6 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-21

Kriz, afet ve ölüm düzenine karşı mücadeleye!
Deprem değil yağmacı-vahşi kapitalizm öldürüyor
Deprem değil, sistem öldürüyor!
Rusya-Türkiye ilişkilerinde gerilim alanları
97. yılında cumhuriyet
İki çanta iki ayrı sınıf
Deprem ve dışa vuran sınıfsal gerçeklik!
Valfsan’da yaşadıklarımız
“Kaybedecek bir şeyimiz yok!”
Rus devrimi ve nedenleri - Şefik Hüsnü
Ekim Devrimi: Kadınlar için özgürlüğün şafağı!
Şiddete, sömürüye karşı 25 Kasım’da mücadeleye!
YÖK düzenine karşı mücadeleye!
Kafkaslar’da savaş ve Dağlık Karabağ sorunu
ABD seçimleri ışığında kapitalizm gerçekliği
Tırmanan pandemi ve sözde tedbirler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Rus devrimi ve nedenleri

Şefik Hüsnü

 

Büyük savaştan önce

Bugün Rus Sovyet Cumhuriyeti yedinci yaşına basıyor. Bundan tam altı yıl önce Komünist Partisi (Bolşevik), devrim prensiplerine hıyanet eden yalancı sosyalistlerin yönettiği geçici hükümeti devirmeyi başarmıştı. Bu bir hükümet değişikliği değil; asker, işçi ve köylü kitlelerinin baskısıyla yapılmış bir ulusal kurtuluş hareketiydi. Bolşevikler bu hareketin zeki ve yetenekli öncüleri olmuşlardı.

Daha başından Rus Devrimi, bir işçi ve köylü devrimi karakteri arzeder. Fakat garibi, Rusya’da uzun süre mutlakîyete yakın bir derebeylik yönetimi altında, hatırı sayılır bir kapital birikiminin ve bunun iki öğesi olan burjuvazi ve proletarya sınıflarının gelişebilmiş olmasıdır. Denilebilir ki derebeylik usulleri, tarihsel ve ekonomik son bulmalarını gerektiren koşulların doğmasından sonra da bir süre geçerlikte kalmışlardır. Son devrimden on iki yıl önce, yoksul halk kitlelerinin ve sosyalist partilerin yardımıyle, Rus burjuvazisi bir devrim yapmaya girişmişse de yeter derecede azim ve sebat gösteremeden, kanlı Çar’ın vaadlerine aldanmış ve bir Duma (Mebuslar Meclisi) vaadiyle yetinmişti. Bu 1905 devrimi hatırlardadır. Ve o zamanki galeyanı bastırmak için Kanlı Çar’ın kabul etmek zorunda kaldığı meşrutî yönetimi, daha sonra izlediği intikam siyasetiyle, nasıl giderek ayaklar altında çiğnediğini herkes bilir.

O zaman burjuvazi kendi sınıf çıkarlarını korumaya elverişli bazı haklar elde etmiş; soylular sınıfının keyfî ve aşağılayıcı muamelelerinden kurtulmuştu. Öbür yandan, aşağıdan gelen diğer bir tehlike kendilerini beklediği için, bir gün önce isyan bayrağı kaldıran burjuvazi, bu şeklen meşrutî çarlık yönetiminin en sadık kulları arasına girmişti.

Bu arada -iki devrim arasında geçen on iki yıl içinde- iktisadî girişimlerinde yeter bir özgürlüğe sahip olan burjuva sınıfı, büyük merkezler çevresinde bir büyük sanayi ve ticaret hayatı vücuda getirmişti. Bu modern üretim ve değişim kuruluşlarına can veren işçilerin sayısı, büyük bir toplama ulaşmakla birlikte, bütün Rusya nüfusuna oranla hiç denecek kadar az idi. Bununla birlikte iki milyonu bulan proletarya sınıfı 160 milyon ahali içinde kaybolmuş değildi. Kendi kendilerine büyük bir kitle teşkil eden işçiler, ülkenin en can alıcı noktalarında, büyük şehirler çevresinde, büyük sanayi merkezlerinde toplu bir halde bulunuyorlardı. Nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil eden mujikler (yoksul Rus köylüleri) ise, birbiriyle ilişki kuramayacak bir durumda, ulaşım araçlarından yoksun, uzak köylerde dağınık bir halde idiler. Doğal olarak ülkenin siyasetinde, mujiklerden çok, ön safta ve gelişmiş halde bulunan burjuvazinin ve işçi sınıfının etkisi oluyordu.

