02 Temmuz 2010
Sayı: SİKB 2010/26

 Kızıl Bayrak'tan
“Kürt açılımı” fiyaskosu ve kriz tehditi sermaye iktidarının açmazlarını derinleştiriyor..
Saldırılara karşı anti-emperyalist/anti-siyonist direnişini yükseltelim!
Sermaye düzeninin Kürt sorununda iflası derinleşiyor
G20 Zirvesi ve krizde yeni dönem
Düzen içi çatışmaya
Abant’tan “teorik” destek!
Kumlu’dan yansıyanlar değişmedi..
Değişmeyen bir devlet politikası: İşkence!
19 yılda 12 milyon işkence
başvurusu..
“Pir Sultan’dan Madımak’a
asan da yakan da devlettir”
İşçi ve emekçi hareketinden.
TİB-DER Başkanı ile iş cinayetleri ve taşeronluk sistemi
üzerine konuştuk...
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Temmuz Ayı Toplantısı Sonuçları.
Öncü metal işçileri Toplu Sözleşme Sempozyumu’nda buluştu
66 gündür direnişte olan UPS işçileri ile son gelişmeler üzerine konuştuk!
UPS Direnişi kararlılık ve dayanışmayla büyüyor!..
Avrupa’da yaygın grevler ve
kitle gösterileri.
G-20 protestolarla karşılandı!.
“Kapitalizme, patrikaryaya ve militarizme” karşı
tutarlı mücadeleancak devrimci sınıf çizgisiyle mümkündür!
Dünya Kadın Yürüyüşü Avrupa Buluşması’nda forum ve
yürüyüşler...
“Kürtler ne istiyor?” - M.Can Yüce
YÖK’ten daha fazla sömürü için yeni taslak
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kapitalizm işçi kanı ve sömürüsü üzerine kurulu bir düzendir!”

 

Kapitalizmin ruhu kârdır!

 

-  Son yıllarda özellikle Tuzla tersaneler havzasında yaşanan işçi ölümleri, “işçi sağlığı ve güvenliği” konusunu gündeme taşıdı. Buna ek olarak, özellikle maden ocaklarında yaşanan toplu işçi katliamları da bu konu çerçevesinde toplumsal duyarlılığı arttırmış oldu. Ancak yaşanan tüm bu gelişmelere rağmen birçok sektörde iş cinayetleri yaşanmaya devam ediyor. Sizce bunun temel nedeni nedir?

- Biz öncelikle kendi alanımız üzerinden gemi inşa ve tamir piyasasının ne kadar kârlı bir alan olduğunu belirtmek isteriz. Çünkü her şey bu kâr ekseni üzerinden belirlenmektedir. Gemi inşa alanı stratejik bir alandır. Dünya ticaretinin %95’inin deniz yoluyla yapıldığı bilinmektedir. Bu yoğun gemi ihtiyacı anlamına gelmektedir. Bu nedenle Türkiye’deki tersaneler henüz kapitalistler sınıfının bu gemi ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde değil.

İkinci önemli nokta savaş sanayinde tuttuğu yerdir. Emperyalist-kapitalist dünyada egemenler arasındaki çelişki ve çatışkılar, sayısız kez haksız ve gerici savaşları yaratmıştır. Bundan sonra da yaratmaya adaydır. Savaşlarda silahlanma ihtiyacının ürünü olarak savaş donanmaları önemli bir yer tutmaktadır. Geçmişte savaş gemileri Türkiye’de askeri tersanelerde yapılırdı. Fakat son yıllarda özel sektör tersanelerinde de yapılmaya başlandı. Kriz öncesi dönemde söz konusu yoğunlaşma bununla ilgilidir. Sektörün “parlayan yıldız” olmasının da, birkaç yıl içerisinde %360 büyümesinin de gerisinde bu vardır. Tabii bu büyümenin arkasında işçilikle ilgili yanlar da fazlasıyla vardır.

