Yılmaz Güneyin genellikle sanatçı kişiliği üzerinde durulur. Oysa o, herşeyden önce sosyalist dünya görüşüne sahip. Onun gereğini yapan militan bir aydın, yürekli ve inançlı bir siyasal dava (kavga) adamıydı.
Düzene karşı derin bir kin, sürekli mücadele ve öğrenme çizgisi, her yol ayrımında kendini yenilemesi, ileriden ve doğrudan yana tavır alması, gerçek bir sanatçı kişiliği onu karakterize eder.
Onun gericilikle çatışması 1950lerde başlar. Dönem anti-komünizmin şaha kalktığı McCarthycilik dönemidir. Bir öyküsü nedeniyle komünizm propagandası yapmakla, TKPlilikle suçlanır, hapse atılır. Bu dikbaşlı genç daha sonra TKPyi arasa da bulamaz.
60lardan sonra sinema dünyasında büyük bir üne ulaşır. Ama onun planı başkadır. Elde ettiği imkanları ve ünü devrimci amaçlarla kullanacaktır. Yeşilçam batağındaki krallığa dönüp bakmaz bile.
Bu yıllarda gelişen devrimci gençlik hareketiyle bağ kurar, destekler. Bu nedenle 71den sonra tekrar hapse girer.
Yılmaz bu hapislik döneminde pek moda olan yılgınlığa ve küçük-burjuva devrimciliğinden revizyonizme savrulmaya karşı koydu. Marksizmi kavramaya çalıştı, kendini eğitti, devrimci kişiliğini geliştirdi.
Kısa bir özgürlük döneminden sonra bir provokasyonla tekrar hapse atıldı. Pek kolay kaçabilirdi. Ama o, burjuvaziye demagoji fırsatı, kendine gönül vermiş milyonların güvenini sarsma fırsatı vermemek; yığınlara en geniş olanaklardan yararlanarak seslenme imkanını kaybetmemek için uzun yıllar gönüllü hapiste kaldı. Ancak yeni cezalarla ömrünü dört duvar arasında geçirmesi planlanınca kaçtı.
Sadece bu tutumu bile, onun devrimi ilerletme, ezilen ve sömürülen yığınlara karşı büyük bir bağlılık ve sorumluluktan başka bir şeye tapmadığının en iyi göstergesidir.
Yılmaz politikayı -o günkü kötü örneklerde olduğu gibi- sınıf hareketinin gerçek sorunlarından kopuk moda meselelerde anlamsız kavram tartışmaları ve yığınların mücadelesinin dışında gürültü çıkarmak olarak anlamadı. Kişilikli ve eleştirici bir gözle öğrenmeye, üretmeye çalıştı. Hiçbir zaman da, pek yerinde olarak, yaptıklarını yeterli bulmadı, sahip olduğu yetenekler ve haklı saygınlığıyla kendinden hoşnutluğun sarhoşluğuna düşmedi. O, gözünü hiçbir zaman yapılması gerekenden, ihtiyaçtan ayırmadı. İşte onun gerçek devrimci ve sanatçı kişiliğinin, bitmek bilmeyen öğrenme ve yaratma azminin, vurduğu yerden ses getirmesinin sırrı burada yatar.
Yine bu nedenledir ki, Yılmaz Güney, sanatı siyasal mücadelenin bir aracı olarak ele almış ve kaba slogancılığa, suniliğe, zorlamacılığa, kuruluğa, gösterişe, abartmaya düşmemiş; sanatçı yeteneğiyle ezilenlerin dünyasını kendine özgü zengin bir dille beyaz perdeye aktarmıştır.
47 yıllık ömrünün en verimli 12 yılı zindanlarda geçti. Bu, Yılmazın toplumsal ve siyasal gelişmeleri izlemesini, çalışmalarını zorlaştırdı. Buna rağmen o, milyonları etkiledi, gericiliğe karşı mücadeleye çekti. Böylesi bir şeref pek az insana nasip olmuştur.
Eğer Yılmaz daha elverişli koşullarda yaşasaydı (örneğin güçlü bir sosyalist işçi hareketi) veya ömrü bu kadar kısacık olmasaydı, her yönüyle devleşecekti. Bu bakımdan, belki de yaptıklarından çok yapacakları açısından o, özgürlük ve sosyalizm kavgasında devrimci aydınların, sanatçıların önemini anlatıyor.
Kimileri kendilerine karşıt bir kampta olduğundan, kimileri de ideolojik düşüncelerindeki bazı yetersizliklerini ya da anlaşmazlıklarını neden göstererek, onun siyasal kişiliğini ve eylemini yok sayıyorlar.
Yılmaz Güney proletaryaya ve sosyalizme aittir.
(Bu metin, Ekimin Ekim 1987 tarihli 1. sayısından alınmıştır.)
|