3 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/01

Yeni yılda mücadeleye hazır olmalıyız!
Sarayın boş hayalleri, Libya’nın kaliteli petrol kuyuları 
Saray rejiminin Kanal İstanbul’u… Beka sorunu, talan, küstahlık!
Kanal İstanbul’u kim ister?
Ekonomide pembe hayaller ve gerçekler
Sermayeye kölelik çarkı kırılmalıdır!
OHAL Komisyonu’nun oyalama taktiğine karşı fiili-meşru mücadele!
Kriz bahane, kâr şahane!
EATON direnişi deneyimi
Birleşelim, kazanalım!
Tarihsel dönem ve devrimci parti - 2
2019’da kadın mücadelesi ve gösterdikleri
Kimya sektöründe kadın işçiler
Geride kalan yıl içinde üniversiteler
Dünyada 2019: Kitle hareketleri ve halk isyanları yılı
İdlib operasyonu ve Suriye savaşı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Geride kalan yıl içinde üniversiteler...

Sonu gelmeyen saldırılar ve biriken mücadele potansiyeli

 

2019’u sermaye devletinin her alanda olduğu gibi gençliğe dönük saldırılarını da arttırdığı bir yıl olarak geride bırakıyoruz. Başta yaşanan ekonomik krizin faturası olmak üzere, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda topluma dönük baskı ve saldırılar üniversitelerde de karşılığını buluyor. Dinci gerici iktidar, hala en çok yakındığı ve sıklıkla dile getirdiği “kültürel iktidar” olamama sorununu, bu kapsamda üniversitelere dönük sistematik saldırıları ile telafi etmeye çalışıyor.

Ekonomik kriz derinleşirken

Yaşanan ekonomik kriz daha da derinleşirken, birer ticarethane olarak görülen üniversitelerde de paralı eğitim uygulamaları her geçen gün artıyor. “Eğitim hakkı” çeşitli uygulamalar ile gasp ediliyor. Her kademesi paralı olan bu niteliksiz eğitim sistemi, başta üniversite eğitimi olmak üzere, işçi ve emekçi çocukları için gittikçe daha zor erişilebilir bir hale geliyor. 2014- 2019 yılları arasında bir milyon yüz bin öğrencinin eğitim masrafları için üniversiteyi bırakması ya da Türkiye’de bir öğrencinin günün ortalama 7 saatini herhangi bir işte çalışarak, 2 saatini ise okula ayırarak geçirmesi olguları raporlarda ifade ediliyor. Bütün bunlara her yıl sürekli hale gelen eğitime dönük zamlarda ekleniyor. Barınma, yemek, ulaşım başta olmak üzere eğitimin her kalemine ciddi zamlar yapılıyor. Dönem başında KYK yurtlarına %40 zam yapılırken, yemekhanelere ise %30’lara yakın zamlar yapıldı.

Bütün bu tabloya karşılık, AKP iktidarının şefi Tayyip Erdoğan öğrencilere, “Burs değil, kredi alın. Bedavacılığa alışmayın” sözleriyle seslenme pervasızlığını gösterebildi. Böylece daha eğitim hayatının başında verdikleri üç kuruşluk “kredi” ile gençliği düzene borçlu hale getirme isteklerini dile getirmiş oldu. Bu açıklamaları saldırı uygulamalar tamamlamaktadır. ODTÜ, Ankara Üniversitesi, Hacettepe, İstanbul Üniversitesi gibi bir dizi temel üniversitede, ilerici-devrimci öğrencilerin bursları da haber verilmeksizin çeşitli bahaneler ile kesildi. 2019 Eylül ayı itibari ile KYK kredilerini ödeyemeyenlerin sayısı 5 milyona ulaştı. 280 bin kişi hakkında yasal takip başladı, maaşlarına haciz konuldu.

Bu arada diplomalı işsizler ordusu da katlanarak büyüdü. Geçen yıl %30’lar ile ifade edilen diplomalı işsizler ordusu, DİSK'in 2019 yılı verilerine göre neredeyse %50'lere ulaştı. Her iki üniversite mezunundan birinin işsiz kaldığı ortaya çıktı. Yani işçi ve emekçi çocuklarının gelecek kapısı olarak gördükleri üniversiteler, gerçekte birer “işsizlik kapısı” olmaya devam etti. Gençliğe dönük “geleceksizleştirme” politikaları, dinci-faşist iktidar tarafından açıkça savunulur hale geldi. Erdoğan sarayda yaptığı akademik yıl açılışında, “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok” diyerek, iktidarın üniversitelere ve gençliğe dönük politikalarını da özetlemiş oldu.

