüzüğe dayalı parti yaşamının önemi üzerinde durduk. Parti tüzüğü, onu gerekçelendiren metinlerle birlikte, Parti Kuruluş Kongresi’nin ilgili tutanakları ve Tüzük konferansı metinleriyle birlikte mutlaka yeniden incelenmelidir. Bunu aynı konuda tüm partinin yeniden eğitimi ile birleştirmek durumundayız. Tüzüğe dayalı bir parti yaşamı esastır. Bir yeniden eğitim bu yaşamı daha güçlü bir biçimde kurmak için gereklidir.

Güvence budur ve bu bir çalışma tarzı sorunudur. Niyetten öteye bir şeydir ve pratik sonuçlarını mutlaka yaratır. Yeri geldiğince tutarlılık sorunundan söz ediyoruz. Ama tutarlılık kaygısı kendi başına pratikte tutarlılık yaratmaz. Çalışma tarzınız düzgün değilse, tutarlılık kaygısı gütseniz bile tutarlı olamayabilirsiniz. Bunun güvencesi çalışma tarzıdır. Tutarlılığı öncelikle doğru çalışma tarzına bağlılıkta göstereceğiz.

Parti yaşamının bazı sorunları

Partimizin güçlü bir demokrasisi var, bu tür çalışmalarının da gösterdiği gibi. Ama partimizin daha da güçlü bir disipline de ihtiyacı var. Kaba disiplinsizlikler elbette yok partide, kastettiğim bu değil. Ama gene de bir disiplin sorunu var. Disiplin çok yüklü ve çok yönlü bir kavramdır. Bu, randevuya zamanında gitmek, toplantıyı zamanında yapmak sorunu değil. MK’nın üstlendiği bir görevi zamanında ve amaca uygun bir şekilde yapması da bir disiplin sorunudur. Çalışmada ve görev anlayışında disiplin! Devrimci disiplin kavramı üzerine düşünmek, partiyi bu açıdan güçlendirmek zorundayız. Demokrasi ile disiplini her zaman diyalektik bir bütünlük içinde ortaya koyduk. Güçlü demokrasisi olan bir partide, güçlü bir disiplin de olabilmelidir. İlki ikincisinin zemini ve güvencesi olarak ele alınmalıdır. Bu, özellikle 30. Yıl Konferansı’da genişçe ele alınmış bir konu. Öneminden hareketle bir kez daha altını çizmiş oluyorum.

Parti yaşamında eleştiri-özeleştiri sorunu üzerinde önemle durulması gereken bir öteki sorun. Bunun üzerine döne döne düşünüp yazmak, kadroları bu temelde daha derinlemesine eğitmek zorundayız. Bizim için eleştiri ve özeleştiri bir devrimci silahtır. Yenilenme ve güçlenme, böylece daha ileriye sıçrama silahıdır. Bizim eleştirilerimiz olgulara dayanır. Bizim eleştirilerimiz yapıcı ve yenileyici amaçlar taşır. Bizim eleştirilerimiz çıkış yolunu gösterir. Böyle bir eleştiri devrimcidir.

Parti yaşamı içerisinde ve gerekli her durumda bu silahı etkili bir biçimde kullanmalıyız. Bu, parti yaşamında sonu gelmez bir davranış biçimi olmalıdır. Hayat aktığına göre, sorunlar çıktığına göre, yanlışlar-hatalar yapılacağına göre, eleştiri ve özeleştiri de sürekli olmak durumundadır. Bu partinin devrimci yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. İş yapan hata da yapar. Ama bu hatalar düzenli olarak saptanmalı, tahlil edilmeli ve aşılmalıdır. Eleştirinin işlevi de tam olarak budur.

Özeleştiri de bunun ayrılmaz bir öğesidir. Eleştirinin olduğu yerde özeleştiri olur. Parti kendi yaşamı ve mücadelesi üzerinden birtakım şeyleri eleştiriyorsa, böylece gerçekte kendi özeleştirisini yapıyor demektir. Bunun muhatabı olan organlar ya da bireyler olabilir. Devrimci eleştiri elbette nesnel sınırları aşmamalıdır, mutlak biçimde gerçeğe, yani olgulara dayanmalıdır. Yoksa keyfi bir alan açılır ve parti yaşamı zedelenir.

