4 Nisan 2011
Sayı: SİKB 2011/13

 Kızıl Bayrak'tan
1 Mayıs yoluna çıkarken
Emperyalizmin maşaları
halklardan yana tutum alamazlar!
Emperyalistler hegemonya ve
yağma peşinde!
Tüm NATO üsleri kapatılsın!
Kürt halkı inkara ve
tasfiye dayatmasına “itaat” etmiyor!
Metal İşçileri Birliği Merkezi
Yürütme Kurulu Nisan Ayı Toplantısı Sonuçları
Metal grevinde son durum
Süsler Doruk’ta grev sürüyor...
Her yerde kurultay çağrısı
İzmir’de kurultay seferberliği.
Direnişçi Ontex/Canbebe işçileriyle söyleşi...
Direnişlerin sesi Taksim’de
yankılandı...
Ontex’te polis tacizine
karşı dayanışma
Metro Grossmarket
işçileriyle konuştuk...
BDSP Karadağ davasının peşini bırakmıyor...
Karadağ cinayeti davasında “keşif iptali” değerlendirildi.
Suriye’de siyasal durum
ve bazı saptamalar
İngiltere’de işçi sınıfı meydanlarda!
Almanya’da nükleer santral karşıtı kitlesel gösteriler
Üniversitelerden...
Yaptım Olacak” hiçbir zaman bizim dilimiz olmayacak!
Çelişkili TÜBİTAK
raporunu sordu
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Direnişçi Ontex/Canbebe işçileriyle söyleşi...

“Sınıfımız ve onurumuz
için direniyoruz!”

Dünya devi Ontex’te sömürüye ve sendikal ihanete karşı direniş bayrağı açan Ontex/Canbebe işçilerinin İstanbul Yenibosna’da kurulu fabrika önündeki kararlı direnişleri sürüyor. İstanbul’un dört bir yanını eylem alanına çeviren direnişçi işçilerle, direnişin gidişatı, sınıf dayanışması, mücadelenin kattıkları ve sendikal bürokrasi üzerine söyleştik.

Sendikal bürokrasiye ve sermayeye
karşı direniyoruz”

- Ontex/Canbebe işçileri olarak sömürüye ve sendikal ihanete karşı direniştesiniz. 17 Şubat’ta başlayan direnişiniz ne aşamada? Direnişe başlamanızın ardından neler yaptınız? Direniş nasıl gidiyor?

İbrahim Ok: 17 Şubat’ta yaşanan işten atılma saldırısından önce her şeyi göze almıştık. Bu bizim birliğimizden ve gücümüzden geliyordu. O durumu soğukkanlılıkla karşıladık. İşten atılmayı korkulacak bir şey olarak görmedik. Hiçbir zaman korkmadık. İşyerimizi terk etmedik. Afişimizi astık ve diğer insanlara haber verdik. Bizi işten attılar, buna sessiz kalmamalıyız dedik.

O günden bugüne kadar birçok parti ve sendikayla görüştük. Ancak en kötüsü de sendikamız Selüloz-İş’in bize destek vermemesi oldu. Sadece çadırımızı aldı ve bunun dışında başka hiçbir konuda destek sunmadı. Zaten gazetelere de “destek olmuyoruz” diye demeçler vererek bu tavrını itiraf etti. Bunların yaşanacağı çok açıktı, hiçbir zaman şaşırmadık. Türk-İş’e bağlı birçok sendikanın bunların gittiği yoldan gittiğini biliyorduk. Bundan dolayı fazla etkilenmedik.

Ontex direnişinin iki önemi vardır. Birincisi sendikal bürokrasiye karşı yürütülen bir direniş olmasıdır. İkincisi ise sermayeye karşı yürütülen bir mücadele olmasıdır. Biz 41 günden beri işçinin, emekçinin yayındayım diyen sendikaların gerçek yüzünü görmüş olduk. Bugün metal grevi yaşanıyor. ÇEL-MER’de, DESA’da işçiler direniyor. Bu sendikaların tutumunu çok açık bir biçimde görmüş olduk. Partilerin oy peşinde olduğunu açık biçimde gördük. Kendine ilericiyim diyen birçok kitle örgütünün hiçbir destekte bulunmadığını gördük.

