İçindekiler:

8 Ağustos 2021
Sayı: KB 2021/Özel-28

Çevresel yıkıma karşı mücadeleye!
Esas felaket yangınlar mı?
AKP’nin “mülteci seviciliği”
İktidarın “anti-emperyalistliği”
Irkçı katliam protesto edildi
Gelin canlar bir olalım...
Gerçekleri yazmaktan vazgeçmeyeceğiz
Ankara yürüyüşü saldırılara rağmen sürüyor
Yasal haklarımız ve daha fazlası için...
Burjuva devrimleri, cumhuriyet ve “piyasa” / 2 - H. Fırat
Reşat Fuat Baraner: Yarım yüzyıllık devrimci yaşam!
İran’da işçi sınıfı ve emekçi kitleler ayakta!
Afganistan: Emperyalist işgalin 40. yılı
Tokyo Olimpiyatları üzerine
İklim değişikliği ve yaklaşan “felaket”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Emperyalist işgalin 40. yılı ve
Afganistan’ı bekleyen gelecek

D. Meriç

 

ABD ile NATO’nun işgalci güçlerini çekmeye başlaması ve Taliban güçlerinin bir kez daha ülkenin büyük bir bölümüne hakim olması, Afganistan’ın yeniden gündeme gelmesine vesile oldu. ABD’nin kanlı elleriyle ülkeyi karıştırmasıyla başlatılan çatışmalar 40 yıldır devam ediyor. Olaylar,  Nisan 1978’de dönemin Sovyetler Birliği’nin desteklediği Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin iktidara gelmesiyle büyüdü. Sovyet yanlısı hükümete karşı ABD Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) ile Pakistan’ın Servisler arası İstihbarat (ISI) örgütü tarafından organize edilen cihatçı terör eylemleri başlatıldı. Cihatçı terörle baş edemeyen hükümet 1979 yılında Sovyetler Birliği’nden yardım istedi. Kızıl Ordu’nun Afganistan bataklığına çekilmesi CIA’in planıydı. O dönemde Moskova’da işbaşında bulunan Brejnev yönetimi bu tuzağa düştü.

Kızıl Ordu’nun Afganistan’a girmesiyle ABD, Pakistan, Suudi Arabistan ortaklığı ile “komünizme karşı cihat” propagandası başlatıldı ve Arap kökenliler başta olmak üzere Müslüman halklara mensup binlerce kişi Afganistan’a taşındı. Suudi Arabistan’ın finanse ettiği, Vahhabi ideolojisiyle zehirlenmiş, CIA-ISI güdümünde cihatçı terör taburları organize edildi. O dönemde Sovyetler Birliği ile sorunları olan Çin yönetimi de cihatçı teröre destek vermişti. 10 yıl süren çatışmaların ardından Kızıl Ordu çekildi. Bu süreç Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen öncesine denk düşmüştü.

“Komünizme karşı savaş” için Afganistan’a gelen Usame Bin Ladin, Sovyetler Birliği’nin çekilmesinden sonra savaşa katılan cihatçılardan El Kaide’yi kurup sahneye çıktı. Emperyalist müdahalenin ardından Afganistan, halen aktif olan bütün cihatçı terör örgütlerinin ürediği bataklık oldu.

***

ABD, Pakistan ve Suudi Arabistan, Sovyetler Birliği’yle iyi ilişkiler geliştiren Afgan hükümetine karşı provokasyonları 1975’te organize etmeye başladı. 1978’de cihatçı terör eylemleri tırmandırıldı. 1979’dan itibaren ise, Sovyet müdahalesi bahane edilerek Suudi Arabistan’ın maddi, Pakistan’ın lojistik desteği ve CIA’in koordinatörlüğünde küresel cihat seferberliği ilan edildi. Savaştan kaçıp Pakistan’a sığınan 2 milyonu aşkın Afgan mülteci, Pakistan’da sayıları 13 bini bulan medreselerde, CIA tarafından eğitildi. 1989’a kadar 80 bine yakın cihatçı eğitildi, donatıldı ve Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa sürüldü. Bu kirli savaş için 12 milyar dolardan fazla para harcadılar.

