20 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/03

 Kızıl Bayrak'tan
Birleşik direnişi yükseltme sorumluluğu!
Faşist saldırganlığa karşı Kürt halkı ile emekçilerin birleşik militan direnişi!
12 Eylül iddianamesi ile ortalığa saçılan gerçekler
Faşist baskı ve terör hız kesmiyor!
Düzen yargısı “görevini” yaptı
Karadağ cinayeti davasında 6. duruşma
Katiller serbest bırakılır,
hafızalar silinemez!
“Esin Yıldız serbest bırakılsın!”
Hugo Boss’ta kararlı direniş!
Sömürü ve kölelik
cehenneminden bir kesit
Maltepe Belediyesi’nde
direniş kazandı
Sahte sendika yasası ve baskılar protesto edildi
Petrol-İş Gebze Şube Genel Kurulu gerçekleştirildi
Yeni dönem ve
gelişmeler - EKİM
Parti Okulu
Habip Gül Devresi / 2011
Partiye Rapor’dan
Tunus: Yeni isyanlar için enerji biriktiriyor!
Filistin-İsrail “barış görüşmeleri”
yeniden başlatıldı...
AB’nin “yeni” sömürge alanı
Doğu Avrupa
Yunanistan’da
basın emekçileri grevde
Onbinler Rosa Luxemburg ve
Karl Liebknecht’i andı.
Berlin’de XVII.Enternasyonal Rosa Luxemburg Konferansı
Alman tekellerinin “şaşılası” büyümesinin sırrı!
Gençlik füze kalkanına
karşı yürüdü
Efeoğlu Ailesi’nin avukatı Mustafa Yağcı ile görüştük
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Alman tekellerinin

“şaşılası” büyümesinin sırrı!


Kapitalist özel mülkiyetin kutsanmasını kendilerine meslek edinmiş, dolgun maaşlarını milyarlarca insanın açlığa, yoksulluğa ve sefalete mahkum edilmesine borçlu olan burjuvazinin paralı hizmetkarlarının, sahip oldukları iletişim araçları ile tek yanlı olarak, sabah-akşam tekrarladıkları yalanlara göre kapitalist üretim araçları geliştiği, firmalar çok kazandığı zaman, işçilerin de payına bu refahtan daha fazla bir pay düşecektir. Bu yalanlara güvenirlilik zırhı giydirilmek amacıyla bir de, burjuva sol partiler, sendika bürokrasisi, basın-yayın organlarının sözde “sol” eğilimli yazar-çizer takımı, prof., doktor., doçent ünvanlı maaşlı memurlar devreye sokulur.

Burjuvazinin parayla satın alınmış bu sefil kapıkullarına göre, “işçi çok çalışmalı, mülk sahibi kapitaliste kazandırmalı, firmalar sonsuz kârlar elde etmeli ki, ülke kalkınabilsin, işçi de bu kalkınmadan payına düşeni alabilsin”. Üniversite kürsülerinden “bilim” adına yayılan tüm bu şaklabanlıklar, tıpkı sahte bir müslüman tüccarın sattığı bozuk mallara dindaşlarının itimatını sağlamak için cami kapılarından ayrılmamasına, adeta camilere demir atmasına benzemektedir.

Bir yalan ne kadar çok kişi tarafından ve ne kadar çok tekraralanırsa o kadar “doğru” olduğu algısı yaratılır. Nitekim bugün, bu tür yol ve yöntemlerle birçok şey gerçekmiş gibi bilinçsiz yığınlara kabul ettirilmiştir. O kadar ki, tüm uydurma yalanlar adeta bir inanca dönüşmüştür. İşçi sınıfı ve emekçi kesimler içerisinde yaygın olan ve “doğruluğundan” kuşku duyulmayan, haliyle kırılması da bir hayli zor olan bu yalanlar, güçlü birer önyargı olarak varlığını sürdürmektedir. Hurafelere dayanan önyargılar gibi bu önyargılar da, topluma maledildiği için, bunlara karşı savaşım da o kadar çetin olacaktır. Fabrikalarda, işyerlerinde, aile ortamlarında, kahve sohbetlerinde emekçilerin ağızlarından defalarca dinlemek zorunda kaldığımız bu önyargıları kırmak atomu parçalamaktan daha zordur.