Bu zaman zarfında sürekli eylemler yaptık. Boykot eylemleri, Taksim yürüyüşleriyle sesimizi duyurmaya başladık. CarrefourSa’larda yaptığımız blokaj eylemleri etkili oldu. İnsanlar her şeyi sıcağı sıcağına görmeye başladı. Canbebe gibi bir ürünü alıyorsa o ürünün içeriğini ve nasıl üretildiğini gördü. Bizim yürüttüğümüz bu mücadele hak arama mücadelesinin her yerde olduğunu gösteriyor. Burada duruyorsak eğer işçi sınıfı için duruyoruz. Bu ürünleri alan da aslında işçilerdir. Eğer işçiler birlik olursa o ürün alınmayacak ve bizim sesimizi de tüm kitle duymuş olacak. Blokaj eylemleri bu yüzden çok önemlidir. Ayrıca afişlerimiz de çıktı. Emekten yana olan basın bu süre zarfında sesimizi duyurdu. Şube Başkanı Aydın Parlakkılıç’ın, “bunlar 300 kişilik fabrikada 16 kişiler” sözlerinin ne anlama geldiğini insanlar gördüler. Bizim amacımızın haklarımızı almak ve işimize geri dönmek olduğunu gördüler. Bazı insanları kazandık, bazı insanlar ise hala aynı durumdalar. Mücadelemiz 40 günü aşkın süredir böyle gidiyor. Eylemler, basın açıklamaları ve direnişlerle sınıf dayanışmasını yükselterek, kurtuluşun birlikte olduğunu anlayarak geçti.

Bu süreçte içimizden kopmalar da oldu. Bazı arkadaşlarımız zor durumda kaldıkları için, evlerine para götürmek zorunda kaldıkları için ayrıldılar. Biz de onlara bu yüzden bir şey söylemedik. Arkadaşlarımız arada sırada geliyorlar. Basın açıklamalarına, blokaj eylemlerine katılıyorlar. Mücadelemiz devam ediyor.


“Dünyaya bakış açımız değişiyor, sınıf kimliğimiz oturuyor”


- Direniş süreci sizde nasıl bir değişim yarattı? Geriye baktığında hayatınızda neler değişti? Neler öğrendiniz ve kazandınız?

Mustafa Bozkurt: Normalde bu fabrikada çalışırken hiçbir sosyal faaliyetimiz, hayatımız yoktu. Yeri geliyordu cumartesi pazar çalışıyorduk. İşten eve, evden işe bir hayatımız vardı. Dünyada neler oluyor, Türkiye’de neler değişiyor, neler oluyor hiçbir şey bilmiyorduk. Bilmememizin yanısıra sendikalı işçiler olarak sendika nedir, sendikal haklarımız nedir bilmiyorduk. İş yasalarındaki değişiklikleri vs bilmiyorduk. En basitinden, haksız yere işten atılsak kafamızı önümüze eğip başka bir işe giriyorduk. Lanet olsun deyip çekip gidiyorduk. Hak aramasını bilmiyorduk. Direnişle beraber tüm bunları öğrendik. Sermaye sınıfının ne kadar çirkef olduğunu ve içyüzünü daha iyi gördük. İnsanın kişiliği değişiyor ve oturuyor. Dünyaya bakış açımız değişti. Gerçekten işçiliğin ne olduğunu daha iyi anlıyorsun.

