04 Şubat 2011
Sayı: SİKB 2011/05

 Kızıl Bayrak'tan
Ortadoğu halklarının tutuşturduğu
isyan ateşi büyüyor!
Clinton Türkiye’ye geliyor
Torba yasa mecliste görüşülüyor,
ihanet büyüyor
Metal işçilerinin yakacağı
grev ateşini yangına çevirelim!
MESS üyelerini greve hazırlıyor
Metal işçileri greve hazır
MİB MYK Şubat Ayı
Toplantısı Sonuçları
Direnişler ve TİS süreçleri.
DİSK’i büyütme çağrısı
PTT’de coşkulu dayanışma etkinliği
Kurultay çalışmalarından
Mısır’da büyük halk
ayaklanması!
Tunus’la başladı, Mısır’la sürüyor!
Tunus’ta kritik süreç devam ediyor
İhtilalin ruhu Arap coğrafyasını
sarıyor / 1 - V. Yaraşır
Wuppertal’de Nazilere
geçit yok!
Sözde temsilciler Erzurum’da
gençlik alanlarda!
“Karneler, çürümüş
düzenin aynasıdır!”.
Anti-emperyalist mücadelede
şanlı bir sayfa: 6. Filo protestoları
Sağlıkta performans ölüm demektir!
Duyarlı bakan, duyarsız toplum(!)
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sağlıkta performans ölüm demektir!

Parasız, nitelikli, kolay ulaşılabilir sağlık hakkı için mücadeleye!

Sağlık çalışanlarına kölece çalışma koşulları dayatan, sağlığı da tam olarak piyasanın ellerine bırakan “performans” sistemi üniversite hastanelerinde de yaşama geçirilmektedir. Giderek yaygınlaşan performansa dayalı sağlık hizmetinin faturasını ise emekçiler bir bütün olarak ödemektedir.

Performansa göre ücretlendirme sistemi ile öncelikle sağlık hizmeti alma ihtiyacında olan hastalar zarar görmektedir. Çünkü bu uygulama “ne kadar çok hasta o kadar para” anlayışını dayatmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bir hastaya en az 15 dakika ayrılması gerekmektedir. Bu, günde 25-30 hastaya bakılması demektir. Türkiye’deki duruma baktığımızda 5 dakika bile hastaya vakit ayrılmamaktadır. Hastaya ayrılan zaman azaldıkça, tıbbi hataların artması da kaçınılmaz bir sonuç olmakta, sağlık hizmetinin kalitesi giderek düşmektedir.

Piyasanın koşullarına terk edilen bu sağlık sisteminde, gereksiz tetkik isteminde artış yaşanmakta, yapılmayan işler yapılmış gibi gösterilmekte, puanı yüksek işlere yönelim artmaktadır. Bunların tüm zararlarını ise bizzat hastalar çekmektedir. Tanı ve tedavi amaçlı gereksiz girişimler sağlık harcamalarını arttırmakta, bunun faturası ise yine vergilerde artış, zamlar ve giderek artan tedavi katkı payları ile işçi ve emekçilere ödetilmektedir.

Performansa dayalı ücretlendirme sistemi, konu insan sağlığı olduğu için, geri dönülemez sonuçlara yol açabilecek riskler taşımaktadır. Meslek örgütlerince yapılan araştırmalarda bunun önemini ortaya çıkaran örneklere sıklıkla yer verilmektedir. Örneğin, Türkiye’deki uygulamadan sonra devlet hastanelerinde il ve ilçeler düzeyinde yıllık olarak yapılan cerrahi girişim sayısında artış olduğu belirtilmektedir. Cerrahi tedaviyi daha kolay önerme ve cerrahi girişimi öne çıkaracak tanılara yönelmenin daha sık olduğu tespit edilmiştir. Buna bağlı olarak, cerrahın iş yükünde artma ve dikkatinde azalma, cerrahlar hakkında şikayet ve adli olaylarda artış yaşanmaktadır. Ameliyat tercihlerinde hastanın ihtiyacı ve cerrahın deneyimi yerine ilgili performans puanı öne çıkmaktadır. Bir başka örnek şöyledir. 24 saat içerisinde 350 tane MR çekilmesi normal şartlarda ne doğrudur ne de mümkündür. Ancak böylesi örnekler bulunmaktadır. Sık tomografi çekmek radyoaktif ışınlara daha fazla maruz kalınacağı için uzun vadede olumsuz etkileri vardır. Ancak, özelleştirilen sağlık hizmetinin kaçınılmaz sonucu olarak hasta ve çalışanların ihtiyaçları değil, sağlık kurumunun-işletmenin ihtiyaçları öne çıkmaktadır. Bu örneklere son dönemlerde çeşitli illerde ortaya çıkan katarakt ameliyatları sonrası yaşanan körlük oranlarındaki artışı da eklemek gerekir.

