- Kızıl Bayrak'tan
- Sınıf hareketinin güncel sorunları
- İşsizlik sigortası
- İMF memuru hükümet
- KESK
- Kamu emekçilerine ek zam
- "Norm Kadro Yönetmeliği"
- Enerji emekçileri iş bıraktı
- Sermaye medyası
- SASA grevi MHP'li...
- İEP 2. Temsilciler Kurulu
- İEP toplantısında yapılan konuşmalar
- İEP -sonuç ve kararlar-
- "Umut" operasyonu
- Tarıma dönük yıkım saldırısı
- Avrupa Ordusu
- F- Tipi cezaevlerine karşı
- İşkenceci devleti aklama operasyonu
- "Yeni Gündem"
- Bogaziçi Üniversitesi...
- Siyonizmin Lübnan yenilğisi
- Komünist militanlardan
- Nazım Hikmet
- Devrimin şairi
- Umut...
- Ülkeyi emekçiler için cehenneme



 
 
Emperyalist tarım tekellerine pazar açmak için, sadece küçük üretici köylülük değil,
bizzat tarımsal üretimin kendisi yıkıma uğratılıyor...

Tarıma dönük yıkım saldırısı yürürlükte!


Tarımla ilgili olarak hükümetin gündeme getirdiği yeni politikalar, ülkenin kırlarında da ciddi bir altüst oluşun yolunun giderek açıldığını gösteriyor. Son günlerde bu konuda üç yeni adım atıldı: Buğday taban fiyatları, tarım satış kooperatiflerinin tasfiyesi ve tarımsal kuruluşların özelleştirilmesi.

I

Hükümetin tarımla ilgili yıkım saldırılarını hızlandırdığı ve giderek daha da hızlandıracağı bir döneme giriyoruz.

Tarım sektörünü sömürüp yağmalamak isteyen uluslararası sermayenin bu konuda neleri dayattığı, hükümetin de buna karşılık hangi sözleri verdiği bir sır değil. Zira, hükümetin İMF’ye verdiği niyet mektubunda bunlar açıkça ortaya konulmuş, savaş ilanı yapılmıştı.

Şimdi ise, uluslararası tekellerin İMF ve Dünya Bankası aracılığıyla dayattığı bu tarımsal politika değişikliklerinin birer birer gündeme taşındığına tanık oluyoruz.

Bu çerçevede, tarıma hizmet veren, zamanında tarımı desteklemek için kurulmuş devlet kuruluşları birer birer özelleştiriliyor. Gene, sektörde önemli fonksiyonları olan tarım satış kooperatiflerinin, birliklerin işlevsizleşmesine, giderek de tasfiyesine yolaçacak yasa değişiklikleri yapılıyor. Bunları tamamlayacak biçimde, tarım sektörünün kredi-finansman ihtiyacını karşılamakla yükümlü devlet bankaları, statüleri değiştirilerek ve özelleştirilerek, tümüyle sermayenin denetimine sokulmak isteniyor.

Tarımda yıkım saldırısının en temel ayaklarından birkaçı bunlar. Ama tümü değil. Bütün bunları tamamlayan, sonuçları ise hepsinden daha çabuk hissedilecek olan bir saldırı boyutu da, destekleme alım fiyatlarının düşürülmesidir.

Destekleme politikalarının terkedilmesi, tarıma dönük yıkım saldırısının en önemli parçalarından biridir. Böylelikle, destekler sayesinde bir parça ayakta durabilen küçük üretici köylülüğün tasfiyesi, topraktan sökülüp atılması amaçlanmaktadır.

Hükümet İMF’ye destekleme politikalarının üç yıl sonunda tamamıyla terkedileceği sözünü vermiştir. Bugün ise, şimdiye kadar işçi ve emekçilere dönük saldırılarda kazandığı kolay başarıların verdiği cesaretle tarımda ürün alım fiyatlarını düşürmeye, böylelikle İMF’ye verdiği sözleri yerine getirmeye soyunmaktadır.

