Politik duruş ya da politika yapma tarzı ne ise, sonuçları birebir olmasa da en yakın bir biçimde gerçekleşir. Sürekli dillendirdiğimiz ideolojik-politik duruşun, niyetlerden bağımsız olarak, kendine uygun bir açılım ve pratiği zorunlu olarak üretmesi gerçeği, bize materyalizmin en basit önermesini hatırlattığı gibi, çürümenin ya da dibe vuruşun da sonsuzluğunu göstermektedir. Küçük-burjuva devrimci-demokrasisinin ideolojik konumlanışı, nesnel sınıfsal ilişkiler cephesinde tuttuğu yer, görüntünün tersine, her zaman reformizmi bağrında taşır. Bu kapı aralamanın nesnelliğini ise, aşılanın yeniden icadı, yeni olanın, aşılan platformun ve sistemin içerisinde formüle edilmiş olması belirlemektedir.
Devrimci demokrasinin ve reformizmin ideolojik platformları üzerine yazınımız fazlasıyla zengindir. Devrimci demokrat yapılanmaların sınıfsal karakteri, programatik yaklaşımları, örgütlenme ve kadro anlayışları, güncel politik değerlendirmelerimizin de bir parçası olagelmiştir. Reformizmin işçi sınıfı içerisindeki temsilcisi olan EMEPin, özellikle geçmiş yazınımızda tuttuğu özel yerin nedenleri bilinmektedir. Yaşam gücünü tüketen TDKPnin düzene yedeklenmesiyle ortaya çıkan EMEPin, işçi sınıfı içerisinde ve politik arenada oynadığı rol, hızla düzene yaklaştığını ve Perinçek partisinin platformuna evrildiğini göstermektedir. Bu yakınlaşmanın yeni olmadığı da bilinmektedir.
Bağımsız Demokratik Türkiye sloganına, denize düşenin yılana sarıldığı gibi sarılanların, bunu formüle ederken gösterdikleri rahatlık, bugün çok daha çekincesiz şekilde sonuçlarını üretiyor. Dün İPe karşı en radikal eleştirilerde bulunanların, hatta devrimci hareketleri, İPle aynı görenlerin, zenciler birbirine benzer deyiminde olduğu gibi, bugün aynı politik platformu paylaşmaları, politikanın cilvelerinden olsa gerek. Perinçek partisinin yıllardır dillendirdiği gerçeği sürekli pekiştiren EMEPe, yıllar önce Perinçekin sevinç naralarıyla söylediği şu sözler, bu gerçeği nasıl da gözler önüne seriyor: Özgürlük Dünyası, İşçi Partisiyle aynı proleter devrimci mecra içindedir. Bunu küçük-burjuva kibirine sığdırmadığı için kabul etmeyen bir tek Özgürlük Dünyası var. O da öbürlerini eleştiriyor, asıl Aydınlıktan etkilenen sizsiniz diye. Aralarında böyle bir tartışma var. Bizden iyi hakem mi olur? Kimi etkilediğimizi en iyi biz görürüz. Bu konuda en iyi yargıya varacak olan herhalde İşçi Partisidir. Olgular, bugün İşçi Partisiyle aynı safta duran o dar kümeler değil, Özgürlük Dünyasıdır (Teori, sayı 70, s. 11, aktaran EMEP Eleştirisi, Eksen y., sf. 92 )
MGKcı İPin, kemalizmin kokuşmuş çöplüğünden topladığı argüman artıklarını tüm rahatlıklarıyla nasıl kullandıklarını biliyoruz. En azından İPin gizlisi saklısı yok. EMEP de, artık bu yolda hızlı adımlar atmaktan çekinmiyor. Susurluk sürecinde ordunun demokratikleştirilmesini savunanlar, bugün İPten kopya çekerek, hatta İPe taş çıkarırcasına, kraldan daha kralcı geçinmeye çalışıyorlar. Evrenselin 30 Ağustos sayısında baş sayfaya çıkarılan, Zafer Bayramında, İMF Çıkarması ve altında daha küçük puntolarla yazılan kurtuluşu simgeleyen 30 Ağustosun yıldönümü vesilesiyle söyledikleri, tam anlamıyla utanç vericidir: Kurtuluş ve bağımsızlık mücadeleleri vermiş tüm dünya halkları için, bağımsızlığı simgeleyen günler tarihsel bir önem taşır. Kurtuluş Savaşının sonucunu belirleyen Büyük Taarruzun son günü yapılan Başkumandanlık Meydan Savaşının yıldönümü olan 30 Ağustosun Türkiyede her yıl ulusal bir bayram olarak kutlanması da bu nedenledir.
Orta dereceli okullarda yıllardır tekrarlanagelen bu veciz sözler, kemalist solcuların içine girdikleri girdapta gönül rahatlığıyla derinleştiklerini gösteriyor. Anti-emperyalizmi nereye çekerseniz oraya gider: Küçük-burjuva milliyetçiliğine de, kapitalizmin devrilmesine de. Ordu demokratikleşmeli, devlet demokratikleşmeli diyenlerin 30 Ağustosu, her yıl kutlanan ulusal bir bayram olarak lanse etmelerinin ve sahiplenmelerinin aynı zamanda, Süper Natoya karşı, cumhuriyetin zinde kuvvetlerini çıkaran İPin platformundan ne farkı vardır?