Krize yanıt: Sınıfa karşı sınıf!

Bir krizler bölgesindeyiz. Bizi çevreleyen birden fazla bölge var, neredeyse sürekli kriz içinde bulunan. Bu bölgelerin tam merkezinde bulunan Türkiye de yıllardır çok yönlü bir kriz içerisinde. Hafiflemek bir yana günden güne ağırlaşan bir kriz. Şimdilerde krizin ekonomik alanı öne çıkmış durumda. Türkiye halen ekonomik ve mali bir krizin pençesinde kıvranıyor.

Kriz ekonomik alandaysa eğer, bu, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi kitlelere ağır bir fatura demektir. İşçi sınıfının emekçi kitleler içerisinde özel bir ağırlığı var, nicel açıdan. Ve krizin en dolaysız bir hedefi, faturanın çok yönlü olarak ödettirilebildiği bir sınıf. Toplu işten atmalardan eriyen ücretlere, ağırlaşan çalışma koşullarından çekilmez boyutlarda pahalılaşan yaşam koşullarına kadar. Çok düşük bir asgari ücret var ve daha şimdiden onun yarı yarıya değer kaybettiğini herkes biliyor. Demek ki krizin en dolaysız hedefi bizzat işçi sınıfıdır. Krizin sonuçları doğrudan ve öncelikle işçi sınıfını ilgilendiriyor.

Bu durumda kriz dönemine müdahale sınıfa politik müdahaleden ayrı düşünülemez. Fatura sınıfa ödettirilecekse eğer, sınıfı krize karşı savunmak, işçileri krizle dozu artan saldırılara karşı harekete geçirmek günün acil görevi demektir.

Öte yanda kriz ortamında dinci-faşist iktidara karşı bir direniş, bir mücadele geliştirmek acil görevi var. Sorunun bu yönü de bizi gerisin geri sınıf sorununa bağlıyor. Krizin yol açtığı saldırıların baş hedefi olan sınıf, aynı zamanda bu saldırıları bizzat sürdüren dinci-faşist iktidara karşı en etkili biçimde harekete geçirilebilecek sınıftır da. Dolayısıyla kriz karşısında sınıfı savunmak görevi ile dinci-faşist iktidara karşı mücadele görevi örtüşüyor. Şunu da hep vurgulaya geldik: İşçi sınıfını aydınlatmak, örgütlemek, birleştirmek ve harekete geçirmek, dolaysız olarak dinci-faşist iktidarın altını oymak, ona meşruiyet kazandıran seçmen desteğini ve dayandığı kitle tabanını sürekli biçimde zayıflatmaktır.

Sonuç olarak biz krize karşı devrimci çıkışı, sınıf hareketinin geliştirilmesinde aramalıyız. Sınıf derken hiçbir biçimde öteki emekçi katmanları unutuyor değiliz. Ama sınıf hareketlenirse öteki emekçi katmanların hareketlenmesi kendiliğinden kolaylaşır. Sınıfın hareketlenmesi, öteki emekçi katmanlara güven verir ve hareketlenmelerini kolaylaştırır. Bu sayısız deneyimle sabit bir gerçektir. Dolayısıyla krize karşı, dinci-faşist iktidara karşı etkili bir sınıf-kitle mücadelesinin tutulacak halkasıdır sınıf çalışması. Politik sınıf çalışması ama! Bu çok önemli. Bunu kongre çalışması içinde yeterince değerlendirdik. Yeni bir şey eklemeyi gerektirmeyecek denli.

Bu konuda son bir nokta. Sorun hiç de bizim salt kendi çabamızla sınıf içinde güçlü bir çıkış yaratıp yaratamayacağımız sorunu değildir. Sorun gerçek bir çıkış olanağının yalnızca bu alanda olmasıdır. Bu böyleyse eğer, o halde biz de tüm dikkatimizi bu alana vereceğiz, bütün güç ve olanaklarımızla bu alana yoğunlaşacağız.

(...)

(EKİM, Sayı: 315, Mart 2019)