Dikkat edilirse gemi inşa sanayinde Çin ve Türkiye üst sıralarda seyretmektedir. Bu iki ülke pastadaki payın büyüğünü kapmak için birbirleriyle didişmektedir. Bunun en büyük nedeni çalışma rejimlerinin neredeyse aynı olmasıdır. Zira tersane işçisi açısından Çin ve Türkiye tam birer cehennemdir. Dayatılan kölece yaşam ve çalışma koşulları tüm dünya kapitalistleri için emsal teşkil etmektedir. Bundan sonraki dönemde özellikle kriz koşullarında bu sonsuz sömürü tipi her alanda yaşanacaktır. Çin ve Türkiye sermayesi arasındaki çekişmede Çin’in galip gelmesinin en büyük nedeni çelik cevherlerini elinde tutuyor olmasıdır. Türkiye gemi inşa ve tamirde kullanılan birçok ürünü halen yurtdışından temin etmektedir. En büyük dezavantajı budur. Bu dezavantaj açığını da işçi sömürüsünü daha da arttırarak kapatmaya çalıştı. İşçiliğe neredeyse hiç kaynak aktarmadı.

GİSBİR şefinin 2007 yılı sonunda 3 işçinin 5 günde ölmesinin ardından yaptığı açıklama dikkate değerdir. “Bizim kârımız işçilikten, eğer işçiliğe kaynak aktarırsak gemiciliğin bize sağladığı avantajlar ortadan kalkar” demişti. Bunca kâra rağmen işçiliğe kaynak aktarılmadı. Kapitalizmin ruhu budur. Bitmek tükenmek bilmeyen bir kâr tutkusuyla kendini var eder. Bu nedenle işçiyi en pervasız bir şekilde sömürür. İşçilik alanına aktarması gereken kaynaktan ne kadar kısarsa kârı katlanıyor. Yıllarca işçiler sigortasız çalıştırıldı. Her türlü sosyal haktan mahrum olarak çalıştırıldı. İşçi sağlığı ve güvenliğine zerre kadar kaynak aktarmayarak yüzlerce işçinin ölümüne sebebiyet verdi. Bu gerçekten bir vahşet tablosuydu. Karın tokluğuna çalışan işçiler bir de ölüm tehlikesiyle yüzyüzeydi. On binlerce işçinin hayatını üç kuruşluk işgüvenliği tedbirine değiştiler. Kızaklardan durmadan kan aktı. Tuzla ceset tarlasına döndü. Bunun sorumlusu elbetteki GİSBİR sermayesi ve ona sessiz kalan ve her fırsatta destekleyen devletti.

Tersane patronları her fırsatta “ölümlerin sebebinin cahil işçiler” olduğunu vurguluyordu. İş cinayetine kurban giden işçilere bakıyoruz. Her biri kendi alanında uzman işçiler. 10-20 yılını tersanelerde işçilik yaparak geçirmiş işçiler. Gelişen tepki karşısında Devlet Denetleme Kurulu yaptığı incelemelerin sonucunu kamuoyuna açıklamak zorunda kaldı. DDK’ya göre “Ölümlerin neredeyse tamamına yakını önlenebilir ölümlerdi.” Devlet de artık kabul ettiğine göre artık bu düpedüz cinayetti. Ancak yargı organları kimseyi yargılama ihtiyacı duymuyor. İki kişi kavgaya tutuşup biri diğerini öldürünce bunun adı cinayet oluyor. Kapitalistler binlerce işçiyi katledince bu meşru oluyor. Biz tutuklanıp yargılanan bir tek tersane patronu görmedik. Tersine devletin bakanıyla, başbakanıyla, milletvekilleriyle bir araya geliyor. Demeçler veriyor. Gazetelere, televizyonlara pozlar veriyor. Sektörün devlet tarafından desteklenmesinden tutun da ölümlerden işçileri sorumlu tutmaya kadar birçok şeyi büyük bir rahatlıkla ve arsızlıkla söyleyebilmektedir. İşçi cesetleri üzerinde tepiniyorlar. Kapitalizmde ahlak yoktur, varsa yoksa kâr vardır. Bu nedenle insani değildir. Bir işçi değil, günde bin işçi ölse umurlarında değildir. Bu salt tersaneler için değil her sektör için aynıdır. Bilinen iş cinayeti sayısı 135. Oysa gerçek rakamlar bulunsa sayının çok daha fazla olduğu görülecektir. Üstelik bu 135 ölüm sadece patlama, yüksekten düşme vb. şekilde gerçekleşen ölümler. Meslek hastalıklarından gerçekleşen ölümlerin haddi hesabı yoktur. Tamir gemilerinde özellikle Aliağa’da bozma işi yapan birçok işçi arkadaşımız ağır kimyasallara maruz kaldığı için genç yaşta yaşamını yitirdi.

