23 Ağustos 2019
Sayı: KB 2019/30

AKP-Erdoğan diktasından yeni kayyım darbesi...
İşçi sınıfı ve emekçiler rejimin savaş histerisine karşı direnmeli!
Savaş çığırtkanlığı ve “güvenli bölge” hesapları
Türkiye’nin genelinde doğa katlediliyor
Sermaye, AKP, sendikal bürokrasi...
Sendikal bürokrasiyi parçalamak için mücadeleyi yükseltelim!
Birleşik sınıf hareketi için mücadeleye!
Petrol-İş Sendikası Genel Kurulu yaklaşırken...
Bir işçi direnişi daha sendika bürokrasisi eli ile bitirildi!
Yine Petrol-İş, yine satış!
TİS süreçleri, ekonomik kriz ve sınıf mücadelesi üzerine
Keşmir’de yeni gerilim
Ortadoğu’da güç dengeleri değişiyor, siyonist rejim diken üstünde
Yunanistan’da liberal reformizmin yarattığı hayal kırıklığı
Son nefesine kadar devrimin bir emekçisi ve sıra neferi
“Hep seninle olacağız sevgilimiz, annemiz, büyük annemiz, yoldaşımız, Zeliş’imiz...”
YTÜ öğrencileri ne istiyor?
Kapitalist devletlerin karanlık yüzü: Tarikatlar
Sınıf bilincinden yoksun olmak ve Suriyeliler
Hacı Bektaş-ı Veli’yi Anma Etkinlikleri üzerine…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sınıf bilincinden yoksun olmak ve Suriyeliler

 

Suriyelilere yönelik öfke, Suriyelilerin, kayıtlı oldukları illere gönderilmeleri tartışmasıyla geçtiğimiz haftalarda bir kez daha coştu. Uzun zamandır Suriyelilere yönelik hasmane tutumu sürdüren CHP, İyi Parti ve ulusalcı kanata son seçim sonuçlarının da etkisiyle AKP de eklendi. İşçi ve emekçilerin çok önemli bir kısmı da Suriyelileri sorunlarımızın kaynağı sayıp, bu öfkeyi besliyor.

Gelinen yerde bu soruna karşı tutumumuzu emekçiler arasında daha fazla yaymak acil bir yerde durmaktadır. Çünkü sermaye iktidarı ve onun siyasi temsilcileri kapitalist düzenden kaynaklı yaşanan işsizlik, yoksulluk, ev kiralarının yüksekliği gibi sorunların nedeni olarak Suriyeli emekçileri hedef gösteriyorlar. Vurun abalıya derken öfkenin kapitalizme yönelmesini engelliyorlar. Yaşanan krizin kaynağını çarpıtmada Suriyelilere düşmanlığı fırsat olarak görüyorlar.

İki baskı odağı (Esad rejimi ve ABD-İsrail güdümlü cihatçı çeteler) arasında kalmış Suriyeli emekçilere adeta bir yumruk da böylece atılıyor. Oysa işsizlik, düşük ücretler ve hayat pahalılığı Suriyeliler gelmeden önce de vardı. Suriyelilerin gelişiyle bunlarda daha kötüleşme olmadı mı denirse cevabımız elbette evet olacaktır. Fakat bunun sorumlusu, yaşadıkları yeri mecburen terk etmiş Suriyeli emekçiler değildir. Yaşananların sorumlusu, mecbur durumda kalmış insanları 1.000-1.200 TL’ye, uzun saatler boyunca, hiçbir iş güvenliği almadan çalıştırıp ölüme yollayan, Suriyeli işgücünü kullanıp Türkiyeli işçiye gözdağı veren patronlardır. Baş sorumlu, sigortasız isçiyi denetlemeyen, kuralsız çalışma ortamını engellemeyen devlet ve onun başındaki AKP’dir.

Sorunun gerçek kaynağı

Meselenin başına dönersek yine bu üçlüyü; patronlar sınıfı, ona hizmet eden hükümet ve devlet gerçeğini göreceğiz. Eğer samimiysek bunu yapacağız. Yoksa en iyi tanımla bataklıktaki sinekleri kovalayan ahmaklar konumuna düşeriz.