Yine bu sistemle doktorlara, tanısı ve tedavisi zor ve zahmetli olan, zaman alan hastalarla uğraşmak yerine, daha kolay tanısı olan hastalara bakmak dayatılmaktadır. Bunun sonucunda da ağır hastalığı olanlar uygun ve yeterli tedaviye ulaşamamaktadır.

Performansa göre ücret sistemi, hastalara “müşteri” olarak bakmayı getirmektedir. Bu nedenle de sağlığı koruyucu uygulamalar giderek değersiz kılınmaktadır. Çünkü hasta olmak “kazanç” getirdiğinden, koruyucu sağlık hizmeti bu sistemde anlamsızlaşmakta, önemsizleşmektedir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, doktorun “performansa göre ücret” aldığını bilen hastalar, kendilerinden istenen tetkiklerin, yapılan tedavilerin gerçekten gerekli olup olmadığı konusunda tedirginlik yaşayacak, güvensizlik artacaktır. Hasta-sağlık çalışan ilişkisi olumsuz etkilenecektir. Sağlık sitemindeki sorunlar arttıkça, son dönemlerde sıklıkla artan örneklerde olduğu gibi, mağdur hasta ve yakınları tepkilerini ilk gördükleri sağlık çalışanlarına yansıtmakta, şiddet oranı artmaktadır.

Performans sistemi, rekabeti getireceğinden sağlık çalışanlarının çalışma ortamını da etkilemektedir. Performansa dayalı ücretlendirme daha ağır “iş yükü” demek olduğu için doktorların meslekleri gereği tıp alanındaki yeni gelişmeleri öğrenmeleri için zamanları da kalmayacaktır. Bu da hastaların ihtiyaç duyduğu nitelikli sağlık hizmetini engelleyen bir diğer neden olacaktır. Ayrıca bu sistemle sağlık çalışanlarının iş güvencesi de tehlikeye girmekte, performansa bağlanmaktadır.

Tıp fakültelerinde “performans” sitemi ise bunlara ek olarak başka sorunları da getirecektir. Tıp fakültelerinin sağlık çalışanı yetiştiren ve bilimsel araştırma yapılan yerler olması gerekmektedir. Bu amaçla buralarda; tıp eğitimi ve araştırması için gerekli yoğunlukta hasta hizmeti verilir. Tıp fakültesi hastanelerinde performans sistemiyle, eğitimin ve bilimsel faaliyetlerin yerine başka öncelikler geçecektir.

Öğretim üyelerinin “performans” kaygısıyla çalıştırıldığı tıp fakültelerinde doktor yetiştirmeye öncelik verilmesi ve özen gösterilmesini beklemek pek mümkün değildir. Bu da doğal olarak genç doktorların nitelikli eğitimden mahrum kalmasını beraberinde getirecektir.

Amaç daha çok para anlayışı olduğu için de sağlık düzeyini yükseltecek bilimsel çalışmalar da pek değer görmeyecektir. Tanısı konulamamış, tedavisi yapılamamış zor hastalar ile ilgilenmek yerine tanısı kolay ve sık tedavi edilebilecek hastalar tercih edilecektir. Bu durum da “eğitim ve araştırma” hastanelerinin niteliğini etkileyecektir. Görüldüğü üzere performans sistemi sağlığa son derece zararlıdır.