Rusya’da Çar’lık yönetiminin baskısına ve çeşitli zorluklarına rağmen, bütün sınıfları temsil eden siyasî partiler teşekkül edebilmişti. Ve bunlar kendi alanlarında eyleme geçerek olayların akışında bir etken görevi görüyorlardı. Hanedan ve soyluları temsil eden gerici partilerden başka, bunların baskısından hoşlanmayan küçük derebeylere ve zengin köylülere dayanan Oktobristler; kapitalist burjuvazi adına hareket eden Kadetler (Meşrutiyetçi demokratlar);  özellikle fakir köylü kitlelerini kendilerine çekmiş olan sosyalist Revulüsyoner’ler (ihtilâlci sosyalistler); harfi harfine Karl Marx’ın teorisine uymak bahanesiyle, henüz ülkede derebeyliğin geçerlikte olduğunu öne sürerek önce bir burjuva devrimi yapılmasının gereğini öne süren ve burjuvalarla işbirliğine taraftar olan Menşevik sosyalistler; ve işçinin çoğunluğu ile birlikte hemen köklü bir devrim yapmak azminde olan Bolşevikler; türlü görüş açılarını mükemmel siyasî kuruluşlar çevresinde toplamayı başarmışlardı.

Devrimci partilere mensupların en atılganları inançlarını yayma eylemlerinden dolayı zaman zaman ya Sibirya’ya sürülüyor ya da yabancı ülkelere sığınmak zorunda bırakılıyordu. Bu baskının tepkisiyle devrimci akımlar genişliyor ve güçleniyordu. Çünkü her türlü baskı, korkutma ve tedhişe maruz kalan bu güçlü kişiler gittikleri yerlerde boş durmuyorlar, gizli yollardan ülkelerindeki taraftarlarıyle bağlarını sürdürüyorlar ve onlara propaganda edebiyatı yetiştirmekte başarılı oluyorlardı. Bu yüzden haklarındaki sevgi ve sözlerinin etkisi artıyordu.

Ülkücü muhaliflerin bu durumlarının aksine bazı burjuva ve işçi partileri Çarlık yönetimiyle hoş geçinme yolunu tutmuştu. Bunlar yasalar dahilinde hükümete muhalefet etmekle yetinirler; Rusya’nın uluslararası ilişkilerinde zaafa uğramaması için, hükümetin dış siyasetine özellikle Fransa ve İngiltere ile olan anlaşmalarına ve dostluk ilişkilerine yardımcı olurlardı. Savaş ilân edileceği sıralarda Avrupa’da, bütün Rusların, Çarın arkasında seve seve yürüyecekleri, Rusya’da işçi ve köylü de dahil olmak üzere, bütün sınıfların Almanya’ya karşı savaş ilân edilmesinden yana oldukları sanısı, bu burjuva ve sosyalist partilerinin, Sazanoflar, İzlovskiler ve Stürmerlerle aynı düşüncede olmalarından ileri geliyordu.

Gerçekte halkın düşünceleri büsbütün başka idi. İşçi ve köylünün ne Almanya’ya bir kini ne Balkanlar’a ait istilâ tasarıları vardı, ne de İstanbul Boğazı’nda Çar hâkimiyetini kurmak için bir arzu besliyordu. Bu çevrelerde hüküm süren duygular, yoksul kitleleri açlık ve sefalet içinde yaşatan hanedana, derebeylere ve türedi büyük kapitalistlere karşı duyulan kin ve intikam duygularından ibaretti. Halkın muhtaç olduğu şey de arazinin taksimi ve büyük üretim müesseselerinin ilgili işçinin kontrolü altına verilmesi idi. Bu amaçlar için içte ve dışta çalışan sayısız örgütler olduğu gibi, yasal biçimde kurulmuş güçlü sendikalar ve devrimci kooperatif örgütleri vardı.

Büyük Savaş dönemi

Büyük Savaş (Birinci Dünya Savaşı) bu koşullar altında ortaya çıkmıştı. Rusya hakkında bazı siyasî çarlık çevrelerinde ve yabancı ülkelerde mevcut kanı ile asıl Rus halkının arzuları, İhtiyaçları ve ruh hali arasında bir uçurum var idi. İhtilâl koptuğu zaman bütün dünya ve özellikle Avrupa’nın korkunç bir rüya görüyormuş gibi donup kalması ve savaşın bugün gördüğümüz sonuca ulaşması bu gafletten doğmuştur. İşin iç yüzünü bilenler tanık olduğumuz olayları aşağı yukarı tahmin etmişlerdi. Bunlar arasında büyük Lenin’in adını saygıyla anmak gerçeğe karşı bir sadakat borcudur

Rusya Büyük Savaş için çok hazırlanmıştı, fakat ülkenin nüfusuna göre seferber edeceği ordular için hazırlık çok yetersizdi. Ve aslında ihtiyaca yeter olmamakla birlikte bu yarım program bile uygulanamadan tepkiler başlamıştı. Ancak ilk kurulan ordular gereği gibi donatılabilmişti. Sonraları cephelere, sanki çıplak denilebilecek bir durumda ve eskiden kalma kullanılamayacak durumdaki silâhlarla donatılmış kıtalar gönderildi. Almanya’nın tam askerî düzene sahip ordularına karşı, bu biçare müjik sürülerini göndermek, onları muhakkak bir ölüme mahkûm etmek demekti. Ve bunu Rus genel kurmayı hayret edilecek bir soğukkanlılıkla yapıyor, çokluğun baskısıyle işi bitirmek, sayı üstünlüğüyle taktik üstünlüğü yenmek amacını güdüyordu. Fakat işçi ve köylü, kendilerinin olmayan amaçlar için bile bile harcandıklarını anlamakta gecikmediler. Seferber edilen bu milyonla insanın düzgün olarak gıdası bile temin edilememişti.

