20 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/03

 Kızıl Bayrak'tan
Birleşik direnişi yükseltme sorumluluğu!
Faşist saldırganlığa karşı Kürt halkı ile emekçilerin birleşik militan direnişi!
12 Eylül iddianamesi ile ortalığa saçılan gerçekler
Faşist baskı ve terör hız kesmiyor!
Düzen yargısı “görevini” yaptı
Karadağ cinayeti davasında 6. duruşma
Katiller serbest bırakılır,
hafızalar silinemez!
“Esin Yıldız serbest bırakılsın!”
Hugo Boss’ta kararlı direniş!
Sömürü ve kölelik
cehenneminden bir kesit
Maltepe Belediyesi’nde
direniş kazandı
Sahte sendika yasası ve baskılar protesto edildi
Petrol-İş Gebze Şube Genel Kurulu gerçekleştirildi
Yeni dönem ve
gelişmeler - EKİM
Parti Okulu
Habip Gül Devresi / 2011
Partiye Rapor’dan
Tunus: Yeni isyanlar için enerji biriktiriyor!
Filistin-İsrail “barış görüşmeleri”
yeniden başlatıldı...
AB’nin “yeni” sömürge alanı
Doğu Avrupa
Yunanistan’da
basın emekçileri grevde
Onbinler Rosa Luxemburg ve
Karl Liebknecht’i andı.
Berlin’de XVII.Enternasyonal Rosa Luxemburg Konferansı
Alman tekellerinin “şaşılası” büyümesinin sırrı!
Gençlik füze kalkanına
karşı yürüdü
Efeoğlu Ailesi’nin avukatı Mustafa Yağcı ile görüştük
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AB’nin “yeni” sömürge alanı Doğu Avrupa...

Macaristan’da gerici, otoriter “yeni” anayasa ve kapitalist kriz

Volkan Yaraşır

 

Kapitalizmin yapısal krizi Avrupa Birliği’nde, kendini mali/borç krizi şeklinde dışa vurdu. Özellikle Avrupa’nın Akdeniz havzasını saran borç krizi senkronu, AB bünyesinde sarsıcı etkiler yarattı. Bugün senkron hızla yayılıyor ve kriz giderek derinleşiyor. Yunanistan, Portekiz, İrlanda’dan sonra İspanya ve İtalya, hatta Belçika ve Fransa’nın borç krizi sarmalına girme ihtimali yüksek. Başta Macaristan olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinde ülke iflasları yaşanabilir. Özellikle İspanya ve İtalya’daki gelişmelerin kontrol edilememesi, 2012 yılında kriz dalgasını, finansal bir tsunamiye dönüştürebilir.

Büyük çöküşten”, “büyük yıkıma” doğru: Doğu Avrupa

AB’nin “yeni” sömürge alanı ve bir anlamda AB’nin II. periferisini oluşturan Doğu Avrupa ülkeleri kapitalist krizin yıkıcı sonuçlarını yaşadı.

1989 “büyük çöküşü” Doğu Avrupa’nın yakın tarihinde önemli bir eşik oldu. Coğrafyada büyük toplumsal altüst oluşlar yaşandı. Devlet kapitalizmi özelliği taşıyan bu ülkeler “çöküşten sonra” hızla kriminalleşti ve mafyalaştı. Bir ara dönem olan “kriminal” kapitalizm, kapitalist entegrasyon aracı olarak kullanıldı.

Özellikle Almanya, bu coğrafyaya yönelik son derece kompleks, emperyalist politikalar uyguladı. Kendi nüfuz ve ekonomik alanını yaydı ve derinleştirdi. Demokratik Almanya’yı yuttu ve emperyal stratejisini kıta Avrupa’sında hegemonyasını yeniden inşa etmek üzerinden belirledi.

Doğu Avrupa’da “vahşi” kapitalizm ve neo-liberal saldırılar çok özel, şiddetli ve derinden yaşandı. Ayrıca olağanüstü ideolojik manipülasyonlarla kitleler mobilize edildi ve uyumlulaştırıldı. Antikomünizm bir devlet ideolojisi haline dönüştürüldü. Küresel sermaye hızlı ve derin bir biçimde bu ülkeleri enkaza dönüştürdü. Doğu Avrupa tarihin gördüğü en büyük küresel yağmalardan birine sahne oldu.

