4 Mart 2011
Sayı: SİKB 2011/09

 Kızıl Bayrak'tan
Bahar dönemi, olanaklar,
tehlikeler ve görevler
Erbakan: ABD’nin “Yeşil Kuşak
Projesi”nin “mücahidi”!
Diktatörlüğe karşı ayaklananlar emperyalist işgale de direnecektir!
Aleviler İzmir mitinginde buluşuyor
Emekçi kadınlar
8 Mart’a yürüyor.
Deride toplu sözleşme
süreci başladı
Kapitalistler servetlerini katlıyor
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Mart Ayı
Toplantısı Sonuçları
Mehmet Beşeli: 30 yıllık bir düzen çatırdamaya başladı
D.S.C işçilerine polis terörü
“Metal işçisi kazanırsa
hepimiz kazanırız”
Yaşasın Ontex / Canbebe direnişimiz!
Ontex işçileri boykota çağırıyor
Eğitim Sen şubelerinde
genel kurullar
Tuzla’da yaygın faaliyet
Tunus ve Mısır’da emekçilerin mücadelesi devam ediyor.
“Ankara elini yakamızdan çek!”
Ortadoğu’da emekçiler ayakta!
Gazi direnişi 16. yılında.
Uluslararası yağma kurultayı
AÜ’de eylemler
Üniversitelerde soruşturma ve
ceza terörü
İsyan ruhu fabrikalara, havzalara taşınıyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gazi direnişi 16. yılında...

Katleden devlettir! Hesabı işçi ve emekçiler soracak!

 

Toplumdaki ırk, din vb. ayrımları kullanarak, provokasyonlar yaratmak ve katliamlar düzenlemek bir devlet geleneğidir. Kurulu düzen sahipleri işçi ve emekçiler üzerindeki egemenliklerini ancak böylelikle sürdürebilmektedirler. Ancak her zaman bu hesapları işlememekte, çünkü karşılarında emekçilerin direnişini bulmaktadırlar. 16. yıldönümü yaklaşan Gazi katliamı ve gösterilen direniş bunun en çarpıcı örneklerindendir.

Gazi katliamının yaşandığı süreçte sermaye sınıfı kriz içinde debelenirken devrimci hareket belirgin bir toparlanma yaşamaktaydı. 1994 yılında da 5 Nisan paketi adı altında işçi ve emekçilere dayatılan “acı reçetelerle” krizin faturası ödettirilmek istenmektedir. Bu yıllarda gerçekleşen devlet terörünün arka planında bir de bu gerçek vardır. Çünkü ancak sindirilmiş, korkutulmuş, yapay ayrımlarla bölünmüş emekçilere kriz faturasını ödetmek kolay olabilirdi. Gazi katliamı da bundan ayrı düşünülemez.

Bu yıllar aynı zamanda koyu devlet terörünün yaşandığı, kayıpların, infazların, katliamların sıradanlaştığı, Kürdistan’da kirli savaşın tırmandırıldığı yıllardır. Devlet toplumu yönetmek için bir kez daha provokasyonlara ve kitlesel katliamlara başvurmaktadır. Gazi katliamının hemen öncesinde yaşanan Sivas katliamı buna çarpıcı bir örnektir. Bu tablo çökmeye mahkûm sömürü düzeninin yıkılışını geciktirmek isterken ne kadar vahşileşebileceğinin resmidir. Bu kanlı eserin sahiplerinin kullandığı tek renk bu yüzden kan kırmızısıdır.

Açık bir devlet provokasyonu

12 Mart 1995 yılında provokasyon, Alevi emekçilerin yoğun olarak yaşadığı Gazi Mahallesi’ndeki bir kahveye ateş açılması ve bir Alevi dedesinin katledilmesiyle başladı. Sermaye devletinin Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, 1 Mayıs ‘77’de yaptığına benzer bu açık provokasyonunu Gazi halkı bir direnişle yanıtladı. Provokatörlerin hesaplamadığı bir direniştir bu

 Binlerce kişi faillerin bulunduğu karakola doğru yürümüş, yürüyüş polis barikatları ve daha sonra sıkılan kurşunlarla engellenmeye çalışılmıştır. Gazili emekçiler barikatlar kurmuş, direniş mahalle çapında giderek yaygınlaşmıştır. Yaşanan çatışmalar tüm gün ve gece sürmüş, çatışmalarda polisin hedef gözeterek ateş açması sonucu 17 kişi katledilmiştir.  

Gazi direnişinin etkisi İstanbul’un değişik semtlerinde de yankı bulmuş, bu semtlerde de kitlesel ve militan eylemler gerçekleştirilmiştir. Bu semtlerden birisi olan Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde gerçekleşen eylemlerde yine polisin saldırısı sonucu 5 emekçi katledilmiştir. Böylelikle Gazi katliamının bilânçosu 22 ölü ve 500’e yakın yaralı ile kayıtlara geçmiştir. Katliamcı devletin kolluk güçleri cenazelerini mezarlığa götüren halkın üzerine panzer sürecek kadar acze düşmüş, direnişe geçen halktan korkusunu bir kez daha göstermiştir.

