29 Temmuz 2011
Sayı: SİKB 2011/29

 Kızıl Bayrak'tan
İşçi sınıfını genel greve
hazırlamak için ileri!
Birleşik-militan bir
sınıf hareketi olmalı!
Kürt halkına saldırganlıkta
“yeni dönem”
“Demokratik Özerklik meşru bir hak”!
Erdoğan’ın Filistinli
büyükelçilere hitabı.
Sermayenin
“kıdem tazminatı” yalanları
Saldırılara karşı mücadele
kararlılığı!
'Büyük sürgün’
1 Ağustos’ta yürürlükte!
PETKİM’de direniş kazandı!
Metal İşçileri Birliği
örgütlenmeye çağırıyor!
Hastane çalışanları isyanda!
Tunus-Mısır
dersleri - H. Fırat
Bahreyn’de kuşatmaya
karşı mücadele!
Popülist-parlamenterist
çizginin yükselişi - Volkan Yaraşır
Avrupa’da borç krizi ve olası gelişmele
‘Bebekten katil yaratan karanlık’ Norveç’te de,
Türkiye’de de aynıdır!
Çocuk katili devlet hesap verecek!
19 Aralık Katliamı’nı tetikçisi anlattı
“Üçlü protokol iptal edilsin!”
Kampüsler “Hansel ve Gretel”leri bekliyor
8. Mamak Kültür Sanat Festivali üzerine Festival Hazırlık Komitesi sözcüsü ile konuştuk
Nasıl bir zekâ meşalesi söndü
Nasıl bir yürek durdu!* -Viladimir İliç Lenin
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bahreyn’de kuşatmaya karşı mücadele!

Suudi Arabistan ile Körfez ülkelerinin kültürel, sosyal, siyasal açılardan en gelişmiş ülkesi kabul edilen Bahreyn; Tunus, Mısır, Yemen’den sonra halk isyanının patlak verdiği dördüncü Arap ülkesi oldu. Kısa sürede ülke nüfusunun yarıdan fazlasının katılımıyla muazzam boyutlara ulaşan isyan, despot El Halife rejiminin ölüm çanlarını çalmaya başladı. Zira ülke nüfusunun %70’ini oluşturan Şiilerin hemen tümü isyana destek verirken, despot rejime tepkili Sünniler de alanlarda yerini alıyordu.

Fakat Bahreyn ölçülerinde görkemli bir hal alan halk isyanı, ABD emperyalizmi ile Ortaçağ kalıntısı Suudi Arabistan rejiminin karşı-devrimci saldırısına maruz kaldı. İlk olarak, El Halife’nin devşirme tetikçileri silahsız gösterilere gözü dönmüş bir şekilde saldırarak isyanı ezmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Bunun üzerine Washington’daki savaş baronlarının onayı ile Suudi işgal ordusu Bahreyn’e girdi. Bu aşamadan sonra ise, isyanı bastırmak için tam anlamıyla vahşi bir sürek avı başlatıldı.

Medya tekelleri de bastırma hareketinin tetikçiliğini yapıyor

El Halife despotunun işgalci Suudi ordusunun katılımıyla saldırıya geçmesiyle medya tekelleri Bahreyn’e “karartma” uygulamaya başladılar. Bu iğrenç karartmaya, halk isyanlarına en geniş yer veren El Cezire kanalı da ortak oldu. Katar Emiri’nin güdümünde yayın yapan El Cezire kanalı Bahreyn’i yok sayan bir yayın çizgisi izlemeye başladı ve aylardan beri aynı çizgiyi sürdürüyor. Bazı deneyimli gazetecilerin El Cezire’den ayrılmasına neden olan bu alçaltıcı tutum, kanalın “objektif haber verme” iddiasına darbe indirdi.

Medya tekellerinin iğrenç riyakarlığı, Washington ve Brüksel’deki savaş baronlarınınkinden farksızdı. İkiyüzlülük ve çifte standardın tüm çirkinliğiyle sırıtmasını sağlayan, aynı günlerde “sivilleri koruma” gerekçesiyle NATO’nun Libya’ya müdahale etmesi gerektiğinin koro halinde savunulması oldu. O günlerde silahsız halkı katletmek için Suudi ordusunu Bahreyn’e gönderenler, Libya’da Kaddafi rejimine karşı gelişen, üstelik silahlı boyuta taşınan ayaklanmaya “sivil halkı Kaddafi’den korumak” gerekçesiyle destek vereceklerini ilan ettiler.