Geçtiğimiz aylarda tütün ve yaş çay için ilan edilen düşük alım fiyatlarıyla bu saldırı başlatılmış durumdadır. Bakanlar Kurulu, üreticinin kilosunu 2 milyon 800 bin liraya malettiği Ege tütününe 1 milyon 750 bin, gene maliyeti 200 bin lira civarında olan yaş çaya 162 bin 500 lira fiyat biçmiştir.

Bu alım fiyatlarının belirlenmesinde hiçbir maliyet hesabı yapılmamıştır. “İstikrar programının sürdürülmesi” ve “enflasyonla mücadelede kararlılık” yalanlarının arkasına saklanan hükümet, geçen yılki alım fiyatlarını %25 arttırarak bu senenin fiyatlarını tespit etmiştir.

2000 yılı enflasyonunun en az %40 olacağı daha şimdiden açığa çıkmıştır. Buna rağmen hükümet tarım ürünleri alım fiyatlarını belirlerken, göstermelik enflasyon hedefi olan %25 rakamını esas almaktadır.

Açıktır ki, bu düşük fiyat politikası, geçimlerini tütün ve çay üretiminden sağlayan yüzbinlerce küçük üretici köylü için büyük bir yıkım ve açlık demektir.

Tütün ve çaydan sonra sıra buğdayda
Tütün ve çaydaki yıkım fiyatlarından sonra şimdi sıranın hububata geldiği görülmektedir. Desteklerin kaldırılıp fiyatların aşağı çekilmesi sözkonusu olduğunda, İMF ve Dünya Bankası belki de en çok hububatla, özellikle buğdayla ilgilenmektedir.

Bunun bir nedeni, elbette ki, buğdayın ülke tarımında tuttuğu önemli yerdir. Ülkemizde çok geniş bir alanda, tarla olarak kullanılabilen 19 milyon hektar toprağın hemen hemen yarısında (9.4 milyon hektar) buğday üretimi yapılmaktadır. Dolayısıyla tarımda istihdam edilen nüfusun önemli bir bölümü de buğdaydan geçimini sağlamaktadır.

Buğday üretiminin çökmesi, bir bütün olarak tarımsal yapının çökmesi demektir. Bunu çok iyi bilen İMF ve Dünya Bankası, tarımsal yapıyı köklü bir dönüşüme uğratmak için, hububat üretimi üzerinde özellikle durmaktadır.

Emperyalizmin sözcüsü bu iki kuruluşun hububata olan ilgilerinin bir başka nedeni ise, tahıl ticaretiyle uğraşan uluslararası tekellere yeni pazar olanakları yaratmak istemeleridir.

Bugün sözkonusu dev tekellerin depolarında fazla üretimden kaynaklı olarak bir hayli buğday, mısır vb. bulunmaktadır. ABD ve Avrupa pazarları bu ürünlere fazlasıyla doymuştur. Bu nedenle yeni pazarların yaratılmasına ihtiyaçları vardır. Bu konuda İMF ve Dünya Bankası da temel bir misyona sahiptir. Bağımlı ülkelerin iç pazarlarını tekellerin yağmasına açmak, bu iki emperyalist kuruluşun asli görevleri arasındadır.

Elindeki tahıl fazlasını satmak için köşe bucak pazar arayan tekellerin, toplumun beslenmesi esas olarak tahıl ürünlerine dayalı olan 70 milyonluk Türkiye’ye çoktandır gözlerini diktikleri bilinmektedir. Türkiye onlar için muazzam bir pazardır. Ama bu pazarda diledikleri gibi at koşturabilmelerinin koşulu, mevcut tarımsal yapıyı tasfiye etmekten, kır emekçilerinin önemli bir bölümünü topraktan söküp atmaktan geçmektedir. Bu işi de başka görevlerinin yanısıra gene İMF ve Dünya Bankası üstlenmiştir.

