23 Ağustos 2019
Sayı: KB 2019/30

AKP-Erdoğan diktasından yeni kayyım darbesi...
İşçi sınıfı ve emekçiler rejimin savaş histerisine karşı direnmeli!
Savaş çığırtkanlığı ve “güvenli bölge” hesapları
Türkiye’nin genelinde doğa katlediliyor
Sermaye, AKP, sendikal bürokrasi...
Sendikal bürokrasiyi parçalamak için mücadeleyi yükseltelim!
Birleşik sınıf hareketi için mücadeleye!
Petrol-İş Sendikası Genel Kurulu yaklaşırken...
Bir işçi direnişi daha sendika bürokrasisi eli ile bitirildi!
Yine Petrol-İş, yine satış!
TİS süreçleri, ekonomik kriz ve sınıf mücadelesi üzerine
Keşmir’de yeni gerilim
Ortadoğu’da güç dengeleri değişiyor, siyonist rejim diken üstünde
Yunanistan’da liberal reformizmin yarattığı hayal kırıklığı
Son nefesine kadar devrimin bir emekçisi ve sıra neferi
“Hep seninle olacağız sevgilimiz, annemiz, büyük annemiz, yoldaşımız, Zeliş’imiz...”
YTÜ öğrencileri ne istiyor?
Kapitalist devletlerin karanlık yüzü: Tarikatlar
Sınıf bilincinden yoksun olmak ve Suriyeliler
Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anma Etkinlikleri üzerine…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Keşmir’de yeni gerilim

A. Engin Yılmaz

 

Pakistan ve Hindistan’ın 1947’de İngiliz sömürgeciliğinden bağımsızlık elde etmeleriyle başlayan Keşmir krizi bir kez daha alevlendi. Özellikle bu yılın başından itibaren Keşmir’de tansiyon sürekli olarak yükseliyor.

Hindistan’ın işgali altındaki “Cammu Keşmir” bölgesinde şubatın ortalarında bombalı saldırı gerçekleştirilmiş ve 40’tan fazla Hint polisi ölmüştü. Hindistan, İslamcı Ceyşi Muhammed (JeM) örgütünün üstlendiği bu saldırıdan Pakistan’ı sorumlu tutarak, örgütün Pakistan sınırları içindeki kamplarına hava bombardımanı düzenledi. Pakistan’ın buna yanıtı, kendi hava sahasına giren Hint savaş uçağını düşürmek oldu. Bunun üzerine Hindistan Pakistan’a ait birçok askeri noktayı hedef aldı. Bu gelişmeler bölgedeki gerilimi iyice tırmandırdı. Sonraki süreçte de bölge, sık sık çeşitli türden gerilim ve çatışmalarla gündeme geldi.

Asya’nın iki nükleer gücü arasındaki son gerilim ise, Hindistan İçişleri Bakanı’nın Keşmir Özerk Bölgesi’nin oluşumunu sağlayan 370 numaralı kanunun başkanlık kararı ile iptal edildiğini açıklaması üzerinden yaşanıyor. Hindistan, Birleşmiş Milletler’in de müdahalesiyle Cammu Keşmir’e ayrıcalık tanıyan Anayasa’nın 370. maddesini iptal ederek, bölgenin siyasi özerklik yapısını ortadan kaldırdı. Böylece “tartışmalı bölge”nin tartışılmasını kendi cephesinden “bitirmiş” oldu.

Ardından on binlerce Hindistan askeri Keşmir’e gönderildi. Keşmir halkı 5 Ağustos’tan itibaren toplu baskı ve terör kuşatması altında tutuluyor. Aralarında Cemmu ve Keşmir’in iki eski bakanı ve parti yöneticilerinin de bulunduğu yüzlerce insan tutuklandı. Sabit ve cep telefonu hatları ve internet dahil tüm iletişim kesildi, toplu ulaşım devre dışı bırakıldı. Dörtten fazla insanın bir araya gelmesi yasaklandı, ifade ve toplanma özgürlüğü ortadan kaldırılmış durumda. Bu baskı ve teröre yönelik her direniş acımasızca eziliyor. Tüm bunlar, bir barut fıçısı olan Keşmir sorununu bir kez daha alevlendirdi.

Pakistan söz konusu kararı “hukuka aykırı” ve “kabul edilemez” olarak nitelendirdi ve Hindistan’ı, bölgesel istikrar ve barış açısından ciddi sonuçlar doğuracak “tehlikeli bir oyun” oynamakla suçladı. Hindistan’la diplomatik ilişki seviyesini düşürme ve ikili ticareti durdurma kararı aldığını ve sorunu Birleşmiş Milletler’e taşıyacağını belirtti. Pakistan Başbakanı İmran Han, Hindistan’ın Keşmir kararı ile ilgili olarak, “Pakistan’la Hindistan arasında çıkacak savaşın kazananı olmayacaktır ama etkisi tüm dünyaya olacaktır. Dünya, kendi ülkesinin hukuku ve uluslararası hukuku ihlal eden bu ülkeye (Hindistan) müdahale etmezse kötü sonuçlar ortaya çıkacak” şeklinde açıklama yaptı.