Bunlar hiç gündeme gelmiyor. Sivas’a bakın, Hafik’in Beydilli Köyü’ne bakın orada kocaman bir işçi mezarlığı var. Hepsi de meslek hastalığından, kanserden öldüler. Tıpkı kot taşlama işçileri gibi. Tersane işçileri kimyasal gaz sayesinde, kot işçileri silisyum tozlarını yutmaktan ölüyor. Aynı şey madenlerde de yaşanıyor. Madenlerde patlama, yangın ve göçükleri dışta tutun işçiler maden tozu yutmaktan silikozis, akciğer kanseri gibi hastalıklardan da ölüyor. Maden ve tersanenin çalışma koşulları olarak bir dizi ortak yanı var. Tersanelerde gemi tankları içerisinde boya atıldığını düşünün. Gemi boyası ağır kimyasallar içeriyor. Zamanla tank içerisinde gaz birikintisi oluyor ve tersane patronları orada sıcak çalışma yaptırdıklarında patlama oluyor. Bir ya da birkaç ölüm yaşanıyor. Tersanelerde pek çok kez yaşadığımız ölüm biçimidir bu. Oysa gaz ölçümü yapılsa, gaz oranına göre orada fanlarla gaz tahliyesi yapıldıktan sonra sıcak çalışma yapılsa hiç kimseye bir şey olmaz. Madenlerde de aynı durum vardır. Dursunbey’de maden ocağında gerçekleşen patlamada suçlu “sigara içen işçiydi”. Devlet ve maden sermayesi orada birikmiş gazın içerisinde işçilerin neden çalıştırıldığından bahsetmiyor. Kamuoyunu kandırıyorlar. Maden sektörü de ateşle, gazın içiçe olduğu çalışma alanıdır zaten. Madenlerde kullanılan gezgin makinalar, dizel benzin ve hidrolik sıvılar içeriyor. Yani patlayıcı ve yanıcıdır. Dahası elektrikli aletler ve dizel motorlar ise ateşleme ve yanma için birer kaynaktır. Gaz sızıntısı konusunda uyarı sinyali verecek cihazlar, alevlenme olduğu zaman yangını anında haber veren ve müdahale eden otomatik yangın söndürücü sistemlerin kullanılması gerekmektedir. Gaz güçlü çekişli fanlarla tahliye edilmelidir. Oysa bu konuda zerre kadar önlem alınmamaktadır. Bu, aşırı kâr hırsının ürünüdür. Kapitalizmin doğasında bu kâr hırsı vardır. Bu nedenle işçi ölümleri kaçınılmazdır.

 

­GİSBİR ölü gizleme konusunda uzmanlaşmış...

 

- Tuzla tersanelerinde yaşanan iş cinayetlerinde, son bir-iki yıl içerisinde sayısal olarak nasıl bir değişim yaşandı? Çalışan işçi sayısı, iş hacmi ve örgütlenme açısından Tuzla tersanelerinin son tablosu nedir? Tersane patronları kriz süreciyle beraber nasıl bir konumlanış içerisine girdiler?