Halbuki cephe gerisinde orduların yedirilmesi ve giydirilmesi üzerine yapılan vurgunlarla ve suistimallerle, bir yandan millet soyulmuş soğana çevriliyor; bir yandan da birçokları, mustarip beşeriyetin kin ve isyanını tahrik edecek büyük servetler yığıyordu.

Daha savaşın ikinci yılı tamam olmamıştı ki mujikler ve işçiler arasında kurulu düzenin bozukluklarına ve suistimallerine karşı sabırsızlık ve galeyan işaretleri belirmeye başlamıştı. Çar’ın kutsal kişiliğine sonuna kadar kulluk etmekte devam edeceği ve yukardan gelen emirlere aptal aptal uyacağı sanılan halk kitleleri, için için kaynıyor ve kendisini ezen, öldüren ve soyan yönetime karşı diş biliyordu.

Seferberlik, sanayi merkezlerinde toplu bulunan işçiyi dağıtmamıştı, aksine artırmıştı. Zira ihtiyacın pek altında olan silâh ve mühimmat üretimini artırmak endişesiyle çırpınan Çarlık bütün fabrikaları, orduya gerekli olan savaş araç ve vasıtalarını imâl için, öncekinden daha büyük bir faaliyet göstermeye mecbur etmişti. Bir yandan da, savaştan önce dağınık durumda yaşayan köylü gençliği az zamanda ordularda toplanıp birikmiş ve kendisini anlamaya ve sefaletini duymaya imkân bulmuştu. Tanrı vergisi sandığı türlü türlü ıstırap ve yoksullukların nedenini öğrenmek için, ordu okul yerine geçiyordu. Şehirlerin ve kasabaların açıkgöz çocuklarıyle süreli temas sonucu, yavaş düşünen mujiklerin de gözleri açılıyordu.

Milyonarla insanın bu koşullar altında sınırlı alanlarda bir arada bulunması, hoşnutsuzlukların yayılmasına pek elverişli bir durum doğurmuştu. Ardardına hazırlıksız saldırı hareketleri ve bunları doğal olarak izleyen büyük yenilgiler bu perişan sürülerde ıstırap ve acıyı beşerî tahammülün üstüne çıkarmıştı. Felâketlerinin aşırı dereceyi bulması sonucu, bu adamlarda miskince tevekkül yerine, kendi kendine güvenme duygusu uyanmaya başlıyordu. Birkaç kişinin keyfine ve çıkarına kurban olduklarını anlıyorlar ve isterlerse başlarına ve sırtlarına binmiş olanları devirebileceklerini sezinliyorlardı. Bu eğilimleri örgüt altına almak isteyen unsurlar da gerek asker gerek sivil ahali arasında bulunmaktaydı.

İlk isyan

Sonunda yokluk, açlık, baskı ve perişanlık o dereceyi buldu ki, savaşın ilânından iki buçuk yıl sonra ortaya çıkan galeyanı bastırmaya Çarlık yönetiminin gücü yetmez oldu. Ne savaş dolayısıyle var olan sıkı yönetim, ne tehdit, ne şiddet para etti. Bir gün, kan ağlayan işçi ve asker ıstırabını yüksek sesle haykırmak ve öfkesini, kızgınlığım göstermek ihtiyacını yenemedi.

1917 Şubat’ında müthiş bir patlama: Sayısı milyonları bulan bu büyük kitlenin gür sesi, Çarlığı temelinden sarstı. Bütün Petersburg sokaklarından yükselen “ekmek ve barış!” bağrışmaları bir sabah, Rusya’nın mukadderatına hâkim olanları, altın rüyalı uykularından uyandırdı. Artık çektiği azaba dayanamayan işçi ve asker, Çar’ın kulağının dibinde bu patırtıyı koparmıştı. Ve bu iki kelime, bütün büyük bir ulusun arzusunu ve en önemli ihtiyaçlarını özetliyordu. Haklarını arayan bu biçareler üzerine güvendikleri kıtaları sevke başladılar. Fakat ayaklananlar kendilerini bastırmaya gelen askere kollarını açmışlardı. Onlar da bu haklı dâvanın savunucuları yanına katıldılar.

Beş gün süren ayaklanmadan sonra Duma Meclisi, Çar’ın tahttan azledilmesinden başka çare olmadığını anladı. Ve taçlı zalimi hapse tıkarak Prens Lovof’un başkanlığında burjuva partileri temsilcilerinden oluşan bir geçici hükümet iktidar makamına el koydu.

