Genelgeler de kâr etmeyecek... Sermaye iktidarını Türkiye burjuvazisinin sosyal patlama korkusu biliniyor. TÜSİAD başta olmak üzere çeşitli sermaye kuruluşları, bir süredir, sözde hükümeti uyarıcı açıklamalar yapmayı adeta alışkanlık haline getirmişlerdi. Ancak bu uyarılar bugüne dek hükümeti etkilemeye yetmedi. Harekete geçmek için tehlikeyi somutta görmeleri gerekiyormuş. Nihayet Arjantindeki halk ayaklanması vesile oldu ve hükümet Türkiyede de bir sosyal patlamanın yaşanmaması için gerekeni yaptı; bir genelge yayımladı... Güneşin doğuşunu emirle durdurmaya çalışmak gibi bir şey deyip küçümsememek gerekiyor. Ne de olsa 4 yıla yaklaşan iktidarı boyunca koca ülkeyi hemen tümüyle genelge ve kararnamelerle yönetmeyi başarmış bir hükümettir söz konusu olan. Bunu da böylece halledebileceklerini düşünmeleri normaldir. Aslında, onca para döküp hizmet aldıkları uzun titrli sosyolog, psikolog, ekonomist, yorumcu vb. memurlarına bakılırsa, telaşa kapılıp önlem almalarına (bir genelgeyle de olsa) da gerek yoktu!.. Ne de olsa Türkiye Arjantin olmazdı. Çok farklı coğrafyaya, kültüre, tarihe, stratejik yer ve öneme sahipti!.. İMF (ABD), Arjantindeki gibi bir çöküşe izin vermezdi!.. Ancak, Arjantin halk ayaklanması karşısında düştükleri telaş gösteriyor ki, kendi propagandistlerine kendileri bile güvenmiyorlar. Söz konusu propaganda, salt kitlelerin manipülasyonu için ve tümüyle yalan ve demagojiye dayalı yürütülüyor. Peki, İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan genelge ile ifade edilen önlemler (uygulanıp uygulanmayacağından bağımsız olarak) düzenin derdine çare olabilir nitelikte mi? Ya da başka bir ifadeyle, düzen, Türkiyede de bir sosyal patlama ihtimalini ortadan kaldırma imkanına sahip mi? Genelgenin içeriğine girmeden önce bu sorulara yanıt vermekte yarar var. Çünkü genelgenin hayata geçirilebilirliği de, işlevli olup olamayacağı da bununla doğrudan bağlantılı. Türkiyenin imkan veya imkansızlıklarını görmek için önce Arjantindeki çöküş ve halk ayaklanmasının nedenlerine gözatmakta yarar var. Düzen cephesinden yürütülen propagandanın aksine, çöküş ve ayaklanma nedenleri açısından Türkiye ile Arjantinin çarpıcı benzerliklere sahip olduğu ortada. Her iki ülke de, belirli bir süreden bu yana ekonomi yönetimini tümüyle İMFye, siyasetini Beyaz Saraya bağlamış durumdadır. İMF üzerinden uluslararası sermayenin Türkiye ve Arjantin gibi ülkelerde uyguladığı ekonomik programların, milim sapmayan tek bir hedefi bulunmaktadır; ülke kaynaklarını, birikimlerini, emek-gücünü bitirinceye kadar sömürmek. Amaçlar gibi araçlar da değişmiyor. Arjantinin, Türkiyeden 3-5 yıl önde gittiği sürecin önemli adımlarındn biri özelleştirmelerdi. Tıpkı Türkiyede olduğu gibi Arjantinde de İMF, tüm kilit sektörlerde özelleştirmelerin hızla tamamlanmasını dayatmış, bu dayatmayı kredi desteği için şantaja dönüştürmüştü. Türkiyenin henüz tüketmediği bu süreç Arjantinde 4-5 yıl önce tüketildi. Bilindiği gibi İMFnin Türkiyeye özelleştirme dayatma ve tehditleri devamediyor. Gerek 2002 bütçesi, gerekse de üzerinde uzlaşma sağlanmış