04 Haziran 2005
Sayı: 2005/22 (22)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye iktidarı alaşağı edilmeden
emperyalist kuşatma dağıtılamaz
  Eğitim-Sen ve anadilde eğitim hakkı
  ABD ve uşaklarının karanlık planlarını bozalım!
  “Her yer Seydişehir, her yer direniş!”
  Aliağa’dan Seydişehir’e destek eylemi
  İSDEMİR ve özelleştirme
  Paralı sağlık hizmeti adım adım hayata geçiriliyor
  Eğitim-Sen’in kapatılması AB’den
gelecek direktiflerle durdurulamaz
  Kayseri BDSP’den açıklama
  “20. Yılında Özelleştirme Gerçeği
Sempozyumu” üzerine
  “Asrın projesi” kimin için?
  Ermeni sorunu konulu konferans ertelendi
  Ölümleri çığlık olup durdurmalıyız!
   Gençlik hareketinin sorunlarının çözümünde devrimci bir odak
olabilmek için! / (Orta sayfa)
  İstanbul Üniversitesi’nde yaz okulları paralı hale getiriliyor!
  ÖSS geleceksizliktir!
  Fransız halkından emperyalist AB
projesine sert tokat!

  Fransa referandumu üzerine

  Lübnan’da dört turlu seçimlerin ilk turu
Beyrut’ta yapıldı
  Mahmut Abbas halkların celladı
Bush’un huzuruna çıktı
  Emperyalist-kapitalist düzen işkenceyi
“yasal güvence”ye kavuşturma yolunda!
  Emperyalist ordular 50 bin askerle Bağdat’a saldırı başlattı
  Maltepe BDSP’den Mayıs şehitlerini
anma eylemi
  Kadın programları yayından kaldırıldı
sömürü, şiddet ve yıkım sürüyor
  Bültenlerden
  “GOP İşçi Derneği 1. Olağan Genel
Kurulu’nda buluşalım!” başlıklı bildiriden
  Vicdani retçi Mehmet Tarhan’a baskılar artarak sürüyor!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Kadın programları yayından kaldırıldı sömürü, şiddet ve yıkım sürüyor...

Çözümsüzlük kapitalizmin özünde var

Türkiye'de ‘90'lı yılların başlarından bu yana kapitalist gelişmeye bağlı olarak hızlı fakat bir o kadar da çarpık bir gelişme izleyen televizyon yayıncılığı, en düşük maliyetle en yüksek geliri getirecek, kolay seyredilir/tüketilebilir formatlar benimsiyor. Günümüzde bu amaca ulaşmanın en kolay yolu, popüler kültürün gerektirdiği ölçütleri takip ederek, yoğun bir dikkat gerektirmeksizin, izleyicileri derinden sarsabilecek, “insani” duyguları harekete geçirebilecek “reality şov”lar oluyor. Acıma, öfke, sevinç, ama özellikle özdeşleşme… Gündüz kuşağı kadın programları ise bu niteliklerin tümüne sahip bir özellik taşıyor.

TGRT'de Yasemin Bozkurt'un hazırlayıp sunduğu “Kadının Sesi” programına sırasıyla, “Sizin Sesiniz”, “Yalnız Değilsin”, “Derya Gibi”, “Serap Ezgü ile Biz Bize” katıldı. Hepsi aynı formatın parçası olan kadın programlarının ortak yanı, izleyiciler arasından seçilen “sıradan” bir kadının hayatındaki dramatik olayların konu edilmesidir. İhanet, şiddet, çocuklarla ilgili sorunlar, stüdyodaki izleyiciler eşliğinde tartışılır, canlı telefon bağlantılarıyla hararetlenir, sunucu kadının hakemliğinde çözülür!