Doğu Avrupa ülkeleri Yeni Dünya Düzeni’ne uygun olarak yeniden yapılandırıldı. Uluslararası işbölümünde AB’nin II. periferisi olarak yer aldılar. Finans kapitalin ucuz işgücü rezervi, yeni pazar ve yatırım alanları olarak öne çıktılar. Bu coğrafyaya yoğun sermaye ihraçları gerçekleşti. Tüm maddi ve toplumsal kaynakları yağmalandı ve tarumar edildi.

Kapitalist krizin AB bünyesine yansıması, Doğu Avrupa ülkelerini hızla çöküşün eşiğine getirdi. 20 yıllık yağma ve krizin yıkıcı sonuçları ekonomileri felç etti. AB, AB Merkez Bankası ve IMF çok kapsamlı ve yönelimli emperyalist politikalarla Doğu Avrupa’yı yeniden sömürgeleştirmeye başladı.

Macaristan’daki gelişmeler de bu sürecin bir parçası olarak biçimlendi. Macaristan’da 2008’den sonra hızla ekonomik kriz derinleşti ve ülke iflas noktasına geldi.

Macaristan’da gerici, otoriter yönetim ve siyasal konservatizm

Macaristan’da Nisan 2010’da yapılan seçimleri FIDESZ-Genç Demokratlar Partisi %52’lik oy oranıyla kazandı. Sosyal demokrat MSZP-Macaristan Sosyalist Partisi ise %22’ye yakın oy aldı. Faşist parti Jobbik Partisi %17 gibi yüksek bir oy elde etti ve üçüncü parti oldu. Seçimlerde, radikal neo-liberal politikalar izleyen MSZP hükümeti ağır yenilgiye uğradı.

FIDESZ aldığı oyla parlamentodaki üçte iki çoğunluğu sağladı. Viktor Orban başbakanlığa getirildi.

Macaristan 2010 yılının başında ekonomik iflas aşamasına geldi. O dönem IMF’den alınan 20 milyar ülkeyi iflasın eşiğinden döndürdü. Macaristan’ın 10 milyonu bulan nüfusunun %15’i açlık sınırında, %40’ı ise yoksulluk sınırında yaşıyor. Macaristan, 8000 ’luk yıllık milli gelir dağılımıyla Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden biri.

Macaristan’da siyasal yapı monolitik bir özellik taşıyor. Sistematik antikomünizm çizgisi üzerinde şekillenen Macaristan siyasal sisteminde, antikapitalist bir partinin parlamentoya girme şansı yok. Farklı siyasal blokajlarla bu “risk” fiilen engellenmiş. 1990-2010 arası Karl Popper’ın “Açık Toplum”una göre biçimlenen Macaristan siyasal yaşamı, bir nevi iki partili sisteme dayanıyor. Macaristan’da birçok partiyi bünyesinde taşısa da, milliyetçi-muhafazakarlar bu yapının bir kliğini oluştururken, liberaller ve “sosyalistler” başka bir kliği oluşturuyor. 20 yıldan beri parlamento bu iki gücün dengesini yansıttı. Bu iki klik iktidarda oldukları dönemlerde Macaristan’ı bütünüyle küresel sermayeye açtı. NATO ve AB’nin yükümlülüklerini harfiyen yerine getirdi.

2010 seçimlerini kazanan Viktor Orban sağ popülist politikalar izledi. Bir yandan sermayenin istemleri doğrultusunda yeni çalışma yasalarını gündeme getirdi, diğer yandan asgari ücretleri yükseltti, bazı toplusözleşmelerin bitirilmesine müdahale etti. Bu politikalar işçi sınıfı içinde yanılsamalara yol açtı. Seçim kampanyalarına Orban, “tam istihdam, herkese sosyal güvenlik” sloganıyla çıktı. Ayrıca FIDESZ bir devlet politikası haline gelmiş antikomünizmin toplumsal yaşamda içselleştirilmesi için yasalar çıkardı. “Faşizmin ve komünizmin işlediği suçların inkarını suç sayan” yasa bunlardan biri oldu. Bunun yanında FIDESZ’in faşist paramiliter oluşumlarla örtük ilişkileri ortaya çıktı.

