İçindekiler:

28 Mayıs 2021
Sayı: KB 2021/Özel-20

Haramiler düzeninden hesabı emekçiler soracak!
Peker’in “kutsal devleti” ve pislik düzeni
İktidarın Gezi ve Kobanê hesaplaşması
Bekçi terörü tırmanıyor
Gerçekler er ya da geç topluma ulaşır!
AKP’nin kriz ve pandemi reçetesi zam
Haziran Direnişi ruhuyla mücadeleye!
Uzun çalışma süreleri işçinin ömründen çalıyor
Sinbo ve SML Etiket direnişleri 4. ayında
Tarihsel TKP’nin Kadrocu inkârı / 2 - H. Fırat
Bielefeld’de “Özgür Filistin” eylemi
İsrail saldırısının ardından…
İklim değişikliği ve “yeşil kapitalizm”
Dünyadan grev ve eylemler
BİR-KAR’dan dayanışma çağrıları
Ticarileşen eğitimde fırsat eşitsizliği büyüyor
Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İsrail saldırısının ardından…

E. Bahri

 

İsrail’in 11 gün boyunca Gazze’yi hunharca bombalaması ve Filistin halkının buna karşı geliştirdiği çok yönlü direnişin yankıları devam ediyor. Çatışma sonrası oluşan “yeni durum” sadece Filistin ve İsrail cephesinde değil, Arap medyasında da farklı bağlamlarda tartışılıyor. Keza Batı medyasında olaya dair makaleler yayınlanıyor. İsrail’in hamisi ve suç ortağı olan ABD emperyalizmi de sorunla daha yakından ilgilenmeye başlamış olacak ki, Joe Biden Dışişleri Bakanı’nı İsrail’e gönderdi.

Bu son çatışmaya kadar yapılan birçok “derin” analizde, Filistin davasının marjinal duruma düştüğü iddia ediliyordu. Eski ABD Başkanı Trump’ın “yüzyılın anlaşması” adıyla dayatmak istediği tasfiye planı, gerici bazı Arap rejimlerinin İsrail’le işbirliğini alenileştirmesiyle ivme kazanmış görünüyordu. Körfez şeyhlerinin borazanı olan medya “Düşman İsrail değil, İran” düşüncesini işleyip duruyordu. Irkçı Benyamin Netanyahu rejimi de bu vehme kapılmış olmalı ki, Kudüs’te etnik arındırma saldırısına hız verdi. Bununla da yetinmedi, Ramazan ayında El Aksa camisinde namaz kılmaya gelenleri kolluk kuvvetleriyle terörize etti. Filistin halkının sabrını test eden ırkçı saldırganlık, ummadığı bir direnişle karşılaştı. Bu direniş Netanyahu rejimine esaslı bir şamar indirdiği gibi, “derin” analizler yapan ırkçı-Siyonizm hayranlarını da hüsrana uğrattı. Bu olaydan sonra Körfez şeyhlerinin beslediği “gazeteci/analizci” takımının “İsrail dostumuz, esas düşman İran” tezini savunmaları kolay olmayacak.

Direniş Siyonistlerle suç ortaklarını şaşırttı

Irkçı Netanyahu rejiminin sergilediği küstahlık, etnik temizlik saldırısının ciddi bir direnişle karşılaşmayacağı varsayımına dayanıyordu. Hem bu yanılsamadan güç alarak hem yerlerde sürünen imajını düzeltme telaşı Siyonist şefi daha da küstahlaştırmış görünüyor. Oysa Şeyh Cerrah halkı ve El Aksa’daki tacizlere karşı başlayan direniş hızla yayılmış, kısa sürede daha militan, daha kitlesel bir nitelik kazanmıştır.

İsrail’in Şeyh Cerrah’ta ve El Aksa camisinde estirdiği terörü durdurması için direniş hareketi tarafından uyarılması bir ilkti. Netanyahu hükümetinin uyarıya yanıt vermemesi üzerine belirtilen saatte İsrail’e füze fırlatan direniş hareketi, işgalci ordunun yıkıcı saldırganlığına karşı direnebilecek bir hazırlık yaptığını kanıtladı.

