Devrimci yayın organlarının
ortak açıklaması:
Herkesi sorumlu davranmaya çağırıyoruz!..
F Tipi zulmüne karşı başlatılan ve 19 Aralık katliamı sonrasında boyutlanarak
neredeyse üç mevsime yayılan ölüm orucu her gün yeni ölümler pahasına
devam etmektedir. Şu ana dek 52 devrimci tutsağın yitirildiği süreç,
bugün artık en kritik noktasına ulaşmıştır ve yüzlerce tutsak ölüm sınırındadır.
Bu arada 50ye yakın devrimci tutsak dönüşü olmayacak biçimde sakatlanmıştır;
kalanlar da hızla bu tehlikeli noktaya doğru gitmektedirler. Devrimci tutsaklar, bu tarihsel ölçekteki direnişlerini geçtiğimiz
günlerde aldıkları ortak bir kararla daha da boyutlandırmışlar ve Adalet
Bakanlığının bozgun beklentisine yeni ölüm orucu ekipleriyle
yanıt vermişlerdir. Bugün gelinen noktada, tecrit ve izolasyonun yalnızca hapishanelerle
ilgili bir sorun olmadığı, dolayısıyla ölüm oruçlarının da sadece tutsakları
ve onların yakınlarını değil, bu ülkede insanca yaşamak isteyen herkesi
ilgilendirdiği açıkça ortaya çıkmıştır. İşte bu gerçeğin kendisini ortaya koymasının da etkisiyle demokratik
kamuoyunda oluşan duyarlılık, geçtiğimiz günlerde sonucunu vermiş ve
nihayet son bir yıllık süreçte ilk kez, İstanbuldaki bütün demokratik
güçler, partiler, sendikalar ve devrimci çevreler bir araya gelerek
ölümleri durdurmak için birlikte davranma iradesi göstermişlerdir. Bu duyarlılık ve birlik atmosferini dikkate alan İHD İstanbul Şubesinin
16 Mayısta yapacağı temsili Ankara yürüyüşünü ertelemesi ve daha
kitlesel bir eylem için kurumları toplantıya çağırması son derce sevindirici
bir ortam yaratmıştır. Yapılan toplantılarda da bu olumlu hava korunarak
geniş bileşimli, kapsayıcı ve kitlesel bir Ankara Yürüyüşünün
en azından ön kararı alınmış, bu eylemin bütün Türkiyede örgütlenmesi
için çalışmalar başlatılmıştır. İlk kez bu ölçekte yakalanan birlik
atmosferi ve kararlılık, tutsak yakınları başta olmak üzere bütün kesimlerde
büyük heyecan yaratmış, herkes bu olumlu havanın etkisiyle hemen pratik
çalışmalara girişmiştir. Ancak İstanbulda oluşan bu hava, çok açık ve görünür bir biçimde
Ankarada bozulmuş, emek harcanarak oluşturulmuş olan bu eylem
çizgisi sakatlanmıştır. İHD Genel Merkezi ve İHD Ankara Şubesinde
varlığını sürdüren hakim eğilim, kapı kapı dolaşıp asılsız dedikoduları,
türlü türlü felaket/provokasyon senaryolarını yayarak ve
her küçük pürüzü abartarak, süreci eylemin iptali noktasına dek götürmüştür.
Devrimci güçlerle birlikte çalışmamayı adeta ilke edinmiş olan ve kitleselliğin
her türünden rahatsızlık duyan bu eğilim, İstanbulda ilk toplantılarda
beliren (bu kapsamdaki her bileşimde olabilecek) bazı problemlerin hızla
çözülmesinden bile tatmin olmamış, tamamen dedikodudan oluşan kaçış
gerekçelerinden vazgeçmemiştir. Oysa gelişmeleri izleyen herkes tanıktır: İstanbuldaki kurumlar,
partiler ve devrimci çevreler, yaklaşık bir yıldır devam eden F Tipi
sürecinin en olgun toplantılarını yaparak, bu kadar kapsamlı bir bileşimi
yakalamak için gerçekten emek harcamışlardır. Bizler, hiçbir yerde hiçbir
zaman hiçbir hata yapmadığımızı söylecek kadar burnu büyük değiliz;
ama bu süreç itibarıyla gerçekten birleşik bir eylemin ortaya çıkması
için bazı önerilerimizden de vazgeçerek çaba gösterdiğimiz ortadadır.