Kimi zaman bu programlarda kadınlara tencere-tava dağıtıldı, kimi zaman kaynanasıyla olan problemi giderildi, kimi zamansa yeni kısmetler bulundu. Fakat sorunu yaratan temel toplumsal gerçekliğe hiç dokunulmadı. Kutsal Türk aile yapısının sorgulanmasına hiç izin verilmedi. Ülkede varolan şiddetin ailede katlanarak yaşatıldığı görmezden gelindi. Üretilen çözümlerse kadının daha önceki sorunlarını tekrar yaşayacağı yeni düzenekler kurmaktan öteye gitmedi. 16 Aralık 2003 tarihinde Kadının Sesi programında, okuldan kaydı alınan bir kız çocuğunun tekrar okula gönderilmesi için yardım elimizi uzatmamız gerektiğini ifade eden sunucu “bir kadının kurtulması bir ailenin kurtulmasıdır” diyebiliyordu örneğin. Oysa o kız çocuğunun da, diğer tüm kadınların da yaşadığı sorunları yaratan, kutsallığına dokundurulmayan aile modeli ve bu modelin devamını sağlayan kapitalizm gerçeğidir.

Tartışılan sorunların gerçekten emekçi kadının toplumsal hayatta yaşadığı açmazlardan besleniyor oluşu, anlatılan çaresizliğin, kadın olmanın ağırlığının akan her damla gözyaşıyla bir kez daha zihinlerimize kazılmasının etkisiyle izlenme rekorlarına koşan ve hızlı bir şekilde gerçek ile kurmaca arasındaki sınırların belirsizleşmesine sebep olan kadın programları, beraberinde kalp krizlerini, cinayetleri getirdi. Uzunca bir süredir psikologlar ve aydınlar tarafından dile getirilen kadın programlarının sakıncaları böylelikle somut hale geldi.

Mart ayında bir kadın, sorununu anlattığı esnada kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Ardından Kadının Sesi programına katılan Tijen Alp berdel evliliğini anlatması üzerine kocası Kemal Alp tarafından öldürüldü. Tijen Alp'in ailesinin yine aynı programa çıkıp cinayeti anlatması üzerine, Kemal Alp'in babası Kenan Alp canlı telefon bağlantısında dünürüne hakaretler etmeye başlayıp tehditlerde bulundu. “Hesaplaşacağız” sözü veren Kenan Alp tehditlerin ardından dünür Muammer Özbek ve ailesinin otomobilini kurşun yağmuruna tutup Yusuf Özbek adlı akrabayı ve bir polisi öldürdü. Kadın programlarına bağlı bir diğer cinayette Elazığ'da yaşandı. Yine Kadının Sesi programına katılan Birgül Işık, televizyona başı açık çıktığı gerekçesiyle otogarda 14 yaşındaki oğlunun silahlı saldırısına uğradı.

Bütün bu yaşananların ardından Kanal D ve ATV kadın programlarını yayından kaldırdıklarını duyurdular. Programların kaldırılmasının ardından RTÜK “Bu tip programlar sosyal dokuyu kaşıyor. Türk toplumu için önemli olan aile, çocuk, eşler arası ilişkileri bütün açıklığıyla ortaya döküyor. Dolayısıyla bu programlar sosyal yaşamı alt-üst ediyor” şeklinde açıklamalarda bulundu.

Kadınların yaşadığı sorunların, kadın sorununun yüksek sesle dillendirilmesine her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Yaşanan acıların hafifletilmesinin yollarından en önemli parçalarından biri kuşkusuz ki tartışmak ve paylaşmaktır. Fakat bu, insani en güzel duyguların ve en ufak ihtiyaçların bile alınır satılır hale getirilmeye çalışıldığı medya sektörü eliyle olamaz/olmayacaktır. Kadın sorununu sadece “kaynana-gelin tartışması”, “karı-koca kavgası” olarak ele almayacak programlar, sorunun toplumsal kaynaklarını tartıştıran bir program gerçekten kadınların özellikle emekçi kadınların programı olacaktır. Aksi halde günümüz televizyonculuğundaki gibi kadın sorununun sıradanlaştırıldığı, magazinleştirildiği programlar sorunu tekrar tekrar üretmekten, kadınlara yeni evlilikleri veya tencere-tavaları alternatif olarak göstermekten öteye gidemez.

