6 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-21

Kriz, afet ve ölüm düzenine karşı mücadeleye!
Deprem değil yağmacı-vahşi kapitalizm öldürüyor
Deprem değil, sistem öldürüyor!
Rusya-Türkiye ilişkilerinde gerilim alanları
97. yılında cumhuriyet
İki çanta iki ayrı sınıf
Deprem ve dışa vuran sınıfsal gerçeklik!
Valfsan’da yaşadıklarımız
“Kaybedecek bir şeyimiz yok!”
Rus devrimi ve nedenleri - Şefik Hüsnü
Ekim Devrimi: Kadınlar için özgürlüğün şafağı!
Şiddete, sömürüye karşı 25 Kasım’da mücadeleye!
YÖK düzenine karşı mücadeleye!
Kafkaslar’da savaş ve Dağlık Karabağ sorunu
ABD seçimleri ışığında kapitalizm gerçekliği
Tırmanan pandemi ve sözde tedbirler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Tırmanan pandemi ve sözde tedbirler

C. Ozan

 

Mart ayında baş gösteren pandemi, ilk önlemlerin ardından kısmen kontrol altına alındı. Burjuva hükümetler turizm gelirlerini ve ekonomik kaygıları toplum sağlığına tercih ettikleri için, sonbahar aylarında pandemi hızla tırmanışa geçti.

Son verilere göre, dünyada 50 milyona yakın pozitif vaka/hasta var. Bugüne kadar kadar 1 milyon 208 bin kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Vaka ve ölüm sayısı bakımından başı ABD çekiyor. İkinci sıradaki Hindistan’ı Brezilya, Rusya ve Fransa takip ediyor. Avrupa’da başı Fransa çekerken, Almanya dünyada 15. sırada.

Kapitalist metropollerde durum bu iken, diğer ülkelerin hükümetleri pandemi önlemleri konusundaki başarısızlıklarını “kaynak yetersizliği” veya “az gelişmişlik”le açıklayabiliyorlar. Oysa, ABD ve Batı Avrupa başta olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerde de durum farklı değil. Sorun kaynak yetersizliği değil, kimler tarafından, nasıl ve ne için harcandığı. Bu bağlamda Avrupa ve dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya’nın soruna yaklaşımı yeterli bir fikir veriyor.

Pandemi gerçek, önlemler sahte

Dünyada Almanya’nın pandemi ile mücadelede “başarılı” bir ülke olduğuna dair ortak bir kanaat var. Bunun tamamen asılsız olduğu söylenemezse de gerçeği tam olarak yansıtmıyor.

Kuşkusuz Almanya, güçlü ekonomisi ve teknik altyapısıyla bir Türkiye, Yunanistan veya İspanya değil. Dolayısıyla kendisinden çok daha geri ülkelere göre, pandemiyle daha ileriden mücadele etmiş olması doğaldır. Her ülkeyi kendi standartları üzerinden değerlendirmek gerekir. Almanya’nın rahatlığı, sahip olduğu devasa maddi zenginliklere dayanıyor. Yanı sıra oturmuş kurumsal yapısı, sınıflar arasında belli ölçülerde hala korunan dengeler vb. etkenler de alınan tedbirlerin “başarılı” görünmesinde rol oynuyor. Var olan sosyal olanaklar ve bazı sosyal güvenceler sayesinde insanlar henüz tam bir mağduriyet yaşamıyorlar.

Fakat bu aynı “başarılı” Almanya, pandemiyle mücadelede önemli olan maskeyi vatandaşlarına bedava dağıtamıyor mesela. İhtiyaca göre yaygın, sistematik ve parasız bir test uygulaması yok. Çok zorunlu durumlar dışında, testler para karşılığı yapılıyor.

Hızla yükselen ikinci dalgadan dolayı günlük vaka ve ölüm sayıları, başlangıçtaki en yüksek seviyeyi çoktan geçti. Fakat koparılan gürültüye ve “Lockdown” uyarılarına rağmen, bazı önlemler sertleştirilse bile, tam bir karantinadan söz etmemeye özen gösteriyorlar. Birincisinden daha tehlikeli olduğu söylenen ikinci dalgaya karşı alınan önlemler, ilkinde alınan önlemlere kıyasla daha sınırlı bir alanı kapsıyor ve yer yer daha esnek.