Oktobrist ve Kadet partilerinin ileri gelenleri, asker ve köylüyü avutabileceklerini sanarak duruma hâkim olmaya çalıştılar. Kabinede Milyukof’lar, Kantikof’lar, Rodziyanko’lar en nüfuzlu üyelerdi. Bunlar bütün davranışlarıyle, ortaya çıkan değişikliğin bir işçi devrimi çehresini almamasına gayret ettiler. Ve burjuvazinin hakları korunmak şartıyle yeniden bir hükümdarlık kurulmasına bile razı olacaklarını gösterdiler. İlk işlerinden biri, İtilâf devletlerini tatmin etmek için -ve esasen bu kendi samimî arzularına da uygun geldiğinden- İstanbul ve Boğazlar dahil olmak üzere, İtilâf’ın emperyalist savaş amaçlarına bağlılıklarını ilân etmiştir. Bu yüzden çarlığı deviren hareketin gayesinin işçi ve askerin “barış” kelimesiyle anlattığını pek çabuk unutuyorlardı.

Rusya’daki değişiklikten endişeye düşen Fransa ve İngiltere kabinelerini, kesin zafere değin savaşa devama dair olan bu teminat rahatlatmıştı. Ve bunlar tamamıyle kendi renklerinde olan bu kabineye yardım ettiler. Fakat asıl ilgililer kendileriyle alay eder gibi davranan bu kabineyi suçlayıp tehdit etmekte gecikmediler. İkinci bir değişiklik zorunluğu çıktı. Emperyalist düşünüşlü kişiler dışarda bırakılarak Kerensky’nin katılmasıyle İhtilâlci Sosyalistler, Menşevikler ve burjuva partilerinden birleşik bir merkez meydana getirildi.

İşçi ve asker meclisleri kurulması

İşleri resmen döndüren Duma ile onun bağrından doğan kabineler idi. Fakat ülkeye de bu yıpranmış siyasî kurulun hâkim olduğu sanılmamalıdır. Çarlığın düşüşü ve iktidarın bazı kişilerden diğer bazı kişilere geçmesi devrimci duruma son vermiyor, bunalımı çözmüyordu. Çünkü iktidar makamını sarmış olan asalaklar gerçeğe karşı göz yumuyor, durumu anlamazlıktan geliyorlardı. İşçinin ve köylünün pek açık olan isteklerini kale bile aldıkları yoktu. Bunun için daha ilk günden, ayaklanmanın başarı ile sürmesini müteakip işçi, köylü ve askerler daimî danışma meclisleri kurmuşlar (Şura ve Sovyetler) ve bu heyetin kararıyle görüşlerini ilân etmeye koyulmuşlardı. İşçi, köylü ve asker temsilcilerinin meclisi, meşhur Taurid Sarayı’na yerleşmiş ve sarayın kapısına kırmızı bayrak asılmıştı. Bu şekilde resmî hükümetin karşısında gerçek hükümet yer alıyordu. Duma yönetim kurulu resmî hükümetti; fakat gerçek hükümet Taurid Sarayı’ndaki Sovyetlerde idi. Bütün Avrupa’da büyük bir heyecan yaratan ve halk kitleleri tarafından sevinçle benimsenen ilhaksız ve tazminatsız barış teklifini bu sovyet ortaya atmıştı,

İlk zamanlar sovyetlerde İhtilâlci Sosyalistler ve Menşevikler çoğunlukta idiler. Bunun için kabinede nüfuzlu bir yerleri var idi. Fakat bu partiler sovyetlerin derinliklerinden gelen baskılara karşı koyamayarak bazan inançlarına uymayan kararlar almak zorunda kalıyorlardı. “İlhaksız ve tazminatsız barış” prensibini böylece hükümete kabul ettirmişlerdi. Hükümet bunu müttefik devletlere bildirdiği zaman Clemanceau ve Loyd George’ların büsbütün gözünden düşmüştü. Cevap olarak Ruslar’a: “İstanbul ve Boğazlardan vaz geçmek sizin bileceğiniz iştir, fakat sonuna değin savaşa devam etmek zorundasınız” denildi. Ve Kerensky İtilâf devletlerini memnun etmek için savaşa devama razı oluyordu. Bu şaşkın başbakan milletin güveninden güç alacağına müttefik devletlerin yardımına dayanmayı seçtiği için siyasetinin ağırlık merkezini dış ilişkilere kaydırdı. Dışişleri bakanlığına Clemanceau ve Loyd George gibi Fransız ve İngiliz burjuva politikacılarının tutkunu olan Teresçenko adında bir genç delikanlıyı getirdi. Bu adam çar zamanının diplomatlarıyle iş görmeye çalışıyor, İtilâf’ı memnun edecek her aşağılığı kabul ediyordu.