Hatırlanacağı üzere 2011’de Mısır ve Tunus’ta halk hareketleri patlak verdiğinde ABD, İsrail ve AB devletleri başta Libya ve Suriye olmak üzere bu ülkelere müdahale ettiler. Esad rejiminin yıllardır süren baskısı kitlelerin tepkisini doğurmuştu. Fakat iç dinamikleriyle başlayan isyan emperyalizmin müdahalesiyle kirletildi. Suriye halkının özgürlük mücadelesi olmaktan çıkarıldı. Suriye’de onlarca ülkeden getirdikleri cihatçı çetelerle rejime karşı iç savaşı kışkırttılar. ABD, İsrail, AB vd.lerinin Suriye’de güç olma mücadelesine dönüştürüldü.

Türk sermaye devleti ve AKP iktidarı da bu rant savaşında ABD-İsrail ikilisinin yanında yer aldı. Günü geldi Suriye’nin dostları toplantısı Türkiye’de yaptırıldı, günü geldi ÖSO adı altında paralı askerler eğit-donat projesiyle Esad rejiminin üstüne salındılar. Günü geldi MİT TIR’larıyla El Nusra ve IŞİD gibi cihatçı çetelere yardım edildi. Bu cihatçı çetelerin yaralıları ülkemizin hastanelerinde tedavi edildi ve bu örgütlerin ülkemizden kadro devşirmesine izin verildi. Ne de olsa Ahmet Davutoğlu’na göre bunlar “öfkeli çocuklar”dı.

Özetle, TC’nin ve batılı emperyalistlerin çabalarıyla, Suriye halkının bilinçsizliğinden (anti-emperyalist, anti-kapitalist bilinç eksikliğinden) yararlanılarak Suriye karıştırıldı. Ve milyonlarca Suriyeli bu karmaşık tabloda yurtlarını istemeyerek de olsa terk etmek zorunda kaldı. Tüm bu gerçeklere sırt çevirip, 1.000-1.200 TL’ye kölece çalıştırılan, iş cinayetlerine kurban edilen yoksul Suriyelilere çatmak zayıfla, garibanla uğraşmaktır. Patronların ve emperyalist düzenin oltasına gelmektir. 1960’lı-1970’li yıllarda Türkiyeli işçilerin Almanya’da çektiği sıkıntıları anlayamamak demektir.

Suriyeli emekçilerin durumu

Suriyeli emekçilerin durumu ortadadır. Bugün her üç Suriyeliden biri harabede yaşamakta, yarısından fazlasının yaşadığı yerlerde ise en temel ev eşyaları (çamaşır makinesi, buzdolabı, halı) yetersizdir. Kamplar dışındaki Suriyelilerin 5’te 2’si ilaca erişmekte güçlük çekmektedir. Suriyelilere yönelik linçlerde kullanılan kimi iddialar, örneğin hastanede öncelikliler ya da devletten maaş alıyorlar söylemi ise yalandan başka bir şey değildir. Suriyeli yoksulların aldığı yardımların büyük çoğunluğu AB fonlarından mültecilere gelen, Kızılay Kart ve diğer devlet banka kartlarıyla çekilebilen yardımlardır.

Çalışma koşulları açısından ise Suriyeli emekçilerin durumu vahimin ötesindedir. Sadece 2019’da ülkemizde çoğunluğu Suriyeli 70 mülteci işçi iş cinayetine kurban gitmiştir. Yedi ay önce Ankara Siteler’de yangın merdiveni olmayan işyerinde yanan 5 Suriyeli işçiyi unutmak mümkün mü? Avrupa’ya gitmek için denizde boğulan mültecileri ve 3 yaşında ölen Alan Kurdi’yi ne çabuk aklımızdan çıkıyoruz? Savaşın yol açtığı mağduriyet mecbur bırakmasa bu insanlar bu tehlikeleri göze alabilirler mi ya da ülkemizdeki gibi kötü bir yaşamı tercih edebilirler mi?

Durum böyleyken Suriyeliler başta olmak üzere mültecilere ve göçmenlere yönelik nefret ortamı nasıl oluşabiliyor? Sol duyarlılığı bulunan, halkların kardeşliğine inandığını söyleyen Alevi, Kürt ya da sosyal demokrat kitle (bu kitle mülteci sorununu AKP’yi yıpratmak için kullanıyor) zor durumda kalmış insanları nasıl hedef gösterebiliyor?