Biz de doğal olarak çevre edindik. Farklı farklı insanlar yanımıza geliyor. Diğer kurumlardan, derneklerden, sendikalardan insanlar yanımıza geliyor. Onlarla tanışıp çevre ediniyoruz. Doğal olarak bizim de dünyaya bakış açımız değişiyor. Sınıf kimliğimiz oturuyor. İşçi sınıfının, 12-16 saatlik işgününü 8 saate indirmek için yaptığı eylemleri ve mücadeleyi onlardan devraldığımızı biliyoruz. Bunu öğrendik. Mücadele etmek gerektiğini öğrendik. Mücadelenin zorluklarını öğrendik. Herkesin mücadele etmesi gerektiğini öğrendik. “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır” diye bir söz vardır ya biz de, bazı hakların mücadele ederek kazanılması gerektiğini öğrendik. Fabrika içerisinde herkes işten güçten dolayı birbirine selam vermeyi bırakırdı. Burada insanlar birbirleriyle kardeş olup daha çok kaynaşıyorlar.

- Bu paylaşımı nasıl sağladığınız?

Mustafa Bozkurt: Güzel bir dayanışma ortamı oluşuyor. Kendi aramızda bir komite kurduk. Mahalle, basın-yayın ve sendikalar-dernekler komiteleri kurduk. Burada herkesin belli başlı görevleri var. Çadırdaki günlük organizasyonları da yine aynı biçimde yapıyoruz. Bir eylem kararı alacağımız zaman buna ortaklaşa karar veriyoruz. Bir yere gidileceği zaman herkes yapacağı şeyi daha önceden planladığı için kendi aramızda güzel bir dayanışma örneği ortaya koyduk. Her şeyi kendi öz irademizle yapıyoruz.


Bürokrasinin zeminini
kaydırdığımız için saldırdılar”

- Ontex direnişi sendikal bürokrasinin şubelere ve hatta işyeri temsilciliğine kadar nasıl indiğini gösterdi. Bununla beraber siz de fabrikadan bir taban örgütlenmesi deneyimi de yarattınız. Bu deneyimden bahseder misin?

Gamze Kayhan: Sendikal bürokrasi gerçekten de almış başını gidiyor. İşçilerin artık kendi taban örgütlerini kurma, komitelerini kurma zamanı gelmiştir. Çünkü sendikalar artık işçi örgütlenmesi olmaktan çıkmıştır. Sendikaların gerçek birer işçi örgütü haline getirilmesi gerekiyor. Fabrikadaki komite girişimi bizim atılmamızla beraber işlevsiz kaldı. O komiteleri işlevli hale getiremedik. Burada açık olan şu ki; sarı, ihanetçi sendikalar artık işçilerin iradesini yok saymaktadır. Tamamıyla çeteleşmiş ve mafyalaşmış durumdadırlar. Sanki o fabrikayı patron değil sendika yönetiyormuş gibi davranıyorlar. Kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Burada işçilere büyük işler düşüyor. Ya bu çürümüşlüge, sömürüye boyun eğip ezilmeye sömürülmeye katlanacağız ya da kendi işçi örgütlerimizi oluşturup birliğimizi sağlayacağız. Bu birlik de ancak ve ancak komitelerde olur. Yine fabrikalara inen bürokrasi ancak komitelerle temizlenir.

Komiteler yüzyıllar önce bir deneyim olarak ortaya çıkmıştır. Sınıfın hafızasına kazanmıştır. Türkiye koşullarında komiteleşmeyi çok iyi göremedik. Genç işçiler olarak tamamen ‘80 darbesiyle beraber bizlerden soyutlanmış, hafızamızdan silinmiş biliniyordu. Bizler de bunun silinmediğini gördük. Kendimiz de bir komite oluşturduk. Komiteleri işlevsel hale getirmeye çalışırken sermayenin ve sendikal bürokrasinin saldırısıyla karşılaştık. Çünkü onlar kendi varlık zeminlerinin kaydığını gördüler. Bunun için saldırdılar.

Sendika bürokratlarının
saltanatını salladık”


- Bunu üyesi olduğunuz sendikanın yöneticisi de itiraf ediyor...