Kerensky

Öte yandan iç işlerde büyük bir durgunluk hüküm sürmekte idi. Her şey yüz üstü bırakılmıştı. Yoksul köylü kitleleri için en hayatî bir konu olan toprak meselesiyle kimsenin uğraştığı yoktu. Gıda konusu eskisinden daha elverişli bir durumda değildi. Yalnız askerî faaliyete hız verilmekte idi.

Loyd George ve Clemanceau’nun baskılarına karşı koyamayarak sonunda -bütün ordunun ve ulusun arzularının aksine- Kerensky hükümeti 18 Haziran 1917’de askere taarruz emri verme gereğini duydu. Devrimin herc-ü merc içerisinde şirazesi bozulmuş her türlü savaş araçlarından yoksun ordusunu, Almanya gibi bir düşmana karşı, saldırıya sevketmek aynı zamanda büyük bir cinayet ve bir cinnet idi. Bu cinayet ve cinneti yüklenen Kerensky kendisinin ve partisinin idam hükmünü vermiş oluyordu. Nitekim beklenildiği gibi, saldırı yalnız bozguna uğramakla kalmadı, bu savaşa katılan tekmil orduların yok olmasıyle sonuç buldu. Ve ülke içinde Kerensky’nin zerre kadar itibarı kalmadı.

Bu anormal durumlar karşısında işçi ve köylünün ve askerin duygularına tercüman olan tek parti Komünist (Bolşevik) Partisi’ydi. Geçici hükümetin şaşkın hareketleri, başarısızlıkları her gün biraz daha Bolşevikler’e karşı olan sevgi ve yönelmeyi artırıyordu. Bu sıralarda azınlıkta olan Komünist Partisinin izlediği politika, halkın ruhî eğilimlerinden ve gerçek ihtiyaçlarından esinleniyordu. Her fırsatta hükümet adamlarının maskesini aşağı indirmeleri ve resmî siyasetin iç yüzünü açığa vurmaları yüzünden, özellikle 18 Haziran’dan sonra özel bir şekilde nüfuzları genişlemişti.

Kornilof darbesi ve itilâf devletleri

Kerensky hükümetinden kimse memnun değildi. Çünkü bütün işlerin yarım tedbirlerle halline çalışıyordu. Ve doğaldır ki hiç bir mesele halledilemiyordu. Bozgunla sonuçlanan taarruzdan sonra karşı devrim taraftarları da faaliyetlerini artırdılar. Ve Ağustos 1917 tarihinde yapılan Moskova Konferansında Kornilof’un bir hükümet darbesi ile iktidarı ele alması kararlaştırılmış ve bunun bütün ayrıntıları saptanmıştı. Kornilof’un bu girişimini ülke içinde tasvip edenler sayılı kimselerdi. Fakat İtilâf devletleri arasında bu harekete büyük bir önem veriliyordu.

İtilâf devletlerinin Rus Devrimi karşısında takındıkları tavır pek garip ve garip olduğu kadar da iğrençtir. Fransa ve İngiltere savaşta bütün ümidini çarın dostluğuna ve sadakatine bağlamıştı. Rus ulusunun çardan başka türlü düşüneceği akıllarının kenarından bile geçmiyordu. Bu kanlı yaratığın halli haberi gelince resmî çevreler beyninden vurulmuşa döndü. İtilâfçılar arası siyasetin elebaşıları o derece sersemlemişlerdi ki, bu haberi üç gün gizli tutmak zorunluluğunu duydular. Bunun çaresiz bir olup bitti olduğu ortaya çıkınca, devrimin olabildiğince yüzeyde kalması ve burjuva yöneticilerin iktidarda bulunması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İngiltere gibi, son derece halkçı olduğunu iddia eden bir devlet, Fransa gibi sosyalizme eğimli bir cumhuriyet, Rusya’da halkçı bir yönetimin kuruluşunu bir felâket sayıyordu. Ve bu, özellikle köylüyü zorba bir hükümdarın veya diktatörün zorla mezbahalara yollamasını kendi emperyalist amaçlarının gerçekleşmesi için zorunlu bulmalarından ileri geliyordu. Bu denli adilik, bu denli hayasız çıkarcılık insanı, insanlıktan nefret ettiriyor.

İtilâf yöneticileri, Rusya’da burjuvazinin davayı kaybetmek üzere olduğunu anladıktan sonra, artık Rus sorunuyla, yalnız hükümet aleyhindeki entrikaları teşvik suretiyle ilgilenmeye başladılar. Kendilerine bu denli yaranmaya çalışan Kerensky ve Teresçenko ile sanki alay ediyorlardı. Ciddiyetle ele aldıkları ve aleyhinde büyük propaganda yaptıkları ve bir umacı gibi korktukları bir örgüt varsa o da Sovyetler ve onun içindeki Bolşevik azınlık idi. Basın, bu işçi ve asker mebuslarından oluşan meclis hakkında, nitelenmesi güç iftiralarda bulunuyordu.

