22 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/04

 Kızıl Bayrak'tan
TEKEL direnişi,
yeni olanaklar ve görevler
“İşçinin kürsüye çıkma zamanı”dır.
İsrail ile yaşanan “koltuk krizi” geride kaldı.
İstanbul’da kamu emekçileri kurultayına doğru
Danıştay şeker fabrikalarının özelleştirilmesi kararını iptal etti
Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!
On binlerce işçi ve emekçi Ankara’da
TEKEL direniş günlüğü
Metal İşçileri Birliği
Merkez Yürütme Toplantısı Sonuçları.
Entes’te direniş güncesinden..
Sınıf hareketinden.
İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen saldırılar üzerine konuştuk...
Her şey TEKEL için: Tek yumruk, tek vücut, tek barikat! - Volkan Yaşarış!
Miting.izlenimleri.
TEKEL işçilerinin mücadelesi sansürü parçalayacak!
TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Şükrü Günsili ile TEKEL direnişi üzerine konuştuk..
Polis terörü ve cinayetlerini
protesto eylemlerinden
Polis terörü karşıtı
kampanyaya saldırı
Kapitalizmin çürümüş ruhu: Emperyalist tekellerin Davos Zirvesi
Depremin yerle bir ettiği Haiti’nin tablosu.
“Harç zamlarına karşı
mücadelemiz engellenemez!.
İstanbul: Kimin başkenti?
Bir katil, bir cinayet ve “demokratik açılım”
Emekçi kadının ‘güneşi’ ancak sosyalizmde doğacaktır!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ehud Barak’ın Ankara ziyareti ve ötesi

Ehud Barak, yaşanan tüm tartışmalara rağmen, askeri ilişkiler ve Türkiye’nin İsrail’den satın almayı planladığı insansız hava uçakları Heron’larla ilgili nihai anlaşmayı imzalamak için Türkiye’ye geldi. Karşılıklı sert açıklamaların yapıldığı günlerde İsrail’e giden bir Türk heyeti, 10 Heron’un 4’ünü Mart ayında, 6’sını ise 2010 yılı sonuna kadar teslim alma sözü almıştı.

Ehud Barak ilk olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile bir araya geldi. Görüşmede, “alçak koltuk” krizine maruz kalan Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol ile İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levi de hazır bulundu. Ehud Barak daha sonra Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile görüştü.

Türk sermaye devleti bir katili ağırladı!

Ehud Barak, fosfor bombaları dâhil olmak üzere uluslararası anlaşmalarca yasaklanmış çeşitli silahların kullanıldığı siyonist barbarlığın, “savunma bakanı” sıfatıyla birinci dereceden sorumlularındandır. Bu nedenle İngiliz mahkemelerince savaş suçlusu ilan edilmiş, ülkeye giriş yapması halinde tutuklanmasına karar verilmiştir.

BM ve birçok uluslararası insan hakları örgütü, Başbakan Ehud Olmert ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ile birlikte Barak’ın da Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanmaları gerektiğini ısrarla dile getiriyor. Bu çerçevede İngiltere’de bir mahkeme geçtiğimiz ay, Tzipi Livni hakkında, İngiltere’ye gelmesi durumunda tutuklama kararı çıkarttı. Bu nedenle Livni İngiltere’ye yapmayı planladığı ziyareti iptal etmek zorunda kaldı. Ehud Barak katili de “güvercin” olarak Ankara’ya geliyor, silah ve askeri malzeme satmak için çaba harcıyor. Kısacası Türk devleti katilleri ağırlamaya devam ediyor.

Stratejik ortaklık sürüyor!

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın gerçekleştirdiği görüşmenin ardından ortak bir basın toplantısı düzenledi. Barak, “alçak koltuk krizi bir hataydı” açıklamasını yaptı. İsrail ile ortak çıkarları olduğunu ve bu çıkarlar devam ettiği sürece stratejik ortaklığın da devam edeceğini belirten Vecdi Gönül ise, askeri işbirliği çerçevesinde yeni projelere imza attıklarını açıkladı. İsrail’in teknolojisiyle Kayseri’de üretilecek M-60 tanklarının Kolombiya, Şili ve Tayland gibi ülkelere satılacağını belirtti. İsrail üretimi insansız hava aracı Heronlar’da da tüm sorunların aşıldığını açıkladı.