Gamze Kayhan: Biz bu fabrikada ve sendikada deyim yerindeyse devrim yaptık. Bu devrimi kazanımlarla taçlandırmak istiyorduk, bunun önünü kesmiş oldular. Çünkü biz sendika bürokratlarının 23 yıllık saltanatını salladık. İşçiler kendi iradelerini, taleplerini, ihtiyaçlarını ortaya koydular. İki üç yıl önce bu işçilerden bir şey olmaz diyordum ama işçi inanıyorsa, işçi ne istediğinin bilincindeyse alamayacağı şey yoktur. Biz gücümüzü sendika ziyaretlerinde, toplantılarda görmüş olduk. Biz inandık ve hak alma gücünü ortaya çıkardık. Üstelik yüzde 15 gibi bir zam aldık.

Selüloz-İş Sendikası yönetiminin ise ne kadar korktuğunu, ne kadar aşağılık olduğunu da gördük. Sendika yönetimi bize söz vermişti. İzniniz olmadan hiçbir şeye imza atmayacağız demelerine rağmen ihanetin içerisinde olduklarını gördük. Kamuoyu önünde, bu sendikaların asıl sahiplerinin biz olduğunu bir kez daha vurguladık. Bütün işçiler sendikal bürokrasiden darbe almıştır. Artık başını öne eğip yoluna devam etme şansı olmadığını gösterdik. Bizleri işten çıkartan bunlarsa bunun hesabının da sorulacağını göstermiş olduk. Mücadelemize devam ediyoruz ve edeceğiz.


Mustafa Bozkurt: Sendikal ihanet derken sendikal bürokrasiyi kastediyoruz. O sendikayı yöneten insanların yıllardan beri hep aynı koltuklarda oturmalarından bahsediyoruz. İhanetçi sendika derken sendikanın kendisini değil yönetimlerini kastediyoruz. Her insanın sendikalı olma hakkı vardır. İş sendikalı olmakla bitmiyor. Asıl mücadele sendikalı olduktan sonra başlıyor. Sendikalı olduktan sonra oraya getirdiğimiz yöneticileri işçiler belirlemeli ve sürekli takipçisi olmalılar. Onlara sürekli iş yaptırmalılar. Çünkü işçi tabanda birleşip yöneticiye iş yaptırmazsa o işçi bir süre sonra bürokratlaşır ve patronlaşır. Para babası olmaya başlıyorlar ve işçinin hakkı, hukuku umurlarında bile olmuyor.


Dostu düşmanı tanıdık”

- Direnişlerde, mücadelelerde sınıf dayanışması önemlidir. Sizin direnişinizde dayanışma nasıl, geçen süre içerisinde ne düzeyde bir sınıf dayanışması vardı? Emekten yana güçler yeteri kadar yanınızda oldular mı?

Hasan Ulaş Ekelik: Dayanışma şu anda gayet iyi. Yurtdışından destekler gelmeye başladı. Almanya, İsviçre, Fransa’dan destekler gelmeye başladı. Özellikle BİR-KAR’dan arkadaşlar desteklerini esirgemiyorlar. Türkiye’nin diğer illerinden ve farklı ülkelerinden maddi-manevi destekler geliyor. Bu da şunu gösteriyor. Nerede olduğumuzun önemi yok. Önemli olan, amacımızın ne olduğudur. Dünya işçi sınıfı ve halkların tek bir amacı vardır. Ekmek mücadelesidir. Üst kimliklerimizin de önemi yoktur. Tabanda tek amacımız ekmeğimizdir. Herkes rahat bir yaşam için savaş veriyor. Herkes evine ekmeğini götürmenin derdindedir. Böyle olduğu için de insanların birbirlerini tanımasına gerek yok. Dilimizin aynı olmasının önemi yok. Bu yüzden de yurtdışındaki dostlarımız destek veriyor. Yurtiçinde yaptığımız blokaj eylemlerine dostlarımız destek veriyorlar. Sonuçta bu sınıfın ve işçilerin mücadelesidir. Biz haklıyız ve işçiyiz. İşçiysek gerçekten haklıyızdır. Haklıysak da destek almamız lazım. Fazlasıyla alıyoruz. Kendimizi ve direnişimizi her geçen gün geniş kesimlere tanıtıyoruz. Destekçilerimiz her geçen gün daha da çoğalıyor. Dostu düşmanı tanıdık. Bu süre içerisinde kendisini “sınıfa adamış” gözüken kişi ve kurumları da gördük. Sınıftan yanayım deyip içi boş bir kimlikle konuşanları da gördük. Görünüşte sözler verildi. Bunları daha iyi tanıdık. İşçinin yanındayım diyen her kişinin işçinin yanında olmadığını gördük.


