6 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-21

Kriz, afet ve ölüm düzenine karşı mücadeleye!
Deprem değil yağmacı-vahşi kapitalizm öldürüyor
Deprem değil, sistem öldürüyor!
Rusya-Türkiye ilişkilerinde gerilim alanları
97. yılında cumhuriyet
İki çanta iki ayrı sınıf
Deprem ve dışa vuran sınıfsal gerçeklik!
Valfsan’da yaşadıklarımız
“Kaybedecek bir şeyimiz yok!”
Rus devrimi ve nedenleri - Şefik Hüsnü
Ekim Devrimi: Kadınlar için özgürlüğün şafağı!
Şiddete, sömürüye karşı 25 Kasım’da mücadeleye!
YÖK düzenine karşı mücadeleye!
Kafkaslar’da savaş ve Dağlık Karabağ sorunu
ABD seçimleri ışığında kapitalizm gerçekliği
Tırmanan pandemi ve sözde tedbirler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

97. yılında cumhuriyet

A. Engin Yılmaz

 

Burjuva cumhuriyetinin kuruluşunun 97. yılındayız. Geçmişte devlet trafından coşkulu törenler ve yaygın kutlamalarla karşılanan cumhuriyetin, son yıllarda çeşitli bahanelerle kutlanması yasaklanıyor. Ya da riyakarlık örneği göstermelik resmi etkinliklerle geçiştiriliyor. Zira tabutunun çivileri bizzat AKP tarafından çakılan cumhuriyet artık büyük oranda tasfiye edilmiş bulunuyor.

Dinsel gericiliğin toplum üzerine bir karabasan gibi çökmüş olması nedeniyle toplumun değişik kesimleri tarafından burjuva cumhuriyet özellikle yüceltiliyor. Kazanımlarına ve değerlerine her zamankinden daha fazla sahip çıkmanın ve onu korumanın gerekleri üzerine açıklama ve değerlendirmeler yapılıyor. “Yaşasın cumhuriyet!” şiarıyla “yeni bir cumhuriyet için!” çağrıları yükseltiliyor.  

97 yıl sonra artık cemaatlere ve tarikatlara, organize suç örgütü liderlerine, mafya ve kontr-gerilla şeflerine, şeriatçı çetelere dayanan bir cumhuriyetle yüzyüzeyiz. Başta eğitim olmak üzere dini toplum yaşamının tüm alanlarına dayatan, Diyanet’i en önemli devlet kurumlarından biri haline getiren, her türlü kirli ve kanlı işi tezgahlayan “yeni bir Türkiye” cumhuriyeti devletiyle karşı karşıyayız. Bu, kurulduktan 97 yıl sonra burjuva cumhuriyetinin yaşadığı evrimin geldiği aşamadır. Bu, cumhuriyetin egemen sınıfı olan ve modern olmakla övünen Türk burjuvazisinin, sömürüye dayanan iğrenç çıkarları karşılığında Türkiye’yi gönül rahatlığıyla Ortaçağ gericiliğine teslim etmiş olmasının kanıtıdır.

Bunun içindir ki, tarikat ve cemaatlerin hüküm sürdüğü boğucu bir dinci-faşist rejim altında ülkemiz için, cumhuriyetin demokratikleşmesi daha da yakıcı bir ihtiyaç haline gelmiştir.” Dinci gericiliğin, ırkçılığın-şovenizmin odağı haline gelmiş bulunan AKP-MHP faşist blokuna karşı “yeni bir cumhuriyet mücadelesi yükseltilmelidir”. “Siyasal, hukuki ve toplumsal veçheleriyle topyekûn bir demokratikleşme” merkeze alınmalıdır. “Vatandaşlarına bir ana şefkatiyle yaklaşan, ayrım yapmayan ve karşılıksız seven, onları işsiz ve aşsız bırakmayan... yemeyen yediren bir devlet” hedeflenmelidir. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından sağlam temeller üzerinde kurulduğu iddia edilen Cumhuriyeti “ikinci yüzyılında artık bir sonraki aşamaya taşımak ve bütünüyle demokratikleştirmek” zorunluluktur.Mevcut haliyle demokratik olmayan “cumhuriyet demokratik temelde yeniden yapılandırılmalı”, “demokratik cumhuriyet’’ mücadelesi yükseltilmelidir, vb...

Dinsel gericiliğin hak ve hukuk tanımaz zorbalığı karşısında laik, ilerici ve demokratik özlem ve amaçların ifadesi olan bu ve benzeri düşünceler, düzen muhalefetinden reformistine dinci-faşist rejim karşıtlarının ortak paydasıdır.

Evrimi içinde tükenen ve AKP karanlığını yaratan cumhuriyet

Burjuva cumhuriyet, 97 yıl önce dağılan imparatorluğun kalıntıları içinden güdük bir burjuva devrimi olarak doğdu. Burjuvazi iktidarın egemen gücü haline geldi. Hanedanlığın tasfiyesi ve cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra halifelik kaldırıldı. Dini esaslara dayalı eğitime ve hukuka son verildi, tekke ve zaviyeler kapatıldı. Medeni kanun getirildi. “En hakiki mürşit ilimdir, fendir” düşüncesi yüceltildi. Bu adımlar Türkiye’nin kapitalist gelişmesinin ihtiyaçları doğrultusunda atıldı ve bazı reformlar yapıldı.

