17 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/03

Emperyalizme ve bölge gericiliğine karşı halkların birleşik direnişi!
Yurtta sömürü çarkları, cihanda savaş tamtamları
Saraydaki hesap Ortadoğu’ya uymuyor
“İstanbul’un en önemli gündemi Kanal İstanbul değil, depremdir!”
Kangrene dönüşen işsizlik sorunu
Lastik fabrikalarında TİS süreçleri…
Birleşik sınıf hareketi için mücadele!
İÜ’de işten çıkarılan işçiler: “İşimizi geri istiyoruz”
TKİP VI. Kongresi tutanakları… Sınıf çalışması ve politik müdahalenin sorunları
Amerikan emperyalizmi ve Ortadoğu halkları
Gelişmeler ışığında kapitalizm ve savaş
Avustralya’da orman yangınları ve sonuçları
Berlin’de kitlesel LLL yürüyüşü
“Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için eğitim hakkı çalıştayı” sonuç deklarasyonu
Operasyonun arka planı
Bir bedellinin anıları
İşçi yoldaşımız*: İvan Vasilyeviç Babuşkin
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Saraydaki hesap Ortadoğu’ya uymuyor

 

Geçtiğimiz günlerde Türkiye ile Rusya arasında Türk Akımı boru hattı projesinin açılışı yapıldı. Erdoğan tarafından “iş birliğimizin son nişanesi” olarak adlandırılan bu açılışta her iki taraftan dikkat çekici mesajlar verildi. Erdoğan sıklıkla “değerli dostum Putin” söylemini kullanarak yaptığı konuşmasında, Rusya ile ilişkilere ne denli önem verdiğinin altını çizdi. Rusya ile ilişkilerin tarihini, 500 sene geriye götürerek, 2. Beyazıt’a kadar vardıran Erdoğan, “Avrasya coğrafyasının iki köklü devletinin iş birliği”nden dem vurdu. Herkese esip gürleyen Erdoğan, Putin’e övgüler düzerek, onun “güçlü iradesi”ne vurgu yaptı, Türkiye ve Rusya’nın “yol arkadaşlığını kararlılıkla sürdürmesi” temennisinde bulundu.

Erdoğan’ın Rusya ile geliştirmek istediği ilişkiler ile Rusya’nın kendi politikalarında Türkiye’ye biçtiği rol haliyle birbirinden çok farklıdır. Putin konuşmasında, “birtakım uluslararası oyuncunun” Rusya-Türkiye arasındaki iş birliğini engelleme girişimlerine rağmen, iş birliğinin devam etmesine vurgu yapmış olması, karşı taraftan bir oyuncuyu etkisizleştirmekle kalmayıp, kendi oyun sahasına dahil etmesi anlamına gelmektedir. Oyun kurucu Rusya’dır. Ekonomik ve ticari ilişkiler şu an için Türkiye ve Rusya arasında giderek önem kazanmaktadır. Rusya, NATO üyesi Türkiye ile ilişkilerine askeri boyutu da eklemek için S 400 meselesiyle bir giriş de yapmıştı.

Erdoğan’ın pragmatik politikaları, güç dengeleri üzerinden kendine alan açma kurnazlıkları ile bugün Türkiye, Rusya’nın etki alanına girmeye oldukça hevesli bir hale gelmiştir. Fakat ABD emperyalizmine bağımlı bir Türkiye’nin öyle kolayından kamp değiştiremeyeceği de ortadadır. Ve bu gerçek çeşitli kereler kendilerine hatırlatılmıştır.

Öte yandan ortada ne eski ABD vardır ne de Rusya. Zira emperyalist kapitalist dünya artık çok kutuplu bir dünyadır. Rusya sabırla etki alanını güçlendirmekte, kimi yerde çatışmaya girmeyi göze almakta, kim yerde ise büyük bir soğukkanlılıkla ve sabırla diplomasiyi etkin kullanma esnekliği göstermektedir. Özellikle Ortadoğu’da, Suriye’de elde ettiği güç alanı ABD’nin politikalarına ket vurmuştur. Rusya’nın krizleri lehine çevirme becerisi Erdoğan AKP’sinin yayılmacı ama gerçekçi olmayan politikaları ile birleşince, Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri giderek derinleşti.

ABD’yi rahatsız eden projelerdeki iş birliklerinden biri olan Türk Akım projesi de bunlardan biridir. Bu anlamıyla ekonomik değerinden öte sembolik bir anlamı da bulunmaktadır. Zira ABD, Pentagon 2020 Savunma Bütçesi’nde enerji güvenliğine ilişkin Türkiye’nin Türk Akım projesine olan tepkisini yaptırım ile göstermeyi gündemine almıştır. Aynı tepki S400 üzerinden de gösterilmişti. Bunun ardından içeride görüntüyü kurtarmak için esip gürlenilse de ABD ile ilişkileri düzeltmek adına oldukça fazla mesai harcandı.