Ne CIA ne MOSSAD böyle bir cüret bekliyordu. 15 yıldır kuşatma altında tutulan Gazze’yi 7/24 izleyen ABD-İsrail ikilisi, buna rağmen ortak direniş merkezini bulamadı ve özellikle hedef aldığı direniş liderlerine ulaşmayı başaramadı. Füze fırlatma saatleri önden bildirilmesine rağmen, İsrail savaş aygıtı bunu önlemekte aciz kaldı. İsrailliler ne güçlü ordunun ne de demir kubbenin güvenlik sağladığını yaşayarak gördüler.

Hal böyleyken ateşkesin ardından yapılan açıklamalarda Filistin direniş hareketinin silahlarının sadece Gazze’nin değil tüm Filistin halkının güvenliğini sağlamak için gerektiğinde kullanılacağının ilan edilmesi, Filistin direnişinde yeni bir evrenin başladığının ilanı da oldu. Bu cüreti ne Tel Aviv’in Siyonistleri ne de Washington’un emperyalistleri bekliyordu. Bunlara işgalci İsrail ordusunun heybetinin sarsılmasını ve dünya nezdinde ahlaki yönden çöküşünü de eklemek gerekiyor.

Siyonist rejimde işler karışık

Rejimin başı Netanyahu, Gazze’yi 11 gün boyunca bombaladıktan sonra ateşkes sağlanmasını “zafer” ilan etti. Ancak yapılan kamuoyu yoklamaları, İsraillilerin bu yalana pek inanmadıklarını gösterdi. Örneğin İbranice yayın yapan “Kanal 12” tarafından gerçekleştirilen kamuoyu yoklamasının sonuçları, İsrail halkının yaklaşık %70’inin İsrail’in Filistin direnişine karşı savaşta zafer kazandığına inanmadığını gösterdi.

Onlarca yıldan beri “kan dökerek prestij kazanma” politikası izleyen Netanyahu, Siyonist rejimin siyasi kriz içinde olmasından da faydalanarak dört kez başbakan oldu. Burnuna kadar yolsuzluk ve rüşvet bataklığına sağlanmasına rağmen, başbakanlık koltuğuna oturarak paçasını kurtardı. Ancak bu defa bunu başarması kolay görünmüyor. Zira hem Siyonist medya hem de rejimin eski şefleri, Gazze’ye saldıran Netanyahu’nun İsrail’i büyük sorunlarla yüz yüze getirdiğini söylüyor.

Örneğin rejimin eski Güvenlik Bakanı Avigdor Lieberman, Gazze ile yaşanan son çatışmanın İsrail’in caydırıcı gücünde keskin bir düşüşe yol açtığını belirtiyor ve “Peki Hizbullah’la çatışmaya girersek ne olacak?” sorusuyla, Siyonistlerin yaşadığı tedirginliği dile getiriyor.

Haaretz gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Aluf Benn, Netanyahu’nun başlattığı çatışmayı, “İsrail’in gelmiş geçmiş en başarısız ve anlamsız Gazze operasyonu” olarak nitelendiriyor ve ordunun Hamas’ın güçlerini nasıl felç edip dengesini bozacağına dair hiçbir fikri olmadığını savunuyor.

Yine Haaretz gazetesi, Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki son saldırılar sırasında çok önemli ve dikkate değer bir başarı kaydettiğini ve başarının İsrail’e atılan çok çeşitli roket ve havan mermilerinde temsil edildiğini yazdı.

İsrail’de yayın yapan Kanal 11 ise, İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne düzenlediği operasyonunun duvarları korumak yerine duvarları kırdığını belirtti.

“Başarıda denge Hamas lehine dönüyor” başlıklı bir makale yazan eski Siyonist Genelkurmay Başkan Yardımcısı Yair Golan, İsrail’in stratejik başarısızlığının füze tehdidini engellemekte aciz kalması olduğunu söylüyor ve gelecekte tehlikenin daha da artacağına dikkat çekiyor.

Bu ve benzer yorumların yaygınlığı, Filistin halkının ummadıkları bir direnişle saldırılara karşılık vermesinin Siyonistleri nasıl da tedirgin ettiği hakkında fikir veriyor.