bulunan yeni stand-by ve onun gereklerinin nasıl yerine getirileceğinin yemin metni niteliğindeki niyet mektubu, bu tehdit ve şantajların toplamından ibaret. İMF programları sadece geçmiş birikimlerin, hazır kaynakların sömürüsüyle de yetinmiyor. Ülkenin geleceğine, gelecekte de sınırsız sömürüsüne yönelik maddeleri belki daha da önemli.Tarımın çökertilmesi ve nüfusun Amerikan tarım ürünlerine bağlanmasına yönelik önlemler bunların başında geliyor. Bu programların burada daha da ayrıntılandırılması gerekmiyor. Zaten İMF programları konusunda gerek Arjantin gerekse de Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinin düşüncesi de biliniyor. Her iki ülke emekçileri de fırsat buldukça emperyalist soygun ve sömürüye karşı düşüncelerini ortaya koyuyorlar. Hatta, küreselleşme karşıtı eylemlerin de gösterdiği gibi, emperyalist metropollerin işçi sınıfları ve emekçi kitleleri de, sömürge halklardan daha aşağı kalır bir karşıtlık içinde değildir. Türkiyeye dönersek, işçi sınıfının, emekçi kitlelerin, hatta esnaf eylemlerinin de gösterdiği gibi, küçük ve orta burjuvazinin tüm itirazlarına rağmen, tekelci burjuvazi ve siyasi iktidarı İMF programlarını uygulama ısrarını sürdürüyor. Yaşanan çöküşe ve sürmekte olan halk ayaklanmasına rağmen Arjantindeki egemenlerin de aynı tutumu devam ettirme niyetini ise, İMFnin bugünlerde bu ülkeyi yeniden teftişe çıkması gösteriyor. Türkiye ve Arjantin üzerine söz söyleyen her düzen yorumcusu, sorunu, ya hükümetlere ya da çok sıkışırsa İMFye bağlar. Oysa, çok açıktır ki, ne İMF o ülke yönetimine rağmen ekonomisini yönlendirebilir ve ne de hükümetler egemen sınıfa rağmen ülke ekonomisini İMFye teslim edebilir. Tersine, siyasi iktidarı İMF, Dünya Bankası gibi uluslararası sermaye kuruluşları ile iş yapmaya zorlayan, ülkedeki egemen sermayenin uluslararası sermaye ile kopmaz bağlarıdır. Hükümetlerde yer alan uşak takımının ülkeyi peşkeş çekme hevesi, sermaye sınıfının sömürü emellerine hizmet görev ve zorunluluğu gereğidir. Bunun için hükümet edilirler, bunu sağladıkları sürece hükümette kalırlar. Öte yandan, bir ülkede sermayenin siyasi iktidarı hiç de hükümetten ibaret değildir.Hatta hükümetler bu iktidarın en etkisiz ve geçici araçlarıdır. Hükümetlerin arkasında ordusundan bürokrasisine koca bir devlet aygıtı durmaktadır. Bu aygıtın gerekli görmediği, onaylamadığı hiçbir önemli karar hükümetlerce alınamaz, uygulanamaz. Demek ki, (Arjantinde nihayet sosyal patlamaya yol açmış bulunan) emperyalist soygun ve sömürü çarkı, aslında, ülke sermayesinin çıkarları temelinde kurulan bir düzen ve devlet politikası gereği işlemektedir. Bu da, Arjantinde olduğu gibi Türkiyede de, emperyalizme göbekten bağlı kapitalist ekonominin, sosyal patlama dinamiklerini sürekli ürettiğini/üretmek zorunda olduğunu gösterir. Örneğin, Türkiyede egemenlerin tüm korkularına ve sözde önlem girişimlerine rağmen, ekonomi yönetimine ilişkin alınan her yeni karar soygun ve sömürüyü katmerlemeye yönelik olmaya devam etmektedir. Durmadan yeni vergiler, yeni zamlar, yeni kısıtlamalar, yeni hak gaspları