Bu açıklamalar İsrail ile süren stratejik ortaklığın açık itirafıdır. Türk sermaye devleti İsrail’in bölgedeki en önemli ortağı durumundadır. Siyasi, ekonomik ve askeri alanda tam bir işbirliğine dayanan bir ortaklıktır bu. Kapsamlı ekonomik ilişkiler, büyük silah alımlarının yanısıra ABD’nin merkezinde durduğu askeri işbirliği anlaşması ile bu ortaklık perçinlenmiştir.

“Türkler bize metres gibi davranıyor ama ilişkimiz bir evlilik ilişkisidir!” İsrail’in kurucusu siyonist Ben Gurion’a ait bu sözler, Türkiye ile İsrail’in ilişkilerinin derinliğinin açık göstergesidir. Ortadoğu’nun bu iki saldırgan devleti, askeri anlaşmalara dayanarak ortak tatbikatlar, askeri bilgi ve istihbarat paylaşımı yapmaktadırlar. İlişkiler köklü ve süreklidir. 

Anlaşmaların altında dinci-gerici partilerin imzası var!

İsrail devleti ile ilişki sözkonusu olduğunda, gerici-dinci akımlar hep en önde yer aldılar. İslamcı akımların geçmişi Amerikancılıkla ve dolayısıyla İsrail’e hizmetle yazılmış bir tarihtir. Sadece AKP değil, tüm dinci partilerin ipleri ABD emperyalizminin elinde olmuştur. Türkiye-İsrail-ABD askeri işbirliği anlaşmasının altında Erbakan’ın imzası vardı.

Bugün “alçak koltuk” krizi ve geçmişte Gazze’deki vahşet üzerine esip gürleyen dinci gerici AKP de İsrail ile ilişkilerde kendisinden önceki hükümetleri aşan bir performansa sahiptir. Buna rağmen, işçi ve emekçilerin İsrail düşmanlığını politik etkisini arttırmak için kullanmaktadır.

AKP sözde Gazze’deki vahşete “dur” diyor, Filistin sorununa sahip çıkıyor! Bu söylemlerinde samimi olsaydı, İsrail ile tüm siyasi, diplomatik ve askeri ilişkileri keser, İsrail büyükelçisini sınır dışı eder, elçisini geri çekerdi. Ama bunların hiçbirini yapamazlar. Çünkü sermaye devleti ve yürütme organı AKP’nin sözleri sözde kalmaya mahkumdur. Zira İsrail ile evlilik ilişkilerini bozmaya hiç mi hiç niyetleri yoktur.

İsrail siyonizmine ve ABD emperyalizmine  “dur” demenin yolu…

İsrail siyonizmine ve ABD emperyalizminin katliamlarına “dur” demenin yolu aynı zamanda Türk sermaye devletine karşı durmaktan geçiyor. En başta İsrail ve ABD ile yapılmış askeri-siyasi ve ekonomik anlaşmalara son verilmesini, tüm ilişkilerin kesilmesini istemekten geçiyor. Filistin halkıyla dayanışmanın samimiyet ölçüsü budur. Bunlar yapılmadığı sürece söylenen sözlerin, yapılan şovların, sözde İsrail karşıtlığının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Bu ülkede bu mücadeleyi hakkıyla verme çabası içinde olanlar yalnızca devrimci güçlerdir. Devrimci hareketimizin Filistin halkıyla dayanışmadaki samimiyeti tarihiyle ortadadır. Bugün de, ne kadar etkili olduklarından bağımsız olarak, yegane doğru tutumu onlar almaktadır. Sınıf ve emekçi tabanına yaslandıkları ölçüde de daha etkili bir destek sunmayı, gerici akımların emekçi halkın öfkesini sıkıştırmaya çalıştırdıkları Müslümanlık-Yahudilik ekseninin aşılmasını başarabileceklerdir.

İşçilerin ve emekçilerin yoğun öfkesini “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarıyla emperyalizmi, siyonizmi ve yerli işbirlikçilerini hedefleyen bir mücadele ekseninde örgütlemek, sahte İsrail karşıtlığı yapan dinci partinin gerçek konumuna ışık tutmanın biricik yoludur.

