8 Ocak 2005
Sayı: 2005/02(02)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD-İsrail şer ekseninin hizmetindeler
  Sağlıkta özelleştirmenin kılıfı; Sağlıkta Dönüşüm Projesi
  Özelleştirmeler durdurulsun, kölelik yasaları çöpe atılsın!
  Sosyal saldırılara karşı sınıf mücadelesi!
  Sefalet ücreti politikası 2005 yılında da devam edecek
  Patronlar kıdem tazminatını 15 güne indirmek istiyor
  DİSK'in 2004 daporu üzerine
  CHP'de patlayan "cerahat"
  Abdullah Gül siyonist şeflerin huzurunda
  "Yardım koalisyonu", "Bağdat fatihi" feneralden sorulacak
  Tasfiyecilik, sahte dostlar ve ötesi
  Birleşik gençlik kurultayı için ileri!/Orta sayfa
  Birleşik bir gençlik kurultayı için harekete geçildi
  2004'te gençlik hareketi
  Mimar Sinan'da tepki büyüyor
  İşgal karşıtı direniş seçim oyununu bozmaya aday
  Filistin halkının cellatları Irak'ta işbaşında!
  İsrail işgali altında "özgür seçimler"
  Almanya;Burjuva demokrasisinin iç yüzü
  OSİM-DER 1. Olağan Genel Kurulu yapıldı
  Bültenlerden
  BEKO'da kitlesel işçi kıyımı
  Ya barbarlık ya sosyalizm!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Türk burjuvazisinin Ortadoğu diplomasisi ikiyüzlülüğe ve sahtekârlığa dayanıyor!..

ABD-İsrail şer ekseninin hizmetindeler!

AB gündeminin belli bir sonuca ulaşmasının ardından Ortadoğu merkezli diplomasi trafiği oldukça yoğunlaşmış bulunuyor. Aralık ayının son günlerinde Erdoğan'ın Suriye ziyareti, ardından ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Armitage'nin Türkiye'ye gelişi, son olarak Abdullah Gül'ün İsrail ziyareti, bu yoğunluğun belli başlı durakları. Bunlara ayrıca bugünlerde Genelkurmay'ın ‘davetlisi' olarak Türkiye'ye gelen NATO'nun Avrupa Kuvvetler Komutanı ABD'li General Jones'un ziyaretini ekleyebiliriz.
Burjuva medyanın yüzeysel ve çarpıtılmış haber sağanağı bir yana bırakıldığında, bu diplomasi yoğunluğu aslında Türk dış politikasının ana çizgilerini ve uluslararası ilişkiler alanında sahip olduğu rol ve konumu tüm yalınlığıyla bir kez daha gözler önüne sermektedir. Şimdi bu diplomasi trafiği içerisinde, gerek söylenenler ve gerekse de trafiğin bütününden ortaya çıkan ilişkiler ve beklentilerden hareketle, Türk dış politikasının ana unsurlarına bir kez daha gözatalım.

Diplomasi trafiğinde belirgin ABD etkisi

Geçmişte bu türden diplomatik girişimler Türkiye'nin ‘bölgesel bir güç' olma yolunda olduğuna ilişkin kanıt sayılıp emperyal his ve heveslerin coşturulmasına vesile edilirdi. Türkiye'yi yöneten işbirlikçi takımının son yıllarda burunları defalarca sürtülmüş bulunduğu için artık böyle bir avanaklığı yapma gücü ve cesareti bulamıyorlar kendilerinde. Bugün artık Türk dış politikasının sahnede boy gösteren aktörleri ağızlarından çıkan her sözü dahi özenle efendilerinin cephaneliğinden seçiyorlar. Burjuva medya da kendi cephesinden bu tutumu öne çıkardığı gibi, zaman zaman amacı aşan sözler sarfedildiğinde durumu kurtaracak mazeretler üreten bir rol üstleniyor.
Dolayısıyla burjuva medyada Türk dış politikası üzerine yazan-çizenler için artık Türk dış politikasının bağımsızlığı üzerine ahkam kesmek dönemi kapanmıştır. Tam bir fikir birliği ile Türk diplomatlarının büyük emperyalist güçlerin politik çıkarlarına ve kendilerine biçilen rolün gereklerine uygun davrandıklarını kabul etmekte ve onaylamaktadırlar. Artık genel tartışma ve varsa fikir ayrılıkları, rakip emperyalist güçler arasında hangisinin çıkarına uygun davranıldığı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Zira sözkonusu olan rakip emperyalist stratejilerin kıskacına alınmış bir Türkiye'dir. Artık geleneksel ABD uşaklığı yanında onun Truva Atı olarak AB kapılarına dayanmış bir Türkiye gerçeği sözkonusudur. AB emperyalistleri de bu gerçeğin bilincinde olarak halihazırdaki ABD işbirlikçilerinin iplerini kendi ellerine daha çok almak için yoğun manevralar yapmakta, AB'ye üyelik süreci yaptırımlarını bu amaçla kullanmaktadırlar.
Ama AB'nin işbirlikçi sermaye iktidarı üzerindeki etkinliğini arttırma çabası ne düzeyde olursa olsun, bugününün Türkiye'sinde ABD'nin nüfuzu ve egemenliği hala çok belirgindir ve dahası gerçekte günden güne de artmaktadır. Mevcut Ortadoğu diplomasisine de belirgin biçimde ABD etkisi ve yönlendirmesi damgasını vurmaktadır. Başbakanın Suriye ziyareti, iddia edildiği gibi ABD'ye rağmen olmamış, tersine ABD'nin Irak'taki gelişmeler çerçevesinde Suriye'yi yola getirme politikasının uzantısı olarak gerçekleştirilmiştir. Erdoğan da ziyaretinde muhataplarına sık sık ABD'nin tehditlerini diplomatik bir ağızla tekrarlamıştır. Erdoğan'ın Suriye ziyaretinin hemen ardından Türkiye'ye gelen Armitage'nin Türkiye'den sonraki durağı da Suriye olmuştur. Gül, Armitage ile görüştükten sonra İsrail'in yolunu tutmuştur. İsrail'den sonra da ABD'nin örgütlediği ‘Irak'a komşu ülkeler konferansı'na katılacaktır.
Diplomasinin bu seyri sermaye iktidarının dış politikasının ABD'nin mevcut bölge politikalarının güncel gereklerine sıkı sıkıya bağlanmış olduğunu göstermektedir. Gül'ün Armitage ile görüşmesinde -ki tüm bu diplomasi trafiğinin amaç ve hedeflerini net biçimde göstermektedir- sarfettiği sözler herşeye son noktayı koymaktadır: ‘Türkiye-ABD ilişkileri herşeyin üzerindedir'!