gündeme getirilmektedir. Bugünlerde Dervişin ikna turları düzenlediği son bankalar yasası bile, göz göre göre soygundan başka nedir ki? Ama tüm bu uygulamalar bu ülkede de bir sosyal patlamayı kendi elleriyle hazırlamaktan başka bir anlama gelmiyor. Gelelim İçişleri Bakanlığının genelgesine: Genelge; evsiz, işsiz, aç kalmışlara yardım etmek suretiyle, sözde sosyal patlamayı önleme amacıyla yayınlanmış bulunuyor. Ne var ki genelge çıkaran devlet buna kaynak ayırmayı düşünmediğini de ortaya koymuş oluyor. Daha ilk maddede geçen, Yörelerin potansiyel kaynaklarını harekete geçirmek için sosyal hizmet amacıyla kurulan sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılacak. ifadeleri ve sonraki maddelerde döne döne tekrarlanan belediyeler ve yerel yönetimler vurgusu bunu yeterince gösteriyor. Belediye ve yerel yönetimlerin imkanlarıyla, sayısı milyonlarla hesaplanan işsizlik sorununu çözebileceğini elbette devletliler de düşünmüyor. Olsa olsa şu günlerde yaptıkları gibi, sokaklarda yaşayanların donmuş cesetlerini azaltmaya yönelik olarak, evsizlere geçici barınak imkanları sağlamaya devam edilebilecektir. Kaldı ki, her gün açıklanan donarak ölen insan sayılarına bakılırsa, imkan, niyet ve çabanın bunu bile sağlamaya yeterli olmadığı açık. Halbuki, bu gidişatla kaçınamayacakları bir sosyal patlamanın dinamiği hiç de sokakta yaşayan evsiz barksızlar ve genelgede sözü geçen diğer muhtaçlar değil. Arjantin örneğinin de gösterdiği gibi, bir halk ayaklanmasının başını çekecek asıl dinamik örgütlü işçiler olabilir. Düzen yorumcularının bilerek üstünden atladığı, iki ülke arasındaki en önemli benzemezlik asıl budur. Arjantin işçi sınıfı, en azından sendikalar bazında, oldukça güçlü bir örgütlülüğe sahipken, Türkiye işçi sınıfı ihanet çukurunun en dibinde gezinen bir sendikal cendere ile sıkışmış durumdadır. Bu haliyle genelgenin, giderek yükselen bir ihtimal durumundaki bir sosyal patlama konusunda düzen cephesinin kaygı ve korkularını hafifletmekten ziyade, halka yönelik bir propaganda amacına hizmet etmek üzere yayınlandığı söylenebilir. Fakat buna da ne kadar yarayacağı tartışmalıdır. Düzen cephesinde konuya ilişkin daha ciddi/elle tutulur çalışmalar ise daha sessiz sedasız sürdürülmektedir. Aylar öncesinden konu MGKnin gündemine getirilmiş ve böyle bir olasılıkta başvurulacak zor tedbirlerine ilişkin kararlar alınmıştı. Bu günlerde ise işçi sendikalarına yönelik kuşatma daraltılmaktadır. Derviş ilk kez sivil inisiyatifi topladı örneğin. Yine, emniyet müdürlüklerinin sendika işyeri temsilcilerini de dahil etmeye çalıştığı yerel toplantılardan söz ediliyor. Önümüzdeki günlerde bu tür girişimlerin ayrıntıları ortaya çıkacaktır kuşkusuz. Ancak şimdiden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İşçi sınıfı ve emekçilerin yıkımı üzerine kurulu bir iktisadi sistem kendi kendini çökertmekten de kaçınamamaktadır. Türkiyenin ekonomi yönetimi de, tıpkı Şubat krizinde olduğu gibi, yeni krizler, yeni çöküşler üretmeye devam edecektir. Taa ki bir sosyal devrimle iktidardan uzaklaştırılıncaya kadar... |
|||||