1989’da Sovyetler Birliği çekilmiş, Afganistan Demokratik Cumhuriyeti üç yıl içinde yıkılmış yerine kurulan Afganistan İslam Devleti’nin başına Rabbani getirilmişti.

***

CIA komutasında Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ni yıkan cihatçı savaş ağalarının derdi hiç de din filan değildi. Zira tümü de benzer ideoloji ve zihniyete bağlı olan çok sayıda cihatçı örgüt yıllarca birbirini boğazladı. Yedi yıl süren boğazlaşmanın ardından ABD-Pakistan-Suudi Arabistan rejimlerinin Pakistan’da organize ettiği Taliban hareketinin Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi sağlandı. Bu cihatçı hareket 1996’da başkent Kabil’i ele geçirdi. 1996-2001 yılları arasında Taliban saflarına 80 ila 100 bin arasında kişinin katıldığı tahmin ediliyor. ABD Dışişleri’nin tahminlerine göre bunların yaklaşık yüzde 30’u Pakistanlıydı.

İktidarı ele geçiren Taliban hükümetini tanıyan üç ülke vardı: Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan. Taliban başlangıçta rahatsız olduğu El Kaide ile ittifak kurdu. Afganistan’da Amerika-Pakistan uyumu bozuldu. ABD Dışişleri’nin 26 Eylül 2000 tarihli gizli yazışmasına göre İslamabad’ın Taliban’a desteği hala sürüyordu. Amerikalılar Usame bin Ladin’i almak için bir yandan İslamabad’a baskı yaparken diğer yandan Taliban’la görüşüyordu. 11 Eylül 2001 saldırılarını bahane eden Bush yönetimi, Ladin’i vermezse Taliban’ı devirmek için her şeyi yapacağını ilan etti. Taliban anlaşmaya hazır olduğunu belirttiği halde ABD ile İngiliz emperyalistleri 7 Ekim 2001’de “Ebedi Özgürlük Hareketi” adı altında Afganistan işgalini başlattılar.

ABD, Türkiye dahil 11 devleti savaş/işgal suçuna ortak etti. 2001’de BM Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne (ISAF) ise 34 ülke katıldı. Afganistan işgaline Çin, Rusya ve İran’ın da desteği vardı. 2006’dan itibaren operasyon NATO şemsiyesi altına alındı. Süreç içerisinde yeniden toparlanan Taliban’ın hamlelerine işgalci güçlerin sayısı arttırılarak yanıt verildi. 2010’a gelindiğinde yabancı güçlerin sayısı 150 bini geçmişti, 100 bini Amerikalıydı. İzlenen stratejiye göre çekilmek için Taliban ezilmeliydi. Obama yönetimi 2012’de çekilmeyi gündemine aldığında Afgan hükümetini Taliban’la görüştürme denemeleri başarısız oldu.

***

Resmi olarak savaş 2014’te bitirildi. Sorumluluk ABD’nin kurduğu kukla hükümetin askeri güçlerine bırakılırken ISAF’ın yerini alan NATO, “Kararlı Destek Operasyonu” adı altında işgalini 12 bin 500 askerle sürdürdü. Bu ortamda Trump yönetimi “sonsuz savaşlara son verme” vaadi çerçevesinde Taliban’la masaya oturup 29 Şubat 2020’de anlaşma sağladı. Buna göre; tutsaklar bırakılacak, terör örgütlerine üs verilmeyecek, Taliban ile hükümet arasında barış görüşmeleri başlayacak ve yabancı güçler 1 Mayıs 2021’e kadar çekilecekti. ABD’nin yeni Başkanı Joe Biden 13 Nisan’da, 1 Mayıs takvimini gerçekçi bulmayıp çekilme sürecini 11 Eylül saldırılarının yıl dönümüne kadar uzattı.

Anlaşmaya rağmen hükümet güçlerine saldıran Taliban, aldığı sözlerin tutulmamasını gerekçe göstererek Katar’ın başkenti Doha’da yapılan görüşmeleri askıya aldı. Buna rağmen ABD, Taliban güçlerinin Afganistan’ın büyük bir kısmını işgal etmesine göz yumdu.