Düzen katillerine sahip çıktı

Gazi katliamının gerçek sorumluları ise bildik bir tavırla katliamdaki rollerini gizleme çabasına girişmişlerdir. Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe silahlı saldırıyı kimin yapmış olabileceği sorusuna kontrgerillanın ağzından “PKK de olabilir, İBDA-C veya Dev-Sol da olabilir. Tüm ihtimalleri değerlendiriyoruz” demekteydi. Burjuva medya ise her zamanki gibi efendisinin sesi olarak devredeydi. 15 Mart 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Oktay Ekşi “Bu olaylar huzurumuzun ve laik cumhuriyetimizin iç düşmanları ile yurdumuzun dış düşmanlarının -bilerek veya bilmeyerek- yaptıkları işbirliğinin sonucudur. Onları kışkırtmak amacıyla düzenlenen bu alçakça suikastları, sabotajları kullanıp karışıklık çıkarmak isteyenler böyle ortamlarda çok faal olurlar” diye yazıyordu. 16 Mart tarihli Sabah gazetesinin manşetinde “Devletin elinde, hızla tırmanan terör olaylarının ardında Yunan gizli servislerinin olduğunu gösteren belgeler var” “haberi” bulunmaktaydı.

Medya ne kadar saptırsa da tüm yaşananlar adresin devlet olduğunu gösteriyordu. Dava süreci de bu geçeği oldukça açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.

12 Mart gününden 15 Mart gününe kadar Gazi ve Ümraniye’de polis-asker kolluk kuvvetleri halka hedef gözeterek ateş açtığı, panzerlerle halkın kurduğu barikatlara saldırdığı ve sonuçta 22 kişiyi katlettiği apaçık ortadayken, yargılama süreci bir aklama operasyonu biçiminde yürümüştür. Çünkü katleden de, yargılayan da devlettir.

Yargı süreci Gazi davasının sahiplenilmesinin önüne geçmek için duruşma yerinin Trabzon’a taşınmasıyla, katliamcıların saklanmasıyla tam bir skandala dönüşmüştür. 2 polis, verilen göstermelik 4 yıllık hapis cezasını dahi yatmadan bırakılmışlardır.  Kısacası bu dava, bu düzende yargının esas misyonu konusunda az çok fikir sahibi olan herkesin tahmin ettiği gibi sonuçlanmıştır.

Geleceğe sadece direnenler kalır…

Yaşadığımız coğrafyada, “bin operasyonlarıyla” övünen katliamcı bir devlet geleneği bulunmaktadır. Bu gelenek Osmanlı’dan devralınmış,  Dersim’de, ‘77 1 Mayısı’nda, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta devam etmiş, zindanlarda ve Kürt illerinde yaşanan katliamlarla bugüne gelmiştir. Katliamcı devletin baskı ve zulüm politikaları döneme göre şekil almış ama asla bu politika değişmemiştir.

Ancak aynı tarihin bir diğer yüzünde de büyük bir direniş geleneği bulunmaktadır. Bu coğrafyada, zulme asla boyun eğilmemiştir. Şeyh Bedrettinler’den Dadaloğlu’na Pir Sultanlar’dan, Seyit Rızalar’a, bu topraklarda direnişleriyle simgeleşen pek çok isim bulunmaktadır.

Evet, 12 Mart 1995 katliamcı devletin yakın tarihinde kanlı bir sayfadır. Ama ezilen, emekçi kitlelerin tarihine de “Gazi direnişi” olarak geçmiştir, yani gelenek değişmemiştir. Gazi’de bir kez daha emekçi halk tarafından tarih sayfasına “son sözü her zaman direnenler söyler” notu düşülmüştür. Sermaye devletinin provokasyonu ters tepmiş, direnen halk kazanmıştır. Önemli olan da bu kararlılık ve direnişçi tutumdur. Geleceğin temiz sayfalarında yitirdiklerimizin anısıyla birlikte bu halk direnişi de anılacaktır.

Gazi halkının ve devrimcilerin göstermiş olduğu, benzerlerine Filistin’de ve Kürdistan’da rastlanan Gazi direnişi beklendiği gibi sermaye sınıfının yüreğine korku salmıştır. “Bir gün varoşlardan inip boğazımızı kesecekler” sözlerini para babalarına sarfettiren de işte bu korkudur.

Kuşkusuz bu korkuları gerçek olacaktır. İşçiler, emekçiler ve tüm ezilenler bir gün fabrikalardan, semtlerden çıkıp burjuvazinin saraylarını, tahtlarını devirmek için üzerlerine yürüyecektir. İşçi sınıfı ve emekçi halkın örgütlü gücü bu sömürü düzenini temellerinden yıkacaktır. İşte o zaman her türden ayrımcılık ortadan kaldırılacak, katliamların hesabı sorulacak, insanın insan tarafından sömürülmediği ve baskı görmediği yeni bir düzen, sosyalizm kurulacaktır.  

 

 

Gazi 12 Mart Platformu kuruldu

Gazi katliamının 16. yıldönümü yaklaşırken biraraya gelen ilerici ve devrimci kurumlar Gazi 12 Mart Platformu’nu oluşturdular. Platform bileşenleri Gazi Dörtyol’da 26 Şubat Cumartesi günü  gerçekleştirdiği eylemle kendini duyurdu.

Gazi 12 Mart Platformu bileşenleri (BDSP, DHF, Devrimci Hareket, Kaldıraç, Mücadele Birliği Platformu, Partizan, PDD) “Gazi katliamının hesabını soracağız / Gazi 12 Mart Platformu” pankartını açarak bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Deletin gerçek yüzünü Gazi’de bir kez daha gösterdiği belirtilerek şunlar söylendi: “1990’lı yılların ortalarından itibaren yükselmeye başlayan devrimci, ulusal ve sınıfsal mücadeleyi bastırmaya ve yok etmeye çalışan hakim sınıflar, 12 Mart 1995 tarihinde yüzünü Gazi Mahallesi’ne dönerek, katliamcı siciline yeni bir halka daha eklemiştir” Gazi Mahallesi’nde 15, Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’nde 5 kişinin katledildiğine dikkat çekilerek 12 Mart’ta katillerden hesap sormak için alanlarda olma çağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak / GOP