Almanya’da Bolşevikler

Almanya’nın görüş açısı büsbütün başka idi. Orada her şeyden önce, İtilâf devletlerini yenmek söz konusu idi. Bütün öteki sorunlar bu mücadelenin alacağı şekle bağlıydı. Rus Devrimi Wilhelm’in ekmeğine yağ sürmüştü. En aşırı unsurların galip gelmesi Rus cephesinin büsbütün çökmesine yardım edecekti. Alman yöneticiler, komşu bir ülkede -kendi kanaatlerince- toplumun düzenine zararlı bir yönetim biçiminin kurulmasının, bizzat Almanya için de bir tehlike olacağını akıllarından bile geçirmiyorlardı. Bu tehlike o sırada uzak bir geleceğe ait bir varsayım hükmünde idi. O gün için önemli olan savaşı kazanmaktı. Bu gibi düşüncelerledir ki İkinci Wilhelm hükümeti, İtilâf ülkeleri yoluyla Rusya’ya geçme olanağı bulamayan Lenin’in mühürlü bir vagon içinde Alman topraklarından geçmesine izin vermişti. O sırada İsviçre’de çalışan ve daha sonra Devrim’in gelişmesinde büyük bir rol alan bu sosyal devrim öncüsü, ancak bu şekilde mücadele arkadaşlarına katılabildi.

Almanların, Bolşevik hareketini bu suretle kolaylaştırmalarına karşılık İtilâf Devletleri Kornilof’un karşı devrim hareketine bütün güçleriyle arka çıkıyorlardı. Kornilof maceraperest bir general ve Kerensky Rus hükümetinin resmî temsilcisi olduğu halde, Paris ve Londra kabineleri katında, generalin bildirilerine resmî Rus bildirilerinden daha büyük bir önem veriliyordu. Ve eylülün ilk günlerinde artık her dakika geçici hükümetin düşmesi bekleniyordu. Bu hükümet darbesi girişimi 12 Eylül 1917’de utanılacak bir başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat daha birkaç gün bu başarısızlığın kesin olduğuna Batı Avrupa’da inanan olmadı. Kornilof’un iktidarı, sanıldığı gibi, bir hücum ile ele geçirememesinin nedenleri yanlış hesaplarla hareket etmesiydi. O yalnız kendisine bağlılık gösteren kıtalara ve cidden dışta eriştiği üne güveniyordu. Oysa ülke içindeki hükümet aleyhinde olan şiddetli akım, Kerensky’nin yeterince devrimci olmamasından doğmuştu. Eski kâbusu hatırlatan Kornilof gibi bir karşı devrimciye kimse kulak asmıyordu. Herkes köylü ve işçi lehine daha ciddi değişiklikler bekliyordu. Ve bütün bakışlar, gerçek devrimi temsil ettiğini eylem ile her gün biraz daha ispat eden Bolşevik Partisi’ne yönelikti.

Bolşevik Devrimi

Bolşeviklerin etkisiyle, İşçi ve Asker Sovyetleri her türlü karşı devrim hareketine engel olmak üzere “İhtilâl Komitesi” adında bir kurul kurulmasına karar vermişti. Bu komite, devrim aleyhindeki girişimlerin önüne geçmek için her türlü tedbiri almaya yetkiliydi ve gereğinde geçici hükümetin de Sovyetler’in haklarına saldırmasına engel olacaktı. Kornilof hareketini bozguna uğratan bu İhtilâl Komitesi’dir.

Ekim ayında Kerensky’nin kredisi büsbütün kalmadı. Bundan dolayı İhtilâlci Sosyalist ve Menşevik Partileri, kasımın yedinci günü yapılması kararlaştırılan Genel Rusya Sovyetler Kongresi’ni erteleme teşebbüsünde bulunuyordu. Çünkü kongrede Bolşeviklerin çoğunluğu alacağı belirmeye başlamıştı. Ve bu taktirde iki parti arasında büyük bir çatışma olacaktı. Bolşeviklerin sloganı “Bütün güçler Sovyetlere” idi. Oysa geçici hükümet her şeyi kurulu meclis’ten bekliyordu. Hükümet çok zayıf bir durumda bulunduğu için başarılı olabilecek yeni bir ihtilâlden korkuluyordu.

Hükümet kongreyi erteleme isteğini, bütün vilâyet Sovyetlerinin karşı çıkmasıyle uygulamaya koyamadı. Petersburg Sovyeti seçildikten sonra tehlike bütün çıplaklığı ile kendini gösterdi. Buraya büyük bir Bolşevik çoğunluk hâkim olmuştu. Trotsky başkan seçiliyor ve bu büyük hatip verdiği bir söylevde ihtilâlin yeni bir aşamasından açıkça söz ediyordu. Herkeste 7 Kasım günü Bolşeviklerin, Genel Rusya Sovyetler Kongresi adına iktidara el koyacağı kanısı uyanmıştı. Bolşevikler de kendilerine yöneltilen bu söylentiyi inkâr etmiyorlardı. Aksine bütün hareketleriyle izledikleri amacı açığa vuruyorlardı. Tarihte böyle önceden kararlaştırılıp ilân edilmiş bir günde ihtilâl yapılması, 7 Kasım 917 olayından önce görülmemiş bir hadisedir.