- Tersanelerde yaşanan iş cinayetleri konusunda yıldan yıla hızlı bir artış gözleniyor. Zaten ilk zamanlarda doğru düzgün bir kayıttan bahsedebilmek mümkün değil. İlk kayıt 1985 yılında tutulmuş, o da 1 kişi. 1992 yılına kadar aradan geçen yedi yıl içerisinde herhangi bir kayıt yok ortada. Bu 7 yıl içerisinde bir iş cinayetinin gerçekleşmemiş olması mümkün değil. Ölüler kaybediliyor. Kamuoyundan gizleniyor. Son ölüm olan Mehmet Tağrikulu’yu zor bulduk. Ölü gizleme konusunda uzmanlaşmış GİSBİR. Biz birçok iş cinayetinin hastane kayıtlarında “iş kazası” olarak geçtiğini düşünmüyoruz. Önceleri hep öyleydi. Şimdi biraz daha farklı, gizleme şansları olmuyor. Ama önceleri, ölen bir işçiyi patron özel olarak, özel bir hastaneye götürüyor. Orada kayıtın “iş kazası” olarak tutulup tutulmadığı tam bir muamma. Bu konuda Şifa Mahallesi’nde bulunan John Hopkins Anadolu Sağlık Merkezi sicillidir. Geçmiş ve bugün için kaç kişi ölmüştür, bilinmiyor. Oysa devlet bunu rahatlıkla açığa çıkarabilir. Sadece ölen işçiler için değil, fakat aynı zamanda kaza geçirmiş, meslek hastalığına yakalanmış bütün tersane işçileri için geçerli. Devlet bu rakamları açıklamakta şeffaf davranmalıdır. Bu kayıtların tutulmasında ve kamuoyuna açıklanmasında özenli davranmalıdır. Bunu Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı birlikte yapabilmeli. Kaç kişi ölmüş, kaç kişi yaralanmış, kaç kişinin işlemleri mevzuata uygun yapılmış. Kim yargılanmış, yargı süreci hangi aşamadadır. Bunları kamuoyuna açıklamalıdır. Ancak devlet eğer bu yapılırsa ortaya dökülecek facianın boyutlarını bildiği ve tepkilerden çekindiği için özel olarak sakınmaktadır. Buna rağmen havza güçlerinin çabasıyla açığa çıkmış bir liste var elimizde. Bu liste gerçekleri tam olarak yansıtmıyor.

Tersanelerdeki iş cinayetlerinin son birkaç yılllık tablosuna gelince üretim artışına paralel olarak iş cinayeti sayısında da belirgin bir artış gözleniyor. 2005 yılında 8, 2006’da 10, 2007’de 12, 2008’de 21, 2009’da 15, 2010 yılının yarısındayız 4 işçi iş cinayetine kurban gitti.

2008-2009 yılllarında oldukça yoğun bir üretim süreci yaşandı. Fakat küresel krizle beraber en sert darbeyi yiyen gemicilik sektörü oldu. Biz burada bunu bariz bir şekilde hissettik. Gemicilik sektörü bu etkilenmeyi dünya çapında yaşadı. 2009 yılının Aralık ayından itibaren kitlesel işçi kıyımları yaşandı. Kadrolu-taşeron binlerce işçinin işine son verildi. Ücretler yarı oranında düşürüldü. İşçilere aylarca ücretler ödenmedi. İşçi hakları konusundaki her şey donduruldu. Bu son saydığımız özellikle kadrolu işçileri vuran bir etkendi. 2009 yılının ortalarında Tuzla tersanelerinde çalışan sayısı 30-35 bin civarında iken, bugün bu rakam 5-7 bin olarak açıklanmaktadır. Tabii ilk işten atılanlar, mücadele dinamiği taşıyan işçiler olunca, Tuzla’da mücadele anlamında uzun süredir, zayıf bir süreç yaşanıyor. Bu dönem öfkeyi yeniden biriktirme dönemidir. İşsizlik tersane işçisi için ölümle eşdeğer olduğundan, patronlar bu yönü iyi kullanmaktadır. Çalışan işçileri işsizlikle tehdit ederek istediği şartlarda çalıştırabilmektedir. Sesini çıkarma eğilimi taşıyan her işçiye rahatlıkla kapı gösterilmektedir. Bu anlamda dönem itibariyle suskun bir dönem yaşanmaktadır. Bütün bu çalışma şartlarına gerekçe olarak küresel kriz gösterilmektedir. Oysa bu kriz döneminde dahi Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tersanelere 2.2 milyon dolarlık sipariş verdiklerini açıkladı. Dahası birçok tersane askeri gemi ihalesi almış bulunuyor. Bunlar önemli kâr olanaklarıdır sermaye için. Fakat onlar bu kârlarla yetinmemektedir. Daha da ötesini istemekte devletten kredi talebini her fırsatta yinelemektedir. Devlet de bu konuda gereken desteği sunmuş oldu. Gemi inşa sanayi teşvik kredisi kapsamına alındı.

 

 

Hiçbir hakkın tanınmadığı yerlerde işçi sağlığı ve güvenliğinden bahsedilemez


- Tuzla tersaneler bölgesini de içine alacak biçimde, sektörlerde yaygınlaştırılan taşeronlaştırma uygulamaları yaşanan işçi ölümleriyle birlikte sınırlı da olsa birtakım tartışmalara konu oldu. Taşeronlaştırmanın genel çerçevede çalışma yaşamı, özelinde ise iş kazalarına ne gibi etkileri olmaktadır?