Tüm bu nedenlerle İMF, hükümete niyet mektubunu dikte ettirirken, tahıl fiyatlarının düşürülmesi konusunda oldukça özenli davranmıştır. Nitekim niyet mektubunda hükümetin bu konuda neler yapması gerektiği inceden inceye belirtilmiş, hiçbir esneme payı bırakılmamaştır.

Buna göre, hükümetten buğday fiyatlarını 3 yıllık bir program sonunda tümüyle dünya borsalarına endekslemesi istenmektedir. Destekleme alımlarının kaldırılıp hububat alım satımının serbest piyasa kurallarına göre yürütülmesi, fiyatlandırmanın Chigago (ABD) borsasına göre yapılması için 3 yıllık bir süre tanınmıştır.

Fakat öyle görünüyor ki, İMF ve Dünya Bankası’nın tarımı yıkıma uğratmak için bu 3 yılı da beklemeye niyetleri yoktur. Buğday alım fiyatının bu yıldan itibaren kademe kademe düşürülmesi planlanmaktadır. Niyet mektubunda verdiği sözlere bağlı kaldığı takdirde, hükümet, bu yıl buğdaya, dünya piyasalarında oluşan fiyatın en çok yüzde 35’i üzerinde bir fiyat verecektir. Göründüğü kadarıyla da hükümetin İMF’nin sözünden çıkmaya niyeti yoktur. Dünya borsalarında şu an buğdayın tonu 130 dolar civarında olduğuna göre hükümette üreticiye en fazla 90-100 bin liralık bir fiyat verecektir.

Bir kilo buğdayın üretim maliyeti, bölgelere göre değişmekle birlikte, ortalama 150 bin liradır. Bunu dikkate aldığımızda, üretim maliyetleri gözetilmeden, doğrudan İMF direktifleriyle belirlenen 90-100 bin liralık “destekleme” fiyatının bir felaket olduğu anlaşılır. Bu, boğazına kadar borç içinde olan, ürününü hemen paraya çevirmek zorunda olduğu için stoklayarak daha sonra piyasaya sürme olanağı bulamayan küçük üretici köylülerin geniş bir kesimi için yıkım demektir. Sefalet ve çaresizlik demektir.

Hükümet buğday alım fiyatlarını henüz açıklamamıştır. Dünya Bankası ve İMF’den heyetler şu sıralar Türkiye’deler ve “istikrar programına” uyulup uyulmadığını denetliyorlar. Anlaşılan hükümet, onlardan son talimatları almaktadır ve buğday fiyatlarını açıklamak için denetimin tamamlanmasını beklemektedir. Buğday fiyatlarının Haziran başında açıklanması öngörülmektedir.

Buğday hasadı ise Ağustos’un ilk günlerinde Çukurova’da başlayacak, giderek diğer bölgelere yayılacaktır. Ürünün hasadını yapan köylülük, İMF programlarının kendileri için yıkıcı olacak sonuçlarını ilk kez bu kadar açık, ağır ve yaygın yaşayacaktır. Bunun özellikle bazı bölgelerde öfkeye, yer yer de tepkilere yolaçması, belli bir hareketlenme yaratması beklenmelidir.

II

Yıkım programları kırdaki emekçi kesimler kadar, kentlerdeki işçi ve emekçi yığınlarını da vuracaktır. Zira yıkım politikalarının uygulanmasında mesafe alındığı ölçüde, tarım sektörü, uluslararası ve yerli tekellerin at koşturduğu bir alan haline gelecektir. Temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin üretim ve ticareti bütünüyle onların denetimine girecektir. Mevcut tarımsal yapı büyük ölçüde çökecek, gıda ve ihtiyaç maddelerinin ithalatında büyük artışlar meydana gelecektir. Fiyatlar ise hızla tırmanacaktır.