En son Beyazıt-Sultanahmet eyleminde (tamamen dışımızdaki bir durum
haricinde) ortaya konulan disiplin ve uyumluluk da herkesin hatırındadır.
Dolayısıyla, bütün duyarlı güçler arasında bu kadar olumlu bir güven
havasının sağlandığı koşullarda, Ankaradan üretilen kuruntuların
hiçbir gerçek dayanağı yoktur. Çok açıkça önce dedikodular üretilmiş, sonra İstanbulda çözülmüş
olan sorunlar abartılarak korkunç manzaralar çizilmiş, sonra da eylemin
iptali kararına varılmıştır. Yüzlerce yeni ölüm kapımızdayken verilen bu karar, sahiplerine ağır
bir vebal yüklemektedir. Böylece aylardır bu çapta güçlü bir eylem bekleyen
tutuklu yakınları ve duyarlı çevreler hayal kırıklığına uğratılmış,
heyecanla hazırlandıkları bir büyük buluşmanın önü kesilmiştir. Daha
sonradan İHD İstanbul Şubesinin aynı içerikteki önerisini dikkate
bile almadan varılan temsili yürüyüş kararı ise, kitlesel/birleşik
bir yürüyüşle aynı anlam ve zorlayıcılığa sahip değildir. Biz devrimci çevreler olarak bugün, yeniden ve ısrarla tekrarlıyoruz; Birleşik ve kitlesel büyük Ankara yürüyüşü, şu anda hala günceldir,
gereklidir, zorunludur ve en önemlisi de mümkündür. Yakalanmış olan
son derece olumlu birlik ve duyarlılık atmosferi, bunun kotarılması
için uygun bir zemindir. Biz devrimci çevreler, yukarıdaki haklı eleştirilerimizi
ortaya koymakla birlikte, dostlarımızla olan ilişkilerimizi zedelememeye,
ortak davranış ruhunu bozacak söylem ve tutumlardan kaçınmaya bundan
sonra da devam edeceğiz. Herkesin de böyle davranması gerektiğini düşünüyoruz.
Karşılıklı saygı ve güvenimiz, tutsakların yaşamlarının başlıca garantisidir. Bu anlamda, birleşik ve kitlesel bir Ankara yürüyüşünün kolektif olarak
organize edilmesi önerisini bugün yeniden getiriyoruz. Ölüm oruçlarının
vardığı noktanın herkes tarafından ciddiyetle dikkate alınmasını ve
sürecin ancak böyle birleşik/zorlayıcı bir eylemle çözülebileceğinin
artık anlaşılmasını bekliyoruz. Yaşasın devrimci dayanışma! DMP, ÖMP, Devrimci Demokrasi Gazetesi, Partizan, Özgür Barikat
Dergisi, Kızıl Bayrak Gazetesi, Odak Dergisi, Hedef Dergisi, Direniş
Dergisi
Hücre karşıtı muhalefet ve hümanizm...
Olgular ve karşılaşılan sorunlar sınıf temelli ve sınıflararası güç
ilişkileri gözönünde bulundurularak ele alınmak yerine; insan
psikolojisi, insani seçim, duyarlılık, evrensel değer yargıları
vb. argümanlarla açıklanıp ve buna uygun bir mücadele hattı çiziliyor.
Son esnaf olaylarının değerlendirilmesi (sol basına yansıyışı), solun
ara tabakaları değerlendirmekte acz içinde olduğunu; hücre karşıtı muhalefet
çerçevesinde yürütülen çalışma ise, solun Marksizm ile hümanizmi aynılaştırdığını
ve devlet-emperyalizm-tekelci burjuvazi arasındaki ilişkiyi kavramakta
zorlandığını gösteriyor. Kuşkusuz, tek tek insanların yapıp ettikleri, seçimleri ya da psikolojileri
küçümsenemez. Kitle mücadelesi yürütürken, bireylerle ilişkiye geçmenin,
mekanik olmayan çok yönlü ilişkiler yaratmanın, sadece bireysel
diye nitelendirilen ama hiç bir zaman öyle olmayan sorunlarıyla ilgilenmenin
yanlış bir yönü yok. Çalışmanın ete-kemiğe bürünmesi için bu yapılmalı/yapılıyor
da. Söylemek istediğim, biraz da sınıf hareketindeki durağanlıktan kaynaklı,
tarihi insan yapar dercesine tek tek bireyleri fazla önemsemek,
yasaların belirleyiciliğini hiçe saymak. Yasaların belirleyiciliği ile kastedilen kaba determinist bir anlayış
değil kuşkusuz. Hiçbir zaman evrimsel bir dönüşümle, nasıl ki feodalizmden
sonra kapitalizm gelmiş kapitalizmden sonra sosyalizm gelecek argümanı
savunulamaz. Aksine Ya kokuşmuş düzen içinde çöküş ya sosyalizm
şiarı komünistlerin tavrını çok açık bir biçimde özetliyor. Sosyalizm kendiliğinden gelmeyecek, ancak mücadele sonucunda kazanılacak,
ve eğer uğruna mücadele edilmezse insanlık barbarlık içinde yokolacak...