Petersburg Sovyeti, İhtilâl Komitesi’ne Oritsky ve Yofa yoldaşları delege seçti. Ve Yofa bu komiteye başkan seçildi. 6 Kasım’dan sonraki olayları bu komite yönetti. Bunun için ilk Sovyet hükümeti bu İhtilâl Komitesi’dir denilebilir.

Kerensky, Bolşevikler’in hücumuna karşı koymaya hazırlanıyordu. Bu konuda general Krasnof ile anlaşmıştı. 6 Kasım akşamı Komünist Partisi yönetim merkezi olan Esmolini Enstitüsü’ne giden bütün telefon telleri kesiliyordu. Buna karşılık komünistler telefon santrallerini işgal ettiler. Hemen bütün Petersburg kıtaları, ihtilâlciler tarafından kazanılmış oldu. Çevre kasabalardan toplayacağı birliklerle ihtilâli ezmek azmiyle Kerensky birden şehirde gözden kaybolmuştu. Diğer bütün bakanlar ise Kış Sarayı’na sığınmışlardı. Orada bulunuyorlardı. Daireler birer birer işgal olunduktan sonra sıra bu saraya gelmişti. Kadınlar bloku az bir dayanmadan sonra teslim oldu. Ve bakanlar da ihtilâlcilerin muhafazası altında hapsedildi. Vilâyetten gelen karşı devrimci askerlerin çoğu Kızıl Askerler’e hücum etmek istemiyordu. Ve birçokları onlardan tarafa geçiyordu. Sabaha karşı bu girişimin tam başarıyle yürütüldüğü ortaya çıktı. Ve Komünist Partisi bu başarıyı kaydetti. Ve bu tarzda kargaşalığın daha fazla sürdürülmesini uygun görmeyen Kamanof yoldaşın teklifi üzerine ilk komite üyeleri seçildi.

Gündüz olunca Sovyetler Kongresi olayları tasdik etti ve sulh ile arazi hakkındaki önerileri kabul etti. Sovyet Hükümeti’nin ilk işi araziyi bedelsiz olarak yoksul köylüye dağıtmak ve bütün savaşçılara bir barış konferansı yapmak teklifi oldu. Hükümet kurulmuş olmasına rağmen iş göremiyordu. Çünkü her yönden aktif sabotajlar yapılıyordu. Bakanlıklarda yalnız küçük memurlar ve mübaşirler görev başında bulunuyordu. O gün tek baş vurulacak yer geceli gündüzlü çalışan İhtilâl Komitesi idi. Komite hemen şüpheliler ve karşı devrimcilere karşı mücadele için Çerçensky yoldaşın başkanlığında bir olağanüstü komisyon kurdu. Bu komisyon ünlü Çeka’nın ilk çekirdeği oluyordu. Bu sırada Kerensky ve Krasnov, Petrograd üzerine boşa çıkan hücumlarını yapıyorlardı.

Bu yoğun faaliyetler arasında yavaş yavaş Komünterlikler teşekkül ettiğinden İhtilâl Komitesi’ne artık gerek kalmadı. Onun yerine düzenli bir ülke merkez yönetimi geçti.

Bolşeviklerin diğer şehirlerdeki başarısı, Petrograd haberlerinin etkisiyle çok çabuk gerçekleşti. Yalnız Moskova’da mücadele birkaç gün sürdü. Karşı devrimci kıtalar ve subay adayları bölükleriyle ihtilâlci birlikler anısında birkaç çarpışmadan ve bir miktar kan döküldükten sonra Komünistler duruma hâkim oldular.

Fakat kolay denebilecek bir şekilde iktidarı ele geçiren Bolşevikler onu kurmak ve korumak konusunda çetin mücadeleler vermek zorunda kaldılar. İç düşmanları yenilgilerini kabullenemediler. Taraftarlarının güçlü olduğu noktalara çekildiler. Yeni yönetimin çok kısa ömürlü olacağı ve çabukça gözden düşeceği inancıyle hücum için en elverişli dakikanın gelmesini beklemeye koyuldular. Birçokları da İtilâf Devletlerini Bolşeviklik aleyhine kışkırtmak için Batı Avrupa merkezlerine dağıldılar.

Fakat eski Rusya Çarlığı müttefiklerinin bu kışkırtmaya ihtiyaçları yoktu. Onların Bolşeviklere karşı duyduğu kin sınırsızdı. Almanya ile barış anlaşmasını nefret çekici bir hıyanet olarak niteliyorlar ve kapitalist toplum görüş açısından, Rusya’da uygulanmaya başlayan komünizm prensiplerinin kendi ülkelerine sıçramasından müthiş korkuyorlardı. Gerçekte Komünistler laklakiyatla vakit geçirmiyorlar, yoğun bir eylemle ülkülerine uygun bir devlet örgütü kurmaya çabalıyorlardı. İkinci Sovyetler Kongresi’nin daha ilk oturumunda araziye el koyma ve dağıtımı, sanayinin işçi kontrolü altına verilmesi ve derhal barış yapılması gibi hayatî konularda kesin kararlar alınmıştı.