Kapitalist mülkiyet ilişkileri parçalanmadıkça, bu özel mülkiyet tekeline bir toplumsal devrimle son verilmedikçe tersi sonuçlara yol açar. Açlık, yoksulluk ve sefalet işçi sınıfının ve emekçilerin yakasını bırakmaz. Gerçek tam olarak budur.

Almanya’da üretimin yoğunlaşması ve yoksulluğun kitleselleşmesi

Kapitalizmin parayla satın alınmış memurlarının yalanlarını, sistemin gelişkin örneği olan Almanya’daki ücretlilerin durumunu irdeleyerek ele alalım.

Bilindiği gibi Almanya, her vesileyle dünyada ihracatta birinci olmakla övünür. Bu durum kapitalist tekeller tarafından bir başarı olarak sunulur. Ancak tekellerin bu başarısının arkasında yatan, doğanın yok edilmesi, yoksulluğun kitleselleşerek büyümesi gerçeği itinayla gizlenmeye çalışılır. Nedir ki, Almanya’da toplumsal yaşamın değişmez gerçeği olan, emekçilerin yoksullaşması gerçeği, her geçen gün biraz daha üstü kapatılamaz bir hal almaktadır.

Şöyle ki: 2012 yılı başında iş piyasası ile ilgili olarak açıklanan rakamlar ‘istihdamda rekor’ olarak yansıtıldı. Haberin devamında “Ekonomik canlanma Almanya’yı “çalışan nüfus” rekoruna taşıdı. Geçen yıl ortalama 41 milyon 40 bin kişi çalışarak geçimini sağladı” deniyordu. Ekonomik büyüme tek başına bir amaç olarak ele alınırsa, bunun bir başarı (!) olduğu doğrudur. Ancak bu “rekor başarının” arkasında gizlenmeye, üstü örtülerek geçiştilmeye çalışılan nüfusun %14,5’ini oluşturan 12 milyon insanın yoksulluk girdabında, hayatta kalma çabası verdikleri gerçeği hiç ama hiç unutulmamalıdır.

“Almanya genelindeki yoksulluk oranı 2010 yılında yüzde 14,5’e çıktı. Bu 12 milyon kişinin yoksulluk ile karşı karşıya olduğu anlamına geliyor” açıklamasında bulunan reformist “Alman Refah Eşitliği Derneği“ Başkanı Ulrich Schneider devamla şunları söylüyor: ‘Ekonomik koşulların iyileşmesine rağmen bu durum değişmiyor, piyasa zenginlik üretebiliyor, ancak bu eşit olarak dağıtılmıyor’.

Yüzde 14,5’e (ki bu 2010 rakamlarıdır ve günümüzde bu oranın yükseldiği bir gerçektir) varan yoksulluk artık gizlenemez bir hal aldığı için bu toplumsal gerçeği itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Reformistleri konuşturan asıl gerçek ise, burjuvazinin ortak korkusu olan devrim korkusudur. Nitekim, Ruhr Havzası’ndaki koşulların son derece hassas olduğuna işaret eden Schneider, “Ruhr Havzası’ndaki durumun, sosyal huzursuzlukların başgösterdiği Paris ve Londra’daki ile benzer”dir tespitini “Ruhr’da kazan bir kere kaynamaya başladı mı, onu tekrar soğutmak hiç de kolay olmaz” uyarısıyla bitiriyor.

Burjuvazinin parayla satın alınmış tüm propagandacıları, reformist ‘Alman Refah Eşitliği Derneği’ Başkanı örneğinde olduğu gibi, “piyasa zenginlik üretebiliyor, ancak bu eşit olarak dağıtılmıyor” diyerek, kapitalist sistemdeki yoksulluğun nedeninin, üretim kıtlığı veya yetersizliğinden kaynaklanmadığı gerçeğini itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Süphesiz ki, başka zaman toplumsal ‘eşitlik’ talebinde bulunanlara ve bunu programlarına koyanlara kin kusan bu soysuzlar, bunu kafa bulandırmak, sistem hakkında boş hayaller yaymak ve nihayet kapitalist sisteme karşı emekçiler içinde yükselen tepkiyi yumuşatmak için yapıyorlar.

