04 Şubat 2011
Sayı: SİKB 2011/05

 Kızıl Bayrak'tan
Ortadoğu halklarının tutuşturduğu
isyan ateşi büyüyor!
Clinton Türkiye’ye geliyor
Torba yasa mecliste görüşülüyor,
ihanet büyüyor
Metal işçilerinin yakacağı
grev ateşini yangına çevirelim!
MESS üyelerini greve hazırlıyor
Metal işçileri greve hazır
MİB MYK Şubat Ayı
Toplantısı Sonuçları
Direnişler ve TİS süreçleri.
DİSK’i büyütme çağrısı
PTT’de coşkulu dayanışma etkinliği
Kurultay çalışmalarından
Mısır’da büyük halk
ayaklanması!
Tunus’la başladı, Mısır’la sürüyor!
Tunus’ta kritik süreç devam ediyor
İhtilalin ruhu Arap coğrafyasını
sarıyor / 1 - V. Yaraşır
Wuppertal’de Nazilere
geçit yok!
Sözde temsilciler Erzurum’da
gençlik alanlarda!
“Karneler, çürümüş
düzenin aynasıdır!”.
Anti-emperyalist mücadelede
şanlı bir sayfa: 6. Filo protestoları
Sağlıkta performans ölüm demektir!
Duyarlı bakan, duyarsız toplum(!)
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortadoğu’da halklar ayakta...

Diktatörler ve efendileri korku içinde!

Mısır’da büyük halk ayaklanması!

Mısır’da 25 Ocak’ta başlayan eylemler, “Gazap günü” ilan edilen 28 Ocak’ta ayaklanma boyutuna sıçradı. “Milyonların eylem günü” ilan edilen 1 Şubat’ta ise alanlara çıkan eylemci sayısı 8 milyona ulaştı.

Kendiliğinden başlayan halk ayaklanmasının bir haftada ulaştığı düzey, sadece Ortadoğu’da değil, dünyada bile fazla örneği olmayan büyük bir olaya işaret ediyor.

Tunus’taki ayaklanmanın Arap dünyasında yeni bir dönemin kapılarını açtığı muhakkaktı, ancak kimse bu kadar kısa sürede Mısır’daki Amerikancı zorba rejimi sarsacak bir ayaklanmanın başlamasını beklemiyordu. Dört günde ayaklanma boyutuna varan eylemlerin, 30 yıllık diktatörlüğü dönüşü olmayan bir sona doğru sürüklemesi de öngörülebilen bir durum değildi.

Mısır gençliği ile işçi ve emekçileri CIA, MOSSAD ve diğer istihbarat örgütlerini “ters köşe”ye yatırarak, ülkeleriyle ilgili tüm öngörüleri altüst ettiler.

Polis devletinin acze düşmesine 10 saat yetti

“Gazap günü” ilan edilen 28 Ocak’ta Cuma namazının ardından öğlen saatlerinde başlayan eylemler, gece saat 02.00’ye kadar sürdü. “Polis ordusu”nun ortalıktan çekilmesinden saatler sonra, ordu birlikleri, 22.30 saatlerinde Kahire ve diğer kentlerin merkezine indiler. Buna rağmen yüzbinler sokakları terk etmeyerek, eylemlerini sürdürdüler.

Mısır, ekmek ve temel gıda maddelerine yapılan zamların geri alınması için 1977’de gerçekleşen “ekmek ayaklanması”ndan bu yana ilk kez bu kapsamda bir ayaklanmaya tanık oluyor. ‘77’dekini aşan bu ayaklanmanın Mısır tarihinde bir ilk olduğunu da vurgulamak gerekiyor. 

Göstericilere vahşice saldıran Amerikancı rejimin kolluk kuvvetleri, onlarca genci katletti. Şu ana kadar (2 Şubat) öldürülenlerin sayısının 250 civarında olduğu, yaralı sayısının 3 bine ulaştığı ve 400’e yakın kayıp olduğu bildiriliyor. Yüzlerce kişi ise tutuklandı.