Cottarelliler, işgalcilerin torunlarıdır başlığı altında Evrenselin aynı tarihli sayısında, ibret verici şu sözlerine bakın: 30 Ağustos, Türkiyenin Kürt, Türk, Çerkez her milliyetten emekçi halklarının birleşip, emperyalistlerin kışkırtmasıyla Anadoluya çıkan saldırganı denize dökmek üzere son darbeyi vurduğu günün yıldönümüdür.
İnsan kendisini bir an resmi tarihin arasında buluveriyor. Yunanlılar denize dökülürken atılan naraları duymaya başlıyorsunuz birden. Kemalettin Tuğcunun hikayelerini aratmayan bu vurgularda milleyetçiliğin, kemalizmin ve doğrudan başka herşeyin içinde bulunduğu resmi tarihin kokuları geliyor burnunuza. Bağımsızlığı simgeleyen bir günde, Cottarellinin çatkapı gelmesi şaşırtıcı görünebilir. Bağımsızlığı simgeleyen bir günde gelmesinin abartılması, sınıfsal görüngü altında, İPin ve kemalizmin gizli bir tekrarının, üzerinin örtülmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır.
Bağımsız Türkiyeden, EMEPin ne anladığına gelince, demokratik kapitalizmin ufkunu aşmayan, burjuva demokrasisine hayranlığın ifadesi karşımıza çıkar. Bağımsızlık! Ne menem bağımsızlık bu? Hangi ilişkilerden, hangi sınıflardan bağımsızlık? Kapitalizme rağmen, bağımsızlıkçılık, küçük-burjuva demokratizminin tekrarından başka bir şey değildir.
İkinci Kurtuluş Savaşının dillendirilmesi, kemalist solculardan, aydınlardan, çeşitli sol akımlara kadar, tonları farklı olmakla beraber, sürekli şöyle ya da böyle gündemde kalmaya deva
Yapı işçilerine |
Gün doğdu
Akşam oldu
Ve biz başladık koyulmaya yollara
Bu yaşam bunu gerektirir
gece mi dersin gündüz mü farketmez
gerektirir bu yaşam bunu
Yani yaşamak için aç kalmamayı
direnmek için yaşamayı
birkaç asalak yükselsin
sürekli gaspetsin alınterimizi diye
Gün doğdu
Akşam oldu
Ve biz başladık koyulmaya yollara
üretmek için yaşamak için
Ne var ki bunca sömürülmeyle
doyamadığımız açık
Göz dikmiş asalaklar ekmeğimize
Bilirim babadan kalmadır bu miras bize
Buna göz yumarsak
ve görmemezlikten gelirsek
daha çok sürer bu zulüm
seni bilmem ama ben yummayacağım
yani haksızlığa
biribirimizle boğazlaşmaya yani
gel katıl aramıza kardeş
yoksa yarın çocukların
hesap sorar senden
sorar da veremezsin hesabı
onurlu bir yaşam için
gel katıl sen de
hep birlikte insanlığı kurmaya
(Fabrikada patronun uyguladığı baskı ve sömrüye karşı en sade duygularla yazılmıştır...) |
|
m ediyor. Düne kadar, Kürt ulusal mücadelesi karşısında sosyal şovenist bir söylem tutturanlar, bugün, ulusal hareketin yaşadığı teslimiyete destek vermekten oldukça hoşnut bir tavır sergiliyorlar. Denize döken ve dökülenler nezdinde sahibinin sesine kulak verdiğimizde, Bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesini telaffuz ederlerken hiç rahatsız olmuyorlar. Özellikle burjuvazinin kimi kesimlerinin kulağına hoş gelebilecek fısıltılarla onlara yaranmaya çalışmaktan başka bir anlamı yoktur söylenenlerin.
Yine bahse konu olan yazının son paragrafında söylenenlerin, İPin ve kemalizmin savunageldiklerini, ne de güzel tekrarladıklarını gösteriyor: Zafer Bayramı ile Cottarellinin gelişinin aynılaşması! Hem bu çelişkiyi ortaya koydu, hem de emekçilerin atıldığı İMFye karşı gibi görünen mücadelenin, aslında çok daha kapsamlı, ülkenin bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesi olduğunun görülmesinin vesilesi oldu..
Hiçbir çürüme, başladığı yerde kalmıyor. Kuşkusuz bugün EMEPin geldiği noktanın bugünden yarına bir değişim ve dönüşüm biçiminde olmadığını, tersine devrimci demokrasi nezdinde, TDKPnin ideolojik konumlanışının ve yapısal zayıflıklarının, zorunlu sonuçlarını ürettiğini gösteriyor. Dünün devrimci demokratlarının bugün liberal demokratlara dönüşümünde birçok neden sayılabilir. Reformizmde kendi içinde çeşitli tonlara ayrılıyor ve o da durduğu yerde durmuyor.