Sahtekarlık ve ikiyüzlülük üzerine
kurulu dış politika

Türk burjuvazisinin ABD'nin Ortadoğu'da taşeronluğuyla belirlenen dış politik konumu, elbette İsrail saç ayağıyla birlikte bir anlam taşımaktadır. ABD-İsrail-Türkiye stratejik işbirliği, bu kirli ortaklığın iyi bilinen ancak son dönemde ikiyüzlü çıkışlarla üstü örtülen çehresidir. Gül'ün İsrail ziyareti ile bu kirli ve saldırgan ortaklık bir kez daha tüm çıplaklığıyla görünür hale gelmiştir. Yakın zamanda bizzat Başbakan'ın ağzından İsrail'e yönelik söylenenlerin sadece Türkiye halkını aldatmaya yönelik olduğu artık tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır.
Gül sermaye iktidarı adına, tıpkı Armitage'ye de söylendiği gibi, İsrail'de de ABD-İsrail eksenine bağlılığını bildirmiştir. Anlaşılan Gül tükürülenleri yalama görevini üstlenmiştir. Önce Armitage'nin huzurunda ABD'ye bağlılıklarını ortaya koyup sadakatlerini bildirmiş, ardından da soluğu İsrail'de alıp aynı şeyi burada yapmıştır. Ziyaretle tam da aynı günlerde Filistinliler kitesel halde katledilmeye devam edilirken ‘geçmişi bir yana bırakalım' türünden laflarla, gerçek konum ve misyonlarına bağlılıklarını kanıtlamıştır. Arkasından da yeni bir ikiyüzlülük ve sahtekarlık örneği olarak Filistin tarafına geçip namaza durmuş; ama bu arada Filistin topraklarında bulunma nedenini de yumurtlamış, ABD-İsrail politikasının sözcüsü gibi hareket ederek, yeni seçilecek Filistin yönetiminden ‘şiddete son vermesini' istemiştir.
Bu sahtekarlık ve ikiyüzlülük siyasetine son noktayı da yine aynı günlerde yaşanan başka bir gelişme koymaktadır. Duyurulduğuna göre önümüzdeki günlerde ABD-İsrail ve Türkiye Doğu Akdeniz'de geleneksel hale getirdikleri bir askeri tatbikat yapacaklardır. Bu, sermaye iktidarının Ortadoğu'daki konumunu ve rolünü yalın biçimde ortaya koymakta, aynı zamanda tüm ikiyüzlülüklere ve riyakarlıklara da bir son vermektedir. ABD-İsrail-Türkiye askeri işbirliği, Ortadoğu halklarına yönelik saldırganlığın sivri ucu olarak etkin durumdadır ve şu şartlarda böyle bir askeri tatbikat yapmak bölge halklarına yönelik açık bir gözdağı ve tehdit anlamına gelmektedir. Bu aynı zamanda, son diplomasi trafiğinin de beylik sözü olan sermaye iktidarının sözde barışçıl amaçlarının içyüzünü sergilemektedir.

Sermaye iktidarı en az ABD ve İsrail kadar
halkların öfke ve nefretini haketmektedir


Son gelişmeler üzerinden tüm bu gerçekler etkili bir teşhir ve ajitasyon çalışmasıyla işçi ve emekçilere anlatılmalıdır. Çünkü sermaye iktidarının ikiyüzlü sahtekarca çıkışları onun Amerikancı kimliğini gizleme amaçlı olup, gerek Türkiye işçi ve emekçileri, gerekse bölge halkları üzerinde başarılı olabilmektedir. Bu başarı da hem sermaye iktidarının bölgede ABD-İsrail çizgisinde at koşturmasını kolaylaştırmakta, hem de ABD-İsrail stratejilerinin uygulanması için uygun bir zemin hazırlamaktadır.
Burada bir kez daha görüldüğü gibi sermaye iktidarının dış politikası, AB-ABD rekabeti bağlamında emperyalist stratejilerin, ama esas olarak ABD ve İsrail stratejilerinin basit bir oyuncağı olmak üzerine kuruludur. O bu konumu ve üstlendiği rol nedeniyle en az ABD ve İsrail kadar büyük bir nefreti ve öfkeyi haketmektedir. Hatta bu suç ortaklığının gereklerini ‘tarihsel bağlar', ‘dinsel kardeşlik' ve ‘komşuluk' argümanlarına dayanarak yerine getirmeye çalıştığı, yani ikiyüzlülük ve riyakarlıkla bezediği için, daha fazlasını da!..