“Piyasa zenginlik üretebiliyor, ancak bu eşit olarak dağıtılmıyor“ diyerek, burjuvaziyi olası sınıfsal çatışma “risk”ine karşı uyarmak amacıyla da olsa, üretilen zenginliğin, topluma dağıtılmak yerine tekellerin kasalarında toplandığı gerçeğini tespit etmek zorunda kalan sadece reformist “Alman Refah Eşitliği Derneği” değildir. Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü-DIW’in araştırmaları da aynı şeyi, hem de çok daha çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.

“Reel ücretler Almanya’da yıllardır geri gidiyor“ başlıklı araştırmada, DIW araştırmacılarından Karl Brenke şöyle diyor: “90’lı yılların başlarından beri, şirketlerin ve sermayenin ulusal gelirdeki payları düzenli olarak artmaktadır. Buna karşın, ücretlerin bu genel paylaşımdan aldığı pay ise tarihsel olarak en dip noktasına varmıştır” (Wochenbericht des DIW Berlin Nr. 33/2009)

11 Ocak 2012 tarihli Alman basınında şunları da okuyoruz: “Euro Bölgesi’ndeki pek çok ülkede ekonomik durgunluk yaşanırken Alman ekonomisinin güçlü bir şekilde büyümesi herkesi şaşırttı.”

Alman “mucize”si neye dayanmaktadır? “İstihdamda rekor”, bölgedeki krize rağmen “ekonomik büyüme”! Bu başarının sırrı nerede yatıyor. Avlar kendi hikayelerini yazana kadar, daha çok avcı hikayeleri dinleyeceğiz. Bizde, emekçiler kendi kaderlerini ellerine alana kadar, daha çok “Alman ekonomisinin güçlü bir şekilde büyümesine şaşa”cağız! Onların bizden istedikleri de bu değil midir?

DIW’in araştırmalarından yaptığımız, yukardaki aktarma, bu şaşılası! “güçlü büyüme”nin ve “rekor”ların ne pahasına sağlandığını bir nebze de olsa açıklıyor. Ancak sorunu “Euro Bölgesi’ndeki pek çok ülkede ekonomik durgunluk yaşanırken Alman ekonomisinin güçlü bir şekilde büyümesi”nden, kendilerine bir övünç kaynağı çıkartmayı ve üstü kapalı olarak da olsa, Alman ırkçılığının “ari”liğinin bir kanıtı olarak sunmayı da ihmal etmiyorlar. Hitler faşizminin kamplara kapattığı esirlerin emeği ve kanı ile Alman tekellerinin nasıl semirip büyüdüğü gerçeği yeterince biliniyor. Gerçek şu ki, bugün de Alman tekellerinin bu “şaşılası” büyümesinin arkasında da yine emekçilerin gaspedilmiş emeği yatmaktadır.

Euro bölgesinde Alman ekonomisinin güçlü bir şekilde büyürken özenle gizlenmeye çalışılan “şaşılası” bir gerçek de, 2000-2008 yılları arasında, Euro bölgesinde reel ücretlerdeki düşüşte Almanya’nın birinci sırayı almış olmasıdır ki, bu da bir başka “rekor”dur.

Kapitalist ekonomideki büyüme devam ediyor. Fakat öte yandan ücretler düşüyor. Ücretlerdeki kesinti işçi aleyhine büyürken, kapitalistlerin payı azalıyor, taşeronlaştırma yaygınlaştırılıyor.

Bugün Mercedes firmasında bir taşeron firma işçisi saat ücreti olarak 7.96 euro almaktadır. Toplusözleşmelerle kazanılan 35 saatlik iş haftası fiilen geri alındı. İzin parası azaltıldı. Noel paraları birçok firmada kaldırıldı. Emeklilik yaşı kadınlarda 63’ten 65’e, erkeklerde 65’ten 67’ye çıkartıldı. İşsizlik sigortasında alınan işsizlik parası süresi kısatıldı ve azaltıldı. Sağlık alanında gerici reformlarla, sigortalının katkı payı artırıldı, birçok ilaç paralı oldu, eğitim büyük ölçüde paralı hale getirildi. Bu liste böyle uzayıp gitmektedir. Bir kez daha, Alman tekellerinin “şaşılası” büyümesinin sırrı işte bu gerçeklerde gizlidir.