Son iki ayda vilayet merkezleri hükümetin elinde olsa da Taliban 133 ilçeyi işgal etti. Mevcut tabloya göre, 407 ilçenin 190’ı Taliban’ın elinde. Kırsal alanların ise büyük bir bölümünü kontrol ediyor. ABD’nin kurduğu kukla hükümet Kabil’de bile güvenliği sağlayamıyor. Son olarak ülkenin ikinci büyük kenti Kandahar’ı kuşatan Taliban güçleri, havaalanına roketlerle saldırarak uçuşları engelledi. Artık ülkenin hakimi gibi hareket eden Taliban şefleri, Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nı “koruma” önerisine “Tüm işgal güçleri çekilmeli” diyerek karşı çıkıyor. 

Kabil Havalimanı’nın korunması ABD için büyük önem taşıyor

Emperyalistlerin işgalci askerlerini Afganistan’dan çekmeleri onların kirli planlarının bittiği anlamına gelmiyor. Bu nedenledir ki, ABD Başkanı Joe Biden, Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani ve Milli Uzlaşı Yüksek Konseyi Başkanı Abdullah ile Beyaz Saray’da bir araya geldi. Basına kapalı gerçekleşen toplantı öncesi kameraların karşısına çıkan Biden, NATO askerlerinin çekilmesi sonrası ABD’nin Afganistan’a diplomatik desteğinin süreceğini söyledi.

Toplantının ardından basın mensuplarıyla konuşan Gani ise, ABD ile Afganistan arasındaki ortaklıkta yeni bir aşamaya girildiğini ifade etti. “Birlik ve beraberliği sağlamaya kararlıyız” diyen Gani, ABD ile ilişkilerin, karşılıklı çıkarlara dayanan kapsamlı bir ortaklık olacağını iddia etti.

ABD Savunma Bakanlığı ise Kabil hükümetine lojistik ve istihbarat desteğinin devam edeceğini duyurdu. Bu bağlamda Kabil Havalimanı’nın korunması, sivil ve askeri uçakların inip kalkabilmeleri hayati bir önem kazanıyor. Sınır kapılarının Taliban güçleri tarafından kontrol altına alınması, havaalanının önemini daha da arttırıyor.

Emperyalist efendilerinin bu ihtiyacını gören dinci-faşist AKP-MHP iktidarının şefi Tayyip Erdoğan, Kabil Havalimanı’nın bekçiliğine hazır olduğunu ilan etti. Bu hizmeti yaparak Biden yönetimi ile yaşadığı sorunları gidermeye çalışıyor. Bu tehlikeli adımı atan Erdoğan, Biden’a Kabil’deki Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’nın güvenliğini üstlenmeye devam etmeyi teklif etti. Türk sermaye devletinin sözcüsü Erdoğan, bu adımla hem emperyalist efendilerine sadakatini ispatlayacak hem yayılmacı heveslerine uygun olarak Afganistan’da askeri güç bulundurabilecektir. 

Tayyip Erdoğan’ın teklifi ABD’ye cazip geldi. Çünkü Kabil’deki çıkarlarına bekçilik yapacak bir güce ihtiyacı var. Nitekim Erdoğan’ın bu alçaltıcı göreve talip olmasının ardından açıklama yapan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Erdoğan ve Biden’ın, Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nın güvenliğinin sağlanmasında öncü rol üstlenmesi konusunda uzlaştıklarını söylemişti. Erdoğan bu hizmetleri karşılığında ABD ile yaşadığı sorunları gidermeyi, Biden ile ikili bir kanal geliştirmeyi ve ABD’de Türkiye için sorun yaratacak dosyaları kapattırmayı ummaktadır.