Ancak vurgunun bireye değil de içinde yeraldığı kolektif yapıya, dahası
tek devrimci sınıfa/işçi sınıfına yapılması gerekiyor. Sınıf yerine
bireye yapılan/yapılacak olan vurgu, Marksizmdeki temel sapmalardan
biri olan hümanist sapmaya düşülmesine ve kafa karışıklığına neden olabilir.
Son süreçte yaşananlar bu sapmaya iyi birer örnek teşkil ediyor. Yurtsever hareketin kimi açıklamalarında TÜSİADı övmesi, politikalarına
destek sunması, devletin karakteri hakkında Kürt halkında bilinç bulanıklığına
neden olmuştur ve olmaya da devam ediyor. Gaffar Okkanın cenazesine
sahip çıkılması ve ANAP gibi bir partiyi kimi demokratik
söylemlerden dolayı olumlamaları, tahribatı göstermek açısından anlamlı. Burada üzerinde özellikle durmak istediğim konu ise hücre karşıtı muhalefetin
durumu, özellikle de 19 Aralık operasyonu sonrası. Ulucanlar katliamıyla
birlikte dışarda az çok derli toplu bir hücre karşıtı muhalefet oluşturulabildi.
Ortaya ilk çıktığı andan itibaren inişli-çıkışlı olsa da toplumda ağırlığını
hissettiren bir çalışma da yürütülebildi. F tipi cezaevlerinin uygulamaya konulması noktasında engelleyici olamamasının
kendi zayıflıklarından kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. (Nedenler çok
daha karmaşık ve derinlemesine bir analizi gerektiriyor ve bu yazıyı
aşıyor.) Söylemek istediğim, operasyon sonrası hücre karşıtı muhalefetin
yaptığı çalışmalar, kullandığı argümanlar, hümanizmin solun büyük bir
kesimini etkisi altına aldığını gösteriyor. Sınıf hareketinin zayıflığı,
devrimcilerin sınıfla olan bağlarının cılız olduğu böylesi bir dönemde
geniş kesimlerin desteğini kazanmak için böylesi bir yönelime girildiği
söylenebilir. Eğer böylesi bir politika duyarlı hümanistlerimizi
harekete geçirmiş olsaydı, söyleyecek bir şey kalmazdı kuşkusuz. Ancak
görülen şu ki, bolca insani söylem kullanmanın bu kesimler üzerinde
yarattığı t etki yazık oluyor bu çocuklara söyleminin ötesine
geçmiyor. Öte yandan öne sürülen talepler, kullanılan dil, sorunun sınıfsal
temelini gözardı edip devletin karakteri konusunda bilinç bulanıklığına
neden olabiliyor. Emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda F tipi
cezaevlerinin uygulamaya sokulduğu gözardı ediliyor. Bundandır ki, TÜSİADın
yaşanan ölümlerden sonra yaptığı açıklama, tecrite karşı olduğunu, ölümlerin
durdurulması gerektiğini söylemesi, kim çevrelerde ve sola yakın insanlarda
yankı bulabiliyor. Ve sermaye böylelikle katliamcı yüzünü gizleyebiliyor;
sanki kendisi taraf değilmişcesine, yaşanan tutuklular ile devlet arasındaki
bir sorunmuşcasına... Koşulların gerektirdiği esneklikte hareket etmeye bir şey söylenemez.
Ancak eğer bu esneklik konunun muhataplarını görmezlikten geliyorsa,
bilinçleri köreltiyorsa, kitleleri mücadele hedefleri konusunda yanıltıyorsa,
esneklik üzerine tekrar düşünülmelidir. A. Yılmaz |
|||||