Bütün uluslara yaptıkları barış teklifi diğer ülkeler tarafından iyi karşılanınca, vakit kaybetmeksizin Almanya ile ayrı olarak barış görüşmelerine giriştiler. Aç gözlü emperyalist Almanya yeni Rus hükümetinin derin zaafından azamî istifade hırsına kapıldı. Brest Litovsk Konferansında general Hofman’ın kılıç şakırtılaryle eş anlamlı ortaçağ tavrı hâlâ hatırlanır. Her ne pahasına olursa olsun -bir iş yapabilmek için- barışa muhtaç olan Bolşevikler kabul edilmeyecek şartlara boyun eğdiler. Fakat dünya kamuoyu üzerinde, inançları hakkında propaganda yapmak için konferanstan geniş çapta yararlandılar. Kasten ortaya atılan Ukrayna meseleleri aleyhlerine hallolup anlaşma imzalandıktan sonra biraz soluk almaya vakit bulmadan birçok korkunç baş belâsı çıktı.

Bunların ayrıntılarına girişmeyeceğiz. Kolçak, Denikin, Yodeniç belâları, İtilâfın Kırım’a ve Mormanask’a, Japonlar’ın Sibirya’ya hücumları hepimizin gözleri önünde oldu. Lenin, Trotsky ve arkadaşları eşsiz bir azim ve irade ile sarıldıkları kan ve ateş çemberi içinde, ülkülerinin büyüleyici etkisinden başka kaynakları olmaksızın, ihtilâlin meyvelerini iyi bir tarzda savunmayı başardılar. Yenildikleri sanıldığı sırada bütün düşmanlarını yendiler. Ve sonunda olumlu işlere girişme olanağını elde ettiler.

Ne yazık ki bu sırada, tarihte görülmemiş bir kıtlık ve ahlâk belâsı başlarına çöktü. Uzun süre buna karşı da mücadele ettiler. Aynı zamanda bütün dünya devrimine karşı yüklendikleri öncülük görevini de yerine getirmekten uzak durmuyorlardı. 1919’da hareketsiz ve felçli bir durumda bulunan, derin bir çöküntü sonucu kısmen burjuvaziye alet olan İkinci Entemasyonel’in bıraktığı boşluğu doldurmak ve Marx’ın eserini ona lâyık bir tarzda sürdürmek için Üçüncü Enternasyonel adıyle Komünist Enternasyonel’in temellerini attılar. Belli başlı ulusların işçi temsilcilerini çevrelerinde toplayabilmişlerdi. Üçüncü Enternasyonel o zamanda umulmaz bir gelişme kaydetti. Bütün dünyada büyük küçük komünist partileri doğdu. Ve bunlar sosyal devrim akımlarına ciddî olarak hâkim oldular.

Yalnız, ilk Alman devrimi sırasında sanıldığı gibi, az zamanda dünya devrimi gerçekleştirilemediği için, iktisaden geri bir durumda bulunan Rusya’da, ülküye uygun bir yönetim kurmak mümkün olmadı. Hatta Bolşevik yöneticiler, bütün dünya sosyal devrim öncüleri ve bilginlerinin oylarıyle köklü bir tarzda uyguladıkları sosyalist usullerinden fedakârlık yapmak zorunda kaldılar. Dış ticareti ve büyük sanayii devlet elinde toplamakla birlikte ticarette ve ziraatte ticarî, ziraî, sınaî serbestileri geri verdiler. Yeni iktisadî siyaset diye adlandırılan bu konuda özel köşemizde ayrıntılı bilgi vardır.

Ne var ki bütün güçlüklere rağmen Rusya, sosyalist toplum yapısına doğru hızlı adımlarla ilerlemektedir. Üçüncü Enternasyonel’in dünya işçi hareketleriyle aktif bir tarzda ilgilenmesi sonucu, köhnemiş ve çağdaş ihtiyaçlara dar gelen burjuva yönetimi yerine her yanda, pek yakın bir gelecekte işçi ve köylü hükümetleri geçecektir. Almanya bu hedefe hızlı adımlarla ilerliyor. Orada bu devrim artık bir gün meselesidir.

Bütün dünya işçisi Rus devrimcilerine karşı şükran duygusu beslemektedir. Ve bu minnettarlıklarını kendi ülkelerinde devrimi başarmakla gösterecekler.

(AYDINLIK, Sayı:19, Kasım 1923)
(Seçme Yazılar- Şefik Hüsnü Değmer, Aydınlık Yayınları,1970, s.188-205)