28 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/13

  Kızıl Bayrak'tan
  Kızıl 1 Mayıs’ı kazanmak için birleşik devrimci mücadeleyi örelim!
  Birleşik, kitlesel ve devrimci 1 Mayıslar’ı yaratmaya hazırlanalım!
Sosyal yıkım yasasını
sokakta parçalamak için eyleme!
Düzenin efendilerinden düzen siyasetine müdahale!
Cheney geldi, aldı ve gitti!
Newroz’un gösterdikleri...
  Newroz eylemlerinden...
  Birleşik devrimci bir hareket için birleşik devrimci bir örgüt!
  Gençlikten Newroz kutlamaları...
  Gençlik hareketinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  İlbek işçilerinden direnme kararlılığı!
  SSGSS kadınlar üzerindeki çifte sömürü ve köleliği derinleştiriyor!
  Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı hazırlık çalışmalarından...
  Pakistan’da genel seçimler…
  Hristofya ile Talat’ın ilk görüşmesi gerçekleşti…
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzenin efendilerinden düzen siyasetine müdahale!

Düzen siyasetinde yönetme krizi

Düzen cephesindeki iç gerilim bir kez daha su yüzüne çıktı ve yeniden bir siyasi kriz boyutlarına vardı. Taraflar silahlarını çekip kavgaya tutuştular. Süreci bu noktaya getiren ilk hamle, AKP’ye açılan kapatma davası oldu. Esas amacı AKP’nin türban hamlesine yanıt vermek olan ve AKP tarafından “sivil darbe” olarak adlandırılan bu hamle bir anda düzen siyasetinde altüst oluşa yolaçtı. Fakat AKP buna yanıt vermekte gecikmedi. En az rakibininki kadar sarsıcı bir hamleyle durumu dengeleme yoluna gitti. AKP’nin seçtiği hedef, sembolik değeri oldukça yüksek isimlerden oluşuyordu.

Bu isimlerden İlhan Selçuk, “ulusalcı cephe”nin “fikir babası” olarak öne çıkmaktaydı. Kemal Alemdaroğlu, İÜ Rektörü olduğu dönemde “laikçi” mücadelenin en ileri noktalarında görev almış ve özellikle 28 Şubat sürecinin kilit isimlerinden biri olarak ün yapmış bir isimdi. Doğu Perinçek ise, partisini ordunun siyasal düzlemdeki militan partisi olarak konumlandırmak isteyen ve tüm siyasi umutlarını bir askeri darbeye bağlamış biri olarak sivrilmekteydi. İşte bu üç ismi AKP’nin hedefi haline getiren neden, sahip oldukları sembolik değeri yüksek siyasi kimlikleriydi.

Hedeflerini bu biçimde seçmiş olan AKP’nin karşı hamlesi, beklenen sarsıcı sonuçları yaratmakta gecikmedi. “Ulusalcı-laikçi” cephede tam anlamıyla bir şok etkisi yaratırken, dinci-gerici cepheyi ise “zafer” havasına soktu. Ellerindeki mevzileri, AKP’yi dizginlemek ve boyun eğdirmek uğruna harekete geçiren devletin derin çekirdeği ve onların etrafında örgütlenmiş güçler, böylece AKP tarafından sahip olduğu mevziler kullanılarak yanıtlanıyordu. “Ulusalcı-laikçi” cephenin elindeki kalmış son mevzilerden “Yargıtay” ve “Anayasa Mahkemesi”ni kullanmaya kalkması karşısında, AKP bir kez daha Fetullahçılar’ın egemen olduğu bilinen Emniyet’e yaslanıyordu.

Düzenin iki gerici odağının güç ve etkinlik mücadelesinin bu aşamasında, ellerindeki güç ve imkanları rakibine karşı en etkili darbeyi vurmak üzere seferber etmiş olmaları, devlet ve düzen cephesinde açık bir bölünme kadar ciddi “zaafiyet” görüntüsüne yol açmakta, düzen siyasetinde ciddi bir yönetim krizi sonucu doğurmaktaydı. Bu noktada tehlikede olan bir bütün olarak düzen olduğu ölçüde, egemen güçler krize el koymak üzere harekete geçtiler, krizi yatıştırmak üzere seferber oldular.

TÜSİAD’ın müdahalesi

Tekelci burjuvazinin örgütü TÜSİAD’ın müdahalesi bu çerçevededir. TÜSİAD, mevcut kutuplaşmayı aşmak için, siyasetin sorunlarının siyaset içinde çözülmesi gerektiğini vurgulayarak, başta iktidar partisi olmak üzere siyasi partileri ve liderlerini sağduyuya davet ederken, “tüm işveren kuruluşlarını, işçi sendikalarını ve sivil toplum örgütlerini de demokratik zemini güçlendirmek, toplumda zedelenmeye yüz tutan kardeşlik ve dayanışma duygularını pekiştirmek amacıyla çaba göstermeye” çağırıyordu.

Belli ki, düzenin egemen sınıfı adına konuşan TÜSİAD, zıvanadan çıkmış bulunan siyasal düzene çeki düzen vermek üzere açık bir müdahalede bulunuyordu. TÜSİAD bu amaçla bir “çıkış yolu” belirledi. “Çıkış yolu”nu bulmak için yapılacaklar şöyle sıralanıyordu:

1- Toplumsal dayanışmayı sağlamak ve gerilimi düşürmek,

2- Herkes için tam demokrasiyi savunmak,

3- Hukuka koşulsuz saygı göstermek.