Artan baskı, yasak ve saldırılar

Sermaye devletinin bu sene de ilerici muhalif birikime sahip üniversitelere dönük politikalarında bir değişiklik olmadı. Başta ODTÜ, Ankara üniversitesi olmak üzere tamamen egemenliği altına alamadığı üniversitelere dönük kimi zaman doğrudan kimi zaman da faşist çeteler, ÖGB, polis eliyle saldırılarda bulundu. Bu saldırılar ODTÜ’de öncelikle yıl sonu şenliklerinin rektörlükçe yasaklaması ile başladı. ODTÜ’lüler alternatif şenlik düzenleyerek, rektör Verşan Kök'ü protesto ettiler. Nitekim protestolar sonucunda rektörlük geri adım atarak, şenlik yasağını kaldırmak zorunda kaldı. Şenlik yasağını ODTÜ’de yapılmak istenen “onur yürüyüşü”ne saldırı izledi. Hemen ardından kampüsün içinde Kavaklık’a yapılmak istenen KYK yurdu, öğrenciler tarafından büyük tepki ile karşılandı. Öğrencilerin kamuoyu yaratarak gündemleştirdiği, ODTÜ’nün ranta ve talana açılmasına hayır dediği ve günlerce direndiği bu saldırıda da, sonunda dinci gerici iktidar geri adım atmak zorunda kaldı. Yurt inşaatı durduruldu ve mühürlendi.

Bu arada sermaye devletinin ilerici-devrimci öğrencilere yönelik olarak sistematik hale getirdiği faşist çete saldırıları da yıl boyunca devam etti. ODTÜ’de ve Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde dinci faşist çeteler, sermaye devletinin Suriye’de Kürt halkına dönük işgal hareketini bahane ederek, provokasyon yaratmak istediler. ODTÜ’de bu provokasyonlara geçit verilmezken, Cebeci’de yeni bir saldırı sürecinin önü açıldı. Kampüslerde yalnızca ilerici-devrimci güçlere dönük siyaset yasakları uygulayan, kendi gerici politikalarını palazlandıran iktidar, çeteler eliyle Cebeci’de Siyasal Bilgiler Fakültesi, İletişim Fakültesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde, çeşitli bahaneler ile pek çok defa polis ve ÖGB destekli saldırılar düzenledi. Son olarak “Las Tesis” dansı bahane edilerek benzer bir saldırı gerçekleştirildi.

Kuşkusuz bu üniversitelere dönük sistematik saldırının bir mantığı var. Her fırsatta ifade ettikleri dindar, kindar, biatçı ve itaatkar bir nesil yetiştirme politikalarına uymayan, devrimci gençlik hareketinin en güçlü miraslarına sahip bu üniversiteler, iktidar tarafından her zaman bir tehdit ve tehlike odağı olarak görülüyor. Bir gecede aldığı dayatmacı kararları öyle kolayca hayata geçiremeyeceği üniversiteler buralar. Öyle ki, yanlarında bir polis ve koruma ordusu olmadan yıllarca bu üniversitelere giremediler bile. (2012’de Tayyip Erdoğan ODTÜ’ye Göktürk uydusunun fırlatma töreni için girmiş, büyük protestolar yaşanmıştı. Erdoğan 2019’a dek, yani 7 yıl boyunca ODTÜ’ye bir daha giremedi)

Üniversitelerde yeni rant ve talan kapısı: Deprem, taşınma, millet bahçeleri vb...

Bu yıl üniversitelerde yaşanan sorunun bir boyutunu da, dinci-faşist iktidarın kendi çıkarları doğrultusunda üniversitelerde uyguladığı rant ve talan politikaları oluşturuyor. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne yapılmak istenen “millet bahçesi” bunun bir örneğidir. Öte yandan geçtiğimiz yıl gündeme gelen ve 13 üniversitenin bölünmesini, kampüslerinin taşınmasını hedefleyen, öğrencilerin haftalarca süren protestoları ile karşılanan “bölünme süreci”, bu yıl da devam eden bir saldırı oldu. Eylül ayında İstanbul’da gerçekleşen 5.9 büyüklüğündeki depremi bile buna yönelik bir fırsata çevirdiler.

Deprem ile İstanbul’daki eski ve köklü üniversiteleri ağır hasar aldı. İstanbul Üniversitesi’nin Çapa’da bulunan Tıp Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakülteleri’nde bu hasar çok belirgindi. Buna rağmen üniversite yönetiminin yaşam hakkını hiçe sayarak “binalar hasarlı değil, girebilirsiniz” demesi, başta öğrenciler olmak üzere hastane çalışanlarını günlerce süren eylemlere yöneltti. Üniversitelerin öğrencilerden aldığı paralarla ve döner sermaye ile oluşan büyük bütçelerinin yıllardır nerelere kullanıldığı, kampüslerin neden kendi haline bırakıldığı, bir kez daha tartışılır hale geldi. Üstelik Çapa’da bulunan Tıp ve Diş Hekimliği Fakülteleri geçtiğimiz yıl bölünme sürecine dahil edilmiş, tepkiler üzerine son anda bundan vazgeçilmişti. Ancak bulunduğu arazinin çok değerli olması, sık sık gündeme “taşınması” tartışmalarını getiriyordu. Depremi fırsata çeviren sermaye iktidarı, kampüsü Hasdal’a taşıyacağını duyurdu. Öğrencilerin buna karşı eylemlerde yükselttiği talepler ise “yaşamak istiyoruz!”, “Taşınma değil, yerinde dönüşüm istiyoruz” oldu. Buradaki süreç hala devam ediyor.

