2 Ağustos 2019
Sayı: KB 2019/29

Krizin birinci yılında TİS süreçleri…
Düzen siyasetinin “demokrasi” hamleleri
Faiz indirimi kimin içindi, sonrası ne olacak?
Ekonomik kriz de olsa Diyanet’e bütçe ayrılır
Günah keçisi ilan edilen Suriyeliler
Haklarımızı korumak ve taleplerimizi kazanmak için birleşelim!
MESS’in anketi, metal işçilerini yönlendirmeye çalışıyor
TİS süreçlerinde 3 yıllık sözleşme dayatması
Kıdem tazminatının gaspına hayır!
Petlas’ta görevden alma operasyonu ve ayrıntıları
Parti, merkeziyetçilik, ademi merkeziyetçilik ve önderlik - A. Murat
ABD Ortadoğu’da yeni felaketler peşinde koşuyor
Filistin yönetimi “Oslo Anlaşması”nı askıya aldı
Bu ülkeden Missouri geçti, F-35 gelmese ne olur!
Nafaka Kanunu’nda son perde ekimde
Sınıfının davası için dövüşen kadın metal işçisi Zeliha yoldaşı yitirdik!
Eğitim üzerine...
Yeni bir “tercih” dönemi
Sadece yaşanabilecek bir dünya istiyoruz!
Küçük bir çocuk ile şişman bir adamın katliamı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD Ortadoğu’da yeni felaketler peşinde koşuyor

 

Son iki ay içerisinde Basra Körfezi’nde yaşanan gelişmeler Ortadoğu’daki gerilimi tehlikeli bir hale getirmiş bulunuyor. Bunun başlıca sorumlusu, İran’a karşı provokasyonlarını, saldırgan ve savaşçı politikalarını pervasızca tırmandıran ABD emperyalizmidir. Trump, 2015 nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğinden bu yana yıkıcı ekonomik yaptırımları ağırlaştırmanın yanı sıra bölge geneline de adeta askeri yığınak başlattı.

Bunun son örneği, Pentagon’un, “güvenliği korumak ve bölgede istikrarı güçlendirmek” iddiasıyla Riyad’daki Prens Sultan Hava Üssü’ne 500 asker konuşlandırdığını duyurması oldu. ABD, söz konusu üsse bir Patriot füze bataryası kurmayı da planladığını açıkladı. Kral Selman bin Abdulaziz ise “bölgenin güvenliği ve istikrarının savunulması, barışın garanti altına alınmasında ortak çalışma düzeyinin yükseltilmesi” amacıyla, Amerikan kuvvetlerinin ülkeye girişine onay verdiğini ilan etti.

ABD emperyalizmi, uçak gemileri dahil deniz ve hava güçlerini Basra Körfezi’ne yığmaya devam ediyor ve bölgedeki askeri varlığını güçlendiriyor. ABD’nin Ortadoğu’da toplam 46 askeri üssü bulunuyor. Katar, Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, İsrail, Suriye, Ürdün, Irak, Türkiye ve Umman, ABD’nin askeri güç bulundurduğu Ortadoğu ülkeleridir.

ABD, Körfez’in en büyük ülkesi Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’daki “Prens Sultan Hava Üssü”nde bulunan askerlerini 2003 yılında Katar’daki askeri üsse çekerek, Suudi Arabistan’daki askeri varlığını sonlandırmıştı. Ancak, Riyad’ın 20 kilometre güneydoğusunda yer alan ve İskan Köyü Yerleşkesi adı verilen bölge, Suudi Arabistan Ulusal Muhafızları Modernleştirme Programı vb. gerekçelerle Amerikan askerlerine ev sahipliği yapıyor.

Ortadoğu’da yeni ve daha büyük savaşlara doğru

ABD emperyalizminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da “insan hakları-demokrasi-özgürlük” ve “terörle mücadele” adı altında işlediği barbarca suçların yakın ve güncel örnekleri olarak Afganistan, Irak, Suriye, Libya ve Yemen’deki dehşetli tablo biliniyor. Bu ülkeler yerle bir edilerek milyonlarca insan katledildi, on milyonlarcası ise mültecilik cenderesinde insani koşullardan mahrum kalmak gibi acı bir yaşamın kucağına terk edildi. Tüm bu barbarlıklar, petrol bölgeleri üzerinde ABD’nin dizginsiz egemenliğini kurmak, çıkarları önünde engel kabul ettiği ülkelere boyun eğdirmek, rakipleri karşısında üstünlük sağlamak ve en sonu küresel hegemonyasında yaşanan çözülmeyi durdurmak için yapıldı-yapılıyor.

Fakat tüm bunlar, ABD’nin arzuladığı sonucu elde etmeye ve küresel gücündeki çözülmeyi durdurmaya yetmedi. Dolaysıyla o, Ortadoğu’da yeni ve daha büyük savaşlara hazırlanıyor.

