16 Nisan 2010
Sayı: SİKB 2010/16

 Kızıl Bayrak'tan
Taksim kararlılığı kazandı
Liberal reformistler sendika ağalarının gerisine düştüler!
Erdoğan savaş baronlarının
huzuruna çıktı!
Metal İşçileri Birliği MYK’sının
Nisan Ayı Toplantısı Sonuçları
Akkardan’da uzlaşmacı-icazetçi
çizginin iflası
Baskı ve teröre rağmen
Ankara’da yaygın çalışma
Ahmet Türk’e saldırı yaygın protestolarla karşılandı 
BDSP’nin 1 Mayıs faaliyetlerinden.
İşçi ve emekçi hareketinden
TKİP 1 Mayıs’a çağırıyor!.
1 Mayıs ve 26 Mayıs
üzerine konuştuk
İzmir Emek ve
Mücadele Platformu kuruldu
EKK, işçi ve emekçi kadınları
mücadeleye çağırıyor..
Eğitim sisteminin gurur(!) tablosu
YTÜ’de direniş sürüyor!
İnsanca yaşanabilir kentler için sosyalizm!
MMO’da seçim süreci tamamlandı..
Sosyal-İş’ e üye olduğu için işten atılan Avukat Cem Gök ile konuştuk
Kırgızistan’da halk ayaklanması
ABD destekli yönetimi yerle bir etti!
9. BİR-KAR Gençlik Kampı gerçekleştirildi
Her kıtada grev var!
Kuzey Kürtleri’nin traji-komik paradoksları… - M. Can Yüce
kizilbayrak.net 1 Mayıs 2010 özel sayfası yayında.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Etkin taşeronluk hevesleri depreşiyor...

Erdoğan savaş baronlarının
huzuruna çıktı!

ABD Kongresi Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nde Ermeni soykırımı tasarısının 4 Mart’ta kabul edilmesi Ankara’da “infial” yaratmış, aynı gün Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan geri çağrılmıştı. Bununla yetinmeyen AKP hükümetinin başı Tayyip Erdoğan, ABD’den yapılan davete icabet etmeyeceğini de alelacele ilan etmişti. Washington’da düzenlenecek Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne herhangi bir yetkilinin katılabileceğini söyleyen AKP şefi, ABD’deki efendilerine “efelenme” havalarına bürünmeye heves etmişti.  

Bu efelenmenin, mizansenden ibaret kof bir çıkış olduğu kimse için bir sır değildi. Nitekim Tayyip Erdoğan’la müritlerinin dize gelmesi için, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile bir telefon görüşmesi yapması yeterli oldu. Anında çark eden Tayyip’le müritleri, günü geldiğinde Washington’ın yolunu tuttular. Böylece efendi-uşak ilişkisinin çirkinliği bu olay üzerinden de ibretle izlendi.

Etkin taşeronluk hevesleri iyice depreşmişken, bunun yolunun ise Washington’a hizmetten geçtiği biliniyorken, Tayyip Erdoğan ya da bir başka düzen siyasetçisinin Washington’daki efendilerinin huzuruna çıkmak dışında yapabileceği bir şey yoktu. Öyle de oldu.

Bir heyetle ABD’ye giden Tayyip Erdoğan, Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katıldıktan sonra Barack Obama ile planlanandan uzun süren bir görüşme yaptı. Görüşmenin “çok samimi bir havada geçtiği, Ermenistan ve İran başta olmak üzere birçok konunun ele alındığı” bilgisini veren Beyaz Saray görevlileri, görüşmeye Ahmet Davutoğlu ile Hillary Clinton’ın da katıldığını bildirdiler.

Görüşmede Ermenistan’la ilişkiler, İran’ın nükleer programı, Kafkasya ve Ortadoğu’da barış sürecinin tesisi gibi konuların ele alındığı belirtildi.

Taraflar görüşmeden memnun ayrılırken, Türkiye’nin diplomasi ve barışa yönelik çalışmalarını takdirle izlediklerini belirten Barack Obama’nın, çözüme ulaşmak ve ilerleme kaydetmek için Türkiye’nin devrede kalarak girişim ve çabalarını yapıcı bir şekilde sürdürmesini istediği bildirildi.

Hillary Clinton-Ahmet Davutoğlu ikilisinin Kafkasya bölgesiyle ilgili yürüttükleri ortak çalışmaların da devam edeceği Beyaz Saray sözcüleri tarafından açıklandı.

Washington’da Erdoğan ile müritleri önüne sürülen talepler listesinde Ermenistan’la sınır kapılarının açılması, BM kararıyla İran’a karşı yaptırımların uygulanması gündeme geldiğinde Türkiye’nin destek sunması, Irak’tan asker çekerken İncirlik Üssü’nün kullanılması, gerektiğinde ise Türk ordusunun doğacak boşluğu doldurma görevini üstlenmesi öne çıkmaktadır.

Bu istekler yeni değil elbet; bunlar, etkin taşeronluk için ABD’nin yerine getirilmesini şart koştuğu temel önceliklerdir.

