İçindekiler:

26 Eylül 2021
Sayı: KB 2021/Özel-34

Üniversiteler açılırken…
Gençliğe dair yalanlar ve gerçekler
Bu çürümüş düzeni barındırmayacağız!
Parasız, nitelikli, ulaşılabilir barınma!
“Barınamayanlar”a karşı yalanlar
Yüz yüze eğitimde önlem yerine boş vaaz!
İktidar sona yaklaştıkça saldırganlaşıyor
İşçi Emekçi Mitingi deklarasyonu
AdkoTurk ve Bel Karper işçilerine saldırı
Sinan ve Dersim - Baki Duman
EKİM - Teslim Demir
İki eğilim ve sosyalizm
Sosyal medya saldırısı Meclis’te
“Hapishaneler her kesimi ilgilendiriyor”
AUKUS paktı
“MED9 Zirvesi” ve Türkiye
Hayatı havalandıran Abdal
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sinan ve Dersim

Baki Duman

 

Baki Duman’ın önümüzdeki aylarda yayınlanacak Sinan ve Dersim/Bir Dönemin Tanıklığı başlıklı hacimli kitabının başlangıç bölümünden alınmıştır...

 

1

Sinan

 

Anadolu’nun en yoksul ve en çok acı çekilen bölgelerinden birinde doğdu. Ortaokul yıllarında oynadığı futbolla dikkatleri çekmişti. 1960’lı yılların sonunda okuduğu lisenin futbol takımında oynadığında ise izleyen çok kimse onun gelecekte bir büyük futbolcu olacağını, büyük bir takımda oynayacağını ve muhtemelen milli formayı giyeceğini düşünürdü. Fakat bu lise öğrencisinin büyük düşü hiç de büyük futbolcu olmak değildi. Futbol oynamayı elbette seviyordu. Ama onun ideali tüm insanlar için yaşanabilir bir dünyanın yaratılmasıydı. Üniversite yılları devrimci hayalleri peşinde koşmayı giderek bir yaşam biçimine dönüştürdüğü yıllar oldu.

Toprak oluştuğunda üzerinde sınır çizgileri yoktu. Onu bölmek de insanlara düşmezdi. Doğanın sunduğu imkân ve zenginlikler bütün insanlar içindi. Su, ekmek, et, yakacak ve giyecek, kısaca insanın insan olarak yaşaması için ihtiyaç duyduğu her şey herkese yetecek kadar vardı. Bütün sorun mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerindeydi. Yoksulluğu özel mülkiyet, bunun ürünü açgözlülük yaratıyordu. Anadolu halklarının makus talihi yenilmeliydi. Yepyeni bir dünyada kardeşçe bir yaşam mümkündü. Bu da ancak kurulu toplumsal düzenin yıkılması, emekçilerin toplumun kaderine el koymasıyla mümkündü.

‘71 devrimci gençlik hareketinin devrimci önderleri çatışmalarda, darağaçlarında ya da işkencelerde peş peşe öldürüldüklerinde, Sinan hayatının sonraki bölümünü nasıl yaşayacağına dair kesin kararını verir. 12 Mart zulmünü protesto hareketlerinin içinde siyasi polisin hedefi olur. Ankara’da polis tarafından alınır, Dersim’e götürülerek zindana atılır. Zindandan çıktığında kararı kesindir: Sinan Cemgil’in Nurhak’ta taşıdığı bayrağı devralacaktır. Hazırlıklara girişir. Kuvvet toplanacak, gerilla savaşı yeniden başlatılacaktır.

Aradan umut ve heyecan dolu fırtınalı dönemleri de kapsayan uzun onyıllar geçti. Henüz bir liseli öğrenciyken başlayan devrimci yolculuğunun tedavi gördüğü hastanede sonlanacağını, oğlunun “baba sana birazdan bir ilaç verecekler fakat...” diyerek açıklama yapmaya çalışmasından anlamıştı. “Yorma kendini, demek buraya kadarmış” demiş, eklemişti: “Ağlamak yok! Amcan Hıdır’dan biraz uzakta kalacak ama, yoldaşların yanına, İzmir’e gitmek isterim. Yine de son kararı partim versin.”