Depremde hasar alan başka fakülteler ve kampüsler de oldu. İstanbul Üniversitesi’nin Avcılar Kampüsü de yıllardır hasarlı ve çürük olduğu tartışmaları ile gündeme geliyordu. Deprem sonrasında, Veterinerlik Fakültesi başta olmak üzere, kampüste bulunan birçok fakülte ve yurt binası ciddi hasar aldı. Hasar alan fakülteler şehrin dışındaki kampüslere taşınırken, yurtta kalan yüzlerce öğrenci de mağdur oldu. Avcılar Kampüsü de “Kanal İstanbul” projesi ile ranta ve talana açılmak isteniyor.

İstanbul Üniversitesi'nin bölünen Sağlık Bilimleri Fakültesi de, depremin fırsata çevrilmesi ile taşındı.

İstanbul Üniversitesi merkez kampüsünde Siyasal, Fen Edebiyat, Moleküler Biyoloji ve Genetik, İletişim Fakülteleri'nde öğrenciler, deprem sonrası gerçekleştirdikleri eylemlerle, yanısıra topladıkları imzalar ve hazırladıkları dilekçelerle hareketli bir süreç geçirdiler. Deprem sonrası gerçekleştirilen tüm eylemlerde, öğrencilerin “yaşam hakkı” talebi ve fakültelerin taşınmasına karşı oluşan tepki ön plandaydı.

Biriken ve büyüyen mücadele potansiyeli

Bu yıl üniversitelerde yaşanan bu gelişmelerin gençlik cephesinde yer yer önemli tepkilerle karşılandı. İktidarının son yıllarda üniversitelere dönük politikaları hiç bir zaman gençlik tarafından kolayca kabul edilmedi. Kimi zaman “bölünme ve deprem meselesi” gibi daha kitlesel, kimi zaman “faşist saldırılara, siyasal gündemlere” karşı daha çok ilerici devrimci öznelerin harekete geçtiği bir çok süreç yaşandı ve hala da yaşanıyor.

Öğrenciyi üniversitenin öznesi olarak görmeyen, aldığı hiçbir kararı üniversitenin öznelerine danışmayan, dayatmacı baskıcı politikaların her geçen gün artması ve geleceksizlik olgusu bu dönemde öne çıkıyor. Çeşitli uygulamalar ile gasp edilmek istenen “eğitim hakkı”, en temel haklardan olan “yaşam hakkı” dahi, üniversitelerde önemli bir mücadeleyi gerektiriyor.

Bütün bu tabloya, toplamında geride kalan bütün bir yıla baktığımızda, umutsuzluğa kapılmak için bir neden olmadığını görüyoruz. Sermaye devletinin ekonomik, sosyal ve siyasal olarak içinde debelendiği çok yönlü krizin, işçi ve emekçilere olduğu gibi gençliğe de ödetilmek istenen ağır bir faturası var. Bundandır ki gençlik cephesinden yükselen en ufak bir ses dahi onlar için korku v kaygı kaynağı oluşturuyor.

Dolayısıyla üniversitelerde yükselen her sesin yarın için önemli bir potansiyel taşıdığını, uygulanan politikaların büyüyen bir öfkeyi mayaladığını gözönünde bulundurarak hareket etmek önemlidir. Bu öfke ve potansiyeli, gençliğe geleceksizlik dışında bir şey vaat etmeyen düzene karşı örgütlemek ve harekete geçirmek görev ve sorumluluğu var omuzlarımızda.

 

 

 

 

“Düzene uygun kafalar” yaratmak

 

Gençlik, çok dinamik bir kesimdir. Sermaye devleti ve sermayenin polisleri gençliğin dinamizmini kırmak için ellerinden geleni esirgemiyorlar. Gençliğe yönelik çok yönlü kuşatmanın ve saldırıların temel amacı ise, gençliği mücadeleden soğutmak ve gelecekte “düzene uygun kafalar” yaratmaktır.

Bugünün gençlik kuşağı, ilk yaşlarından itibaren, vahşi kapitalizmin yarattığı yoksulluk ile büyüdü. Gençler her ne kadar apolitik bir ortamda büyüseler de içinde yaşadıkları düzendeki konumları gereği, kendilerini bir şekilde mücadelenin içinde buluyorlar. Bu mücadelenin içine giremeyenler ise düzen içinde kaybolup gidiyorlar. Ya uyuşturucu, alkol vs. bağımlılığına kapılıyorlar ya da son çözüm olarak intihar psikolojisine sürükleniyorlar.