Kararla ilgili bir diğer açıklama da Çin’den geldi. Çin Dışişleri Bakanlığı, Çin’in “Hindistan’ın, Çin topraklarını idari yargı yetkisi alanına dahil etmesine” her zaman karşı çıktığını ve bu tutumunun değişmediğini belirtti. Hindistan’ın sınır meseleleri konusundaki sözlerinde ve eylemlerinde ihtiyatlı davranması gerektiğinin dile getirildiği açıklamada, “Hindistan’a, iki taraf arasında varılan anlaşmalara kesinlikle uyma ve sınır meselelerini daha da karmaşıklaştıran eylemlerde bulunmama” çağrısı yapıldı. Ayrıca taraflar “bölgesel barış ve istikrarı korumaya” çağırıldı.

Müttefiki olan Hindistan’ı Asya’da Çin’e karşı askeri-stratejik bir denge olarak tutmak ve güçlendirmek peşinde koşan ABD ise sorunu, Hindistan’ın iç sorunu olarak gördüğünü ve çözüm konusunda arabuluculuk yapabileceğini açıklamakla yetindi.

Sorun ve krizin tarihsel kökleri

Keşmir sorunu ve krizinin, daha genel planda ise Hindistan-Pakistan rekabetinin kökleri, 1947’de Müslüman bir Pakistan ve Hinduların hakimiyetindeki bir Hindistan olarak gerici biçimde bölünmesinde yatmaktadır.

Hindistan halkının bağımsızlık mücadelesinin 1947’de başarıya ulaşmasının ardından Hindistan’dan çekilen İngiltere, prenslik şeklinde yönetilen Keşmir’i Hindistan ya da Pakistan ile birleşme konusunda serbest bıraktı. Nüfusunun yüzde 90’ı Müslüman olan Keşmir halkı 1947’de Pakistan’a katılmaktan yana tavır alsa da dönemin prensi Hindistan ile birleşmeye karar verdi. Karara Müslüman Keşmir halkı karşı çıktı.

Pakistan ve Hindistan’ın bölgeye asker göndermesi üzerine de taraflar 1948’de Keşmir bölgesinin paylaşımı için savaşa tutuştular. Bu savaş, Keşmir’in Hindistan ve Pakistan tarafından işgal edilip parçalanmasıyla sonuçlandı. Bunu 1965’te ikincisi izledi. Üçüncüsü ise 1971’de patlak verdi. Öte yandan 1962’de Keşmir’in doğusu Çin’in kontrolüne girmişti. 1999’da ise savaşın eşiğine gelinmişti.

Yüzde 45’i Hindistan, yüzde 35’i Pakistan ve yüzde 20’si Çin hakimiyeti altında bulunan bu bölge, bu üç ülke tarafında paylaşılmış ve kendi kaderini tayin hakkı gasp edilmiş bulunuyor. Yarım asırdan fazla bir süredir önemli bir çatışma dinamiği haline gelen Keşmir, bugüne kadar iki ülke arasında yaşanan savaşların ve sayısız sınır çatışmalarının ana kaynağı olduğu gibi, emperyalist müdahaleye açık olmanın da dayanağı durumundadır.

Hindistan kendi kontrolündeki Cammu Keşmir’de yaklaşık 600 bin asker barındırıyor ve son krizle birlikte bölgeye on binlerce yeni asker göndermiş bulunuyor. Nüfusunun yüzde 90’ının Müslüman olmasından hareketle Keşmir’in bütünü üzerinde hak iddia eden Pakistan ise, çeşitli İslamcı örgütleri destekleyerek, bunların Hindistan kontrolündeki bölgeye düzenledikleri saldırıları kendi çıkarları temelinde kullanıyor.

Hindistan ve Pakistan arasındaki acımasız rekabetin acılı bölgesi

Keşmir sorunu bu iki ülkenin yayılmacı-işgalci emellerini gemleyemedikleri bir sorun olmakla birlikte kendi sınıf ve emekçilerini dinsel ve milliyetçi eksende bölmenin ve denetlemenin de bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Pakistan’da 2018 Temmuz’da başbakanlık koltuğuna oturan İmran Han, emekçilere onların yaşam koşullarını iyileştireceği, eğitim, sağlık ve ucuz konutlar alanında adımlar atacağı, milyonlara iş alanı açacağı vaatlerinde bulunmuştu. Ancak Pakistan halkı vaat edilenlerin aksine acımasız kemer sıkma programlarıyla karşı karşıya kaldı. Hindistanlı emekçiler için de durum bundan farklı değildir. İşsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı, ağırlaşan yaşam ve çalışma koşulları, güvencesiz çalışma, taşeronlaştırma, özelleştirme, bireysel emeklilik vb. gibi sorun ve saldırılar ile bunların sonucu olarak siyasal hak ve özgürlüklerin budanması Hindistanlı emekçilerin de karşı karşıya kaldığı temel gerçeklerdir.