Orban ekonomik krize ve iflasa karşı bazı önlemler almaya yeltendi. Merkez Bankası’nı yeni düzenlemeye tabi tutmak ve rezervlerini krizin aşılması yönünde kullanmak istedi. Bu tutumundan dolayı 2011 yılında IMF’yle anlaşmaya varılamadı.

Viktor Orban’ın bu adımları Hillary Clinton, AB, AB Merkez Bankası, IMF tarafından reaksiyonla karşılandı. FIDESZ hükümeti açıkça tehdit edildi.

Orban’ın 2011 sonunda konservatif bir anayasayı gündeme getirmesi ve bu anayasanın onaylanması, bu kesimler tarafından “Avrupa kültürünün” dışında bir gelişme olarak değerlendirildi. Uluslararası medya anayasa ve Orban hükümetine yönelik kampanya başlattı. Bu reaksiyonları ve kampanyanın asıl nedeni Orban’ın inisiyatif dışı hamleleriydi. Tehditler karşısında Orban hükümeti IMF’yle yeniden masaya oturdu ve anlaşmayı imzaladı.

Yeni anayasa, Macaristan’ın kriz sürecinde “yeniden yapılanmasını” simgeledi. Aslında son 20 yıllık siyasal atmosferin bir başka boyutta hukuksal ifadesi oldu.

Hıristiyan teolojisi ve argümantasyonlarıyla yüklü, ailenin kutsallığına vurgu yapan, milliyetçi söylemlerin ağır bastığı anayasa Macaristan’da devlet-toplum-birey ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini işaretledi.

Yeni anayasa konservatif yönünün dışında, seksist ve maskülen bir içerik taşıyor. Kürtajın yasaklanmasının zeminleri bunlardan biri.

Yeni anayasa kapitalist krizin yıkıcı etkileri karşısında olağanüstü rejimlere geçişi kolaylaştıran düzenlemeleri de içeriyor. Yasama-yürütme-yargı sistematiğinde yürütmenin gücü artırılırken, yargı bütünüyle yürütmeye tabi kılınmak isteniyor. Özellikle medyanın yürütmenin denetimi altına sokulması hedefleniyor.

Macaristan başta anayasa olmak üzere bu yeni otoriter ve konservatif düzenlemelerle, Doğu Avrupa’nın laboratuvarı olabilir. AB’nin II. periferisinde kapitalist krizin yıkıcı etkileri bir dizi otoriter gelişmenin önünü açabilir.

Kriz ve sınıf ve kitle hareketine karşı Yunanistan, İspanya ve İtalya’da pro-faşist ve teknokrat hükümetler gündeme gelirken, gelişmeler Doğu Avrupa’da neo-faşist ve olağanüstü rejimlerin önünü açabilir. 2012 yılı bu anlamıyla önem taşıyacaktır. Ayrıca coğrafyadaki siyasal ruh halinin bu gelişmelere ciddi zemin hazırladığı akılda tutulmalıdır.

Yeni anayasanın temel hak ve özgürlükleri kısıtlaması Macaristan’da geniş kitleleri harekete geçirdi. Bir dizi kitlesel gösteriler yapıldı. Ne var ki bugün açısından kitle hareketi amorfe bir özellik gösteriyor. Hatta hareketin yönlendiricilerinin içinde “renkli devrimlere” uygun yapı ve kişiler bulunuyor.

Bugün Macaristan’da reaksiyon şeklinde gelişen kitle gösterileri krizin derinleşmesiyle birlikte yeni olanakların önünü açabilir. Macaristan ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan büyük mistifikasyon ve manipülasyonlar sistematik bir karşı devrim programının parçası olarak devreye sokuldu. Bu ablukanın kırılması ve yaşanan hayal kırıklıklarının aşılması ve devrim ve sosyalizm arayışı için büyük salınımlara ve birikimlere ihtiyaç var.

Her şeye rağmen kapitalist kriz sınıfsal antagonizmayı şiddetlendiriyor. Doğabilecek ve kendi mecrasını bulacak kitle hareketleri Macaristan’da olduğu gibi Doğu Avrupa’da yeni bir dönemin habercisi olabilir.