 

 

 

Bir kapitalistten, arsızlık örneği

Bursa’da 10 Aralık günü gerçekleşen grizu patlaması sonucu 19 işçinin katledilmesinden sorumlu Bükköy Madencilik’in sahibi Nurullah Ercan bir kez daha kapitalistlerin tipik, iğrenç ikiyüzlülüğünü sergiledi. Ercan, “İşçi atmamak için bana destek verin” diyerek Kısa Çalışma Ödeneği’nden yararlanmak üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurdu.

30 Aralık 2009 günü yapılan başvuruya bakanlık henüz yanıt vermezken, işçi katliamları bakımından sicili kabarık olan Ercan’ın kirli geçmişi, alınacak ödeneğin işçiler için kölelik koşulları ya da ölüm anlamı taşıdığını gösteriyor.

Nurullah Ercan, Kısa Çalışma Ödeneği’ne başvurarak bünyesindeki 118 işçinin her biri için ortalama 400 TL istiyor. Ercan’ın bu başvurusu 3 ay için 143 bin TL’lik destek anlamına geliyor. Zaten geçmişten bugüne devletin şefkatli kolları altında katliamlarına devam eden Ercan’ın devletten aldığı yardımın haddi hesabı yok. Ama yüzsüz kapitalistlerin de doğası gereği doymaya niyeti yok!

İşçi düşmanı Ercan’ın işlettiği aynı kömür ocağında daha önce de patlama olmuş ve 4 işçi hayatını kaybetmişti.

19 Kasım 2000’de yine Ercan’a ait Kayaaltı Linyit Ocağı’nda bir iş cinayeti yaşanmış ve 7 işçi ölmüştü.

Sendika düşmanı tutumuyla da işçi düşmanlığı tescillenen ve kömür madenciliği alanında yatırımları bulunan Nurullah Ercan, sahip olduğu Bolu’daki ocaklarında ise sendikal örgütlenmeyi engellemeye çalışmıştı.

Ercan sendikalaşmayı önlemek için, farklı maden ocakları için farklı taşeron şirketler kurma yoluna gitmişti.

2000 yılında ise Bolu Gökçesu’da Bükköy Madencilik ve Üçpınar Madencilik şirketlerinin üretim yaptığı Kayaaltı, Çorak ve Çamlık linyit ocaklarında çalışan 228 işçi ile Kuzey Anadolu Madencilik AŞ’ye ait Tuzlukaya Linyit Ocağı’nda çalışan 88 işçi, DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’e üye olunca işten çıkartılmış ve çeşitli baskılara maruz kalmıştı.

Bunlar Ercan suç dosyanın sadece bir bölümü...

Peki, katledilen işçilerin hesabı soruldu mu? Hayır! Basit koruyucu önlemleri, gereksiz masraf olarak gören ve bu yüzden önlenebilecek kazaları katliama çeviren Ercan devlet tarafından sadece uyarılmakla yetinilmedi mi? İşçiler kölelik koşullarında çalıştırılırken, sosyal güvenceden yoksunken, sendika düşmanı Ercan’a “ne yapıyorsun?” diye soran oldu mu? Dahası 19 işçinin ölümünün ardından Ercan, bu sefer yargı koruması altına girmedi mi?

Devlet Ercan’a yeterince yardım etti. Ercan’ın bu yüzsüzlüğü, arsızca Kısa Çalışma Ödeneği’ne başvurması da bugüne kadar yaptıklarının karşılıksız kalmasından, dahası korunup kollanmasından kaynaklıdır.

Eğer ki, 19 işçinin katledilmesi bu kadar ön plana çıkmamış olsaydı, sermaye devleti tereddütsüz bir biçimde Ercan’ın talebini karşılardı. Bugün çok geniş bir kesim tarafından facianın sorumlusunun Ercan olduğu kanısı hakim olduğu ve devletin bu cinayetlerdeki rolü tartışıldığı için bir ihtimal Ercan istediği yardımdan mahrum kalabilir.

Fakat Ercan’ın kabarık suç dosyası orta yerde duruyorken, ona yapılacak her yardım işçiler için ölüm fermanı olacaktır.