8 Haziran 2007 Sayı: 2007/22(22)

  Kızıl Bayrk'tan
   Devrimci mücadele çağrısını gür sesle
yükseltmenin zamanıdır!
  Polis terörüne yol veren yasa meclisten geçti…
BDSP bağımsız devrimci sosyalist adaylarını açıkladı...
“Sınır ötesi operasyon” tartışmaları
Rant kavgası nedeniyle DYP-ANAP birleşmesinin sonu geldi!
Dinar’da ortaya saçılan pislik!
  Düzen partileri söylemde bile asgari ücretin adını anmıyorlar...
  ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı Liselilerin Sesi yükseliyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Ne seçim, ne meclis, ne Amerikancı-İMF’ci kokuşmuş düzen partileri!.. Çözüm işçilerin ve emekçilerin devrimci ücadelesinde!..
  BDSP’nin seçim çalışmalarından.
  G8 protestolarından...
  G8 günlüğünden...
“Direniş verimlidir!”
  Artık örgütlenme zamanı / Mumia Abu-Jamal.
  Lübnan’da çatışmalar devam ediyor!
  Seçimler ve devrimci yurtsever tavır / III - M. Can Yüce
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye düzeni dört koldan gericilik, darbe, ırkçılık, saldırganlık, İMF-TÜSİAD reçeteleri dayatıyor!..

Devrimci mücadele çağrısını gür sesle yükseltmenin zamanıdır!

Kokuşmuş kapitalist düzenin yönetememe krizini derinleştiren egemenler arası çatışmada taraflar, son günlerde “sınırötesi operasyon” adı altında Güney Kürdistan’a saldırı çığırtkanlığıyla birbirini sıkıştırmaya çalışıyor. Sermaye medyasının gündemleştirdiği bu ırkçı-saldırgan açıklamaları, şovenist histeriyi olduğu kadar Kürt halkına düşmanlığı da körüklemenin bir aracına çeviren egemenler, faşist linç güruhlarının tasmalarını da çözerek sokaklarda daha sık boy göstermelerini sağlıyor.

“Vuralım, kıralım, ezelim…” fetvaları, kuşkusuz ki, işbirlikçi kapitalist rejim bekçilerinin saldırgan niyetlerini ortaya koyuyor. Ancak niyet beyanı ile uygulama farklı şeylerdir. Hele işin içinde Washington’daki efendiler de varsa!.. ABD emperyalizminin desteği ile geçmişte 30’u aşkın “sınırötesi operasyon” düzenleyen Türk ordusu, bugün ABD’nin çıkarlarına ters düştüğü için saldırganlığını frenlemek zorunda kalıyor. Tabii olası bir saldırının fiyaskoyla sonuçlanması ihtimalinin yüksek olması da, düzen bekçilerini bu konuda daha ihtiyatlı hareket etmeye zorluyor.

Washington’dan yapılan açıklamalara bakıldığında, Bush liderliğindeki savaş kundakçıları ile Amerikan rejiminin bazı akıl hocalarının Ankara’daki gelişmeleri yakından izlediği, Pentagon’dan bağımsız herhangi bir adımın atılmamasını telkin ettikleri görülmektedir. Buna karşın Ankara kaynaklı saldırgan açıklamaların esasen iç politikaya dönük hesaplarla yapıldığını, Pentagon görevlileri de biliyor. Nitekim “Kuzey Irak”a askeri hareket düzenlemenin uygun olmadığını, Türk generallerinin de bunu bildiğini dile getiren Washington kaynaklı açıklamalar az değildir. Hükümetle Genelkurmay’ın kapalı kapılar ardında yaptıkları görüşmelerin bir kısmını son dönemde medya aracılığıyla açıktan kamuoyu önünde yapmaları, bunu yaparken de topu birbirlerine atmaları da tesadüf değil elbet. Yoksa ne Genelkurmay başbakana bağlı, ne de hükümet Genelkurmay’dan gelecek direktife hayır diyebilir. Başka bir ifadeyle eğer “sınırötesi operasyon” ABD’nin bölge politikalarına uygun düşseydi çoktan yapılırdı. Ancak bu durum, saldırı olasılığını ortadan kaldırmaz. Zira ABD emperyalizminin bölgesel politikalarında Güney Kürdistan’a biçilen misyon değişebilir.