- Madenlerde, fabrikalarda, tersanelerde bütün çalışma alanlarında taşeronluk sistemi oldukça yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Taşeronluk sistemi başta yaşam hakkı olmak üzere her türlü sosyal hakkın gaspı anlamına gelmektedir. Bu şu anlama gelir; asıl işverenin işçi hakları konusunda yerine getirmesi gereken yükümlülükleri üzerinden atması anlamına gelir. Bu hakların uygulanma koşulunun “alt yüklenici” denilen taşeronların insafına bırakılması anlamına gelmektedir. Taşeronluk sistemi altında herhangi bir sosyal haktan bahsetmek mümkün değil. Buna ücretler de dahil. Esnek çalışma modelinin bir ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Uzayıp giden çalışma saatleri, sigortasızlık, ücret gaspları, iş cinayetleri taşeronluk sisteminin dolaysız sonucudur. Fakat aynı zamanda sendikal örgütlülüğe vurulan güçlü darbelerden biridir. Taşeronluğun hüküm sürdüğü yerde örgütlenmek neredeyse imkansız hale getirilmektedir. Bu anlamıyla da işçiyi bölüp parçalaması açısından da sermayenin en güçlü dayanaklarından biridir. Taşeronluk sistemi iş cinayetlerinin de nedenlerinden biridir. Çünkü taşeronluk sistemi altında asıl işveren, masraflı olan işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerini, bu masrafları kaldıramayacak ya da herhangi bir yasal yükümlülük altında bulunmayan taşerona devretmektedir. Sonuç ortada peşpeşe yaşanan iş cinayetleri. Dahası ödenmeyen ücretler, envai çeşit hak gasplarının bariz bir şekilde yaşanması iş kazaları için bir başka etkendir. Zira işçi sağlığı ve güvenliği çalışanların sosyal, bedensel, ruhsal yönünü güçlü tutmaktır. Hiçbir hakkın tanınmadığı yerlerde işçi sağlığı ve güvenliğinden bahsedilemez.     

 

Hükümet ve sermaye partileri kurulu düzenin dayanakları ve korucularıdır

 

- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Zonguldak’ta 30 işçinin öldüğü grizu patlamasının ardından taşeronlaştırma uygulamasına son vermenin mümkün olmadığı yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Dinçer’in söz konusu açıklamasıyla da birlikte ele alındığında, sermaye cephesinin ve onun sözcüsü hükümetlerin ya da partilerin bu uygulamadan vazgeçememelerini nasıl açıklamak gerekir?

- Kapitalizmin serbest piyasa ekonomisi safsatasının bir ürünü olan taşeronluk sistemi, sömürünün dizginsizce serbestleşmesi anlamına geliyordu. Liberal ekonomi masallarının altında bu sınırsız sömürü arzusu vardır. Sermaye düzeninin şekillenişinin ruhuna aykırı olmayan bir sistemden söz ediyoruz. Bu durum eşyanın tabiatına aykırı değil. Kapitalizm kan emici bir düzendir. O düzen içerisinde konumlanan her kimse bu çarka ayak uydurmak zorundadır. Bu hükümet ve sermaye partileri de bu kan üzerine kurulu düzenin dayanakları ve korucularıdır. Salt Ömer Dinçer değil, o bakanlığa gelen herkes aynı ritüeli ortaya koyuyor. Tuzla tersanelerindeki seri iş cinayetlerinde gündeme gelen taşeronluk sisteminde de eski çalışma Bakanı Faruk Çelik aynı şeyleri söylemişti. Böylesi bir dönemde çıkarılan “Alt İşveren Yönetmeliği”nde, taşeronluk sistemi meşru bir zemine oturtulmaya çalışılmıştı. Faruk Çelik taşeronluk sistemini kaldırmanın mümkün olmadığını, taşeronluk sisteminin ancak denetim altına alınabileceğini açıklamıştı. Oysa tam da böylesi bir dönemde Tuzla tersanelerindeki taşeronluk sisteminin yasalara aykırı olduğu başta biz olmak üzere birçok çevre tarafından dile getiriliyordu. Asıl işin parçalanarak taşeronlara devredilemeyeceği yasal hükmüne rağmen tersanelerde asıl işlerin ezici bir çoğunluğu taşeron şirketlere devredilmişti. Bu yasadışılığa rağmen çalışma Bakanı Faruk Çelik, GİSBİR ile aynı ağzı kullanarak taşeronluğu savunmuştu. Şimdi ise madenlerde gerçekleşen iş cinayetlerinde aynı senaryo ortaya konuyor. Sermaye gruplarını korumak, kollamak, yasadışılıklarına göz yummak sermaye hükümeti ve partilerinin işidir. Bu, şu anlama gelir. Madenlerde de tersanelerde de istediğiniz kadar işçi öldürebilirsiniz. İstediğiniz kadar onların haklarını yiyebilirsiniz.    