ABD’nin hedefinde ise İran bulunuyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’e yaslanan Trump yönetimi, İran’ın bölgede artan etkisi karşısında dehşete kapılıyor ve mutlak şekilde kukla bir rejim hedefliyor. Dünya barışı için en büyük tehdit olarak ABD’nin, İran’a saldırmak için “tüm seçeneklerin açık olduğunu”, İran’ın “dünya barışı için en büyük tehdit olduğu”nu tekrarlayıp durması, Tahran’ın başına çok arzuladığı bombaları yağdırmak içindir.

ABD’nin bölgedeki temel hedefleri arasında İsrail’in güvenliğinin pekiştirilmesi, bölgenin enerji kaynakları üzerinde egemenlik, İran’ın bölgede büyüyen etkisinin önlenmesi ve İran rejiminin değiştirilmesi ya da yıkılması, Rusya’nın Ortadoğu’da yükselen nüfuzunun dizginlenmesi ve ekonomik gücüyle bölgede ağırlığı artan Çin’in yükselen etkisinin elimine edilmesi vb. yer almaktadır. Bu hedeflere ulaşmak için savaşçı politikalarını tırmandırmakta ve dünya barışı için tehdit olarak gördüğü/gösterdiği İran’a saldırmak için olmadık bahaneler üretmekte, çeşitli provokasyonlar kışkırtmaktadır. Dolayısıyla İran’a karşı savaş sürekli olarak gündeme getirilip canlı tutuluyor. Bu amaç çerçevesinde hazırlıklar ve planlamalar yapılıyor, tatbikatlar düzenleniyor.

ABD emperyalizmi, Batılı müttefikleri ve bölgedeki uşakları, İran’a karşı bir savaşın “zorunluluğunu”, İran’ın nükleer silah edinme çabalarıyla gerekçelendiriyorlar. Boğazlarına kadar nükleer silahlarla donanmış olanlar ve kirli amaçlarının gerektirdiği durumlarda ise bunu kullanmaktan çekinmeyeceklerini açıktan ilan edenler, nükleer silah edinmek isteyen İran’ı ne ilginçtir ki bizzat nükleer silah kullanma tehdidiyle engellemeyi düşünebiliyorlar. Ayrıca tepeden tırnağa modern bir savaş makinası olan ve Ortadoğu’nun nükleer gücü konumundaki İsrail’in nükleer silahlarını sorun etmeyenler, hatta onu bu silahlarla donatanlar İran’a çullanmak isteyen aynı güçlerdir. İşte bu, emperyalist dünyanın mide bulandıran ikiyüzlülüğü ve çifte standardıdır ve ancak bu arsızlıkla sergilenebilir.

İran’a yönelik olarak hedeflenen savaşın tek gerekçesi onun bu silahları elde etmesini engellemekle sınırlı değildir. Büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olmakla birlikte dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz havzalarının da merkezinde bulunuyor olması ve bunun ona önemli bir jeostratejik konum kazandırması, İran’a yönelik savaş çığırtkanlığının öteki nedenleri arasındadır. Dolayısıyla Washington yönetimi, aynı zamanda bu enerji zengini ve stratejik açıdan yaşamsal olan bölgede, İran’a boyun eğdirmeyi amaçlıyor.

ABD saldırganlığının şakşakçısı olarak Suudi Arabistan

ABD’nin İran’ı hedef alan savaş politikalarına en hararetli desteği veren ülkelerden birisi Suudi Arabistan’dır. Ortadoğu’da ABD’nin köleci egemenliğinde rol üstlenen Suudi rejimi, bölgedeki hemen tüm belalardan da sorumludur. Arap ve İslam coğrafyasındaki entrikaların, kirli-karanlık işlerin de oyuncusudur. CIA tarafından kurulan Taliban, El Kaide, IŞİD, Nusra gibi barbar çete sürülerinin de finansörüdür. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail ile birlikte İran’ın bölgedeki etkisini ne yapıp edip engellemek istiyor ve ABD’nin müdahalesini dört gözle bekliyor. Dahası İsrail’le birlikte onu bunun için kışkırtıyor.

ABD’nin bölgedeki çok yönlü hedeflerinin gerçekleşmesinde Suudi Arabistan önemli bir uşaktır. İsrail ile yakın ilişkileri, Körfez’deki Arap ülkeleri üzerindeki büyük etkisi, Arap NATO’su gibi projelerde baş rol oynaması, İran ile rekabet içinde olması ve İran’a karşı bölgede yürütülen vekalet savaşlarının en güçlü mali finansörlüğünü üstlenmesi, ABD’nin en büyük silah tedarikçisi olması vb. yönleriyle Suudi krallığı ABD için vazgeçilmezdir. Suudi hanedanlığı aynı zamanda ABD için yüz milyarlarca dolar aşırmanın da kaynağıdır. Suudileri silaha boğan ABD, Trump döneminde süresi 10 yıla yayılan ve değeri 380 milyar doların üzerinde silah satış anlaşması imzaladı ve bunun 110 milyar dolarlık kısmını hemen cebe indirdi. Öteki Körfez ülkelerinden de yüz milyarlarca dolar para sızdırmaktadır.