Parasız, kolay ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hakkı isteyen emekçilerle, insanca çalışma ve yaşam koşulları isteyen sağlık emekçilerinin birlikte mücadelesi sayesinde sağlıkta yıkım getiren bu yasaları püskürtmek mümkündür. Aksi takdirde emekçiler her geçen gün büyüyen sağlıkta özelleştirmenin faturasını ödemek zorunda kalacaklardır.

GOP’ta ‘aile hekimliği’ toplantısı

Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu (HSGGP) “Sağlıkta Yıkımı ve Aile Hekimliğini Konuşuyoruz” başlıklı bilgilendirme toplantılarına 28 Ocak günü Karadeniz Mahallesi’nde devam etti.

Ağrı Kahvehanesi’nde gerçekleştirilen etkinlikte ilk olarak HSGGP adına açılış konuşması gerçekleştirildi. Ardından söz Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi Dr. Hüseyin Demirdizen’e bırakıldı.

Sunumunu slayt gösterisi eşliğinde yapan Demirdizen, sermayenin “sağlıkta dönüşüm programı” adı altında gerçekleştirdiği yıkım sürecini somut örnekler üzerinden açarak emekçileri bilgilendirdi. Demirdizen, gündemde olan “torba yasa” saldırısına ve bunun sağlıkta yıkım-aile hekimliği süreci ile ilişkisine de anlatımı içerisinde sık sık değindi.

Sermayenin “uluslararası ölçekte taşeronlaştırma ve toplum sağlığı” politikalarına değinen Demirdizen, “domuz gribi, kuş gribi, deli dana” gibi hastalıkların toplumda panik havası yaratılarak tercihen yaygınlaştırılmasının bu politikaların bir yansıması olduğunu söyledi.

AKP hükümeti ve sermayenin sağlıkta ticarileştirme adımlarının son yıllarda daha da yaygınlaştığını söyleyen Demirdizen, “TÜİK rakamlarına göre cepten sağlık harcamaları 2002 yılında 2,57 milyar dolar, 2008 yılında ise 9,76 milyar dolar. Bu rakamlar sağlıkta ticarileştirmenin geldiği boyutu gözler önüne seriyor” dedi.

Sermayenin “Erken emekli oluyoruz”, “Az çalışıyoruz”, “Sosyal güvenlik sistemimiz açık veriyor” gibi söylemlere başvurduğunu belirten Demirdizen, rakamsal veriler üzerinden verdiği örneklerle bu sözlerin gerçek dışılığını vurguladı. Demirdizen hükümetin ve sermayenin sosyal güvenlik ve sağlık politikasının “Sosyal güvenliğe sahip olanları yoksullara yakınlaştırarak sorunu çözmeye çalışıyorlar” sözleriyle açıkladı.

Aile hekimliği uygulamasının gerçekte ne anlama geldiğini yine somut örneklerle açan Demirdizen, “Herkes bir aile hekimine kayıtlı olacak” sözleri sarfedilirken yaklaşık bir milyon beş yüz bin kişinin aile hekimi olmadan uygulamanın başlatıldığını, sağlık merkezi sayısını arttırmakla övünen hükümetin sağlık ocaklarını hekimlere kiraya verdiğini, diğer binaları ise hekimlerin kendisine yaptırdığını söyledi.

Demirdizen sunumu, sağlıkta yıkım başta olmak üzere tüm sosyal yıkım saldırısına karşı birleşik bir tarzda mücadele etmenin gerekliliğini vurgu yaparak sonlandırdı.

Emekçiler de söz aldı

Etkinlik sunumun ardından soru cevap bölümüyle devam etti. Burada söz alan işçi ve emekçiler sorularıyla aile hekimliği uygulamasına ilişkin merak ettikleri noktaların aydınlatılması imkanı buldular.

Kızıl Bayrak / İstanbul