Rejimin sergilediği vahşet, gençleri ve emekçileri sindirmek bir yana, daha da öfkelendirdi. 28 Ocak’taki eylem, Mısır’da dönüşü olmayan bir yola girildiğinin ilanı oldu. Mısır ve tüm Arap dünyasında “Mısır halk devrimi” olarak adlandırılan ayaklanmanın gücü, gaddar polis rejimini tam bir acze düşürdü.

Patlayan öfke yılların birikim idi. Zira kapitalizmin yarattığı ekonomik, sosyal yıkıma ve Amerikancı zorba rejimin baskı ve terörüne karşı ayaklanan işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların ve bir kısım alt orta sınıfa mensup genç kuşakların tahammül sınırı aşılmıştı. Neo liberal politikalar uygulayan Amerikancı rejim, Mısır nüfusunun yarıdan fazlasını yoksulluk sınırının altında, sefil bir yaşama mahkum etti.

Dört günde, “Halk düzenin yıkılmasını istiyor!” şiarını Mısır’ın dört bir yanında yükselten genç kuşakların militanlık ve gözüpekliği, onlarca yıldan beri ülkeyi sıkıyönetimle, baskı, işkence ve katliamla idare edenleri, 8-10 saat içerisinde, göz yaşartıcı ve gaz bombaları ile plastik mermi stokunu tüketen polis ordusunu sokaklardan çekmek zorunda bıraktı.

Kent merkezlerinden çekildikten sonra yağma, hırsızlık ve diğer kirli işlere başlayan kontra güçlerin provokasyon girişimleri, oluşturulan halk komiteleri tarafından önemli ölçüde engellendi. Bazı bölgelerde ordu ile koordineli çalışan gençler, yakaladıkları yağmacı/çapulcuların yüzde 80’inin polis veya istihbarat elemanı olduğunu, El Cezire ve uydudan yayın yapan diğer televizyon kanallarına bildirildiler.

Zorba rejimin sembolleri hedef alındı

Parlamento, Dışişleri Bakanlığı, devlet televizyonu, İçişleri Bakanlığı gibi rejimin simgesi olan binalarının işgal edilmesi, ancak ordunun himayesi ile önlenebildi. Ancak hakim partinin genel merkezi, emniyet müdürlükleri, istihbarat merkezleri, polis karakolları, polis merkezleri ve araçları yakılarak tahrip edildi. Bu arada polise gaz bombası taşıyan araçların bir kısmını ele geçiren emekçiler, gaz bombalarını kolluk kuvvetlerine karşı kullandılar.

Emniyet müdürlükleri ve istihbarat güçlerine ait bina ve merkezlerin hedef seçilmesi bir tesadüf değil. Zira bu binalar, halkın hafızasında işkence ve cinayetlerle özdeşleşmiş durumdadır. Zorba rejimlerin hakim olduğu tüm ülkelerde olduğu gibi, Mısır’da da polis ve istihbarat işkence, cinayet, yolsuzluk, rüşvet, yağma ve diğer kirli işlerin merkezi durumundadır ve halk bu durumun farkındadır.

Halk Amerikancı rejimin manevralarını boşa düşürüyor

İlk açıklamasını 28 Ocak’ta gerçekleştiren diktatör Hüsnü Mübarek, çeşitli vaatlerde bulunarak, ayaklanmayı zayıflatmaya çalıştı. Ancak bu girişim alanlardaki yüzbinler tarafından anında reddedildi.

O gün ecel terleri dökmeye başlayan diktatör, ABD’deki şeflerinin yönlendirmesi ile yaptığı açıklamanın ardından ortalıktan kayboldu.

Milyonların alanlara çıktığı 1 Şubat gecesi, ABD’den gelen heyetle görüştükten sonra bir kez daha televizyondan halka seslenen Mübarek, Washington’dan gelen telkinlerle vaatlerinin çıtasını yükseltti. Bir daha aday olmayacağını ilan eden diktatör, halkın taleplerini anladığını, haklı bulduğunu ve yemin billah ederek bu uğurda çalışacağını iddia etti.