Irkçı-şoven söylem, fiili bir saldırıya dönüşüp dönüşmemesinden bağımsız olarak, ülke atmosferindeki kirliliği arttırıyor. Ordunun çatışmaları kışkırtmasıyla asker cenazelerinde görülen artış da, egemenler tarafından şovenizmi körüklemenin aracına çevriliyor. Egemenler, işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini zedeleyen bu uğursuz döngünün seçim sandıklarına yansıması için de çaba harcıyor.

Her ne kadar erken seçimlerin 22 Temmuz’da yapılacağına şüpheyle bakanlar olsa da, düzen partileri bugün için seçimlere odaklanmış durumda. Vitrin düzenleme işini son aşamaya vardıran sermayenin siyaset alanındaki hizmetkârları o kadar kişiliksizleşmiş durumda ki, hayalleri alt-üst olan birçok liberal bile bu duruma isyan etmeye başladı. Zira düne kadar sağcı olanların solcu, laik olanların dinci, solcu olanların sağcı kılıklara büründüğü, kılık değiştirmenin utanmadan törenler eşliğinde ilan edildiği, dahası “yeni” kılıklara bürünen figüranların vitrinin başköşesine yerleştirilip liste başı yapıldığı bir seçim hazırlığıyla karşı karşıyayız.

Vitrin düzenleme işinde düşkünlüğün ayyuka çıkmasına rağmen sermaye partilerinin bu kadar rahat olmaları, hiçbirinin herhangi bir programla toplumun önüne çıkmayı dert edinmemesi, tümünün aynı programı uygulayacak olmasından kaynaklanıyor. Zira TÜSİAD kodamanları, daha seçim tarihi kesinleşmeden önce kurulacak hükümetin yol haritasını çizmişti bile. Bu ise, malum olduğu üzere, İMF’nin emrine amade olmaktan başka bir anlama gelmiyor. Nitekim Türkiye’deki yüksek faizin sağladığı rantın yağmasından pay alan yabancı sermaye spekülatörleri de, partiler arasında bir fark olmadığı için seçim sonrasında bir değişiklik olmayacağını, bundan dolayı Türkiye piyasalarındaki sermayeyi çekmeye gerek olmadığını dile getiriyorlar.

Sermaye partilerinin artık “ne dinciyiz, ne solcuyuz, ne sağcıyız, hepimiz IMF’ciğiz, hepimiz TÜSİAD’çıyız!” diyebilecek kadar pervasızlaşmasının bir nedeni kitle hareketinin verili durumdaki güçsüzlüğü ise, diğer bir nedeni topluma demagojik anlamda da olsa vaat edebilecekleri bir şeylerinin kalmamasıdır. Bu tablo, düzen siyaseti adına bir iflastır. Gerici/dinci parti AKP’nin belli ölçüde oy alabilmesi ise sorunu çözmek bir yana, rejim krizini daha da derinleştirecek, egemenler arası çatışmayı yeni bir safhaya taşıyabilecektir.

Gerici/dinci parti, diğer düzen partilerinin içinde bulunduğu perişanlığı bildiği için, vitrinini “rejimin merkez partisi benim” mesajı verecek şekilde düzenleyerek, büyük burjuvazi ve emperyalistler nezdinde bir dönem daha “vazgeçilmez”liğini kanıtlama peşinde. Bu arada AKP’nin dizayn ettiği vitrinin bazı liberalleri de heyecanlandırdığı gözlenmektedir.