Petrol fiyatları ve OPEC’in üretim politikası vb. konular üzerinde uşak-efendi (ABD-Suudi rejimi) arasında zaman zaman sorun alanları oluşabiliyor. Trump yönetiminin, Suudi Arabistan’a yaptığı üretimi arttırma çağrısı karşısında Riyad kulaklarını tıkamaya çalışmak gibi bir tutum sergileyebiliyor. Bu durumda da elbette ki Washington’ın hışmına uğrayabiliyor. Keza Trump’ın, “Biz olmazsak iki hafta ayakta kalamazsınız” tehdidine maruz kalabiliyor. Zira bu bir gerçeği de dile getiriyor. ABD’nin koruyucu şemsiyesi olmasa sadece Suudi hanedanlığı değil, Körfez’in tüm emir ve şeyhliklerinin nefes alması bile meçhuldür.

Amerika’nın hizmetinde olmayan kral, şeyh ve emirlerin yönettiği ülke yoktur. İran’ın Şii tehlikesini bahane ederek Körfez’in kral, emir ve şeyhlerini kendisinin ve İsrail’in hizmetine sokan ve çıkarlarına bekçilik yaptıran ABD’nin 2015 tarihli İran nükleer anlaşmasından çekilmesini ve ABD’nin İran saldırganlığını büyük bir memnuniyetle karşılayan da bunlardır.

Suudi rejiminin ABD ve İsrail ile yakın ilişki içinde olmasının İslam dünyasında, kendisine yönelik öfkeye neden olduğunu bilse ve Rusya ve Çin’in küresel ve bölgesel ölçekte yükselen ağırlığını dikkate alıp onlarla ilişkilerini geliştirmeye çalışsa da onun ABD bağımlılığı ve uşaklığı yapısaldır. Bunun ödülünü ise görmektedir. Kaşıkçı cinayeti buna iyi bir örnektir. Hemen herkesin, Kaşıkçı’yı öldürme emrini Suudi kralının verdiğini bildiği ve bunu ileri sürdüğü halde, Japonya’daki zirvede onunla konuşmak için adeta sıraya girdiği görüldü. Bunun bir yanı paranın gücü ise öteki tarafı da ABD’ye sunulan hizmetin ödülüdür.

Aynı zamanda sınıf ve kitle hareketiyle sarsılan bir coğrafya

Ortadoğu ve Kuzey Afrika sadece emperyalist saldırganlık ve savaş, etnik, dinsel ve mezhepsel boğazlaşmalarla ve istikrarsızlıkla sarsılan ve harabeye çevrilen bir coğrafya değil. Devasa toplumsal eşitsizliklerle, yoksulluk ve açlıkla, küresel krizin yarattığı yıkıcı sonuçlarla ve çürümüş diktatörlüklerin uyguladığı acımasız devlet şiddetiyle de karakterize olan bu coğrafya, aynı zamanda sınıf ve kitle mücadeleleriyle de sarsılıyor. İşçi ve emekçiler bu acılı coğrafyanın tüketici bataklığı içinde kendilerine bir çıkış yolu arıyorlar.

Özellikle de 2018’den beri, bölge genelinde yeni bir sınıf ve kitle mücadelesi dalgası yükseliyor. İran’dan İsrail’e, Türkiye’den Tunus ve Mısır’a, Fas’tan Sudan ve Cezayir’e kadar bu böyledir. Bu ve benzeri ülkeler, grev dalgalarıyla, halk isyanlarıyla, ekmek ayaklanmalarıyla, devasa protesto gösterileriyle sık sık gündeme geliyorlar. Aylardır Sudan’da devam eden isyan, Sudan diktatörü olan El Beşir’i devirebildi. Onlarca yıldır ülkenin servetini yağmalayan Cezayir yönetimi, işçi sınıfının ve emekçilerin öfkesi karşısında makyaj tazeleme mecburiyetinde kalabildi vb.

Bu coğrafyadaki büyük toplumsal kaynaşmalar, yazık ki örgüt ve önderlikten yoksun olmanın acı sonuçlarını yaşamaktadırlar. Gerçek devrimci partilerin ve sınıfın hazırlıksız olduğu, dolaysıyla gelişmelerin seyrinde etkin bir rol oynayamadığı durumlarda, kitle hareketleri emperyalistlerin ve işbirlikçi sınıfların yanı sıra İslami akımların yönlendirmelerine ve denetimlerine takılabilmekte ve gelişmeler düzenin daha sağlam bir şekilde ayakta kalabilmesiyle sonuçlanabilmektedir. Dün Tunus ve Mısır, bugün Sudan ve bir biçimde Cezayir güncel örneklerdir. Örgüt ve önderlikten yoksun olan büyük toplumsal patlamaları emperyalistler ve işbirlikçi egemen sınıflar, demokrasiye geçiş aldatmacasıyla düzeni yeni biçimler içinde restore etmek olanağına çevirebilmektedirler.