Bu soruların en kısa ve basit cevabı Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin sınıf kimliğindeki ve mücadelesindeki geriliktir. Yıllarca işyerinde kendisini ezen, baskılayan, sömüren patronlara ve onun koruyucusu bir devlete karşı gösterilmeyen tepki yurdunu terk etmek zorunda kalmış ve kendilerini anlatma fırsatı olmayan başta Suriyeli olmak üzere yabancı işçilere gösteriliyor. Oysa biz hangi ulustan olursak olalım işçi-emekçi insanlarız. Hepimiz benzer koşullarda yaşıyor, eziliyor, sömürülüyoruz. Sınırlar, devletler ve milliyet farklılıkları bizleri bölen, bizlere çözüm olmak yerine bizlerin ezilmesine yarayan yapay ayrımlardır.

Bu duruma işçi-emekçi penceresinden bakmadan, emperyalist-kapitalist sistem gerçeğini görmeden yapılacak her davranış kendi ayağımıza sıkmak olacaktır. Böylece emperyalistlere, yerli işbirlikçilerine ve sömürüyü arttırma fırsatı bulan patronlara değil, ezilen başka milliyetlerden işçilere sataşacağız. Böylece bizi ezenler ve sömürenler zaman kazanacak, keyif çatmaya devam edeceklerdir.

Neler yapmalıyız?

Her şeyden önce buraya gelmiş Suriyeli emekçileri sınıfımızın bir parçası olarak görmeliyiz. Daha önce zaten var olan, patronların kâr hırsından doğan birtakım sonuçları Suriyelilere havale etmemeliyiz. Sorunlarımızın somut nedeni taşeronlaşma, sendikasızlaştırma ve özelleştirme dayatan, ucuz işgücünü sömüren ve insanların barınma ihtiyacını gideremeyen bu düzendir. ABD, İsrail ve Rusya gibi ülkelerin Suriye’yi talan etmesine karşı çıkmak, emperyalizme haddini bildirmek için ülkemizdeki sınıf mücadelesine daha sıkı sarılmak, toplumu gerçeğe uygun bir şekilde sınıf ekseninde ayrıştırmak için işçi mücadelesini güçlendirmek öncelikli görevimiz olmalıdır.

Daha somutta ise Suriye’deki savaşı bugüne kadar azdırmış, ABD’nin çizdiği rotada ilerlemiş, IŞİD ve El Nusra gibi örgütleri desteklemiş AKP iktidarının politikalarına karşı çıkmalıyız. Bugün İdlib’de yapıldığı gibi cihatçı çeteler desteklenmemelidir talebini yükseltmeliyiz. Suriye’ye yönelik her fiili müdahaleyi bir başka ulusun egemenliğine yapılmış bir saldırı olarak görmeli, Türk sermaye devletinin Suriye’de işgal ettiği bölgelerden acilen çekilmesini istemeliyiz. Fırat’ın doğusu diyerek saldırmaya çalıştığı Kürt bölgesine yönelik politikalarından vazgeçmesini sağlamalıyız. Bu talepler için mücadele etmeden göçler dursun demek boş laftan başka bir şey olmayacaktır.

Sonuç olarak

Suriye’de barışçı çözümün sağlanması ve ülkelerine dönmek isteyen Suriyelilerin dönüşü önündeki engellerin kaldırılmasından sonra Türkiye’de kalmak ya da başka ülkelere gitmek isteyen Suriyeliler için mültecilik veya vatandaşlık yönünde adımlar atılmalıdır. Gerçek ve kalıcı çözüm ise Suriyeli ve diğer ulustan işçilerle birlikteliğimizi güçlendirmekten geçmektedir. Vakit yitirmeden bu birlikteliği güçlendirmek, mültecilerin mağduriyetini gidermek için daha fazla çaba sarf etmek öncelikli görevimizdir. Mülteci emekçileri kazanmak için her türlü devrimci yol ve yöntemi kullanmak ise önümüzde duran bir sorumluluktur.

Faşizmin günümüzde bir kere daha öne çıkardığı söylem göçmen karşıtlığıdır. ABD’de Trump, İtalya’da Salvini, Hollanda’da Wilders, Fransa’da le Pen… Her biri kapitalist sistemin pisliklerini göçmenlere yıkıp emekçilerin zihinlerini bulandırıyor, gerçek düşmanımızı görmemizi engelliyor. İki dünya savaşı göz önüne alındığında ulusal önyargılara karşı mücadele etmek, ulusal önyargıların ve düşmanlıkların sınıfsal mücadeleyi karartmasına izin vermemek, sınıfsal mücadeleyi karartan her türlü ırkçı milliyetçi düşünceye savaş açmak, her bilinçli işçi ve emekçinin boynunun borcudur.