Artık dönüşü olmayan bir yola gideceğini anladığında bile partisinin iradesine tabi olmayı seçmişti. Kendisi için hiç yaşamayan, sahip olduğu her şeyi davasının hizmetine veren, ölüm karşısında inanılmaz ölçüde sakin ve soğukkanlı bu irade sahibi kimdi gerçekten?

 Adı nüfus kütüğünde Teslim Demir, akranlarının ifadesiyle Teso’ydu. Dersimli yoldaşları ona “hoca” derken, devrimci çevreler “Tahsin Hoca” olarak bilirlerdi. TDKP’de “Kara” olarak tanınırdı. TKİP’de “Sinan”, son yolculuğuna çıktığında ise Türkiye devrimci hareketinin “Sinan Hoca”sıydı.

Sinan adını muhtemelen Sinan Cemgil’den almıştı. Doğrusu yalnızca davasına bağlılığı ile değil fakat aynı zamanda geleceğe ilişkin öngörüleri ile bu isimle özdeşleştiğini gösterdi. Sinan Cemgil’in Nurhak dağlarındayken “kitlelerden kopuk eylem çizgisi”nin yanlışlığını dile getirdiği, fakat o aşamada geri dönüşün içerdeki yoldaşlarına ihanet olacağını vurguladığı söylenir. Sinan ise 1982’in başında Metris’te tutsak olduğu sırada, eldeki güçlerin metropollerdeki emekçi yığınların devrimci tarzda örgütlenip harekete geçirilmesine yöneltilmesinin geleceği kazanmanın zorunlu bir ilk adımı olduğunu, aksi halde devrimin hayal olacağını ifade etmişti. Değerlendirilebilecek bütün güçler zaman geçirilmeksizin metropollere, özellikle de sanayi sektörüne yığılmalıydı. Bu devrimci bir sınıf partisi yaratmak ve devrimci bir iktidar mücadelesi için zorunlu bir ilk adımdı.

 12 Eylül yenilgisini köklü ve kapsamlı irdeleyen devrimcilerden biriydi. Kendi üzerinden hiçbir hesap yapmamıştı. Sıfırdan başlama pahasına bütün önceliğin stratejik alanlara, sanayi proletaryasının olduğu metropollerde devrimci bir sınıf çalışmasına verilmesinden yanaydı. Bu görüşlerini hapishaneden çıktıktan sonra yoldaşlarıyla paylaştı. Ardından çoktan bir enkaza dönüştürülmüş durumdaki partinin üst platformlarına taşıdı. Bundan bir sonuç çıkmayınca kaçınılmaz kopuş yaşandı.

Böylece siyasal yaşamında TKİP’nin kuruluşuyla taçlanacak EKİM dönemi başladı. Sıfırdan başlayan ve zorlu yıllara yayılan bir yeni başlangıçtı bu. Sinan bir önder ve bir nefer olarak bu sürece kendini tüm benliği ile kattı.

İşçi sınıfının komünist partisinin işçi sınıfının devrimci hareketinin organik bir parçası olarak oluşması gerektiğini düşünüyordu. Örgütsel yapısı bakımından henüz arzuladığı güç ve kapasitede bir parti yaratılamadığının, bu açıdan geleceğin henüz güvence altına alınamadığının açık bilincine sahipti. Bunu konuşmalarında tüm açıklığı ile ifade ederdi. Fakat ideolojik-teorik temeli ve bu temelin ürünü yol gösterici bir parti programına sahip olduklarından kuşku duymuyordu. ‘70’li yıllarda yaşadığı acı deneyimden ötürü bunun bir parti için taşıdığı önemi sıklıkla vurgulardı. Teori, program, siyasal çizgi ve sınıf çalışması deneyimi ile yoğrulmuş devrimci örgüt ile davayı sürdürecek komünistlere sağlam bir temel bıraktıklarına emindi. Bu nedenle ‘71 devrimcilerinden devraldığı kızıl bayrakla işçi sınıfı kenti İzmir’e sonsuzluğa yürürken huzurluydu.