 

Tersanelerde de, madenlerde de sorun yapısal

 

- Son dönemde, özellikle tersane, maden ve kot taşlama sektörlerinde yaşanan iş cinayetlerinin ardından, hükümet eliyle çeşitli yasal düzenlemelerin yapıldığı ya da önlemlerin alındığı görüntüsü öne çıkarılmaya çalışılıyor. Kot taşlamanın Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeyle yasaklanması, iş cinayetlerinin yaşandığı bazı tersane ve maden ocaklarının kapatılması bu adımlara örnek olarak gösteriliyor. Siz söz konusu adımları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunların nasıl bir karşılığı olduğunu düşünüyorsunuz?

- Sağlık Bakanlığı, her türlü kot giysi ve kumaşlara uygulanan püskürtme işleminde kum, silis tozu veya silika kristalleri içeren herhangi bir madde kullanılmasını yasakladı. Ama 5 bin işçi ölüm tehlikesi altında. Silikozis en eski meslek hastalıklarından biridir. Kot kumlama işi de Avrupa’da yıllar önce yasaklanan bir yöntemdir. Bu konuda devletin silikozis hastalığına yönelmesi ancak ve ancak silikozis hastası işçilerin ve ilerici kurumların çabalarıyla gerçekleşti. Devlet tersaneleri kapattı ama seri cinayetler yaşandıktan sonra. Devlet madenlerde de kapatma yoluna gitti ama burada da kitlesel ölümler yaşandıktan sonra.

Bizler bunların birer oyundan ibaret olduğunu biliyoruz. Kapatmaları da para cezalarının da, bazı yasaklamaları da kamuoyu tepkisini yok etmek amaçlı yaptıklarını biliyoruz. Bu tip girişimlerin asla iş cinayetlerini önleyemeyeceğini Tuzla tersaneleri örneğinden gördük. Çünkü tersaneler kapatıldığı halde iş cinayetleri sürüyordu. Kapatılıp açıldıktan sonra da iş cinayetleri devam etti. Biz işyerlerinin kapatılmasının çözüm olmadığını vurguladık. Tam tersi çalışan işçilerin mağdur olduğunu belirttik. Tersanelerin kapalı kaldığı süre içerisinde mağdur olan işçilerin mağduriyetlerinin giderilmesini istedik. Bu kayıpların İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması gerektiğini vurguladık. Oysa onlar İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken parayı sermayenin yağma alanına açtılar. Biz “önlem alın” dedik, “tersaneleri kapatın” demedik. Devlet tersane kapatarak patronu cezalandırdığı görüntüsü çizmeye çalışıyor. Eğer patron cezalandırılacaksa taammüden adam öldürmek suçundan tutuklanıp yargılanmalıdır. Bu yapılmadı. Birkaç müdür, taşeron ve gemi mühendisini tutukladılar, onları da kefaletle serbest bıraktılar. Bütün bu hamlelerle devlet asıl sorunu karartıyordu. Asıl sorun işçi sağlığı ve güvenliğine kaynak aktarmamaktı. Bir işçinin işyeri kapısından girer girmez karşılaşılan bütün risk faktörleri bellidir. O riskleri ortadan kaldırın dedik. Oysa onlar böylesi bir oyun oynadılar. Basın yayın organları da sorunu çarpıttı. Zira sermaye basınının sorunu algılayışı sermayeden bağımsız olamazdı. Yaptığımız eylemlerde, okuduğumuz basın açıklamalarındaki sözcüklerimizi cımbızla çekip farklı yansıttılar. Flash TV özellikle bunu yaptı. Daha başka boyalı basın da yaptı. Sanki biz tersanelerin kapatılmasını istiyormuşuz gibi bir izlenim yarattılar. Oysa biz bunun bir oyun olduğunu defalarca vurgulamıştık. Madenleri kapattılar da ne oldu. Sorun bu değil. Tersanelerde de, madenlerde de sorun yapısal. Taşeronluğun, önlemsizliğin, örgütsüzlüğün, kuralsız ve güvencesiz çalışma koşullarının olduğu her yerde iş cinayeti potansiyeli yüksektir. Kapitalizmin bunu çözebilecek gücü yoktur. Öyle bir sorunu da yoktur. İşçi örgütlülüğü güçlenirse, mücadele dinamiği arttıkça sermaye üzerinde basınç uygulanır ve sorunlar bir parça hafifler. Daha ötesi yoktur. Ücretli kölelik düzeninde daha ötesi yoktur. Başbakan her zaman söylüyor “iş kazalarını sıfıra indirmek mümkün değil” diyor. Bu onların düzeninin en yalın özetidir. Kapitalizm kendini işçi kanı ve sömürüsü üzerinden var eden bir toplumsal düzendir.