ABD Afganistan’dan çekilirken Taliban güçlü bir şekilde geri dönüyor. Amerikan askerleri 11 Eylül’de tamamen çekildiğinde ABD diplomatik, istihbarat ve özel güvenlikçi ağıyla ülkede etkisini devam ettirmeyi umuyor. Bunun için de sahada müttefik bir unsurun varlığı hayati önem arz ediyor. Ayrıca siyasi süreçleri etkileyecek özellikle de Taliban’la çalışıp onu uyumlu hale getirecek ortaklara ihtiyacı var. ABD’nin bu planları için Türkiye kullanılmaya en uygun aday ülke durumunda. “Yerli/milli” AKP-MHP iktidarı ise buna dünden hazır. Ancak Taliban Sözcüsü Zabihullah Mücahit’in yaptığı açıklamalar bu planların çok kolay uygulanamayacağına işaret ediyor. Sputnik’e açıklama yapan Mücahit, Türkiye’nin Kabil Havalimanı’yla ilgili kararına karşı olduklarını belirterek “Biz Türkiye’nin tutumuna halihazırda itiraz ettik ve ABD çekildikten sonra diğer yabancı güçlerin bu ülkede hiçbir gerekçeyle kalmalarına izin vermeyeceğiz” dedi.

Afganistan, emperyalistlerin çatışma sahası olmaya aday

Taliban ile yu¨ru¨tu¨len barış go¨ru¨s¸melerinden sonuç çıkmadı. Bir başka ifadeyle ABD ve NATO askerleri, Taliban ile bir barış anlaşmasına varılmadan Afganistan’dan çekilmeye başladı. ABD’nin çekilmesi ile Taliban’ın saldırıya geçip kontrol ettiği bölgeleri genişletmesi bir oldu. Bu da AKP-MHP rejiminin heveslendiği bekçilik işini daha da zorlaştırıyor. Üstelik Afganistan’da sadece ABD değil Rusya, Çin, İran gibi güçler de var.

Taliban’ın tavrı ve projesi açık bir şekilde Ocak sonunda Rusya’yı ziyaret eden temsilcileri tarafından açıklanmıştı. Rusya ile Taliban arasında silah yardımı da dahil çok sıkı ilişkiler bulunduğu belirtiliyor. C¸in’in de uzun suredir hem Afgan hükümeti hem de Taliban’la doğrudan teması var. Afgan hükümetiyle, pratikte güvenlik sorunları sebebiyle başlatılamamış olsa da, çeşitli altyapı ve enerji yatırımı anlaşmaları olan Pekin, ülkeyi Pakistan ve I·ran üzerinden dünyaya açılan ticaret yollarının önemli bir parçası olarak görüyor. Çin basını, Taliban sözcüsü Süheyl Şahin’in “Çin’i dost ülke olarak gördükleri ve C¸in’in Afganistan’daki yatırımlarının bir an önce başlaması yönündeki taahhütlerini yerine getirmesini beklediklerine” dair sözlerini haberleştirdi. Ayrıca Afganistan’daki Şii azınlığın gördüğü baskılar nedeniyle Taliban’la ilişkileri kopuk olan İran da son yıllarda bu Vahhabi örgütle ilişkilerini geliştirmiş görünüyor.

Rusya ile C¸in’in önünü kesmek için ABD açısından tahkim edilmesi gereken Afganistan-Hindistan ekseni önemini koruyor. ABD, 20 yıllık savaştan sonra doğalgaz, petrol ve maden rezervleriyle kıymete binen Asya’daki olası jeo-stratejik değişimleri baltalamaya çalışacak. Keza, ABD’ye bağlı sayıları 18 bini bulduğu söylenen paralı askerler ülkeyi terk etmiyor. Hizmetindeki kukla hükümetin paralı ordusu ve uyuşturucu baronları ABD’ye hizmet etmeye devam ediyor. Yine de işgal güçlerinin çekilmesi ABD’nin konumunu zayıflatırken Rusya ile Çin’in etki alanları genişliyor. Bu sebeplerden dolayı Afganistan emperyalist güçlerin çıkarlarının çatıştığı bir alan olmaya devam etmektedir.

 

 

 

 

 

Almanya’dan Asya-Pasifik’e...

 

Dünyada giderek keskinleşen emperyalist rekabet ve paylaşım mücadelesinde Asya-Pasifik çelişkilerin keskinleştiği coğrafyalardan biri olarak öne çıkıyor. Bu bölgede emperyalist güçler arasındaki hegemonya mücadelesinin, askeri gerilim ve çatışmaların giderek sertleşeceğinin işaretleri çoğalıyor.