İşçiye ihanet eden herkes gün gelecek hesap verecektir”


- Türk-İş’e bağlı çeşitli sendikaların genel merkezleri “nerede bir mücadele varsa biz oradayız” diyorlar. Gerçekten yanınızda oldular mı? Onlara nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Hasan Ulaş Ekelik: Geçtiğimiz günlerde Türk-İş ve DİSK’e üye çok sayıda sendika direnişlerin yanında olacaklarını açıkladılar. Bu sendikalar kendilerini gerçekten sınıfa adıyor ve işçiler için bir şeyler yapıyorlarsa Ontex işçilerinin de yanında yer almaları gerekiyor. Biz şu anda çok önemli bir misyon üstlenmiş durumdayız. Sendika bürokratlarına karşı savaş açtık, cephe aldık. Sonuçta bizim burada işten çıkarılmamızın, bu direniş çadırının kurulmasının temel nedeni sendikacılarımızdır. Sendikacılarımız bize sahip çıkmış olsalardı bu çadır kurulmazdı. Kurulsa bile süreç daha farklı olurdu. Şu anda yalnız başımıza her şeyi yapıyoruz. Eğer Selüloz-İş Sendikası bizim yanımızda yer almış olsaydı kendimizi daha farklı ve kısa sürede anlatabilirdik. Bu yüzden Türk-İş’in içindeki bu sendikalara sesleniyorum. Ontex işçisinin yanında yer almalarını istiyorum. Casper’in, DESA’nın, ÇEL-MER’in ve tüm direnişlerin yanında yer almalarını istiyoruz. Direnişleri birleştirmelerini istiyoruz. Tek başımıza bir şey elde edemeyiz. Bütün direnişleri ve mücadeleleri ortaklaştırmamız gerekiyor. Ortaklaştırmadığımız, kendi başımıza hareket etmediğimiz sürece sesimizi duyurmakta zorlanırız. Ortaklaştırırsak kısa sürede yanıt alabiliriz ve sesimizi duyurabiliriz.

Bizi yanlış anlayan kesimler var. Bu da Selüloz-İş Sendikası’nın yöneticilerinden kaynaklanıyor. Burada olan bitenleri farklı ve yanlış anlatıyorlar. Kendi çıkarları neyse onu anlatıyorlar. Türk-İş’in içerisindeki platformlar bizleri çağırıp dinlesinler. Hep kendi cephelerindeki insanları dinlemesinler. Biz kendimizi ifade ediyoruz ama fabrikamız içerisinde de bunu yaşıyoruz. İşyeri temsilcilerimiz var. Temsilcilerimiz fabrikadaki arkadaşlarımıza çok farklı şeyler söylüyorlar. İnsanların kafaları karışıyor ve bu yüzden yanımıza gelmiyorlar. Onların dediklerine inanıyorlar. Türk-İş’in içerisindeki bu sendikalar bizim sendikamızın yöneticileri gibi hareket etmiyorlarsa bizi dinlemeleri gerekiyor.

Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak’la görüştük. Kendisi bile bir şey yapamayacağını söylüyor. Bir şey yapamayacaksan bizi kendi konfederasyonunun içine sok, toplantılara girmemizi sağla. Yapacağınız çok şeyler var. Öyle ben bir şey yapamam demekle olmaz. Sen İstanbul’da Türk-İş’e bağlı sendikaların başısın. Sen bana nasıl yapabileceğim bir şey yok diyebiliyorsun. Ancak söylemde var. Senin bir yaptırım gücün varsa o gücünü kullanman gerekiyor. Eğer yaptırım gücünü kullanamıyorsan, benim yapabileceğim bir şey yok diyorsan o koltukları bırakman gerekiyor. Oralara hak edenlerin gelmesi gerekiyor. Oralara gerçekten işçiye sahip çıkacak, işçinin iradesine, sözüne kulak verecek insanların gelmesi gerekiyor. Koltuk sevdalarından vazgeçsinler. Bu sevdalarından vazgeçmedikleri sürece ne işçi sınıfı güzel bir yere gelir, ne de kendi çocukları güzel bir geleceğe sahip olur. Bu insanlar bir şeyler yapmak istiyorlarsa direnişteki işçilerin sesine kulak versinler. Bunu yaparlarsa ölseler dahi isim yapacaklar. İnsan ölür ismi kalır derler. İnsan kötü yaptıklarıyla mı anılmak ister iyi yaptığı şeylerle mi anılmak ister.

Burada direnişteyim ve arkadaşlarıma öncülük ediyoruz. Ben inanıyorum ki; ben ölsem dahi, bizim direnişimiz şu ana kadar yaptıklarımızla ölümsüz hale geldi. Mutluyum ve huzurluyum. Herkesin evinde sıkıntılar var. Benim de evimde sıkıntılar var. Ama bu sıkıntılara göğüs germek gerekiyor. Eğer biz bir şeyler yapmazsak güzel bir noktaya gelemeyiz. Sen, ben yanmazsak bu memleket ne olacak. DİSK’e bağlı sendikalara da sesleniyoruz. Bizim sesimize kulak versinler. 41 gündür buradayız. Türk-İş’ten gelen kişi sayısı parmakla gösterilir. Nerede bu insanlar? Türk-İş’in demokrat, kendisini sınıfa adayan kesimleri nerede? Bunları göremiyoruz. Bize sendikaların sahip çıkması gerekirken bize sivil toplum örgütleri, vatandaş, halk sahip çıkıyor. Bunların halka öncülük etmesi gerekirken halk bunlara yol gösterir vaziyete geldi. İşçinin yanında yer almıyorlarsa o zaman sermayenin yanında yer aldıklarını göstersinler. Taraflarını belirlesinler. Burada sorun sadece ihanetçi Selüloz-İş yönetiminin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak değildir. Biz, Türk-İş içerisindeki ihanetçi bürokratların da yüzlerini ortaya çıkaracağız. Bu konuda kararlıyız ve kesin tavrımız budur. İşçiye ihanet eden, işçiyi sırtından vurmaya çalışan herkes gün gelecek hesap verecektir. Hiç kimse sanmasın ki benim yaptığım yanıma kar kalacaktır.


Mustafa Bozkurt: Gerçekten bürokrasiye karşı duruyorlarsa bizim yanımızda olmaları gerekiyor. Ya bizimle beraber taraf olacaklar ya da bertaraf olacaklar. Çünkü biz burada sendikal bürokrasiye ve sermayeye karşı savaş açmış durumdayız. Eğer o kurumların içerisinde bulunup da koltuk sevdalısı değiliz, işçiden yanayız diyorlarsa burada Ontex işçilerinin sendikal bürokrasiye karşı verdikleri bir savaş var. Bizim yanımızda olup bizden taraf olmak zorundalar. Eğer bizim yanımızda değillerse o zaman bu söylemleri kullanmasınlar.