Her iki ülke burjuvazisi de sınıf ve emekçi kitlelerin dikkatini devasa boyutlara ulaşmış bu sorunlardan uzaklaştırmak için milliyetçiliği, şovenizmi ve dini karşılıklı olarak kullanarak, iki ülke halkları arasında düşmanlığı körüklemeye, kendi ülke emekçilerini bölmeye ve hoşnutsuzluğu dizginlemeye çalışıyorlar. Böylesi durumlarda yaşanan Keşmir krizi iki ülke burjuvazisi için de bulunmaz bir fırsata dönüştürülüyor. Özellikle de son yıllarda sık sık gündeme gelen Keşmir gerilimi, bu ülkelerde hoşnutsuzluğu ve eylemleri artan sınıf ve emekçi kitlelerin dikkatini sınıfsal-sosyal eksenden uzaklaştırmanın adeta can simidi haline gelmiş bulunuyor.

Bu aynı şey Keşmir’de de yapılıyor. Keşmir’de sınıf ve emekçi kitlelerin kendi sosyal, siyasal ve iktisadi talepleri üzerinden ortaya koydukları kitlesel tepkiler bile, dinsel, mezhepsel ve milliyetçi çıkış ve kışkırtmalara alet edilmektedir. Zira Hindistan ve Pakistan burjuvazileri Keşmir’de sadece etnik ve dinsel olarak değil, aynı zamanda emek-sermaye eksenli bir bölünmenin de yaşandığı bilinciyle davranıyorlar. Dolaysıyla sınıf ve emekçilerin kendi sınıfsal çıkarları temelinde harekete geçmelerini ve bu hareketin anti-kapitalist bir içerik kazanmasını önlemek konusunda ortak çıkarlara sahiptirler. Bu amaç doğrultusunda dini ve milliyetçiliği etkin şekilde kullanma yolunu tutuyorlar. Elbette ki Keşmir üzerindeki yayılmacı ve işgalci emelleriyle birlikte...

Keşmir sorunu aynı zamanda her iki ülke için çılgınca silahlanma harcamalarının da gerekçesi yapılmaktadır. Nüfuslarının büyük bir bölümü yoksulluğun ve perişanlığın, işsizliğin ve açlığın girdabında kıvranan Hindistan ve Pakistan, dünyanın en yüksek askeri harcama yapan ülkeleri arasında bulunan dev nükleer güçlerdir. Bu iki nükleer gücün ulusal güvenlik stratejileri aynı zamanda birbirilerinin karşıtlığı üzerinden de oluşmaktadır. Dolaysıyla bu iki ülke arasında gündeme gelecek bir savaşın tüm dünya için nasıl bir tehdit oluşturacağı yeterince açıktır.

Keşmir: Emperyalist hegemonya krizinin bir cephesi

Keşmir, 70 yılı aşkın bir süredir sadece Hindistan ile Pakistan arasındaki kanlı çatışmanın sahnesi değil, aynı zamanda emperyalist hegemonya kavgasının da bir cephesidir. Bunun ağır bedelini ise Keşmir halkı ödemektedir.

Dünya kapitalizminin çok yönlü derinleşen krizine emperyalist hegemonya krizinin eşlik ettiği ve bunun giderek sertleştiği somut bir olgudur. ABD, AB, Rusya ve Çin gibi küresel devler arasında kızışan ve daha şimdiden halklara büyük faturalara dönüşen dünya egemenlik kavgası sert biçimler alarak genişliyor. Tüm dünyaya yayılmış bulunan bu kavga, son dönemlerde Latin Amerika, Ortadoğu ve Asya-Pasifik’te somut biçimler kazanıyor.

Keşmir, emperyalist hegemonya kavgasının Asya-Pasifik parçasından biridir. Bölgede çok yönlü olarak yükselen Çin, ABD açısından mutlak şekilde dizginlenmesi gereken bir rakiptir. Hindistan’ın Japonya ve Avustralya ile birlikte ABD öncülüğündeki dörtlü stratejik ittifaka katılması ABD’nin Hindistan’ı Pekin karşısında konumlandırma çabasının bir ürünüdür. Pakistan’ın giderek Çin’in nüfuz alanı haline gelmesi, önemli bir ticaret ortağına dönüşmesi, silah ve lojistik tedarikinde bulunması vb. gelişmelerden fazlasıyla rahatsız olan ABD, Çin’in yeni ipek yolu projesiyle bu alana daha da egemen hale gelmesinin önüne geçmek istiyor. Bu proje kapsamında Çin için stratejik önemde olan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru Keşmir’den geçmekte, 3 bin kilometreden fazla yol hattı Çin finansmanıyla yapılmakta, serbest ticaret bölgeleri de bu proje içinde yer almaktadır vb. Tüm bunlara Pakistan’ın, Çin’den on milyarlarca dolarlık borç alması da eklendiğinde Çin’in Pakistan üzerinde giderek artan bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Dolaysıyla bunu zayıflatacak bir dizi girişim ABD tarafından kaçınılmaz görülmektedir.