Dışa bağımlılık ve pahalılık, zaten bu mekanizma sayesinde yaşayan burjuva sınıf dışında, tüm toplumun gıda güvenliğini ortadan kaldıracaktır. Kazancının büyük kısmını mutfak harcamalarına ayırdığı halde yarı aç yaşayan işçi ve emekçi yığınların yaşam koşulları daha da kötüleşecektir. Açlık ve sefalet kentlerde de çekilmez bir boyut kazanacaktır.

Yanısıra, yıkımın kırlarda yaratacağı altüst oluş, kaçınılmaz bir biçimde kentlere de yansıyacaktır. Topraktan koparılan, aç ve işsiz bırakılan yığınların kentlere akması, buralarda eğitim, sağlık ve konut gibi alanlarda yaşanan sorunları daha da arttıracaktır. Yedek sanayi ordusu büyüyecektir. Yedek sanayi ordusunun genişlemesiyle birlikte, genel ücret düzeyi daha da düşecek, taşeronlaştırma, sendikasız-sigortasız işçi çalıştırma daha da yaygınlaşacaktır. Sermaye sınıfı, bu aç ve işsiz yığınları, görece örgütlü ve bazı ekonomik-sosyal haklara sahip kent proletaryasına ve emekçilere karşı her fırsatta kullanacaktır.

Dahası, yıkım politikaları sayesinde ülkenin her türlü toprak zenginliği ve doğal kaynakları, uluslararası ve yerli tekellerin doğrudan sömürüsüne, sınır ve kural tanımaz yağmasına açılacaktır. Tekeller tarafından toprak doğaya zararlı yöntem ve araçlar kullanılarak zehirlenecek, su kaynakları ve atmosfer kirletilecek, doğal zenginlikler ve bitki örtüsü talan edilecek, kısacası ekolojik denge altüst olacaktır. Telafisi çok zor bir doğa tahribatı meydana gelecek, gelecek kuşaklara neredeyse öldürülmüş bir toprak parçası bırakılacaktır.

III

Kırlardaki yıkım saldırısı, şiddetlenmesine paralel olarak giderek güncelleşiyor. Buna rağmen işçi sınıfı hareketinin gündeminde hakettiği yeri almış değil. Sınıf hareketinde kırlardaki yıkıma karşı bu duyarsızlığın gerisinde siyasal ve örgütsel zayıflıklar yatıyor. Bununla beraber, kırdaki yıkımı işçi sınıfından uzak, daha çok köylülükle ilgili bir sorun olarak gören çarpık bakışın da burada önemli bir payı var.

Genel kanının aksine, tarımda yıkım politikalarının işçi sınıfını ilgilendiren pek çok yönü var. Bir kere bağımlı ülkelerde tarımın çökertilmesi politikası, emperyalizmin tüm dünyada yürüttüğü çok yönlü saldırıların en önemli parçalarından biridir. Emperyalizm özelleştirmelerle, sosyal hakların gaspıyla, ücretlerin düşürülmesiyle, sendikaların tasfiyesiyle neleri amaçlıyorsa, tarımı çökerterek de aynı şeyi amaçlıyor. Saldırılar birbirinden bağımsız değil. Dolayısıyla emperyalizme, onun tüm saldırılarına karşı cepheden kararlı bir tutum sergilenmedikçe, tek tek saldırıları boşa çıkarmak mümkün değildir.

Kaldı ki, tarımsal yıkım politikları hiç de yalnızca kırdaki yoksul emekçileri vurmuyor. Yukarda da değindiğimiz gibi, bu saldırıdan kentlerdeki işçi ve emekçilerin payına düşen yüklü bir fatura var. Ekmeğin pahalanmasından, çocuğuna süt alamamaktan, evine et girmemesinden şikayet eden işçi ve emekçilerin, tarımın çöküşünden etkilenmediklerini söylemek mümkün mü?