Türkiye özellikle iç politikada ihtiyaç duyduğu savaş gösterisini, Kürt halkının Suriye’deki kazanımlarını hedefleyerek giriştiği saldırıları Rusya ve de ABD’nin icazetiyle yapabildi. Ancak bunları yaparken Rusya’nın Suriye için planladığı çizgiye daha çok çekildi. Rusya ise Soçi’de kurulan masalarla Suriye’de çözümde oyun kurucu olduğunu gösterdi. Sonuçta Emevi camisini Erdoğan değil, Putin ziyaret etti. Böylelikle Suriye üzerine politika yapan, plan kuran tüm devletlere bir gösteri yapmış oldu.

Aynı şekilde şimdi de Libya üzerinden Putin, tarafları Moskova’da bir masada buluşturan bir güç olarak, Ortadoğu’da önemli bir oyun kurucu olduğunu göstermektedir. Ve o bunları yaparken, Erdoğan Türkiye’si Rusya’nın etki alanına daha çok girmektedir. Moskova buluşmasına Putin’in Erdoğan üzerindeki etkisi açısından bakıldığında bu daha açıktır. Erdoğan, Libya üzerinden onca hamaset yaptıktan, meşru hükümetin destekçisi kimliğiyle “darbecilerle arabulucu olunmaz” dedikten sonra, Rusya’nın telkiniyle “darbecilerle” aynı masada buluştu.

Erdoğan iktidarı emperyalistlerden icazet almak şartıyla yayılmacı heveslerini, çıkar ilişkilerini yaşama geçirebilmektedir. Bu yol için bol “U” dönüşlü bir rota izlenmektedir. Rusya ile ilişki geliştirerek kendine alan açmak isterken, Rusya’nın yörüngesine daha çok girmektedir. Ancak burada da batılı emperyalistlerle olan bağımlı ilişkileri karşısına çıkmaktadır. Erdoğan Türkiye’sinin açmazı da budur. Bölgedeki her yeni gelişme de göstermektedir ki saraydaki hesap Ortadoğu’ya uymamaktadır.

 

 

 

 

Deniz Baykal’ın dinci-gericiliğe sadakati

 

AKP-saray rejiminin başı Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Deniz Baykal’a teşekkür etti. “…CHP eski genel başkanı Sayın Deniz Baykal’a Libya konusundaki devlet adamı tavrı için teşekkür ediyorum” diyen T. Erdoğan, kritik durumlarda desteğini eksik etmeyen D. Baykal’ın daimi dalkavukluğunu unutmadığını gösterdi.

Milletvekili seçilmesine rağmen siyasal yaşamın dışında olan D. Baykal, zaten kısıtlı enerjisini yine dinci-gericiliğe hizmet için cömertçe harcıyor. AKP-MHP koalisyonun Libya’da izlediği yayılmacı-saldırgan politikalarını takdir eden D. Baykal, bileğinin gücüyle T. Erdoğan’ın takdirini kazandı.

Vurgulamak gerekiyor ki, “sosyal demokrat lider” etiketli D. Baykal, kritik durumlarda hep T. Erdoğan’ı desteklemiştir. 1994’te İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığına aday çıkararak Zülfü Livaneli’nin oylarını bölen D. Baykal, T. Erdoğan’ın seçilmesine zemin hazırlamıştı. AKP hükümeti kurulduğunda siyasi yasaklı olan T. Erdoğan, D. Baykal’ın da katkılarıyla başbakan koltuğuna oturdu. 7 Haziran 2015’te ilk büyük seçim hezimetini yaşayan T. Erdoğan’ın ayağına gidip teskin eden yine D. Baykal’dı...

Başkanlık tartışmaları gündeme geldiğinde D. Baykal yine AKP şefinin safında yer aldı. Ne zaman sıkışsa D. Baykal’ı yanında bulan T. Erdoğan’ın, bu sosyal demokrat kılıklı dinci gericilik uşağına teşekkür etmesi şaşırtıcı değil elbet. Ne de olsa D. Baykal, 1994’ten beri her kritik anda AKP şefini destekleyerek dinci-gericiliğe sadakatini defalarca ispatlamıştır.

İşin ilginç tarafı, dinci-gericiliğe sadakati herkesin malumu olan bir kişinin siyasal yaşamın dışına düştükten sonra bile CHP milletvekili olabilmesidir. CHP’nin bu utanç verici tutumu, burjuva siyasetinin sefaletini de gözler önüne seriyor. Her fırsatta CHP’ye saldıran, önde gelen isimlerine etmedik hakaret bırakmayan T. Erdoğan’ı desteklemesine rağmen, CHP halen D. Baykal’a kucak açıyor. Bu tutum, düzen siyasetinde burjuva anlamda bile ilke diye bir şeyin kalmadığını, kepazeliğin ise diz boyu olduğunu ispatlıyor.