“Toprak gaspı politikası” uygulanamıyor

Siyonist proje baştan beri toprak gaspına dayandırıldı. Zira ele geçirilmek istenen Filistin topraklarında binlerce yıldan beri yaşayan bir halk var. Bundan ötürü Siyonistler bir asırdan beri Filistin topraklarını gasp edip Yahudi yerleşimcilere tahsis ediyorlar. Bu politika, her şeye rağmen İsrail kurulana kadar pek etkili olamadı. Örneğin 1948’de BM kararıyla Filistin parçalanıp İsrail kurulduğunda, Yahudilerin sahip oldukları topraklar ancak %7 civarındaydı. Halihazırda ise bu oran %80’i aşmış durumda. Buna rağmen İsrail halen toprak gasp edip Yahudi yerleşimcilere tahsis etmeye çalışıyor. Son büyük direnişi işte bu küstahlık tetikledi.

Şeyh Cerrah Mahallesi sakinlerinin etnik temizlik saldırısına karşı başlattığı direnişin Filistinlilerin yaşadığı tüm alanlara yayılması, toprak gaspını esas alan politikanın artık sürdürülemez olduğunu gösterdi . Evlerini Yahudi yerleşimcilere, inşaat şirketlerine ve polis terörüne karşı savunan Filistinliler toprak gaspına dur demek istiyorlar.

Elbette İsrail toprak gasp etmekten vazgeçmiş değil. Nitekim hem Şeyh Cerrah’taki hem de Kudüs’ün diğer mahallelerindeki Filistinlileri evlerinden atma saldırısı devam ediyor. Bu ise direnişin ve çatışmanın devam etme ihtimalini güçlendiriyor. Zira Filistinliler artık daha etkili bir şekilde evlerini ve topraklarını savunacak bir moral güç kazanmış görünüyorlar.

“Kudüs artık kırmızı çizgi”

 Sadece “direniş ekseni” değil, Siyonistler de “yeni bir durum” olduğunu kabul ediyorlar. İsrail halen yıkıcı, küstah, emperyalistlerden destek alan işgalci bir güçtür. Bununla birlikte moral açıdan da, siyasi açıdan da, meşruiyet açısından da zayıflamış durumda.

Siyonistlerin propaganda aygıtları İsrail’in “güvenli, müreffeh, demokratik” olduğu masalını yıllarca pazarladılar. Amaçları dünyanın farklı ülkelerindeki Yahudileri, Filistinlilerden gasp ettikleri topraklara çekmektir. Son dönemde tersine göçün artması, Siyonist rivayetin çöküş sürecinde olduğuna işaret ediyor.

Son çatışmanın ardından, tersine göçün artması bekleniyor. Çünkü İsrail’in pek de güvenli olmadığı görüldü. Bu arada İsrail ordusunun işgal ettiği Güney Lübnan’dan kovulmasından hareketle ilan edilen “Zafer ve özgürlük bayramı” vesilesiyle konuşma yapan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Siyonistlerle çatışmanın kurallarını yeniden çizdi. Nasrallah, Kudüs ve El Aksa’nın kırmızıçizgi olduğunu ilan etti .

Siyonist rejime hitaben “Ya Kudüs ve El Aksa’yı vereceksiniz ya da bölgesel bir savaşı göze alacaksınız” şeklinde konuşan Nasrallah, bölgesel bir savaşın ise İsrail’in yıkılmasıyla sonuçlanacağını öngördüğünü söyledi. Buna göre Gazze’deki direniş güçleri Kudüs için devreye girdiği gibi, Lübnan’daki direniş güçleri de gerekirse Gazze için devreye girecek. Nasrallah, bunun ardından da duruma göre “direniş ekseni” cephesine dahil tüm güçlerin devreye girebileceğini iddia ediyor. Bu ise bölgesel bir savaş demektir. Göründüğü kadarıyla “direniş ekseni”, İsrail’le son çatışmayı Kudüs’ü kurtarma savaşında bir kilometre taşı olarak değerlendiriyor .

İsrail’in toprak gaspı ve etnik temizliğe dayalı politikadan vazgeçmesi kolay değil. Buna karşın Filistin halkı, Filistin direniş hareketi ve müttefikleri, bu politikayı direnişle engelleyeceklerini söyleyerek, kararlılıklarını ilan ediyorlar. Bu ise, bölgede yeni çatışmaların yaşanması ihtimalini güçlendiriyor.