Kapitalist düzenin gençlere yönelik “Yapabilirsiniz!” pohpohlamaları, “Sabredin, başaracaksınız!” yalanları, artık gençlerin ilgisini çekmiyor. Yine de sermaye düzeni, gençliği bireycileştirmek ve duyarsızlaştırmak için gençleri farklı yollardan kendi içine çekmeye çalışıyor.

Ancak son dönemlerde derinleşen ekonomik kriz, okulların ticarethaneye dönüşmesi, gençliğin geleceksizliğe mahkum bırakılması gibi olgular, gençliği sistemden uzaklaştırıp, mücadeleye itiyor. Bu mücadele gençlik için çok çetrefilli oluyor. Önce aile baskıları geliyor. Zamanla okul idaresi ve polis-devlet baskıları devreye giriyor. Bu baskıların amacı, girişte de belirtildiği gibi, gençliği mücadeleden soğutmaktır. Yanı sıra, mücadeleye yönelen herhangi bir genci, kendisine yakın olan arkadaşlarından izole etmek, onları mücadeleci gençten uzaklaştırmak isteniyor.

Devletin-düzenin amacı olan “düzene uygun kafalar” operasyonu her şeye rağmen gençlik içerisinde ters tepiyor. Baskıları, gözaltları ve zindanları yaşayan gençlik, içinde bir volkan biriktiriyor. Bu volkan öyle bir patlayacak ki, işte o zaman gençliği kimse durduramayacaktır.

U. Ulaş

 

 

 

 

Halkı cehalete sürükleyen iktidara karşı mücadeleye!

 

Yaklaşık 18 yıl AKP iktidarı altında yaşadık ve hala yaşamaya devam ediyoruz. Bu süreç içinde Türkiye bilimsel olarak çok büyük bir sarsıntıya uğradı. İktidarın tepesindeki diktatör ve onun yandaşları, toplumu nasıl çürüteceklerini iyi biliyorlardı. Önce olduğu kadarıyla eğitim sisteminden bilimi ayıklayıp, yerine dinci, bilim dışı bir zihniyeti yerleştirdiler. Son yıllarda din derslerini zorunlu hale getirip matematik gibi dersleri seçmeli yapmaları da aslında gerici-faşist iktidarın toplumu yozlaştırmak için ne denli kararlı olduğunu gösteriyor.

Tabii bu arada toplumun aklını çelmek için başka şeyler de yaptılar. Örneğin, gerçekte hürmette kusur etmedikleri emperyalist efendilerine, kameralar karşısında efelenme pozları verdiler. Biz bu efelenmelerin sadece sözde olduğunun ve halka gösteriş için yapıldığının farkındaydık her zaman.

Bir de tüm bunların farkında olmayanlar vardı, ısrarla gerici iktidarın ve tepesindeki zatın yalanlarıyla sarhoş olmayı seçenler… Marx’ın zamanında dediği gibi, “Cehalet ayrıcalıklı sınıfın ustaca kullandığı bir silahtır.” AKP iktidarı ve yalakaları kendi taraflarına çektikleri bütün insanları cehalete sürüklediler ve onların cehaletlerini kullandılar.

Bu cehalet, toplumu perişan hale getirdi. Bugün Türkiye’de yaşanan birçok sorunun temeli aslında cehalette dayanıyor. Yaşanan kadın cinayetleri toplumun bir kesiminin gerici geleneklerden kurtulmayıp, cehalet içinde yaşaması yüzünden yaygınlık kazanıyor. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) denilen kurumun yarışmalarında “organik hoşaf” finale kalıyorken, yarışmaya alınmayan proje dünya çapında finale kalıyor ise bunun sebebi de yine cehalettir. Niteliksiz insanların nitelikli gözükmesinin sebebi de…

Bugünkü koşullarda, kendini devrim mücadelesine adamış biz devrimciler, bu cehalete karşı insanları bilinçlendirmeli, gerekli mücadeleyi yürütmeye çalışmalıyız. İşçi sınıfının verili tablosuna takılmadan, işçi sınıfı saflarındaki devrimci ve militan dinamiği açığa çıkarmaya yoğunlaşmalı, hem işçi sınıfına hem de tüm emekçilere, örgütlendiklerinde ortaya çıkabilecek kuvveti göstermeliyiz. Eğer ortada “cehalet” varsa onun en büyük düşmanı biz devrimcileriz. Bu cehalete, iktidara ve mensuplarına karşı savaşmak için bütün insanları devrimci mücadeleye davet ediyorum.

Eylem Ekim