Partisi ve yoldaşları Sinan’ı kamuoyu önünde anlatmış bulunuyorlar. Yeni vesileler doğacaktır, Sinan anlatılmaya devam edilecektir. Sinan’ı yakından tanıma şansı bulmuş biri olarak ben de bu çalışmamda onun Dersim ve TDKP süreçlerine bazı bakımlardan tanıklık etmeyi, hem ona saygının bir gereği ve hem de birlikte devrimci Dersim’i yarattığımız kuşağa karşı bir borç sayıyorum.

Şimdi Sinan’ı anlatmak ve anlamak zamanıdır.

 

2

Sinan ve Dersim

 

Doğduğu ve devrimciliğe başladığı Dersim bugün ilerici dünyanın ilgi ve sempati duyduğu bir kenttir. Nitekim artık “komünist Dersim” olarak da anılmaktadır. Bugünün bu “komünist Dersim”inde birileri zamanında bir temel attılar. Kırk yıldır tüm çabalara rağmen hala da yok edilemeyen bir temeldir bu. Bugünün Dersim’i “komünist” sıfatını geçmişin bu yoğun emeğine borçludur. Sözü edilen temelin nasıl atıldığını öğrenmek isteyenlerin Sinan’ı da tanımaları gerekir. Sinan’ı tanımak, bugün onur duyulan Dersim’in 12 Mart karanlığının hemen sonrasında adım adım nasıl oluşmaya başlandığını da görebilmek demektir.

‘70’li yılların ikinci yarısında Türkiye’nin birçok kentinde emekçiler demokratik hak ve özgürlükleri; söz, toplantı, gösteri ve örgütlenme haklarını nispeten geniş biçimde kullandılar. Fakat bunların içinde iki kent, Dersim ve Fatsa, özgürlüğü gerçekten soludu. Devlet kurumları kuşkusuz yerinde duruyordu fakat sokakta iktidar fiilen devrimcilerdeydi. Devlet çarkı, özellikle polisi ve yargısıyla, işlemez hale gelmişti. Düzen sözcülerinin o dönem bu iki kente “kurtarılmış bölge” demeleri boşuna değildi.

Sinan’ın ‘70’li yıllarını tanımak, ‘70’li yılların devrimci kuşağının zayıflık ve açmazlarının yanında üstünlüklerini, bu arada devrimci Dersim’i yaratabilmek için nelerden vazgeçtiklerini yakından görebilmek demektir. O kuşaktan kimileri belki bir rüzgâra kapılarak saflara katılmışlardı. O rüzgârın hızı kesildiğinde çabuk renk verenleri, hatta kabuk değiştirenleri elbette oldu. Belki bir kısmı sessiz sedasız fırtınanın geçmesi için kenara çekildi. Bir kısmı 12 Eylül öncesi ve sonrasında örgütlerin izledikleri politikaların öğütücü çarklarının kurbanı oldu ya da zaman içinde çürütüldü. Fakat o kuşağın ana gövdesi samimi bir devrimci süreç yaşamıştı. Bunun içindir ki, halen bir örgüte mensup kalmasalar bile, ‘70’li yıllardaki davalarına, dostluklarına, yoldaşlıklarına ve geçmişteki devrimci emeklerine saygılı kaldılar. Bu nedenle Sinan’ı tanımak, onun şahsında devrimci bir önderliğin nasıl bir kardeşlik ve dava ortaklığı yarattığını öğrenebilmek demektir.

Sinan’ı tanımak, 12 Eylül’den bu yana kırk yıldır devam eden bir karanlık dönemde devrimcilikte gösterilen ısrar ve kararlılığın sırrını anlamak demektir. Önderlik ile militanlığın, dava insanı olmak ile emekçi kimliğin nasıl birleştirilip bütünleştirildiğini anlamak demektir.

Sinan bir evlat, bir ağabey, bir eş, bir baba ve bir yoldaştı. Dönüşü olmayan yolculuğuna çıkarken ailesine ve çocuklarına tertemiz bir devrimci miras bırakmanın huzuru içindeydi. Yoldaşları ise yarattığı boşluğun büyüklüğüne rağmen partilerinin böylesine bir sembol kişiliğe sahip olmasından ötürü haklı bir gurur duyuyorlar. Sinan’ı tanımak, bu gururun maddi-siyasal ve moral dayanaklarını anlayabilmek demektir.