Bundan şu sonuç çıkmaktadır. Tarımda yıkım saldırısı, kırdaki yoksul emekçilerle birlikte kentlerdeki işçi ve emekçileri de sefalete mahkum etmektedir. Bunun önüne geçebilmenin tek yolu, işçi sınıfının bu konudaki duyarsızlığını bir an önce kırmaktan, İMF politikalarına karşı örülmeye çalışılan mücadeleyi, tarımsal yıkımı da kapsayacak şekilde genişletmekten geçmektedir.

İşçi sınıfı emperyalizme karşı tutarlı bir mücadele yürütecek tek devrimci sınıftır. Kırlardaki yoksul emekçi yığınlar, saldırıların yıkıcı sonuçlarıyla yüzyüze geldikçe elbetteki gözle görülür bir hareketlenme içine girecekler. Buna bakarak saldırının bu şekilde püskürtülebileceği gibi bir yanılgıya düşmemek gerekir. İşçi sınıfının emperyalist köleliğe ve sermaye iktidarına karşı verdiği savaşımla birleşmediği, onun önderliği altında gelişmediği koşullarda, kır emekçilerinin mücadelesi ciddi bir kazanım elde edemeyecektir.

Kırların emekçi yığınlarını sermayenin sömürü ve köleliğinden, ancak proletarya devrimi kurtarabilir.” diyor Parti programı. Çünkü kırdaki emekçi yığınlarının yaşadığı yıkımın temelinde kapitalist düzenin kendine özgü gelişme dinamikleri vardır. Ancak burada daha kendine özgü bir yıkımla yüzyüzeyiz. Normal durumda, kapitalizm kırların emekçi yığınlarını ağır bir sömürü, kölelik ve yıkımla yüzyüze bıraksa da, bu kırda kapitalist gelişmeyle elele giden ve kapitalizmin genel planda da gelişmesinin ürünü olan bir süreç olarak yaşanır. Oysa bugünkü İMF patentli emperyalist politikalar, tarımda kapitalist gelişmenin olağan sonuçları olmaktan öte bir yıkımla yüzyüze bırakıyor köylülüğü. Yani sözkonusu olan, hiç de tarımda kapitalist gelişmenin yarattığı kaçınılmaz sonuçlar değil, bizzat tarımsal üretimin kendisinin yıkıma uğratılmasıdır. Buna karşı tarım burjuvazisinden yükselen seslerin, modern tarım burjuvazisinin sözcüsü durumundaki Ziraat Odaları’nın bu yıkım politikasına karşı tepkilerinin gerisinde de bu olgu var. Ve geçerken belirtelim, bu olgunun kendisi; bir yandan kır burjuvazisinin köylülüğün hoşnutsuzluğunu kendi yedeğine alması gibi ciddi bir riskin zeminini oluştururken, öte yandan başta İP olmak üzere emperyalist yıkım politikalarına karşı sol adına burjuva milliyetçi bir çizgiden muhalefet edenlere sözde “milli” argümanlar sağlamaktadır.

Tarım proletaryası, yarı-proleter köylüler ve küçük köylülerden oluşan geniş kırsal emekçiler kitlesinin desteği alınmaksızın proteler devrimin zaferinin düşünülemeyeceğinin” (TKİP Programı, Tarım ve Köylü Sorunu bölümü) bilincinde olan sınıf devrimcileri, bu gerçeği, kırlarda yaşanacak muhtemel hareketlenmelerden de yararlanarak her yolla işçi sınıfına anlatmalı, kır emekçilerinin yıkıma karşı taleplerini sınıf hareketine maletmeye çalışmalıdırlar. Bu çabayı tamamlayacak olan ise, ortaya çıkacak her olanağı kullanarak kır yoksulları içinde, özellikle de tarım proleterleri arasında çalışma yürütmektir. Bu yapılamadığı ölçüde, yıkım politikalarının geniş köylü yığınlarında yaratmakta olduğu hoşnutsuzluk, hemen tamamen kır burjuvazisinin denetiminde kalacak, onun kendi sefil çıkarlarının dayanağı olarak kullanılacaktır.