Ama atılan bu adımlara rağmen cumhuriyetin bir kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. En önemlisi, dinin iktisadi temellerine, onun temsilcisi olan sınıflara dokunulmadı. Tarihsel olarak kısmi ilerlemeyi temsil eden cumhuriyet, aynı zamanda daha doğuşunda Mustafa Suphi ve yoldaşları şahsında elini komünistlerin kanına buladı. Kardeş Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük istemlerini kanla ve zorbalıkla boğdu. Onlar üzerinde asimilasyon ve katliamlar uyguladı. Kapitalist gelişmenin önündeki engellere karşı mücadele eden burjuva cumhuriyetin siyasal temsilcileri, işçi sınıfı ve emekçilerin hak ve özgürlükleri konusunda ise son derece gerici bir konumdaydılar. 

Burjuva gelişmenin önünü açabilmek için dine belli sınırlamalar getirenler, sonraki süreçlerde siyasal çıkarları doğrultusunda dinin ve dinsel gericiliğin toplumda etkin hale gelmesinin önünü açtılar. Türkiye’de dinsel gericiliğin güçlenmesi ve devleti ele geçirme serüveni, özellikle ikinci dünya savaşından itibaren başladı. 1960’lı yıllarda sosyal uyanışa, ‘70’li yıllardaki devrimci yükselişe karşı kullanılan dinsel gericiliğin önü, 12 Eylül askeri faşist darbesiyle birlikte tümüyle açıldı. “Türk-islam sentezi” devletin resmi ideolojisi haline geldi. ‘90’lı yıllarda ise “ılımlı islam” projesiyle topluma dayatıldı. Bu yıllar boyunca Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yaşamında dinin ağırlığı sürekli olarak arttı. AKP, dizginlerinden boşanmış bu dinci gericilik rüzgarıyla yelkenlerini şişirdi, adım adım hedeflerine yürüdü. Gelinen aşamada ise Cumhuriyeti bitiren sürecin son evresinin mimarı oldu.

Kesintisiz bir sürecin ifadesi olan bu hazin öykünün biricik sorumlusu cumhuriyete karakterini veren Türk burjuvazisidir. Zira bu sınıf, kendisine bir sömürü cenneti yaratmak için dinsel gericilik ile şoven milliyetçiliği en etkin bir şekilde kullandı ve sonuç bugünkü AKP karanlığını yaratılması oldu. AKP iktidarı 2023 yılında bu cumhuriyetin tabutuna son çiviyi çakacağını ilan ederken, bu sınıftan hiçbir tepkinin gelmemesi rastlantı değildir. 

Çürüyen burjuva cumhuriyet sosyalist cumhuriyet ile aşılabilir

1923’te kurulan sermaye cumhuriyeti gelinen yerde tükenmiş, işçi ve emekçi kitlelerin biriken öfkesini ve mücadele arayışını dizginlemek için ortaçağ ideolojisine muhtaç hale gelmiştir. Sermaye iktidarının burjuva cumhuriyeti artık bütün kurumlarıyla dinsel gericiliğin, ırkçı şovenlerin elindedir. O artık tarikat ve cemaatlerin, Diyanet’in, kontr-gerilla şefleri ve mafya mensuplarının cumhuriyetidir.

Bundan dolayıdır ki, baskı ve zorbalık, zulüm ve işkence, cinayet, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, tecavüz, emperyalizme uşaklık, kardeş bir halka karşı soykırım, kendinden olmayan herkese düşmanlık, temel hak ve özgürlüklerden yoksunluk, dinsel gericiliğin karanlığı vb. cumhuriyetin kimliği ve karakteri haline gelmiştir. Dün modern burjuva gelişmenin ihtiyaçları ve kendi sınıf çıkarları doğrultusunda şeriatı kaldıran cumhuriyet ve onu temsil eden sınıf, bugün aynı sefil çıkarları uğruna ortaçağın şeriatçı ideolojisine ve akımlarına muhtaç hale gelerek çürümüşlüğünü ve tükenmişliğini kanıtlamış bulunuyor.

Cumhuriyet, 97 yıl önce doğdu, yaşadı, tarihsel rolünü oynadı ve bugünkü aşamaya geldi. Yapılması gereken onu demokratikleştirip diriltmek değil, yıkmak ve sosyalist cumhuriyet olarak aşmaktır. Zira gelinen aşamada ondan demokratik bir cumhuriyet çıkarmak olanaklı değildir.

“Tükenen bir cumhuriyetten sözümona bir ‘demokratik cumhuriyet’ çıkarmak peşinde koşmak da aynı ölçüde hayalci ve dolayısıyla gerici bir ütopya ile oyalanmaktır. Bu beklenti dünya olaylarının genel seyrine, girmiş bulunduğumuz tarihsel dönemin genel eğilimlerine, bunun bulunduğumuz bölgeye yansımalarına da aykırıdır. Kendi geçmişinden gelen ilerici değerlerden bile kopan, toplum yaşamının tüm alanlarını ortaçağ artığı bir ideoloji ve kültüre göre yeniden şekillendirmeye çalışan, iç politikada polis rejimini kurumlaştıran ve dış politikada militarizmi ve saldırganlığı bir politika haline getiren bugünkü cumhuriyet, demokratikleşmeyi değil fakat yıkılmayı, yerini sosyalist bir cumhuriyete bırakmak üzere köklü bir biçimde aşılmayı beklemektedir.”  (TKİP IV. Kongresi Bildirisi, Ekim 2012)