Sinan Dersim’e yeni bir kimlik ve kişilik kazandırma mücadelesinin önderi oldu. Dersim tarihinde hiçbir önderlik, her şeyini feda etmeye hazır yüzlerce örgütlü militanı bir araya getirememişti. Bunu Dersim’in bilinen tarihinde bir tek Sinan başarmış, her türlü bedeli ödemeye hazır yüzlerce gönüllü militandan oluşan örgütü ilmek ilmek örerek yaratmıştı. Sinan da şanslıydı, Dersim de. İkisi de tam zamanında birbirlerini bulmuşlardı.

Güç zehirleyicidir, insanı yoldan çıkartır, derler. O yönettiği gücün farkındaydı. Bu gücü nasıl ve ne amaçla değerlendirmesi gerektiğinin de. Önderliği altında toplanan gücün kontrolden çıkmasına bir an bile izin vermedi. Taşkınlık belirtilerini zamanında gördü ve müdahale etti. Devrimci bir önderdi ve bunun hakkını vererek davrandı. Dersim gibi bir bölgede feodal düşmanlıkların beslediği kini tanımış, ‘38 Kırımı’nın anılarıyla büyümüş, kaba ve ilkel bir intikamcılığın rahatlıkla yaşam alanı bulabileceği bir toprakta, devrimci rüzgâra kapılarak saflara akan yüzlerce militanın enerjisini devrimci mücadele kanalına yönlendirmeyi ancak Sinan gibi biri başarabilirdi ve gerçekten de başardı.

Dersim ‘50’li ve ‘60’lı yıllarda aydınlanmaya başladı. Bu sayede ileriye akabilecek bir birikime sahipti. Bu birikim, ‘68 rüzgârı ve ‘71 devrimciliğinin sarsıcı etkisiyle, ‘70’li yılların başından itibaren devrimci grupların oluşturduğu devrimci bir dalgaya dönüştü. Bu dalga çok kısa sürede Dersim’in çehresini değiştirdi. Dersim büyüğüyle küçüğüyle feodal karanlığı geride bırakmak ve faşist saldırganlığı püskürtmek için canla başla çabaladı. Bugün adı “komünist” Dersim olan devrimci Dersim’in oluşmasında o dalgada yer alan herkesin iyi kötü emeği vardır. A’dan Z’ye devrimci gruplar, o grupların içindeki tek tek devrimciler, devrimci Dersim’in kök tutması için düşe kalka ama büyük bir inançla çabaladılar. Bu çabaların birleşik ürünü, devrimci Dersim’in doğuşu oldu.

Fakat Dersim’i komünist tanımıyla özdeşleştiren devrimci önderliğin onuru tartışmasız olarak Sinan’a aittir. Buz onun önderliğinde kırıldı. Toprak o zaman düzlendi. Denizler’in ektiği tohumların gürbüz filizlere dönüşerek meyveye durması onun yönetiminde mümkün hale geldi. Dersim’de devrimci değerler onun önderliğinde vücut buldu. Çünkü yönü tayin eden, yolu aydınlatan oydu.

1981 Nisan ortalarında İstanbul’da esir düştü. 12 Eylül zindanlarının direnişçi örnek devrimcilerinden biriydi. Devrimci dostluğu, omuz omuza vererek direnmeyi ondan öğrenmek gerekir. Sinan’la birlikte yıllarca zindanda yatmış çok sayıda devrimci bunun tanığıdır.