İşçi sınıfı kendi programı altında sermayeye ve emperyalizme karşı mücadeleyi yükselttikçe, kent ve kır proletaryasının mücadele birliği sağlanıp sağlamlaştıkça, küçük üretici köylü ve yarı-proleter yığınlar kaderlerini işçi sınıfıyla birleştirdikçe, haramilerin saltanatı daha hızlı sallanacak, en sonunda yıkılacaktır.



Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi hız kazanıyor


Tarımda yıkım saldırısının bir ayağı da özelleştirmelerdir. Tarımsal KİT’lerin ve tarım işletmelerinin özelleştirilmeleri son hızla devam etmektedir.

Sermaye devleti daha önce SEK’i, EBK’nın bir kısmını ve yem sanayini özelleştirmişti.
Yakın zamanda ise Et Balık Kurumu’nun elde kalan 6 kombinası, bir balık işleme tesisi ve TZDK’nın (Türkiye Ziria Donatım Kurumu) Şanlıurfa, Erzurum ve Manisa’daki 3 işletmesi ihaleye çıkarılıp satıldı. Bütün bu tesisler özel sektöre neredeyse bedavaya devredildi. Örneğin, TZDK’nın Urfa’daki Tarım Alet ve Makinaları fabrikası, ANAP Milletvekili Mehmet Güneş’e 6 milyon dolara satıldı. Fabrikanın gerçek değeri ise 15 milyon dolar. Mehmet Güneş, fabrika tesislerini 5 yıldızlı otele çevirecek, 79 işçiyi ise sokağa atacak.

Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne (TİGEM) ait işletmelerden bazıları da özelleştiriliyor. Toplam 38 işletmeye sahip olan, üreticinin tohum, damızlık hayvan gibi temel ihtiyaçlarının önemli bir kısmını karşılayan TİGEM’in 10 işletmesi, 49 yıllık ortaklık sözleşmeleriyle özel sektöre açılacak.

Bu özelleştirmenin doğuracağı en önemli sonuç, TİGEM’in kaliteli ve ucuz tohumluk üretiminin tasfiye edilmesi, böylelikle tohum üretiminde tekellere yeni pazarlar yaratılması olacak. TİGEM’e ait 386 bin hektar arazi, 1500 traktör, 150 biçer-döver ve 735 kamyon da tekellerin kârına kâr katmak için kullanılacak. 7.500 TİGEM çalışanının bir kısmı da özelleştirmeler neticesinde sokağa atılacak.


    Tekellere peşkeş çekilen TİGEM işletmeleri:
    1- Acıpayam-Denizli21.014 dekar
    2- Çiçekdağ-Kırşehir16.375 dekar
    3- Dalaman-Muğla34.410 dekar
    4- Gelemen-Samsun13.524 dekar
    5- Göle-Ardahan13.855 dekar
    6- Hafik-Sivas2.280 dekar
    7- Karacabey-Bursa87.771 dekar
    8- Kozova-Tokat5.415 dekar
    9- Kumkale-Çanakkale6.645 dekar
    10- Sakarya-Sakarya3.746 dekar


Sermaye devleti, özellikle Dünya Bankası’nın ısrarlı telkinleri sonucunda, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri’nin tasfiyesine yönelik çalışmalarını hızlandırdı. TSKB’nın (Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri) yeniden yapılandırılmasına ilişkin bir yasal düzenleme en geç Haziran’da meclisten geçecek.