Bu manevra da alanlarda bulunan milyonlar tarafından anında reddedildi. Alanlara inen milyonlar, ne pahasına olursa olsun rejimi yıkıp, Hüsnü Mübarek ve suç ortaklarını alaşağı edeceklerini bir kez daha ilan ettiler.

Mübarek ve Washington’daki efendileri paniklediler

Mısır, ABD-İsrail ikilisi başta olmak üzere tüm emperyalist güçler için özel önem atfedilen bir ülkedir. Zira hem siyonist İsrail rejiminin hem emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki temel dayanaklarından biri olan Mısır, Arap dünyasının merkezidir aynı zamanda.

Halk ayaklanmasının bu ülkede zafer kazanmasının Arap dünyasının yanısıra Afrika, Asya, hatta Avrupa halkları üzerinde büyük etki yaratacak olması emperyalist güçleri fazlasıyla tedirgin ediyor. Bundan dolayı Mısır rejiminden tek bir açıklama bile yapılmadan önce Washington, Berlin, Paris, Londra, Roma ve Birleşmiş Milletler’in merkezi New York’tan peşpeşe açıklamalar yapılmıştır. Mısır’a gösterilen bu “ilgi”, emperyalist zorbaların Mısır halkının ayaklanmasından duydukları tedirginlik ve korkunun somut göstergesi olmuştur.

Beyaz Saray’da “kriz masası”nın oluşturulması, olaylarla ilgili neredeyse her gün açıklama yapılması ve Hüsnü Mübarek’in, 28 Ocak ve 1 Şubat’ta gece yarısından sonra halka seslenmesinin hemen ardından Barack Obama’nın da açıklama yapması, Washington’da yaşanan panik hakkında fikir veriyor.

Hem Washington kaynaklı açıklamalarda hem zorba rejimin şefi Mübarek’in “halka sesleniş” konuşmasında, halk ile gençliğin toplanma ve gösteri yapma hakkından, ekonomik, sosyal, siyasal reformların yapılması gerekliliğinden, yoksullukla mücadele edileceğinden vb. söz edildi. 

Ancak ne Mübarek ne Washington’daki efendileri tarafından yapılan açıklamalar ayaklanan gençliği ve emekçileri kandırabildi. Pek çok tanınmış Mısırlı şahsiyet açıklamaları “halkı uyuşturmak için verilen bir doz uyuşturucu” olarak değerlendirdi. Nitekim Mübarek’in açıklamasını alanlarda dinleyen onbinlerce kişi, “Halk düzenin yıkılmasını istiyor!”, “Mübarek gidecek!” sloganlarıyla tepki gösterdi.

ABD’nin, Mısır halkına demokrasi ve insan hakları konusunda akıl vermeyeceğini de vurgulayan gençler, polisin attığı gaz bombalarının üzerine “Made in USA” yazarak, “ABD’nin Mısır halkına hediyesi budur!” diye tepkilerini dile getirdiler. 

Kısacası ne Kahire’deki zorba rejimin manevraları ne Washington’dan yapılan papazca vaazlar, ayaklanan Mısır gençliği ile işçi ve emekçilerini kandırabilecek niteliktedir. Yine de emperyalistler ile işbirlikçilerinin, halk ayaklanmasını kırmak için her türden kirli yola başvuracakları deneyimlerle sabittir.

Nitekim polis devletinin tetikçileri tekrar ortalıkta dolaşarak saldırılara başladılar. Buna karşın öz örgütlülüğünü yaratmaya başlayan gençler ve emekçiler, kurdukları “halk komiteleri” ile pek çok işi örgütlemeye başladılar. Ayaklanan gençler ve emekçiler, yazık ki henüz kendilerine önderlik edebilecek öncü devrimci bir güçten yoksunlar. Buna karşın taleplerini gerçekleştirme konusunda kararlı olan, dahası bu uğurda ayaklanarak mücadeleye atılan bir halkın iradesini kırmak kolay bir iş değil.