“Laik” düzen partilerinin ise tek geçer akçesi ırkçılık/şovenizm şeklinde zuhur ediyor. “Emekli” generalleri listelerin ilk sıralarına yerleştiren faşist parti, kirli savaş şefi Mehmet Ağar’ın başını çektiği yeni DP’deki dökülmelerden sonra ırkçı-şoven dozu yüksek propagandasına daha bir ağırlık verdi. “Sol kılıklı” sağcılar ise, sol değerlerle hiçbir alakalarının olmadığını ispatlamak için buldukları fırsatı kaçırmadı. “Sol kılıklı” olmayan sağcı devşirme adaylarını seçilmeleri garanti olan sıralara yerleştirerek tüm maskelerinden soyunan burjuva gericiliğinin bu cenahı, şefleri Deniz Baykal aracılığıyla, İMF-TÜSİAD programlarına tam olarak biat edeceklerine dair garanti vermiş bulunuyorlar.

Bu arada sermaye parlamentosunu “bütün sorunların çözüm yeri” olarak ilan eden liberal Kürt burjuvazisi ile peşinden sürüklenen reformist parti ve gruplar da, program veya ilkeleri tartışmak gibi bir dertleri olmadığı için, aday listelerinin düzenlenmesi etrafından dönen pazarlıklardan ibaret kalan görüşmelerini tamamlamış bulunuyorlar. Pazarlığın son aşamalarında bazı isimlerle ilgili bir takım nahoş durumlar yaşanmış olmasına rağmen genel olarak pazarlık süreci atlatılmış görünüyor.

Pazarlığın bitmesiyle propaganda sürecini başlatan reformist cenahın temsilcileri, burjuva meclisin karar süreçlerini kendileri belirleyecekmiş gibi vaatlerde bulunmaya başladılar. Kürt sorununun çözümünden demokratikleşmeye, toplumsal adaletin sağlanmasından düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne, İMF, Dünya Bankası karşıtlığından “hakça düzen”e kadar uzanan vaatler sıralıyorlar. Parlamenter avanakların bu tutumu, artık vaatlerde bulunmaktan imtina eden düzen partilerinin boşalttıkları alanı şimdiden doldurmaya aday olduklarını gösteriyor. Başka bir ifadeyle, sermaye partileri bile meclisi emekçilerin sorunlarının çözüm yeri olarak gösteremezken, reformistler emekçilerin düzen meclisine umut bağlamalarını sağlamak için çaba harcıyorlar.

Seçim sonuçlarına bağlı olarak egemenler arası çatışma faklı boyutlar alacaktır. CHP dışındaki partilerin seçim barajına takılıp, AKP’nin seçimden galip çıkması da, AKP’nin seçimde geriletilip koalisyon hükümetinin kurulabilmesi de mümkün. Ancak her iki durum da işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların tümüyle aleyhine olacaktır. Birinci ihtimalin gerçekleşmesi ordunun namlu göstermesi anlamına gelirken, ikincisinde ise polis devleti eşliğinde İMF-TÜSİAD programlarına aynen devam edilecektir. Düzen bekçilerinin, emperyalist/siyonist güçlerin bölge halklarına karşı devam eden vahşi saldırılarında daha aktif bir taşeronluk üstlenmeleri her iki durumda da ihtimal dahilindedir.

Görüldüğü üzere sömürü ve zorbalık düzeni kapitalizmin hiçbir durumda emekçilere vaat edebileceği olumlu bir şeyi yoktur. Olması da mümkün değildir. Emekçiler lehine en ufak bir gelişmenin olabilmesi için bile, kokuşmuş sermaye düzenine karşı yükseltilecek meşru-militan bir mücadele belirleyici önemdedir.

Sınıfın bağımsız devrimci sosyalist adaylarıyla örmeye başladığımız devrimci seçim kampanyası, bu gerçeklerin emekçilere taşınması açısından önemli avantajlar sağlayacaktır. Bu vesileyle işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara; gerici/darbeci zihniyetlere, ırkçılık ve şovenizme, saldırganlık ve zorbalığa, İMF-TÜSİAD programlarına ve her türden liberal vaatlere karşı devrimci sınıf mücadelesini yükseltme çağrısını gür bir sesle ulaştırmalıyız.