Getirilen yeni önlemlere göre, restoranlar, kafeler, bar ve diskotekler, oteller, sinemalar, tiyatrolar vs. Kasım ayının sonuna kadar kapalı kalacak. Fakat fabrikalar, mağazalar, marketler, kuaförler, hava alanları, kamu binaları, çocuk parkları açık tutuluyor. Üniversiteler uzun süre kapalı kaldıktan sonra açılırken, ilk dalgada bir süreliğine kapatılan anaokulları ile diğer okullar da açık kalacak.

Maske ve sosyal mesafe virüsten korunmanın ilk iki şartı olarak sunuluyor. Fakat eczane kuyruğunda özenle korunan mesafe, biraz sonra binilen tramvay, tren, uçakta veya işyerinde anlamını bir anda yitiriveriyor.

Bu tablo, alınan önlemlerin aslında ne kadar göstermelik, tutarsız ve bütünlükten yoksun olduğunu gösteriyor. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde alınan tüm önlemler sömürü çarklarının dönmeye devam etmesine endekslidir. İnsan ve toplum sağlığının değil karın esas alındığı bir sistemde pandemiyi önlemek mümkün değildir. Esas kaygı bu olunca, alınan önlemelerin palyatif, tutarsız, göstermelik ve ikiyüzlü olması kaçınılmazdır. Üst üste yapılan toplantı ve zirvelerde sıralanan yapılması gerekenler, “ama ekonomimizi korumak birinci önceliğimizdir” cümlesiyle sona eriyor. Böylece tüm sayılanlar boşa düşürülüyor.

Gerçek şu ki, insanlar korona canavarıyla baş başa bırakılmış durumda. Kapitalist devletler üzerine düşeni yapmaktan çok, her şeyi bireysel tedbirlere indirgiyorlar. Alınan önlemler, pandemiyi yenmeye değil büyük tekellerin karlarını güvencelemeye ve sağlık sisteminin çökmesini engellemeye odaklanıyor. Hastanelerdeki yığılmayı önlemek veya korona servisleri açmak adına, acil bazı ameliyatlar bile ertelenerek, fatura yine emekçiye çıkarılıyor.

İşyerlerinde, okullarda hastalananlar evlerinde karantinaya alınıyor, diğerleri devam ediyor. Oysa Robert Koch Enstitüsü’nün raporlarına göre, en çok yayılma işyerleri üzerinden gerçekleşiyor. Zaten aldıkları önlemlerin sonuç alıcı olmadığını bildikleri için, daha ilk dalga kısmen kontrol altına alındığında, hemen ikinci dalgadan bahsetmeye başlamışlardı.

Korona karşısında toplumun kaderine terkedilmesi ile ilgili “sürü bağışıklığı” terimi kullanılıyor. Aslında bu terim de yaşanan durumu tam karşılamıyor. Çünkü “sürü bağışıklığı”, salgın hastalıklara karşı kullanılan bilimsel bir yöntemdir. Ölüm risk grubunda olmayan insanlara hastalığın bulaşmasına izin vererek, bu insanların bağışıklık kazanması sağlanır ve tedavi için bundan faydalanılır. Ne var ki, korona geçiren insanların bağışıklık kazanamadıkları ve tekrar hastalanabildikleri tespit edildi. Bu durumda yapılan “sürü bağışıklığı”ndan çok, Darwin’in “doğal seleksiyon” teorisine denk düşüyor. Zira bu teoriye göre, doğada en güçlüler, koşullara uyum sağlayanlar ayakta kalırken, en zayıflar elenir. Kapitalizm insanlığa orman kanunlarını dayatıyor. Ölen ölür, kalan sağlarla yola devam edilir.

Emekçiler için felaket, kapitalistler için fırsat!

Kapitalizm bir fırsatlar sistemidir. İnsanlığın ezici çoğunluğu için bir felaket anlamına gelen pandemi, savaş veya doğal afetleri kendisi için fırsata çevirmekte ustadır. Pandemi sürecinde buna bir kez daha tanık olduk.