Siyasi partiler ayaklanmanın peşinden sürüklendi

Görünen o ki, düzen içi muhalefet arenasında belirgin bir yeri olan Müslüman Kardeşler dahil tüm siyasi güçler ayaklanmanın peşinden sürüklendiler. Zira ortada siyasal bir önderlik olduğuna dair kayda değer veriler bulunmamaktadır.

Müslüman Kardeşler ilk günlerde eylemlere ihtiyatla yaklaşmış, hatta eylemlerle bir ilgilerinin olmadığını açıklamışlar, ikinci günü ise “bir vatandaş olarak” katıldıklarını ilan etmişlerdir. Çok hızlı gelişen hareketin ancak dördüncü gününde Müslüman Kardeşler bir “aktör” olarak ayaklanmaya katıldılar. (28 Ocak’tan sonra gençliğin ve emekçilerin kaldığı alanda hareket etmeye başlayan Müslüman Kardeşler’in ismi öne çıkmaya başladı. Buna karşın belirleyici olmaktan uzaklar.)

Benzer durum diğer burjuva partiler için de geçerlidir. Müslüman Kardeşler başta olmak üzere, tüm burjuva partiler, ayaklanmayı hakim rejimden kurtulmanın bir olanağı olarak görüyorlar. Zira zorba rejim burjuva muhalefete de ağır baskı uyguluyordu. Ayaklanmanın ilk aşamasında gençler yolu düzledikten sonra ortaya çıktılar, belli tavizler koparınca, alanları terk edip karşı safa geçmeleri hiç de sürpriz olmayacaktır. Bu da ayaklanmanın lokomotifi olan gençler ile emekçilerin pek çok engelle mücadele etmek zorunda kalacaklarını gösteriyor.

Mısır’ın “ikinci İran” olabileceğine dair kimi çevreler tarafından dillendirilen yorumların ise hiçbir karşılığı bulunmuyor. Zira ayaklanan genç kuşakların ezici çoğunluğunun Müslüman Kardeşler veya diğer partilerle bir bağlarının olmadığı konusunda Mısır’da tam bir mutabakatın mevcut olduğu gözleniyor. Gençlerin yer yer “Müslüman yok, hepimiz Mısırlıyız/hepimiz yoksuluz!” şiarlarını yükseltmeleri de bu saptamayı destekliyor.

Buna karşın Müslüman Kardeşler’in, ayaklanmanın yarattığı yeni durumu siyasal yaşamda daha etkin bir rol oynamanın olanağına çevirmek için şimdiden harekete geçtiklerini de vurgulamak gerekiyor. Diğer sorunların yanısıra daha önce sözünü pek etmedikleri işsizlik, yoksulluk, toplumsal adalet, gençlerin onurlu yaşama hakkı gibi sorunları da, hemen her konuşmada öne çıkarmaya başladılar.

Bir kez daha devrimci önderlik boşluğu

Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da ayaklanan gençlerin, işçi ve emekçilerin en temel sorunu, devrimci öncü partiden yoksun olmalarıdır. Ayaklanmayı “gençlik devrimi” olarak niteleyen Mısırlı gazeteci, siyasetçi, entelektüel, siyaset bilimci ve akademisyenler, bu devrimin kendine özgü bir olay olduğunu, önderliği ve programı olan devrimlerden farklı olduğunu dile getiriyorlar.

Buna karşın taleplerin net olduğu ve dördüncü gününün akşamında, ayaklanan gençlerin hareketin içinde “öz örgütlülükler” oluşturmaya başladığı da ifade ediliyor. Her halk hareketinin kendi öz örgütlülüğünü oluşturması gibi, Mısırlı emekçiler de öz örgülülüklerini yaratmaya başladılar.

Kuşkusuz kitle hareketinin bağrından çıkan öz örgütlülüklerin devrimci dalganın seyri açısından büyük bir önemi vardır. Ancak bu örgütlülükler öncü devrimci parti ihtiyacının yakıcılığını ortadan kaldırmaz. Fakat öz örgütlülüklerin gelişip yaygınlaşması, aynı zamanda devrimci öncü partinin yaratılıp güçlendirilmesi açısından da önemli olanaklar yaratır.