Zaten daha şimdiden çok önemli çatışmaların ve gerilimlerin sahnesi haline gelmiş olan bölgede, ABD emperyalizmi, küresel hegemonyasını tesis etmek adına hamleler yapıyor. Bunun için de bitmek bilmeyen askeri tatbikatlar dizisi birbirini izliyor.

ABD silahlı kuvvetlerinin şu anda Pasifik’te yürütmekte olduğu veya henüz tamamlamış bulunduğu bir dizi savaş tatbikatları söz konusudur. Müttefik devletlerin askerleri bu tatbikatların çoğuna katıldığı gibi kendilerinin de düzenlediği tatbikatlar var. Özellikle Avrupalı emperyalistlerden Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya bunların başında geliyor. Önemli bir emperyalist dünya gücü olan ve dünya hegemonya mücadelesinde etkin bir rol oynamak isteyen Alman emperyalizmi de buna uygun adımlar atıyor. Geçtiğimiz günlerde Alman savaş gemisinin Asya-Pasifik’e doğru yola çıkması da bu yöndeki adımların son örneği oldu.

Hedef “uluslararası düzeni koruma sorumluluğunu almak”

Alman savaş gemisi “Bayern” fırkateyni 2 Ağustos’ta Wilhelmshaven’daki deniz üssünden yola çıktığında, “Alman dış politikasında yeni bir sayfanın açıldığını” iddia eden yorumlara konu edildi. Alman devletinin Asya-Pasifik bölgesine “yaklaşık yirmi yıldır ilk kez” savaş gemisi gönderdiği ifade edilirken, Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer bu geziyi “istikrar, refah ve kurala dayalı, çok taraflı bir düzenin sembolü” olarak nitelendirdi.

Dışişleri Bakanı Heiko Maas da “uluslararası hukuka uyumu sağlamak ve güvenliği güçlendirmek” için ortaklarla birlikte çalışmak istediğini söyledi. Maas, “Bunu şekillendirmeye yardımcı olmak ve kurallara dayalı “uluslarası düzeni koruma sorumluluğunu almak istiyoruz” iddiasında bulundu. Maas, geleceğin uluslararası düzeninin şekillenmesine Hint-Pasifik’te karar verileceğini de sözlerine ekledi.

Wilhelmshaven’daki deniz üssünden 200’den fazla askerle ayrılan ve yaklaşık 7 ay boyunca seyahat edecek savaş gemisinin Afrika’dan Singapur’a, Japonya’ya, Güney Kore’ye ve Avustralya’ya uğrayacağı ifade ediliyor. Savunma Bakanlığı, bunun bir operasyon değil, “varlık ve eğitim gezisi” olduğunu ileri sürdü.

Alman emperyalizminin sözcüleri Maas ve Kramp-Karrenbauer, açıklamalarında özellikle Çin’e karşı saldırgan bir tutum kullanmaktan kaçınsa da “Bayern” fırkateyninin yolculuğu, Çin’in bölgedeki hegemonyasına karşı bir girişimdir. Zira Japonya ve Güney Kore gibi devletler, “Çin tehdidi altında” olduklarını savunarak ABD, Almanya gibi ortaklarından daha fazla destek bekliyor.

Bununla birlikte Çin de son yıllarda emperyalist nüfuz mücadelesinde askeri açıdan atılımlar gerçekleştirdi. Küresel dış ticaretin yüzde 90’ının geçtiği Hint ve Pasifik okyanusları ve Çin, “ihracat ülkesi” olan Almanya tarafından da yakından izleniyor. Bu “gezi”yle birlikte Alman emperyalizminin sözcülerinin ortaya koyduğu hedefler, Alman devletinin Hint-Pasifik’te daha etkin olmayı hedeflediğini ortaya koyuyor. Alman Dışişleri Bakanı Maas’ın ortaya koyduğu “uluslararası düzeni koruma sorumluluğunu alma” iddiası da bu emperyalist hedefin dolaysız bir ifadesidir.