İçindekiler:

5 Mart 2021
Sayı: KB 2021/Özel-09

8 Mart’ın çağrısı...
8 Mart’ta taleplerimizi haykıralım!
8 Mart’ın tarihsel anlamı ve güncel çağrısı
Burjuva toplumunda kadın hakları - H. Fırat
Emekçi kadınlar 8 Mart’ta mücadeleye!
Naciye Yoldaş’ın konuşması...
Kemalizme sol’dan taze kan kampanyası... İP’in ipliği - H. Fırat
Sarayın “el kaldır-el indir” meclisi!
Kazanmak için fiili meşru mücadele!
AKP’nin yeni sloganı: “İtibarda önlem olmaz”
DLB: Lise meclislerinde örgütlenelim!
Aşıda öncelik eğitimin tüm bileşenlerine!
AKP iktidarı yağmada sınır tanımıyor
Karabağ savaşından askeri muhtıraya
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sarayın “el kaldır-el indir” meclisi!

 

Irkçı-şoven histeriyi körükleyen AKP-MHP rejiminin gündeminde yine Kürt halkına ve hareketine karşı yeni saldırı hazırlıkları var. On yıllardır ırkçı-şovenizmi kışkırtan sermaye iktidarı, bir kez daha HDP’nin kapatılması, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve uyduruk dosyalarla zindanlara kapatılması için zemin hazırlıyor.

Kürt halkına ve onun siyasi temsilcilerine yönelik saldırganlık yeni değil elbette. HDP’nin eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ yıllardır zindanda tutuluyorlar. Onlarca milletvekili, belediye başkanı, il-ilçe yöneticileri görevlerinden alınıp zindanlara kapatıldılar. Tüm bu saldırılara rağmen Kürt halkının siyasi temsilcilerini inatla savunması, HDP’ye yönelik hesapları zora sokuyor. Irkçı-şoven histerinin dizginlerinden boşalmasının gerisinde aynı zamanda bu var. Öyle ki, faşist partinin şefi Bahçeli, Kürt halkının iradesini siyasi alanda temsil edecek bir parti ya da örgüte yaşama hakkı tanımayacak kapsamda bir saldırı öneriyor.

“Partilerin kapatılmasına karşıtlık” üzerinden demagoji yapan rejimin başı Erdoğan da hedefler konusunda faşist ortağıyla hem fikir. Sadece araç ve yöntemler konusunda daha “incelikli” yollar bulma arayışında. Irkçılığı körüklemek konusunda birbirleriyle yarışıyor, dalkavukları Perinçek’ten de destek alıyorlar. Irkçılıkta büyük bir mesafe kateden Perinçek, HDP’nin bir daha açılmamak üzere kapatılması gerektiğini sık sık dile getiriyor.

Partiyi kapatmadan önce felç etmenin daha uygun bir yol olduğunu varsayan Erdoğan, fezlekelerin bir an önce mecliste onaylanması için emir verdi. Adı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) olsa da, esas misyonu “saray noterliği” olan bu kurumun saygınlığı hiçbir zaman olmadığı kadar yerlerde sürünüyor. Yıllardır TBMM’yi “millet iradesinin simgesi” olarak tanımlayan AKP şefi, meclisi vesayetten kurtardığını bile iddia etmişti. “Şahsım rejimi”ni kurmuş bulunan Erdoğan’ın fezlekelerle ilgili açıklamasında bugün TBMM’ye biçtiği misyon ise yeterli açıklıktadır: Meclistekiler ellerini kaldırır-indirir, bu iş biter!

Bu denli pervasız bir söylemi cuntacı generaller bile kullanmamıştır. Belli ki AKP şefi Kürt hareketine saldırırken meclisi tümüyle kendisine bağımlı bir kurum derecesine indirmek istiyor. Meclis için kullandığı söylemler, itibarsızlaştırmanın vardığı boyutu gözler önüne seriyor.

***

Parlamenter sistemin bir tarafa itilmesi, tek adam diktasının tahkim edilmeye çalışılması, sermaye düzeninin çok yönlü krizlerini aşma konusundaki aczinin göstergelerinden biridir. Parlamenter sistem, biçimsel de olsa burjuva diktatörlüğe “demokratik yönetim” görüntüsü veriyordu. Sistemin imajı açısından tek adam diktasına tercih edilebilirdi. Ama düzenin çok yönlü krizi ve açmazları, sermayenin “demir yumruğu” misyonunu pervasızca yerine getiren bir dikta rejiminin tahkimatına imkan sağladı. Meclisin kapısına kilit vurmasalar da, içi boş bir kovuğa dönüştürdüler.

Kararların tek merkezden alınması, egemen sınıf olarak örgütlenmiş kapitalistlerin çıkarına uygundur. Erdoğan’ın pervasızlığı, kişisel çıkarları için devleti bir araç olarak kullanması, sultanlık hevesleri, yandaş sermaye gruplarına tanınan ayrıcalıklar vb. icraatlar elbette sermayenin bir kesimini rahatsız ediyor. Ancak bu rahatsızlık esasa ilişkin görünmüyor. Çünkü dinci-faşist rejimden görevi devralması umulun diğer düzen partilerinin, ekonomik, demokratik, sosyal haklar alanında bazı vaatlerde bulunsalar da, sistemin niteliğine ilişkin bir alternatif geliştirmek gündemlerinde bulunmuyor. Arada bir “güçlendirilmiş parlamenter sistem” sözü edilse de, bunun ne ifade ettiği bilinmiyor. Dikta rejimin belli alanlarda tıkanması, bir tür yönetememe krizine girmesi vb. eleştiri konusu edilse de, önerilen “çözümler” bu kokuşmuş sistemin aksaklıklarını gidermenin ötesinde bir anlam taşımıyor.

***

Parlamento, aktif olduğu dönemlerde de güdük olduğu dönemlerde de, misyonu gereği kapitalist sınıflara hizmet etmek zorundadır. Buna rağmen 1960’lı yıllarda dönemin Türkiye İşçi Partisi (TİP) mecliste 15 milletvekili ile temsil edilebilmiştir. Ancak düzen buna tahammül edememiş, seçim sistemi değiştirilerek TİP’in mecliste yer alması engellenmiştir. 1990’lı yıllardan bu yana HEP-DEP’ten HDP’ye uzanan 30 yıllık süreçte ise Kürt halkının mücadelesi siyasi temsilcilerinin meclise taşınmasını sağladı. Ancak kurdukları partiler defalarca kapatıldı. Kürtçe yemin eden milletvekilleri yaka-paça sürüklenerek gözaltına alınıp tutuklandı. Polis terörü ve kontr-gerillanın saldırıları hiç eksik olmadı.

30 yıl aradan sonra sermaye rejimi yine HDP’yi kapatma hazırlıkları yapıyor, milletvekillerini meclisten zindanlara taşıyor. Üstelik işler artık dikta rejimin tepesindeki tek adamın emriyle yürütülüyor. Hukuksal prosedürle uğraşma ihtiyacı dahi duyulmuyor. Geriye meclistekilerin el kaldırıp-el indirmeleri kalıyor.

İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halkların saldırıları püskürtmeleri, haklarını korumaları, yeni kazanımlara ulaşmaları ve bu mücadelenin geliştirildiği zeminde kapitalist sistemi tarihin çöplüğüne atabilmeleri ancak örgütlü devrimci mücadele ile başarılabilir. Koşullara göre elbette parlamento da istismar edilecektir. Ama hiçbir boş umut taşımadan, hiçbir temelsiz hayale kapılmadan...