Hukuksal olarak tümüyle üreticilere ait olduğu halde, devletin yönetimlerinde tartışmasız söz ve karar sahibi olduğu bu birlikler (TARİŞ, Çukobirlik, Pankobirlik, Fiskobirlik vs.) şimdiye kadar siyasi iktidarlar tarafından arpalık olarak kullanılıyor, esas hizmeti ise zengin köylülüğe, nüfuz sahibi kırsal burjuvaziye veriyordu. Küçük üretici köylülerin bir kısmı bu birliklere bağlı kooperatiflere üye olmakla birlikte, dişe dokunur bir faydasını görmüyorlardı. Birlikler, işlettikleri sanayi kuruluşlarından elde edilen geliri zengin köylülüğe ve rant peşindeki burjuva siyasetçilerinin istediği alanlara aktarıyorlardı.
Fakat birliklere bağlı bu sanayi kuruluşlarının emperyalist tarım tekellerinin göz diktiği pazarlarda hatırı sayılır bir yer tutması, bugün özelleştirilmek istenmelerinin temel nedenidir.

Yeni yasa bunu düzenliyor. Buna göre, birliklerin sahip olduğu tarımsal ürün işleyen sanayi tesisleri anonim şirket olarak yapılandırılacak ve birliklerden ayrılacak. Anonim şirkete dönüşen bu sanayi tesisleri belli bir süre sonunda özelleştirilecek, tekellere peşkeş çekilecek. Birlikler ise ürün fiyatlarını belirlemede denetimi kaybedecek, tasfiye olacak.

Özelleştirmeler bunlarla da sınırlı kalmayacak. Gübre üreten İGSAŞ ve TÜGSAŞ’ın, TEKEL’e bağlı sigara ve içki fabrikalarının, Çay-Kur’a bağlı çay işleme ve paketleme tesislerinin, TŞFAŞ’a ait şeker fabrikalarının da özelleştirilmeleri gündemde. Bu özelleştirmelerin en geç 2001 yılı sonunda bitirileceği sözü de İMF ve Dünya Bankası’na verildi.

Özelleştirme politikaları sonucunda TSKB’ye bağlı işletmelerde ve tarımsal KİT’lerde çalışan 150 bin civarında işçinin büyük bir bölümü işten atılacak.

Görüldüğü gibi, buralarda çalışan işçi sınıfı bölüğü, hem tarımda yıkım politikalarının, hem de özelleştirme saldırısının tehdidi altındadır. Fakat doğru bir çizgi izlendiği takdirde, bu özgünlük, kentlerdeki özelleştirme karşıtı mücadeleyle kırlardaki yıkıma karşı mücadele kanallarını birleştirmenin bir olanağına dönüştürülebilir.

Herşey sınıf devrimcilerinin ve sınıf bilinçli işçilerin göstereceği çabaya bağlıdır.



Hükümetin Aralık ayında İMF’ye verdiği niyet mektubunun tarımsal politikalarla ilgili önemli bölümleri:


“Madde 40; ... Reform programımızın orta vadeli amacı, varolan destekleme politikalarını safhalar halinde ortadan kaldırmak ve fakir çiftçileri hedef alan doğrudan gelir desteği sistemi ile değiştirmektir.”

“Madde 41; .... 2000 yılı hububat destekleme fiyatları, destekleme fiyatları ve tahmin edilen dünya piyasa fiyatı arasındaki fark, tahmin edilen dünya CİF piyasa fiyatının %35’inden fazla olmayacak şekilde belirlenecek ve 2001 yılında bu fark daha da azaltılacaktır...”

“... Şeker pancarı destekleme fiyatı hedeflenen enflasyon oranına göre arttırılacak, ancak artış (...) enflasyon oranının yüzde 75’inden az olmayacaktır...”

“Hükümet adına tarım satış kooperatifleri ve bunların kurduğu birlikler tarafından yürütülen sınai tarımsal ürünlere ilişkin destekleme alımlarına ilişkin olarak ise, birliklere tam muhtariyet sağlayan taslak kanun 2000 yılı Mart ayına kadar parlamentodan geçirilecektir.”