BM Güvenlik Konseyi’nden karar çıkartıp halkların celladı NATO’yu Libya üzerine süren emperyalistlerin saldırgan tutumu, başta El Cezire olmak üzere medya tekelleri tarafından desteklendi. Bahreyn ve Libya olayları karşısında izlenen yayın politikası, bir kez daha medya tekellerinin emperyalislerin ve onların işbirlikçilerinin uşaklığını yaptığı gerçeğini gözler önüne serdi.

Direniş iradesini kıramıyorlar

İşgalci Suudi ordusunun Bahreyn’e girmesinden sonra İnci Meydanı’ndaki isyan bastırılmış, gözü dönmüş bir histeriye kapılan El Halife despotu ise başkent Al Manama’nın simgesi olan İnci Anıtı’nı yerlebir ettirmişti.

İsyanın bastırılmasıyla sürek avı başlatan ABD-Suudi destekli zorba rejim İnci Meydanı’ndaki direnişe önderlik eden gençleri, muhalif parti veya örgütlerin liderlerinin bir kısmını katletti veya zindanlara kapattı. Bunların yanısıra Amerikancı rejim işçileri ve emekçileri; memurları, özel şirket çalışanlarını, doktorları, hemşireleri, avukatları, öğretmenleri, sanatçıları, gazetecileri, yazarları, akademisyenleri, insan hakları savunucularını işten attı, işkenceden geçirdi, zindanlara kapattı…

Rejimin bu gözü dönmüş saldırganlığı, toplumun geniş kesimlerinin isyanı desteklemiş olmasından kaynaklanıyor. Görünen o ki, Bahreyn despotu -kendi ailesi olan El Halifeler dışında- etrafında yardakçılar ve tetikçilerden başka kimse olmadığını fark ettiğinde çileden çıktı.

Gerici rejim bu sürede Sünni kökenli on binlerce kişiye “kimlik” vererek, ülkenin demografik yapısını değiştirme politikasına ağırlık verdi. Ürdün, Suriye, Kuveyt, Pakistan gibi ülkelerden “vatandaş ithali”ni yoğunlaştıran El Halife, halen tarihin çöplüğüne atılma korkusuyla yatıp kalkıyor.

Bastırma hareketinin başlamasının üzerinden beş aydan fazla süre geçmesine rağmen direniş Bahreyn’in kent, kasaba, mahalle ve köylerinde devam ediyor. Yani İnci Meydan’ındaki isyan bastırılmış olsa da, gözü dönmüş zorbalık Bahreynli gençlerle işçi ve emekçilerin direnişini kırabilmiş değil. Halen yer yer kitlesel boyutlar alan eylemler yapılıyor. Bu yerel eylemlerin tekrar birleşip genel bir isyana dönüşme ihtimali halen varlığını koruyor.

Rejimin “müzakere oyunu” tutmadı

El Halife rejimi halkın direnme iradesini kırma noktasında acze düşerken, Bahreynli gazetecilerle insan hakları savunucuları işkenceleri, cinayetleri, keyfi tutuklamaları, işten atmaları belgeleyerek El Halife ve suç ortaklarını teşhir ettiler. Gelinen yerde Lahey’deki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, “insanlığa karşı suç işledikleri” için Amerikancı rejimin bazı şefleri hakkında dava açtı. Yanısıra Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) ile gazeteci ve insan hakları örgütleri de El Halife rejiminin estirdiği devlet terörünü kınayan açıklamalar yapıtlar.

Bahreyn’de 5. Filo’sunu konuşlandıran Pentagon’un şefleri, El Halife’ye baskı uygulayarak muhalefetle müzakere süreci başlatmasını istediler. Bunun üzerine müzakere çağrısında bulunan rejime sadece Bahreyn El Vifak Partisi olumlu yanıt verdi. Bunun dışındaki muhalif güçler ise çağrıyı reddettiler ve müzakere oyunu kısa sürede bozuldu. Bahreyn’in uzlaşmacı partisi olan El Vifak bile müzakere sürecinden bir şey çıkmayacağını görerek, birkaç görüşmeden sonra süreçten çekildiğini ilan etti. El Vifak’ın çekilmesiyle müzakere oyunu fiilen boşa düşmüş oldu.

