15 EKİM 2005 Sayı: 2005/41 (41)

  Kızıl Bayrak'tan
  Ordu AŞ'nin önlenemez yükselişinin gerisinde ne var?
  Yağma sofrasından yağlı parçalar generallere
  AB tartışmaları ve işçi sınıfı
  AB süreci ve "demokratikleşme" yalanları
  Kamu Personel Rejimi Kanun Taslağı açıklandı
Mortgage sistemi: Yeni bir soygun kapısı
TMMOB mitingi Ankara'da yapıldı
  Liberal Avrupa'ya karşı sosyal Avrupa sahte söylemi; DİSK durumdan vazife çıkartıyor
  Avrupa Birliği, müzakere süreci ve DİSK'in tutumu: Yeni olan ne? / Y. Akkaya
  Yerli sermaye tartışmaları üzerine
  Serna/Seral Tekstil işçileri: Gelecek ellerimizdedir!
  Ekim Gençliği: Birleşik, kitlesel ve devrimci bir 6 Kasım için ileri!
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4 :"Demokrasinin sınırlarını genişletme" programı / Orta sayfa
  Ekim Gençliği'nden açıklama: Soruşturmalar, baskılar, gözaltılar bizleri yıldıramaz!

  Çukurova Üniversitesi'nde resmi açılış protesto edildi

  Filistinli örgütler silah bırakmayı reddetti
  Irak'ı "anayasa" değil birleşik anti-emperyalist direniş kurtarabilir!
  Bush'un "terörle savaş" konuşması: Sıkışmışlık ve saldırganlık
  İran: "Tüm nükleer silahlar yokedilsin!"
  AB ülkelerinde sınıf çatışmaları keskinleşiyor
  Kapitalizm yoksulluk dağıtmaya devam ediyor
  Kürkçüler cezaevinde baskı ve işkence
  Lastik-İş İstanbul Şube Genel Kurulu'nun gösterdikleri
  Bültenlerden / Ankara İşçi Bülteni
  Bültenlerden / Topkapı İşçileri Bülteni
  İnsanlığın virüsü sermaye düzenidir
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Lastik-İş İstanbul Şube Genel Kurulu'nun gösterdikleri

Lastik-İş İstanbul Şubesi 1 Ekim tarihinde 7. Genel Kurulu'nugerçekleştirdi. 150 delegenin katılımıyla gerçekleşen ve iki listenin yarıştığı kurulda genel merkez destekli muhalif liste 54'e karşı 89 oy alarak 35 oy farkla seçimleri kazandı. Lastik-İş Sendikası İstanbul Şubesi yeni yönetimi şu isimlerden oluşuyor: Bülent Yavaş başkanlığında Ali Öztürk, Necmettin Bayram, Levent Candan, Davut Temur, Siver Turan, Recep Ersoy. Seçim süreci Kızıl Bayrak'ın geçen haftaki sayısında kısaca işlendi. Fakat biz Genel Kurul'un bir kez daha gösterdiği ve önemli gördüğümüz birkaç nokta üzerinde tekrar durmak istiyoruz.

Herşeyden önce şunu vurgulamak istiyoruz; Lastik-İş Sendikası'nın geneli itibariyle bir parça ilerde olan tek şubesi, eski başkan Fedayi Öztürk önderliğindeki İstanbul Şubesi'ydi. Sendikaların içine düştükleri açmaz ve durgunluk ortadayken, diğer şubeler yıllardır örgütlenme çalışmaları yapmazken, İstanbul Şube'nin son aylarda birkaç işyerinde yaptığı örgütlenme çalışmaları da buna örnektir. Fakat kimi zamanlarda fiili eylem ve direnişlerle gündeme gelse de, bu şubenin temel mantığına yasal çerçevelerle sınırlı bir mücadele anlayışı hakimdir. Onu bir parça ilerde tutan ve mücadeleye yakınlaştıran ise kimi zaman başvurduğu bu fiili eylem anlayışıdır. Ancak sınıf mücadelesi keskindir, arada kalanlara yaşam hakkı tanımaz. İşte Fedayi Öztürk ve ekibine kaybettiren de bu yasal çerçeveye hapsolmuş ücret sendikacılığı anlayışıdır.