Elbette Mısır’da da sol parti, örgüt ve demokratik kitle örgütleri bulunuyor. Ancak bu güçlerin ayaklanmada belirgin bir rol üstlendiklerini gösteren veriler bulunmuyor. Bu hareketlerin programları veya örgütsel yapıları hakkında da kayda değer bilgilere pek rastlanmıyor.

Ayaklanma süreci içinde gençliğin, var olan partiler ve halk komitelerinin dışında bağımsız bir önderlik oluşturmaya başladığı görülüyor. Tahrir Meydanı ve diğer kentlerden El Cezire, Al Alam, Rusya El Yevm gibi kanallarla canlı telefon bağlantıları kuran gençlik önderlerinin inisiyatifi, ilk günlere göre daha belirgin bir şekilde hissedilmeye başlandı.

Devrimci önderlik sorunu, sol sosyalist birikim ile halk ayaklanmasının yarattığı/yaratacağı olanakların birleşmesiyle eninde sonunda aşılacaktır. Düzen partilerine pek güvenmediği anlaşılan gençliğin oluşturduğu önderlik de, hareketin seyri içinde devrimci öncü kuvvetin oluşuma katkı sunma potansiyelleri taşımaktadır.

Mısır’da halkın yanısıra ordu da halen sokaklardadır. Yeni gelişmelere gebe olan süreç devam ediyor. Tetikçileri, çapulcuları sokaklara salan zorba rejim, emperyalistlerin de desteği ile ayakta kalmaya çalışsa da, bu konuda başarılı olma şansı son derece düşük görünüyor.

Olayların yakın gelecekteki seyrinden bağımsız olarak, Mısır’da yeni bir döneme girildiği, bu durumun Arap dünyasında geniş yankı yaratmaya başladığı ise kesindir.

Milyonların eylem günü

“Milyonların eylem günü ilan edilen 1 Şubat’ta yapılan gösterilere 8 milyon genç, işçi ve emekçi katıldı. Kahire’deki Tahrir Meydanı ve çevresinde 2 milyonu aşkın kişi toplandı. Tahrir Meydanı’ndaki eyleme işçilerin fabrika pankartlarıyla katıldığı gözlendi.

Kahire’nin kalabalık nüfuslu emekçi mahallelerinden Medinet Eş Şark’da 300 bini aşkın kişi toplanırken, El Mahalla El Kübra’da (tekstil işçilerinin eylemleriyle anılan sanayi bölgesi Büyük Mahalla) 250 bin kişinin katıldığı eylem, öğlen saatlerinden gece saat 22.00’ye kadar sürdü.

Ülkenin ikinci büyük kenti İskenderiye’de 2 milyonu aşkın kişinin katıldığı dev bir eylem gerçekleştirildi. Mansura kentinde ise eyleme bir milyonu aşkın kişi katıldı. Bunların yanısıra Beman Hur, Süveyş, İsmailiye ve çok sayıda kentte kitlesel eylemler yapıldı.

Mısır genelinde katılımın 8 milyon gibi muazzam bir rakama ulaşması, Amerikancı zorba rejime karşı biriken tepkinin boyutu hakkında fikir veriyor.

“Muhalif” düzen partileri safları terk ediyor

1 Şubat gecesi Hüsnü Mübarek, ardından Barack Obama tarafından yapılan açıklamalar, düzen partilerinde etkisini göstermeye başladı. Konuşmalarda, ekonomik ve siyasal reformlara, siyaset yasağının kaldırılmasına, ifade özgürlüğü alanının genişletilmesine, şeffaf seçimlerin yapılmasına vb. dair vaatler, bazı düzen partilerine yeterli göründü.

Washington patentli “Mübareksiz Mübarek rejimi” planının ilk adımı olan vaatler, düzen partilerinin bir kısmı tarafından, “talepler kabul edildi, eylemelere devam etmek için bir neden kalmadı” şeklinde özetlenebilecek yeni tutumları, ayaklanmayı sürdüren gençlik önderleri tarafından sert ifadelerle mahkûm edildi.