Bu girişim fiyaskoyla sonuçlanmaya mahkumdu, zira “uzlaşma” çağrısı yapan despot rejim aynı günlerde halk üzerinde terör estirme politikasını sürdürüyordu.

Karşı-devrimin merkezi Suudi Arabistan

İşgal ordusunu Bahreyn’e gönderen Suudi rejimi, hem vahşi bastırma hareketinin başını çekiyor hem halk arasında mezhep çatışmalarının fitilini ateşlemeye çalışıyor. Halk isyanını “İran kışkırtması” olarak damgalamaya çalışan El Halife ve onun hamiliğini yapan Suudi rejimi, Bahreyn halkını mezhepsel açıdan parçalayarak isyan ateşini söndürebileceğini var sayıyor. Ancak bunun farkında olan muhalif güçler, taleplerinin mezhepsel değil ulusal olduğunu vurgulayarak bu kirli oyunu boşa düşüreceklerini belirtiyorlar.

Vurgulamak gerekiyor ki, son aylarda Bahreyn’de yoğunlaşsa da, Amerikancı Suudi rejimi, Arap dünyasının tümünde mezhep kışkırtıcılığı yapıyor. Halk isyanlarının yozlaştırılıp amacından saptırılmasını isteyen ABD-İsrail ikilisi ise, şeriatçı Suudi rejiminin bu uğursuz çabasındaki en büyük destekçileridirler.

İsyan ateşinin Riyad’a sıçrayıp tahtını yakıp kül etmesinden korkan Suudi kralı ve zorba rejiminin, karşı-devrim hareketinin başını çektiği artık bir sır değil. Bundan dolayı Arap halkları, Suudi rejiminin “el Haremeyn” diye tanımladığı, Mekke-Medine üzerine demagojileri pek dikkate almıyor. Tersine, gelinen yerde “Arap Baharı”nın Suudi Arabistan’a sıçrayıp Amerikancı/şeriatçı rejimi yıkmasını isteyenlerin sayısında ciddi bir artış gözleniyor.

İsyan yolunu arıyor

Bahreyn’deki toplumsal hareket yeni değil. Kitlesel bir isyana dönüşmese de, ülkede yıllardan beri devam eden bir hareket mevcut. Sahte vaatler ve devlet terörüyle hareketi bastırmaya çalışan zorba rejim, sembolik tavizler de vererek hareketi bugüne kadar kontrol edebiliyordu. Tunus’ta başlayıp Arap dünyasına yayılan halk isyanları, Bahreyn için geri dönüşü olmayan bir süreç başlattı.

İnci Meydanı’ndaki isyanın bastırılması ve beş aydır devam eden sürek avına rağmen ortaya çıkan tablo, rejimin hareketi kontrol etme güç ve olanaklarından yoksun olduğunu göstermektedir. Zira Amerikancı yönetim nüfusun büyük bir çoğunluğu nezdinde gayr-ı meşru duruma düşerken, halkın direnme iradesi, cesareti, birikimi ve deneyimlerinde dramatik bir sıçrama yaşandı.

Bahreyn’in küçük bir ada ve onun etrafındaki adacıklardan oluşması rejime halk üzerinde askeri denetim kurma olanağı sağlıyor. Bahreyn’deki hareketin esas zayıf noktası kendini önderlik alanında gösteriyor. Hareket içinde sol/sosyalist güçlerin belli bir etkisi olsa da, parti ve örgütlerin çoğunun İslamcı çizgiye yakın olması, mücadelenin belli sınırlara takılmasına yol açan temel sebeplerden birini oluşturuyor.

Sınıfsal baskının yanısıra mezhepsel baskının da belirgin olması siyasal hareketlerin İslamcı etkiye açık olmalarını anlaşılır kılsa da, söz konusu durum bu etkinin zayıflatıcı bir rol oynadığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. İran rejiminin Bahreyn’deki isyana açıkça destek vermesi ve bazı parti ve örgütlerle bağ kurmuş olması da, İslami çizgiyi benimseyen veya buna yakın duran güçlerin süreç üzerindeki etkisinin en azından belli bir dönem daha devam edeceğine işaret ediyor.

Bahreyn’deki hareketin temel zaaflarını aşabilmesinin yolu ise, isyanda belirgin bir rol oynayan işçilerin, emekçilerin ve özellikle bu kökenden gelen genç kuşakların İslamcı etkiden sıyrılıp devrimci/sosyalist bayrak altında birleşmesinden geçmektedir.