Lastik-İş İstanbul Şubesi'nin eski yönetimi şube kurulu için çıkardığı kitapçıkta şu tespitlerde bulunuyor: “Sınıf mücadelesinin çok boyutlu ve karmaşık niteliğini algılamayan ya da gözardı eden bir sendikal hareket kaçınılmaz olarak günlük çalışma içerisine hapsolarak ücret ya da toplu sözleşme sendikacılığı tuzağına düşecektir. Oysa bilinmelidir ki, ücret düzeyi ile toplusözleşme kendiliğinden ve tek başına kalıcı ve sürekli gelişmeler sağlayamaz. Tek tek işyerlerinde bağıtlanacak toplusözleşmeler ne kadar çok sayıda olursa olsun sendikal hareketin genel amaçlarıyla uyumlu ve işçi sınıfının haklarını bir bütün olarak geliştirecek sonuçlar doğuramaz. Kaldı ki, tek tek işyerlerinde yapılan sözleşme faaliyetleri işyerlerinin özel durumlarını içeren işyeri anlaşması olma özellikleriyle, işçi sınıfı arasındaki farklılıkları arttıran bir gelişmeye de yolaçmaktadır. Bu farklılıklar giderek işçi sınıfının birlikte mücadele bilincini köreltmekte ve emekçi kitleleri egemen güçlerin ‘böl-yönet' politikasına hizmet etmeye uygun bir konuma düşürmektedir” ... “Tek başına sendikal hakların gerçekleştirilmesi diğer alanlarda temel insan hak ve özgürlüklerinin sağlanmadığı koşullarda mümkün değildir”... “Unutulmamalıdır ki 250 yıl boyunca işçi sınıfı demokrasiyi talep eden, demokratik hak ve özgürlükleri geliştiren, sosyal devleti olgunlaştıran asıl güç olmuştur. İşçi sınıfının düşünce ve pratik düzeyinde önünü çekmediği bir demokrasi mücadelesinin başarı sansı yoktur.” (7. Şube Kurulu'na sunulan kitapçık, s.27-28)

Bu genel doğrular mevcut bütün sendikaların şu an içinde bulunduğu gerçeği de ifade ediyor. Diğer sendikalar kadar bu tespitte bulunan eski yönetimin açmazı tam da burasıdır. Örneğin;

* Daha önce Halkalı yolu üzerinde bulunan ve Lastik-İş'in örgütlü olduğu Mintax deterjan fabrikası Gebze'ye taşındığında, “ne yapalım bizim yapabileceğimiz tek şey bu” bakışaçısı ve ruhhaliyle eski yönetimin yaptığı dava açıp sonucunu beklemek oldu. Sonuçta kimi işçiler geri alınsa da, tazminatlar alındıktan sonra sendika tasfiye edildi!

* FANSET'te ilk direniş patladığında kurulan komite sendikanın yönlendirmesi ve denetimi altında oluşturuldu. Fabrika önünde başlatılan direniş ilk etapta işçilerde bir moral üstünlük yaratırken, sonrasında girilen beklemeci-belirsizlik ruhhali, farklı alternatiflerin devreye sokulmaması, sendikacıların zeytin dalı politikası ve patronun ardarda tırmandırdığı saldırıları üç haftalık direnişi boşa çıkardı. Sonradan açılan davalar ise sonuçsuz kaldı.

*Derby (Bento) plastikte ise, Çin'den ithal edilen ürünlerden dolayı zarar ettiği iddiasıyla kapatılacağı söylenen fabrikanın üretime devam etmesi için yarım maaş ve ücretsiz izinlere kadar birçok fedakarlıkta bulunuldu. (Bu “fedakarlıklar”ın patronların kölelik yasasında işçilere dayattığı yaptırımlardan bir farkı olabilir mi? Olsa olsa tek fark bunu gönüllü olarak uygulamaktır. Bugün bu anlayış bütün sendikalara hakimdir.) İşçilerin 800 milyar civarında tazminatlarına karşılık sendika içerideki mal ve aletleri haczettirdi. Bu esnada başka alacaklı olan tefeciler de mallara el koymak istedi, fakat ilk etapta işçiler buna izin vermedi. İlişkilerin bu dereceye gelmesine rağmen, sendika şube yöneticileri tefeci olan alacaklılarla konuşup işi karşılıklı çözme beklentisi içerisindeydiler. Neticede devletin polisini de arkasına alan Faktörik şirketi, polis işçilere azgınca saldırırken mallara el koydu. Şu an mahkemeler açılmış, beklemede!

* Yeni örgütlenen İ. Ethem İlaç Fabrikası ile Görsel Plastik'te patronun itirazı üzerine yetki davaları açılmış, süreç beklemede duruyor. Ne zaman sonuçlanacağı belli olmayan bu beklemeci ruhhali işçileri içten içe kemiren bir kurt gibidir ve asıl örgütlülüğe inancı öldüren bu belirsiz atmosferdir. Önceden belli bir deneyim sahibi olan İ. Ethem işçileri bu süreci aralıklarla alkışlı, yemek yememe eylemleriyle karşılarken, Görsel Plastik'te tam bir beklemeci ruhhali hakim durumda.