Bugün medya patronlarının açıklamaları da aslında burjuvazinin varolan sistemin devamını sarsmayacak şekilde sorunları dile getirebileceğini gösteriyor. Bu programlarla amaçlanan sorunların tartışılma platformları olarak televizyonların gösterilmesi ve çözümlerin sunuculardan beklenmesidir. Programlarda sıkça dile getirilen “sessizliğe mahkum edilen kadınlara söz hakkı” burjuvazinin hayat tarzı hele de televizyonlar eliyle verilmeyecektir. Kadını kurtaracak olan yılmadan, korkmadan eşitsizlik üzerine kurulu olan bu düzenden beslenen sorunlarını, kendisi gibi emekçilerle yanyana gelerek tartışmasıdır. Bizim sorunlarımızı ancak biz çözeriz, para kazanmak için bizim gibi sorunlar yaşayan kardeşlerimize ağlayıp “şükürler olsun benden beteri varmış” dememizi sağlayan medya tekelleri ve borazanlığını yaptıkları kapitalist düzen değildir. İhtiyacımız olan tek şey sorunlarımızın kökenlerini doğru tahlil edip, birlikte tartışmak ve örgütlü mücadeleye katılmaktır.

-----------------------------------------------------------------------------------------

İzmir Cezaevi İnisiyatifi'nin pikniği

Başta tutsak yakınları olmak üzere, gönüllü devrimcilerin girişimiyle oluşturalan İzmir Cezaevi İnisiyatifi ilk pikniğini İzmir Çeşmealtı'nda gerçekleştirdi. 29 Mayıs günü gerçekleştirilen piknik aileleri birbirleriyle kaynaştırma yönünden olumlu geçti. Piknik bir program dahilinde yapıldı.

Program; söyleşi, şiir, türkü ve halaylarımızdan oluşuyordu. Gidiş esnasında bir takım aksaklıklar yaşansa da, piknik başarılı geçti. Her şeyden önce geziye gelen yeni insanlar ve onların ilgisi bizleri sevindirdi. Herkeste olumlu izlenim bıraktı.

Pikniğimize 43 kişi katıldı. Gideceğimiz alana kadar türkülerimizi ve marşlarımızı hep bir ağızdan söyledik. Piknik alanına vardığımızda hep birlikte kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra programa geçildi. Tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Ardından kısaca İCİ'nin amacı ve hedefleri anlatıldı. Daha sonra şiirler okundu. Bir liseli genç Nazım Hikmet'in “Vatan Haini” şiirini okuması uzun süre alkış aldı. Ayrıca 10 yaşındaki bir çocuğun okuduğu şiir herkes tarafından takdir edildi ve birçok kişi ise duygulandı. Bir tutsak anası söz alarak şunları söyledi: “Çocuklarımız tek ve üç kişilik hücrelerde tutuluyor. Devlet onları her yönden tecrit etmeye çalışıyor. Ama bizler buna izin vermemeliyiz/vermeyeceğiz ama çoğu zaman yalnız kalıyoruz. Sizlerin bize destek olmanızı istiyoruz. Eylemlerimize ve etkinliklerimize katılın. Çocuklarımıza kart ve mektup atarsanız çok sevinirler. Kısacası evlatlarımıza sahip çıkmalıyız.”

Bir tutsak babasının söylemiş olduğu coşku dolu türküler herkesi coşturdu. Türkü ve halaylardan sonra öğle yemeği yenildi. Herkesin kolektif bir bilinçle hazırlanıp yenilen yemekten sonra sohbet bölümüne geçildi. Çocukların birbirleriyle top oynamaları gözden kaçmıyordu. Bir taraftan çaylarımızı yudumlarken, bir taraftan sohbetimizi sürdürüyorduk. Arada bir saz eşliğinde türkülerimizi söylüyorduk.

Program bittikten sonra aynı coşkuyla marşlarımızı, türkülerimizi ve şarkılarımızı söyleyerek İzmir'e döndük. Herbirimizin moral-motivasyonunun yerine gelmesinden öte birlikte iş yapmayı, kaynaşmayı bir kez daha hatırlamış olduk. Devrimci tutsaklarla dayanışmayı yükseltmemiz ve seslerine ses, soluklarına soluk olmak dün olduğundan bugün daha da önem taşımaktadır.

Pikniğe katılan bir fırın işçisi