Küresel emperyalist güçlerin kendi nüfuz alanları haline getirmek için kıyasıya bir hegemonya mücadelesi verdikleri Asya-Pasifik bölgesinde gerilim dinamikleri sürekli büyümektedir. Keşmir, bu bölgede patlamaya hazır barut fıçısı durumundadır ve iki nükleer gücü karşı karşıya getirecek bir konumdadır. Bunun yaşanması durumunda dünya ölçüsünde büyük bir felaketle yüz yüze gelmenin adımı atılmış olacaktır. Zira Keşmir gibi sorunları uluslararası hegemon güçlerin dışında düşünme olanağı yoktur. Dolayısıyla Keşmir üzerinden gündeme gelen yeni kriz, Pakistan ve Hindistan arasındaki etnik ve dinsel yönleri kapsamakla birlikte, sorun asıl olarak, küresel hegemonik güçlerin iki ülke üzerinden karşı karşıya gelmesidir.

On yıllardan beridir emperyalistlerin ve iki nükleer gücün çıkar ve hedefleri arasında sıkışan Keşmir halkının bugüne kadar ödemek zorunda kaldığı fatura büyüktür ve bölgesel-emperyalist güçlerin kıskacında bu giderek ağırlaşmaktadır.

 

 

 

 

 

 

Batı Papua’da öğrenciler işgale karşı sokaktaydı

 

15 Ağustos 1962’de Endonezya, Hollanda ve ABD hükümetleri tarafından imzalanan, Batı Papua topraklarının paylaşıldığı, halkın hiçbir söz hakkının olmadığı New York Anlaşması’nın yıldönümünde birçok yerde öğrenci protestoları gerçekleşti.

Papua ve Endonezyalı öğrenciler 57 yıl önce imzalanan anlaşmaya karşı 15 Ağustos ve onu takip eden günlerde sokaklara çıktılar. İşgalci Endonezya devleti protestoculara acımasızca saldırdı. Papua Öğrenci İttifakı (AMP) ve Endonezya Halklarının Batı Papua Cephesi (FRI-WP) tarafından gerçekleştirilen gösterilerde insanlar darp edilerek tutuklandı. Polislerle beraber faşist gruplar da öğrencilere saldırdı.

***

Hollanda’nın 1962’de imzaladığı New York Anlaşması ile 1963’te Batı Papua Endonezya’ya devredildi. Anlaşma doğrultusunda 1969 yılında Papua’da yapılacak referandum ile “Papua’nın bağımsızlığı” oylanacaktı. O yıllarda ABD, Endonezya’nın Batı Papua’nın kontrolünü almasına açık destek verdi. Referandumun Endonezya lehine olması ABD’nin çıkarına olacaktı. Oylama sonuçları işgalci devlet tarafından garanti altına alındı.

800 bin kişinin yaşadığı bölgede sadece 1000 kişinin katılımıyla 1969 yılında yapılan referandum sonucunda Batı Papua resmen Endonezya toprağı olarak kabul edildi. Batı Papua, o zamandan beri Endonezya’nın egemenliği altında çok uluslu şirketler tarafından sömürülmektedir. Batı Papualılar referandumu “yeni sömürgecilik” olarak kabul ettiler ve işgale, sömürüye karşı mücadeleye başladılar. Bağımsızlık savaşı yüz binlerce insanın hayatına mal oldu. Hollanda gibi Endonezya devleti de Batı Papualıların en ufak bir bağımsızlık istemini işkence ve katliamla bastırdı.

Batı Papua’daki işgalin, sömürgeciliğin, katliamın arkasındaki temel aktör ABD’dir.

ABD’li Freeport Maden Şirketi, 1967 yılında Papua’daki Grasberg dağına altın madeni ocağı açmış; Endonezya ordusunu Batı Papualıları bölgeden uzaklaştırmak için kullanmaktadır. Freeport bu hizmeti için “koruma parası” adı altında Endonezya ordusuna milyonlarca dolar ödemektedir. Endonezya devleti ordunun ihtiyaçlarının yalnızca bir kısmını karşılamakta bundan dolayı şirketlerden gelen bu para devlet için hayati önemdedir.