TKİP Programı’nda “Tarım ve köylü sorunu”


1) Türkiye’de kapitalist ilişkilerin egemenliği kırsal alanı da kapsamaktadır. Yarı-feodal kalıntılar, özellikle Kürdistan’da, kapitalist ilişkilere bağlanmış biçimde varlığını sürdürmektedir. Kapitalist sömürü ve soygun mekanizmalarının kıskacı içinde yaşam mücadelesi veren küçük ölçekli tarımsal işletmenin nispi yaygınlığı, Türkiye tarımının belirgin özelliklerinden biridir.

2) Küçük üretici köylülük, yerli ve yabancı tekeller, büyük toprak sahipleri, bankalar, tüccar ve tefeciler, ve nihayet kapitalist sınıfın tümü adına devlet tarafından, sistematik biçimde sömürülmektedir. Küçük toprak parçası, yetersiz ve ilkel üretim araçları, kıt ve elverişsiz para ve kredi kaynakları ile birleşen bu ağır ve çok yönlü sömürü, bu emekçi köylü katmanını günden güne yoksullaştırmakta ve yıkıma sürüklemektedir. Kırların emekçi yığınlarını sermayenin sömürü ve köleliğinden, ancak proletarya devrimi kurtarabilir.

3) Tarım proletaryası, yarı-proleter köylüler ve küçük köylülerden oluşan geniş kırsal emekçiler kitlesinin desteği alınmaksızın proleter devrimin zaferinin düşünülemeyeceğinin bilincinde olan TKİP, bu katmanlar içinde sistematik bir faaliyet yürütür. Sermayenin baskı ve sömürüsüne karşı mücadelelerine önderlik eder.

4) TKİP kırsal çalışmasında tarım proletaryasına dayanır. Onu öteki kırsal emekçi katmanlardan bağımsız olarak örgütlemeyi ilkesel önemde görür.

5) Başta tarım proletaryası ve yarı-proleterler olmak üzere kır emekçilerinin desteğini almaya ve orta köylülüğün üst tabakalarını tarafsızlaştırmaya çalışan TKİP, devrimin zaferiyle birlikte tarım alanında aşağıdaki istemleri ve önlemleri gerçekleştirir:

    a) Tüm büyük ölçekli toprakların ulusallaştırılması. Toprağın alım-satımı ve başkasına devrinin yasaklanması. Topraksız ve az topraklı köylülerin toprak ihtiyacının karşılanması.
    b) Kırsal alanda Ortaçağ artığı her türlü feodal kalıntının ve tefeciliğin tasfiyesi. Yarı-feodal sömürü ilişkilerine konu olan tüm toprakların, devrimci köylü komiteleri aracılığıyla, bunları işleyen köylülere dağıtılması.
    c) Köylülüğün devlete, bankalara, tekellere, toprak sahiplerine, tefeci ve tüccarlara olan her türlü borç yükünün geçersiz sayılması. Tüm ipoteklerin kaldırılması.
    d) Tüm büyük kapitalist tarım işletmelerinin her türlü canlı ve cansız demirbaşlarıyla birlikte kamulaştırılması. Bunların tarımda sosyalist ekonominin ilk dayanakları olarak proletarya iktidarı organlarının ve işletmelerdeki işçi meclislerinin yönetimine devredilmesi.
    e) Tarımın ve hayvancılığın geliştirilmesi ve modernleştirilmesi için sistematik çaba. İşlenmeyen toprakların tarıma açılması, toprağın islahı için sistematik önlemler.
    f) Tarımsal komünlerin teşviki. Köylülüğün kooperatifleşmesi için eğitim, ikna, teşvik, kredi, tarımsal araç-gereç ve girdi yardımı.
    g) Kapitalizmin biribirinden ayırdığı ve karşıtlık içine soktuğu tarım ile sanayinin ileri bir düzeyde yeniden birliğini kurmayı hedefleyen bir tarım politikası.


ARSIV ANA SAYFA