- Mücadelenizin bundan sonraki aşamalarında nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Niyazi Aslan: Bundan sonra da aynı şekilde mücadelemize devam edeceğiz. 2 Nisan’da fabrika önünde bir şenlik düzenleyeceğiz. Bu şenliğe herkesi davet ediyoruz. Bu şenlikte insanlar işçi sınıfının nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu görecektir. Türk-İş Bölge Başkanı Faruk Büyükkucak bizi Ankara’ya Türk-İş’e davet etti. İki arkadaşımızın oraya gitme durumu var. 3 Nisan’da güvencesiz çalışmaya karşı Ankara’da gerçekleştirilecek mitinge katılım sağlayacağız. Buraya da Hava-İş Başkanı Atilay Ayçin bizi davet etti. Her türlü eylemi yapmaya devam edeceğiz. Elimizden geldiği kadar yapmaya çalışıcağız. Yılmayacağız, pes etmeyeceğiz ve sonuna kadar devam edeceğiz.


- İşe iade davalarınız ne durumda?

Mustafa Bozkurt: Nisan ayının 21’inde Bakırköy 7. İş Mahkemesi’nde işe iade davamız görülecek. 29 Nisan’da da 6. İş Mahkemesi’nde ilk duruşması görülen işe iade davasının ikinci duruşması görülecek. 29 Nisan’daki duruşma saat 09.00’da başlayacak. Bütün duyarlı kamuoyunu duruşmaya davet ediyoruz. 23 Nisan’da dayanışma gecesi düzenleyeceğiz. Bu geceye de tüm duyarlı kesimleri bekliyoruz.


Yarınlarımıza sahip çıkıyoruz”

- Direniş süreci sana neler kattı?

Duray Tezeren: İşçiler makine başında olduğu sürece insanlığın değerini bilemiyor. Öyle bir hale gelmiş ki, sermaye maddi olanaklarını kullanarak, mesaileri zorunlu tutarak insanların özgürlüğüne el atmış durumda. Dışarıda özgürlüğümüzü ve işçinin gerçekten emeğini alabilmek için neler yapabileceğini öğrendik, öğrenmeye çalışıyoruz ve öğreneceğiz. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Mücadele ederek, sadece kendimizi değil bütün işçi sınıfıyla ortak mücadele ederek ve geleceği düşünerek yapmak lazım. Sadece bugünü düşünsek sadece mahkemeye giderek bu süreci takip edebilirdik. Aldığımız tazminatla kalırdık. Bugünü kurtarırdık. Ama bizim amacımız bu değil. Asıl sahip çıkmamız gereken yarınlarımızdır. Yarınlarımız tehlikede. Bugünlerde asgari ücret diye bir şey var. İnsanların faturaları var, sosyal hayatı yaşamaya fırsat yok. Aldığımız maaşla sadece kiramızı ödüyoruz. Bunun dışındaki ihtiyaçlar için daha fazla çalışmak gerekiyor. Bu yüzden mesailere zorlanıyoruz. Burada açlık, yoksulluk sınırının üzerinde maaş alsak bütün işçi sınıfının ekstra çalışmasına gerek kalmayacak. Böylelikle bizi tehdit eden gruba, işsizlik sınıfına yol açmış olacağız. Bunu başarmak için uğraşıyoruz. Asıl önemli olan da öğrendiklerimizi tatbik etmektir. Bunu başarabilirsek bütün işçi sınıfının geleceği değişecek.


Emrah Kaya: 23 yıldır bu sendika yönetimi insanları hep köleliğe mahkum etti. İnsanlar üzerinde baskı yarattı. İnsanlar üzerinde ayrımcılık yaptı. Biz tüm bunlara artık yeter dedik. Vicdanen rahatsız olduk. Bunun böyle gitmeyeceğini söyledik. Bizim irademiz dışında bir şey yapılamayacağını söyledik. Sendikanın anlayışının bu olmaması gerektiğini söyledik. Onurumuz için direnişe geçtik.

Kızıl Bayrak / İstanbul