 

Kuralsız ve güvencesiz çalışma ortak bir sorundur

 

- Yaşanan iş cinayetlerine karşı, emek ve meslek örgütleri başta olmak üzere, konunun muhatabı olan toplumsal muhalefet özneleriyle birlikte nasıl bir mücadele hattı örülmelidir? Bu mücadele hangi araç ve taleplerle yürütülmelidir?

- Kuralsız ve güvencesiz çalışma koşulları ile iş cinayetleri işçi sınıfının tamamını kesen ortak bir sorundur. Toplam bir değerlendirme yapacak olursak; bugün işçi sınıfının güveneceği bir sendikal yapı yok. Sendikaların tepesine bürokrasi egemen olmuş durumda. Maden işçilerinin sendikası GMİS’in işçi ölümlerinde sendika binasında mevlüt okutma dışında yaptığı bir iş yok. Tersanelerde kadrolu işçilerin örgütlü olduğu Dok Gemi-İş Sendikası’nın gerçekleşen iş cinayetleri karşısında yaptığı tek bir açıklama, tek bir tepki yok! Tersanelerdeki bir diğer sendika olan Limter-İş Sendikası’nın tepesindeki anlayışın kronikleşmiş grupçu hastalığı, örgütlenme mücadelesini kısırlaştıran nedenlerden biridir. Meslek odalarının ve sendikaların bu konuda halen yapacakları çok fazla şey vardır. Yapılması gerekenin oldukça gerisindeler. Talepler bellidir. İşçi sağlığı ve güvenliği madem işçiyi sosyal, bedensel ve ruhsal olarak koruma anlamı taşımakta o zaman aşağıda sayacağımız talepler uğruna mücadele emek ve meslek örgütleriyle birlikte yapılmalıdır.

* Taşeronluk sistemi tümden kaldırılsın, bütün işçilere kadro hakkı!

* Ücretler arttırılsın, ana firma tarafından zamanında ödensin!

* Sigorta primleri ana firma tarafından ve gerçek ücret üzerinden yatırılsın!

* Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılsın!

* Her tersaneye ambulans, revir ve acil müdahale doktoru!

* GİSBİR Hastanesi kapatılsın, Tuzla Devlet Hastanesi’nin kapasitesi genişletilsin, tam donanımlı hale getirilsin!

* İşçi katili tersane patronu ve taşeronlar tutuklanıp yargılansın!

Bu talepler ekseninde emek ve meslek örgütleri, devrimci kurumlar bir araya gelmeli havzayı tek bir fabrika olarak algılayan bir bakışla çalışmalara başlamalıdır. Uluslararası alanda nasılki “Şikago mezbahaneleri” ve Güney Afrika elmas madenlerindeki çalışma şartlarındaki vahşetin yarattığı tablo kitlesel bir mücadeleyi doğurmuşsa Tuzla tersanelerinde de yaratmıştır, yaratacaktır.

Kızıl Bayrak / İstanbul