Beklenen ve kaçınılmaz olan bu ilk parçalanma, hareketin gelişimi açısından hayırlı olmuştur. Zira düzen partileri, halk ayaklanmasını ileriye değil, ancak geriye çekmek için çaba harcayabilirler. Bu sefiller için, katledilen gençlerin cesetlerine basarak burjuva siyaset arenasına tırmanmak, ulaşabilecekleri en ileri noktadır.

Sistemin tek “sağlam kartı” ordu

Mısır’da halk ayaklandığında, Genelkurmay Başkanı Washington’daydı. Olayların aldığı boyut üzerine ziyaretini yarıda keserek Mısır’a döndü. Tesadüf de olsa bu olay, Mısır ordusunun rejim ve emperyalist güçler açısından nerede durduğu hakkında bir fikir veriyor. Ancak ABD ile olan işbirliğine rağmen ordu, halen Mısır halkı nezdinde farklı bir yer tutmaya devam eden düzenin tek kurumu konumundadır.

Mısır ordusunun halka hiçbir zaman kurşun sıkmaması, ülkenin yakın tarihinde İngiltere, Fransa ve İsrail’e karşı savaşmış olması, sadece Mısır’da değil tüm Arap dünyasında derin izler bırakan Cemal Abdülnasır’ın ordu kökenli olması ve ordunun alt kademe subay ile erlerinin emekçi halkın içinden çıkması… Tüm bunlar, Mısır ordusunun halk nezdindeki “ayrıcalıklı” konumunu koruyabilmesini sağlayan temel etmenlerdir.

Polisin sokakları terk ettiği 28 Ocak akşamından beri sokaklarda bulunan ordu, henüz emekçilere dönük bir saldırıda bulunmadı. Ancak zorba rejimin tetikçileri ve çapulcular tarafından girişilen provokasyonlara müdahale etmekten de geri duruyor.

1 Şubat gecesinde yeniden ortalığa salınan rejimin kontra güçleri İsmailiyye, İskenderiye ve son olarak 2 Şubat akşamı Tahrir Meydanı’nda saldırı ve tacizlere başladı. Tetikçi çapulcular, silahlı oldukları halde ordu tarafından fazlasıyla “hoşgörü” görüyorlar. Düne kadar tüm taraflar tarafından övgü gören ordu, son tutumundan dolayı anında sorgulanmaya başladı.

Ordunun bu tutumunu sürdürmesi durumunda halk nezdindeki saygınlığını koruması kolay değil. 31 Ocak akşamı ordu adına yapılan açıklamada, barışçı gösteri hakkının güvencede olduğu bildirilmiş, bu açıklama farklı taraflar nezdinde ordu lehine olan yaklaşımı daha da pekiştirmiştir. Ancak ayaklanma halinde olan emekçilerin ve gençliğin her olayı anında sorgulama eğiliminde olmaları, ordu için de geçerlidir.

2 milyon civarında olduğu söylenen “polis ordusu”nun, halk nezdindeki prestijini sıfıra indirdikten sonra sokaklardan çekilmesi, Mübarek ve çevresinin de aynı durumda olmaları, sistem ve emperyalistler için orduyu tek dayanak haline getiriyor. Buna karşın ordu Pentagon, Mübarek etrafında öbeklenen generaller ve Mısır sokaklarından gelen basınç altında bulunuyor.

Verili koşullar devam ederse, ordunun giderek daha aktif bir rol oynamaya başlaması kaçınılmaz görünüyor.

Ayaklanan Mısırlı gençler ile işçi ve emekçiler, Mübarek rejiminin kontra saldırıları, burjuva partilerinin sinsi planları, emperyalist-siyonist güçlerin baskı ve provokasyonları arasına sıkışmış görünüyor. Olayların seyri farklı mecralara evrilebilir. Buna karşın ayaklanmaya katılan milyonların kararlılığı devam ettiği sürece, karşı-devrimci güçlerin emellerine ulaşması mümkün olmayacaktır.