Her şeyden önce, sözüm ona pandemiyi önlemek adına açılan milyarlarca Euroluk “kurtarma” paketleri emekçilere değil, kapitalist tekellerin kasalarına akıtıldı. Bu milyarlık fonlar, emekçilerden kesilen paralardan oluşan sosyal kasaların boşaltılması yoluyla sağlandı.

Kuşkusuz pandemi kapitalist sistemin çarklarına da çomak soktu. Bütün veriler, kapitalist ekonominin küresel ölçekte ciddi bir daralma yaşadığını ortaya koyuyor. Fakat sınıflı toplum gerçeğinde, kapitalistlerin kardan zararı ile emekçinin zararı arasında uçurum var. Kaldı ki, her kapitalist de zarar etmiş değil. Bu süreçte hızla palazlanarak sermayesini kat kat artıran kapitalistlerin sayısı az değil.

Bu arada sermaye sınıfı “normal” zamanda yapamadıklarını pandeminin sağladığı “elverişli” koşullarda yapmaya başladı. Öncelikle “iş güvencesi” veya işten atmaları önlemek adına gündeme getirilen kısa çalışma sistemi ile kapitalistler işçi masraflarından kurtarılırken, emekçiler ciddi ücret kaybına uğratıldılar. Emekçilerin maaşlarında yüzde 20-40 oranında eksilme oldu. Buna karşılık, işçi çıkarmama sözüyle milyarları kasalarına indiren Lufthansa gibi şirketler, parayı aldıktan sonra binlerce işçiyi çıkaracaklarını ilan ettiler.

İşçilere, çalışma saatleri, vardiyalar, işyeri yasaları ve çalışma koşulları üzerinden esnek çalışmanın her türlüsü dayatılıyor. Daha az insana daha çok iş yaptırılarak, sömürü yoğunlaştırılıp kar oranları artırılıyor. 

Başta otomotiv sektörü olmak üzere, karbon emisyonunu azaltma, “dijital dönüşüm”, elektrikli araba, küçülmeye gitme, üretimi dönüştürme vb. uygulamalarla yüzbinlerce insanın işine son verilmesi planlanıyor.

İşçi azaltmanın bir başka yolu ise paralı çıkışlar. Bununla, özellikle eski “pahalı” işçileri tasfiye etmek amaçlanıyor. İşçiler arasında korku yaymak için, atılacak kişi sayısını yüksek göstermekten kapanma senaryolarına kadar her türlü yöntem kullanılıyor.

Pandemiyi fırsata çevirip eski işçilerden kurtulan şirketler, şimdiden taşeron firmalardan işçi almaya başladılar. Böylece taşeronlaştırmanın daha da yaygınlaştırılmasının yolu açıldı.

Genç işçilerin meslek yapma olanakları son derece kısıtlandı. Salgın öncesi gençlere meslek yaptıran binlerce firma, pandemiden dolayı bu uygulamaya son verdiler. Böylece on binlerce genç işsizliğin ve yoksulluğun kucağına atılıyor.

Başta metal ve kimya sektörleri olmak üzere, bu süreçte gündeme gelen toplu iş sözleşmeleri sıfır zamla imzalanarak, emekçiler ciddi kayıplara uğratıldı. Sağlıkçılar, eğitmenler gibi meslek gruplarının da içinde bulunduğu milyonlarca kamu çalışanına zam vermemek için bin dereden su getiriyorlar. Kamu çalışanlarının %4,8’lik zam talebi üç turdur geri çevriliyor.

Bu arada “home office”, “dijital dönüşüm” adı altında karı artırmaya yönelik uygulamalar giderek yaygınlık kazanıyor. Noel parası, tatil parası, işletme emekliliği, her türlü mesailer vb. için yapılan ödemeleri de kaldırmaya dönük hazırlıklar var.

Her kriz döneminde yaşanan iflaslar, emekçilerin hanesine işsizlik olarak yazılırken, sermayenin daha da merkezileşmesini sağlıyor. Şimdiden iflas bildirmek için sıraya giren irili ufaklı binlerce firma, 2021’in sonuna kadar uzatılan “kısa çalışma ödeneği’nin sona ermesini bekliyor.