Sendikal korucular ve sermaye temsilcileri kolkola

TÜSİAD belirlediği “çıkış yolu” ile, düzen siyasetini vardığı kriz noktasından çıkarmayı hedeflemekte ve yeni bir “toplumsal uzlaşma ve dayanışma” yoluyla, ortaya çıkan yönetim zaafiyetine son vermeyi, sarsılmış bulunan devlet düzenini yeniden rayına oturmayı, en önemlisi de bu krizi bir fırsat haline getirmeyi amaçlamaktadır.

Bu doğrultuda bir kez daha görev “işveren kuruluşları, işçi sendikaları ve sivil toplum örgütleri”ne verildi. Bunun üzerine, TOBB önderliğinde TİSK, Türk-İş, Hak-İş, TZOB ve Kamu-Sen düzen siyasetini düze çıkarmak için gerekli “demokratik zemini güçlendirmek” misyonuyla bir araya geldiler. TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun burada söylediği “herkes aldığı pozisyondan bir adım geri atsın” sözü, aslında hem yaşanan durumu hem de bu “sivil inisiyatif”in rolünü oldukça veciz biçimde anlatmaktaydı. Besbelli ki, düzen siyasetinde yaşanan kriz, düelloya çıkmış iki kovboyu andırıyordu ve TÜSİAD’a bağlı olarak şekil kazanan “sivil inisiyatif” de “kasabanın şerifi” pozisyonunda, “kovboylar”ı silahlarını ateşlemekten alıkoymaya çalışıyordu.

Varılan noktada TÜSİAD’ın müdahalesi ile birlikte, çatışan güçlerin şimdilik kaydıyla sakinleştirilmesi ve yeni bir denge durumunda “uzlaştırılmaları” olasıdır. Bu yeni denge, bir yandan AKP davasının soğutulması ve karşı cepheden verilecek güvencelerle askıya alınması, diğer taraftan ise “Ergenekon” operasyonuna bir sınır koymak gibi karşılıklı tavizlerle kurulabilecektir. Fakat, TOBB Başkanı’nın da dediği üzere, bu nokta, sadece alınan pozisyondan bir adım geride olacaktır. Yoksa pozisyonlar olduğu gibi korunmaya devam edecektir. Dolayısıyla, düzen siyaseti her an patlaması muhtemel yeni çatışma ve kapışma dinamiklerini bağrında taşımaktadır. Bugün için düzenin efendileri, ellerinde başka seçenek olmadığı ölçüde, bu yolu bu tehlikelerle birlikte yürümeye çalışacaklardır.

TÜSİAD ve ABD emperyalizmi önemli görevler üstlenmiş bu güçlerden herhangi birinden yana açık tercihte bulunmaktan kaçınmaktadır. Elbette, sivil-asker bürokrasiden oluşan devletin yönetici çekirdeği, ABD-TÜSİAD’ın egemenliğinin “derin stratejik” uşağı payesini taşımaktadır. Fakat, AKP’nin sahip olduğu siyasi gücün hem kapsamlı sosyal-ekonomik yıkım programlarının ve hem de ABD’nin bölgesel politikalarının uygulanmasında sahip olduğu işlevsellik dikkate alındığında, AKP’den de kolay kolay vazgeçememektedir. AKP’nin düzenin koruyucu ve kollayıcı gücü olan ordu karşısındaki direncinin kaynağı da budur zaten. Bundan dolayı ordu, ABD ve tekelci burjuvazinin istekleri doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmaktadır. Bununla birlikte, AKP’nin siyasi gücünün Kürt halkının mücadele direncinin kırılmasındaki rolü de bir başka etken olarak önem taşımaktadır.

Saldırılara karşı birleşik bir mücadele cephesi örülmelidir!

Emperyalistler ve tekelci burjuvazinin sendikal korucularının da yardımıyla müdahale ettiği it dalaşında, işçi ve emekçiler ile Kürt emekçi halkı bir taraf değildir, olmamalıdır. Zira, düzenin gerçek efendileri dalaşan güçleri dizginlerken onlara ortak bir hedef göstermektedir. Bu hedef, işçi ve emekçiler, Kürt halkı ve bölge halklarına yönelik kapsamlı ekonomik-siyasi ve askeri yıkım ve yağma programını uygulama hedefidir. Nasıl ki “Dolmabahçe” mutabakatı Kürt halkına yönelik kanlı bir savaşla noktalandıysa, yeni mutabakat daha ağır ve daha kapsamlı bir savaşın önünü açacaktır.

İşçi ve emekçiler ile Kürt emekçi halkı, bu gerçeğin bilincinde olarak egemenlerin oyunlarını boşa çıkarmalı, bir bütün olarak düzeni hedefleyen birleşik bir mücadele cephesinde buluşmalıdırlar. Bugün işçi ve emekçi düşmanı politikalara karşı mücadele etmek yerine dümeni kırıp düzen siyasetinin krizini yatıştırmak için itfayeciliğe soyunan, böylece güçlü bir işçi ve emekçi düşmanı “zemin”in hazırlanmasına ortak olan sendika ağaları da bu mücadelenin öncelikli hedeflerindendir.