Mevcut durum böyleyken, eski yönetimin plansız-programsız sunduğu şey “geçmişimiz geleceğimizin teminatıdır” biçimindeki temennilerdir. Fedayi Öztürk yaptığı konuşmada, Lastik-İş'in 12 Mart'tan, 12 Eylül'den günümüze kadar süren sınıf mücadelesinde varolduğunu söyleyerek, “Ya işimizi, özgürlüğümüzü tehdit edenlere boyun eğip köle olacağız ya da örgütlülüğümüze sahip çıkarak geleceğe yürüyeceğiz” dedi. Abdullah Karacan, Fadai Öztürk ve kimi konuşmacıların temel vurgusu, gerek Türkiye'de gerek dünyada emekçilere dönük saldırılar yoğunlaşırken, mecliste işçileri temsil etmeyen bir partinin olmamasının temel bir eksiklik olduğu üzerineydi. Mecliste böyle bir parti olduğu koşullarda, durumun daha iyi olabileceği, emekçilerin sesinin daha gür çıkacağı vurgulanarak, çözüm yolu olarak meclis olarak gösterildi!

Bir diğer önemli nokta, başta Fedayi Öztürk olmak üzere eski yönetimin çoğunun içinden yönetime geldikleri fabrikaları kapanmıştı ve örgütlü olunan işyerlerindeki temsilciler ise, bir-ikisi dışında, şube yönetiminde yer almıyorlardı. Muhaliflerin esas yüklendiği sorun da (bunların fabrikaları kapandı, bizi temsil etmiyorlar vb.) bu olmuştur.

Hiçbir slogan atılmadığı, oldukça cansız ve düzeysiz tartışmalarla geçen kurul, sınıfın sorunlarını tartışmaktan çok, iç çekişmelere ve kirli ilişkilerin ortaya serilmesine sahne oldu. Eski başkan Fedai Öztürk ve ekibi muhalif adaylara oldukça ciddi suçlamalarda bulundular. Suçlamalara göre, kimisi grev gelip patlak verdiğinde yurtdışına kaçmış, kimisi patronla işbirliği yapmış, kimisi keyif düşkünlüğünden otellerde mahsur kalmış, yeni başkan da (Bülent Yavaş) Çimse-İş'ten yolsuzluk yapmaktan dolayı atılmış! Genel merkez desteğiyle, oylarını almak için işçilerin yemeğe götürüldüğü de vurgulandı.

Muhalefettekilerin hiçbiri bu suçlamalara samimi bir cevap veremedi. Muhalifler somut olarak başta Lastik-İş üyeleri olmak üzere işçi sınıfına hiçbir şey vaadetmezken, Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan'a ve genel merkeze methiyeler dizdiler. Eleştiriler, şube organlarının çalışmadığı, olan-bitenlerin temsilcilerden gizlendiği noktasındadır. Kendileri yönetime geldikleri taktirde bunları ortadan kaldıracak, örgütlenme çalışmalarında atılımlar yapacaklarmış!

Sonuç olarak, Bülent Yavaş başkanlığındaki yeni yönetimin sınıf mücadelesine, işçi sınıfına katabileceği hiçbir şeyi yoktur. Nitekim yeni yönetimin ilk icraatı bazı işyerlerinde temsilci seçimlerine hemen başlamak oldu. İpleri genel merkezin elinde olanların ne bağımsız politikaları olur, ne de iradeleri. Kendilerine oy veren Lastik-İş üyesi işçilerin bunu görmesi de fazla uzun sürmeyecektir.

Bu gerici güruhun yönetime gelmesiyle her şey bitmiyor tabii ki. Esasen görev yeni başlıyor. Hala mücadeleden, işçi sınıfından yana olan öncü işçilere büyük görevler düşüyor. Bu uşak ruhlu takımın yakasını bırakmamalı, işçilerin soluğunu bir an bile olsun enselerinden eksik etmemelidirler.

Bu uşak takımına ise son olarak bir çift sözümüz olacak: Dalaverelerle yönetime gelerek meydanı boş bulacağınızı sanmayın. Soluğumuz ensenizde, elimiz yakanızdadır.

İstanbul-Avrupa Yakası'ndan Kızıl Bayrak okuru işçiler