Sermaye devleti, kapitalist tekelleri ihya etmek amacıyla boşalttığı sosyal kasaları, dolaylı ve dolaysız vergileri, cezaları ve ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını artırarak doldurmaya çalışıyor. Kapitalistlerin başlattığı soygunu sermaye devleti tamamlıyor.

Özcesi, krizi derinleştiren pandemi kapitalistler için yeni fırsatlar yaratırken, emekçiler için daha fazla sömürü, daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk anlamına geliyor.

Siyasal gericilik ve ırkçılığın bahanesi

Her krizin kaçınılmaz sonuçlarından biri, artan siyasal gericilik, baskı ve şiddet olmaktadır.

Pandemi bahanesiyle hak aramaya yönelik ciddi kısıtlamalar getirildi. Başta 1 Mayıs olmak üzere, onlarca gösteri ve miting yasaklandı veya sınırlandırıldı. Kimisi polisin saldırılarına maruz kaldı.

Toplumun izlenmesi ve dinlenmesi konusunda yeni adımlar atılıyor. Almanya’da en son yapılan değişiklikle Wattsapp yazışmalarının okunması önündeki yasal engel kaldırıldı. Polis şiddeti ve ırkçı saldırılarda ciddi bir artış yaşanıyor. Adım adım polis devleti tahkim ediliyor.

Pandemi bahanesiyle Alman ordusunun tekrar sokaklarda görünmesi meşrulaştırıldı. İkinci dalgayla birlikte, gittikçe daha fazla asker kontrol, test yapma, insanlara yardım veya güvenlik gerekçesiyle sokaklarda boy göstermeye başladı.

Alman devletinin tutarsız ve ikiyüzlü önlemlerinden güç alan ırkçı-faşistler, “aykırı düşünenler” adı altında, korona önlemleri karşıtı gösteriler yapıyorlar. Bazı komplo teorilerinin arkasına saklanan ve sözüm ona temel haklardan ve “özgürlükten” dem vuran bu çeteler, yaşananlara tepki duyan bazı emekçileri de ırkçı emellerine alet etmek istiyorlar.

On yıllardır, mücadelelerle kazanılmış demokratik haklar ortadan kaldırılıp, adım adım polis devleti uygulamaları hayata geçirilirken, buna tam destek veren faşistlerin “özgürlükten” bahsetmeleri tam bir arsızlıktır. Sermaye devletinin korona tedbirleri ne kadar ikiyüzlü ise, bunların “özgürlük” talebi de o kadar sahtedir. Bunların toplumda bir karşılığı ve itibarı da yoktur. Fakat önümüzdeki dönemde özellikle küçük burjuva esnaf kesiminde artması beklenen iflaslar ile yerli emekçilerin saflarında artan işsizlik ve gelecek kaygısının beslediği tepkilerin bunların açtığı bu tür kanallara akma tehlikesi de var. Dolayısıyla bunların faşist yüzlerini teşhir etmek, yaptıkları gösterilere karşı gösteriler düzenlemek önem taşıyor.

Korona pandemisi, kapitalist sistemin özellikle toplum sağlığı konusundaki ikiyüzlü ve emekçi düşmanı karakterini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken, aynı zamanda sistemin teşhiri konusunda muazzam olanaklar sunuyor. Bu olanakları sınıf mücadelesinin, devrim ve sosyalizm kavgasının manivelalarına dönüştürme sorumluluğu ise komünistlerin ve devrimci güçlerin omuzlarındadır.

 

 

 

 

 

Jeremy Corbyn’in üyeliği askıya alındı

 

İngiltere’de Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu (EHRC) tarafından hazırlanan bir raporda, İngiltere İşçi Partisi’nin eski lideri Corbyn’in, başkanlığı boyunca antisemit yaklaşımlara müdahale etmediği iddia edildi.

Bunun üzerine İşçi Partisi’nden yapılan açıklamada, Corbyn hakkında soruşturma açıldığı, soruşturma tamamlanana kadar parti üyeliğinin askıya alındığı belirtildi.

Partinin “sol kanadı”, Corbyn’i hedef alan saldırının siyonizm karşıtı duruşundan kaynaklandığını vurguluyor.