Özgürlüğüne kavuştuğunda, yenilginin nedenleri üzerine ulaştığı açıklıklar temelinde artık yeni bir arayış içindeydi. ‘70’li yılları karakterize eden ve 12 Eylül yenilgisiyle kolay bir yıkıma uğrayan küçük-burjuva devrimciliği dönemi artık kesin olarak geride kalmıştı. İşçilerin devrimci bir sınıf olarak siyaset sahnesine çıktığı, böylece süreçlere damgasını vurduğu bir dönemin başlaması gerektiğini düşünüyordu. İşçi sınıfı devrimci tarzda siyaset sahnesine çıkmadıkça, Türkiye’nin makus talihini değiştirmek mümkün olmayacaktı. Bu nedenle işçi sınıfı devrimciliği şahsında “yeni bir kültür ve yeni bir gelenek” yaratmak, ona göre ‘80’li yılların ikinci yarısından itibaren devrimci olmanın ve kalmanın biricik güvencesiydi.

Geçmişi devrimci değerleri ve kazanımları koruyarak aşmak, Sinan’ın devrimci yaşamının en ayırt edici özelliklerinden biriydi. 2000’li yıllarda Yol TV’de katıldığı bir tartışma programında mealen, “Denizlerin devrimci ruhuna sahip çıkarak, ‘71 devrimciliğini aşmıştık. İzleyen dönemin küçük-burjuva devrimciliğini de, dönemin biriktirdiği tüm olumlu değerleri sahiplenerek aşıyoruz” demişti. Sinan’ın mensubu olduğu hareket, geleneksel solun tasfiyeci süreçler içinde tükendiği ya da düzenin icazet alanına kaydığı bir dönemde, bu mirasa büyük bir önem vermiş, onu titizlikle sahiplenmişti:

“Bizi ortaya çıkaranın yakın geçmişin devrimci birikimi olduğunu hiçbir biçimde unutamayız, ortaya çıkış anımızdan itibaren biz bunu bilinçli bir tutumla ve özenle vurgulaya geldik. EKİM, boşluktan değil, bir geçmişin, bir birikimin bağrından doğdu. Hareketimiz o geçmişi bilimsel devrimci zeminde eleştirerek aştı, kabaca inkâr ederek değil. Bu onu kucaklayarak yeni bir düzeyde yaşatmak demektir. Onda canlı, anlamlı ve kalıcı olanı alıp ileriye taşıyan, geri, ölü ve çürüyen yanına ise acımasızca vuran bir tutumun temsilcileri olduk biz. Bu çerçevede de ‘71 sonrası küçük-burjuva devrimciliği de, dönemin biriktirdiği tüm değerler sahiplenilerek aşıldı...”

Sinan bu sözlerle, aslında kendisinin önderlik ettiği Dersim pratiğinin ve ‘70’li yıllara damgasını vuran küçük-burjuva devrimciliğinin de aşıldığını vurguluyordu.

Kendini aşarken, önderlik ettiği Dersim pratiği de bu anlamda kendisi için geride kalmıştı. Fakat bu hiç de ‘70’li yıllarda Dersim toprağında yaratılan devrimci değerlerin ve deneyimin önemini yitirdiği anlamına gelmiyordu. Tersine o değerlere sahip çıkmanın önemi, Dersim’in her türlü yol ve yöntemle devrimci mirasa yabancılaştırılmaya çalışıldığı bu süreçte daha da artıyor.

“Komünist” Dersim, geçmiş devrimci mücadelenin yarattığı birikimin ürünlerinden biridir. Dersim’in ‘70’li yıllarda kazandığı devrimci kimliğin yeni bir göstergesidir. Daha ileri bir Dersim, Sinan’ın özlediği sosyalizm ve komünizmle bütünleşen Dersim gerçeği de oluşacaktır. Tohumu da toprağı da sağlıklıdır çünkü. Devrimci proletarya, kendisi ile birlikte toplumun kaderini değiştirmek üzere harekete geçtiğinde, Dersim cephesi tereddütsüz onun yanında/saflarında olacaktır. Sinan da tam olarak bunun bilincindeydi.

Türkiye bugün sermayenin dinci gericilik eliyle ördüğü karanlık bir dönemle boğuşuyor. Dersim’in devrimci bir kimlikle buluştuğu sürecin başlangıcında da 12 Mart’ın karanlığıyla boğuşuyordu. Dersim tercihini, süreçteki bütün sancılara rağmen, o günlerde devrimden yana yapmıştı. Şansı yaver gitmişti, çünkü Sinanlar şahsında devrimci bir önderlikle buluşmuştu.