Ankara’daki rejim sözcüleri ise, gündemlerinin ABD ile tam bir çakışma içinde olduğunu söyleseler de, AKP hükümeti Ermenistan’la kapıların açılması konusunda halen adım atmaktan çekiniyor. İran’a yaptırım ise, bilinen anlaşmazlık konularından biridir. Üstelik bu esaslı bir anlaşmazlığa tekabül ediyor. Zira İran’a yaptırım ne Türk burjuvazisinin ne onun devletinin çıkarına uyuyor. Hal böyleyken ABD-İsrail ikilisi, İran’ın bir an önce ablukaya alınması yönündeki baskılarını arttırıyor.

İran’ı hedef alan ablukanın etkili olabilmesi için Türkiye’nin İran karşısında konumlanması gerekiyor. Bu konuda ayak direyen sermaye iktidarı, eğer etkin taşeronluk hevesinden vazgeçmeyecekse emperyalist/siyonist güçlerle bu alanda da suç ortaklığına girmek zorunda kalacak. Gelinen aşamada ikili oynamanın, yani hem etkin taşeronluk havalarına girmenin hem İran’la ilişkileri geliştirmenin zemini giderek ortadan kalkıyor. Tayyip Erdoğan’la müritlerinin Washington’da bu konuda uyarıldıklarından kuşku duyulmamalıdır.

Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arınması konusunda “iddialı” bir çıkış yapan Tayyip Erdoğan, “biz bölgenin etkin gücüyüz” havalarına büründü. Kendilerinin ABD’ye daha etkili hizmetlerde bulunacaklarını hissettiren Tayyip Erdoğan, İsrail’in nükleer başlıklı silahlarını gündeme getirerek, “bölgenin etkin gücüyüz” mesajını tekrarladı. 

Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılması için İsrail’deki silahların da denetlenmesi gerektiğini dile getirerek çıkış yapan AKP şefi, bu hamle ile hem İsrail’i sıkıştırdı hem İran’la ilişkileri sürdürme konusunda manevra alanı açmaya çalıştı.

Tayyip Erdoğan’ın çıkışı, bazı çevreler tarafından “cesur” olarak nitelendi. Oysa yapılan tam bir ikiyüzlülüktür. Zira bu çıkışın inandırıcı olabilmesi için, ABD’nin Türkiye’ye konuşlandırdığı (eğer daha fazla değilse) 90 atom bombasının açığa çıkartılıp etkisizleştirilmesi gerekiyor. Oysa 90 atom bombası yokmuş gibi davranan AKP şefinin niyeti bu bombaları el altında bulundurmaktır. Görüldüğü üzere sermaye iktidarı ve onun temsilcisi olan Tayyip Erdoğan’ın, “nükleer silahtan arındırılmış bir Ortadoğu istiyoruz, bu yönde çaba harcıyoruz” söylemi riyakarlığın dik alasıdır.

Etkin taşeronluk konusunda gösterilen işgüzarlığın işçi sınıf, emekçiler ve toplumun ezilen diğer kesimlerine yansımasının daha yoğun baskı ve sömürü olacağını belirtmek gerekiyor. Zira egemenlerin etkinlik alanlarını genişletmek için gerekli olan fatura yine işçi sınıfı ve emekçilere ödetilmek istenecektir. Emperyalist saldırganlıkla suç ortaklığı sözkonusu olduğunda ise, her zamanki gibi işçi ve emekçi çocukları cepheye sürülecektir.

Bu koşullarda sömürü, kölelik ve baskıya karşı yükseltilen mücadele, emperyalist saldırganlığı olduğu gibi, işbirlikçi sermaye iktidarının etkin taşeronluk heveslerini de hedef almalıdır.

 

 

 

Erdoğan’ın sözleri protesto edildi

Başbakan Erdoğan’ın “Türkiye’de yapısal değil, sanal işsizlik var. İş adamları daha çok para kazanma peşinde. Her TOBB üyesi, bir kişiyi işe alsa işsizlik 3 puan azalacak. TOBB olarak bu işi çözdünüz çözdünüz, yoksa ben devreye gireceğim” sözlerine karşılık 13 Nisan günü Adana Eğitim Sen Şubesi’nde basın açıklaması gerçekleştirildi. KESK MYK ve KESK Adana Şubeler Platformu yöneticilerinin ve Adana Tabip Odası Yönetim kurulu üyesi Dr. İsmail Bulca’nın katıldığı basın açıklamasında açıklamayı KESK Kadın Sekreteri Songül Morsümbül yaptı.

Türkiye’de son 30 yıldır uygulanan politikalar ile sermaye kesimi için azgın bir sermaye biriktirme zemini; vergi ve ucuz emek cenneti yaratıldığını söyleyen Morsümbül, emekçiler için ise Türkiye’nin bir cehenneme dönüştürüldüğünü belirtti.“Ülkedeki acımasız emek sömürüsünü başbakan sanki kendi hükümetinin politikalarının bunda hiç payı yokmuş gibi sıkılmadan dile getirmektedir” diyen Morsümbül işsizliği, güvencesizliği, yoksulluğu kabul etmeyeceklerini belirtti.

Morsümbül açıklamalarını şu sözlerle sonlandırdı: “1 Mayıs’ta tüm ülkede alanlarda olacağız, İstanbul’da Taksim’de olacağız. 26 Mayıs’ta grev hakkımızı bir kez daha kullanarak işsizliğe, güvencesizliğe ve örgütsüzlüğe boyun eğmeyeceğimizi haykıracağız.”

Kızıl Bayrak / Adana