Karara tepki gösteren Corbyn, yapılanı “siyasi müdahale” olarak niteledi. Yaptığı açıklamada, “Üyeliğimin askıya alınmasına ve siyasi müdahaleye kuvvetle itiraz edeceğim ve her türlü ırkçılığa karşı sıfır tolerans politikasını desteklemeye devam edeceğim” dedi. Parti içinde anti semit yaklaşımlara karşı “ben ve ekibim süreci engellemek bir yana, hızlandırmak için çalıştık” diyerek, partideki “Yahudi düşmanlığı” seviyesinin siyasi nedenlerle abartıldığını söyledi.    

Corbyn’in ardından Nisan 2020’de partinin başına geçen Keir Starmer, “rapordaki tavsiyeler yeni yılda mümkün olan en kısa zamanda yerine getirilecek ve İşçi Partisi’ndeki kültür değişecek” diyerek partideki sol kanadı hedef aldı.  Corbyn’in üyeliğini askıya alarak siyonist lobiye ve sermayeye mesaj veren Starmer, “bana güvenin, size istediğiniz gibi hizmet ederim” demiş oldu.

Corbyn, siyonist İsrail rejimine karşı tavrıyla biliniyor. İktidara gelirse Filistin devletini tanıyacağını söyleyen Corbyn, İsrail’in Filistinlilere yönelik insanlık dışı saldırılarına hep karşı çıkmış, açıklamalar yapmıştı.

2015’ten 2020’ye kadar partinin başkanı olan Corbyn, 2019’da genel seçimi kaybettikten sonra parti liderliğinden ayrılmak istediğini açıklamış, Nisan 2020’de liderliği Starmer’e devretmişti.

Corbyn neden hedef alındı?

Irak’ın emperyalist ordular tarafından işgaline karşı çıkan Corbyn, 2003’te 2 milyonu aşkın kişinin Londra’da işgali protesto etmesinde rol oynamıştır. Partinin sol kanadının en bilindik simasıdır. Sermayenin hizmetindeki İşçi Partisi’nin içinden yükselen duyarlı bir sestir. Partideki kısmi ilerici damarın en etkili ismidir.  Filistin’deki siyonist saldırılardan George Floyd’un katledilmesine kadar, her türlü ırkçılığı karşı çıkmasıyla tanınmaktadır.

ABD ve Trump yönetiminin Mayıs 2018’de İran’la varılan nükleer anlaşmadan çekilmesi, Trump’ın Brexit üzerinden İngiltere’nin iç işlerine müdahil olması Corbyn tarafından sert tepkiyle karşılanmıştı.

Geçmişte İngiltere’nin İrlanda politikasına karşı çıkması ve İngiliz işgalcilerinin gerçekleştirdiği katliamları eleştirmesi, İngiliz sermayesinin ve siyonist lobilerin kara listesinde yer almasına neden olmuştu.

İsrail’in saldırganlığı karşısında Corbyn’in Filistinlilerin haklarını savunması, iktidara geldiğinde Filistin devletini tanıyacağını açıklaması, İngiltere’de siyonist lobinin ve sermayenin hedefi olmasına yetti.

Corbyn’e yönelik kara propagandanın bir yanını bunlar, esas yanını ise sermayenin gelecek hesapları oluşturuyor.   

2019 seçimlerinde Brexit üzerinden İngiltere’de iktidara gelmeyi başaran Boris Johnson, sermayeye “İngiltere’yi sorunsuz ve kısa zamanda AB’den çıkarma ve her türlü hizmeti görme” sözü vermişti. Ancak geçen zamanda Brexit Johnson’ın ayağına dolandı. Verdiği sözü yerine getiremedi, sermayenin beklentilerine cevap veremedi. Bu gelişmeler, Covid-19 salgınında halk sağlığını hiçe sayan tutumu ile birleşince, Johnson ve partisinin yıpranmasına ve kitleler nezdinde teşhir olmasına yol açtı.

Bu nedenle sermaye yeni bir yüze ve yeni bir siyasi seçeneğe ihtiyaç duyuyor. Corbyn’i anti semit diye yaftalayıp partiden ihraç etmekle, hem siyonist lobiyi hem de sermayeyi arkasına alabileceğini var sayan İşçi Partisi ve şefi, siyonistler ve sermaye için “en iyi” aday olarak göz doldurmaya çalışıyor.