 

 

 

 

 

Mali’de yeniden darbe…

Askerler geçici hükümet üyelerini tutukladı

 

Batı Afrika ülkesi Mali’de askerler Devlet Başkanı, Başbakan ve Savunma Bakanı’nı tutukladı.

Mali’de 18 Ağustos 2020’de başkent Bamako’ya 15 kilometre mesafedeki Kati garnizonunda silah sesleri duyulmuş, daha sonra ülkenin Devlet Başkanı İbrahim Boubacar Keita’nın askerler tarafından tutuklandığı bildirilmişti. İstifaya zorlanan Devlet Başkanı Keita, devlet televizyonundan kısa bir konuşma yaparak, istifasını açıklamıştı. Alıkonulan ve istifa ettirilen devrik Devlet Başkanı, birkaç hafta alıkonulduktan sonra serbest bırakılmıştı.

Darbenin ardından kurulan geçiş hükümeti, Şubat 2022’de genel seçimlerin yapılacağını ve askeri vesayetin son bulması için yeni bir “geniş tabanlı bir mutabakat kabinesinin kurulacağını” duyurmuştu.

Geçiş hükümeti Başbakanı Ouane’nin kabinesi 14 Mayıs’ta istifa etti. Darbeden birkaç saat önce, yeni bir kabine atandı. Kurulan yeni kabinede, askeri cuntanın iki üyesi olan eski Savunma Bakanı Sadio Camara ve eski Güvenlik Bakanı Albay Modibo Kone kabine dışı kaldı.

Yeni kurulan geçiş hükümetine de darbe yapan ordunun, Devlet Başkanı Bah N’Daw, Başbakan Moctar Ouane ve Savunma Bakanı Souleymane Doucoure’nun da aralarında olduğu siyasetçileri tutuklayarak, başkent Bamako’nun dışındaki Kati’de bulunan bir askeri üsse götürdüğü bildirildi.

Mali’de yaşananlar uluslararası alanda sert eleştirilere neden olsa da hükümet üyelerinin tutukluluk hali devam ediyor. Darbe nedeniyle, Şubat 2022’de yapılması öngörülen genel seçimlerin yapılıp yapılmayacağı da belirsizliğe sürüklenmiş bulunuyor.

Uluslararası tepkiler

Yeni darbeye dünyanın dört bir yanından tepkiler yağdı. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, Batı Afrika Ekonomik Topluluğu, AB, ABD ve İngiltere, politikacıların tutuklanmasını kınayan açıklamalar yaptılar ve siyasetçilerin “anında ve koşulsuz serbest bırakılarak grevlerine dönmesini” istediler.

BM Genel Sekreteri António Guterres, Mali hükümet liderlerinin “derhal serbest bırakılması”çağrısında bulundu.

Mali’nin istikrarsızlığında Fransa’nın rolü

Mali 1960’a kadar Fransa’nın sömürgesi idi. 1960’da bağımsızlığına kavuşan Mali’de bağımsızlık mücadelesinin ürünü olan ve kendisini Marksist-Leninist olarak tanımlayan bir yönetim söz konusu idi.

Fransa, eski sömürgesinde sözde de olsa ML bir yönetimin iktidara gelmesini hiç hazmedemedi. Mali’yi ve Mali üzerinden Batı Afrika’daki eski sömürgelerini istikrarsızlaştırmak için sürekli çaba harcadı. Cezayir üzerinden Mali’deki cihatçı terörist grupları silahlandırarak, bunlar üzerinden ülkenin kaynaklarını talan etmeyi başardı.

Fransa bu işte yalnız değildi elbette. Mali ve komşusu olan ülkelerde nüfuz alanlarını genişletmek isteyen öteki emperyalist odaklar da ülkedeki istikrarsızlıkta birinci dereceden sorumludurlar.

Dolayısıyla Mali’de son yaşananlarla ilgili olarak “uluslararası güçler” tarafından yapılan çağrılar sahtekarcadır ve samimiyetten uzaktır.