6 Nisan 2012
Sayı: SYKB 2012/14

 Kızıl Bayrak'tan
Devrimci 1 Mayıs’a hazırlık...
“Suriye’nin dostları” savaş kışkırtıcılığına devam ediyor
“12 Eylül davası” adlı orta oyunu
Onbinler Kadıköy’de hesap sordu
Zamlar durmak bilmiyor...
Taşeron İşçileri Kurultayı’na doğru
Maltepe işçileri boyun eğmiyor!
RMK direnişinde kazanıma doğru
İşçiler 1 Mayıs sürecini planladı...
İşçiler onar onar ölüyor
Billur Tuz direnişçisi Eray Aykut’la direniş üzerine konuştuk
Yasa mecliste, KESK eylemde!
Gaye Yılmaz ile UİS, taşeronluk
ve güvencesizlik üzerine...
MİB MYK Nisan ayı toplantısı...
28-29 Mart eyleminin
ardından.... - SKE
Sınıf mücadelesinin yeni odağı
İberya Yarımadası: İspanya ve
Portekiz - V. Yaraşır
Ücret kaybına devam
Geleceğine sahip çıkmak için
1 Mayıs'ta alanlara! - Ekim Gençliği...
Ekim Gençliği’nin kampanya çalışmalarından...
DLB YGS’ye karşı alanlara çıktı
10. BİR-KAR Gençlik Kampı başladı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Gaye Yılmaz ile UİS, taşeronluk ve güvencesizlik üzerine...

“Kolektif örgütlenme gerekiyor!”

Yaklaşan 1 Mayıs öncesinde sermaye örgütleri ve hükümetin gündemindeki Ulusal İstihdam Stratejisi, özel istihdam büroları, taşeronlaştırma, esnek çalışma ve güvencesizlik üzerine Güvencesizler Hareketi’nden Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gaye Yılmaz ile konuştuk....

Kapitalist sistem tıkandı”

- Kapitalizmin krizi, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere gelişmiş bir dizi ülkede sosyal yıkım saldırılarını ve kölelik dayatmalarını gündeme getiriyor. Sermayenin uluslararası alanda hayata geçirdiği strateji doğrultusunda Türkiye’deki UİS ve diğer yıkım paketlerini nasıl değerlendirmek gerekir?

- Öncelikle şunu vurgulamalıyım. Ulusal İstihdam Stratejisi bir yol haritasıdır ve bunu paylaşmalarının bir nedeni var. Bir alışkanlık yaratmayı, kamuoyunun tepkisini ölçmeyi hedefliyorlar. Sistem bunu bizimle paylaşıyor ama sınıf mücadelesi yürüten örgütler olarak kendi stratejimizi sisteme deklare edemeyiz. Böyle bir lüksümüz olamaz. Bizim hazırlayacağımız stratejiler burada yazılanların dışında olanlardır. Asıl yol haritamız gizli olmalıdır. Yol haritasını deklare etmek devletlere özgü bir şeydir. Karşımızda kapsamlı bir paket var ve içermediği hiçbir şey yok. Taşeronluk, özel istihdam büroları, sendikalar yasası, üniversitelerin ticarileşmesi vb. bir dizi başlığı içeriyor. Bunun küresel krizle olan bağlantısı şu. Kriz 2007’de başladı ve 2008 yılında AB Komisyonu Başkanı, “kiralık işçi büroları pratiğini Avrupa’da ana çalışma pratiği haline getirirsek bu krizi kolay atlatırız” açıklamasında bulundu. AB’de kiralanarak bir işe yerleştirilen işçi sayısı toplam çalışanların içinde yüzde 20’ye ulaşmış durumda. Bu çok yüksek bir oran çünkü toplam işçinin yüzde 10’unu aşamaz diye bir direktif var. Bu oran bazı ülkelerde yüzde 30-40’lara ulaşmış durumda.

Aslında kapitalist sistem tıkanmış durumda. Bu 2007’de başlamış bir durum değil. Sistem şizofrenik bir sistem ve sürekli krizler yaşıyor ama 1970’lerden sonra bu çok daha yapısal bir hal aldı. Krizlerin süreleri uzadı, sayıları arttı, kriz arası devreler kısaldı. 2007’de başlayan kriz biraz daha farklı olarak, para formundaki sermayeyi aşırı biriktirdi. İlk defa bir krizde faiz oranlarının dibe vurduğuna tanık olduk. Nasıl ki emeğin piyasadaki değerini ölçtüğümüz şey ücretse, faiz ise para-sermayenin değerini gösterir. Faizlerin dibe vurması para-sermayede aşırı bir birikim ve değersizleşmeyi beraberinde getirir. Para-sermaye niye birikiyor? Üretimden, metaların satışından gelen para tümüyle tekrar üretime aktarılamıyor. Çünkü bunu yaptıklarında kâr oranları düşüyor. Bu ikilemden dolayı yeni meta üretim alanları yaratmak zorunda kaldılar. Bu paketin içerisinde söylediklerimin hepsini tek tek görmek de mümkün. Temiz havadan rüzgara, atmosfere, güneşe, derelere, nehirlere, denizlere varana kadar tüm bunlar ilk defa meta olan şeylerdi. Başlangıçta bunlar üzerine yapılacak yatırımlar arasında çok fazla rekabet olmayacağı beklentisi vardı. Rekabet olmayınca sermayenin organik bileşimi görece daha düşük olacak, toplam sermaye döngüsüne fazla rekabetçi olmayan yeni alanlar eklendiğinde kar oranlarındaki düşüşü tersine çevirebileceklerdi. Çeşitli nedenleri olmakla birlikte bu bugün karar verip yapabilecekleri bir şey olmaktan çok uzak durumda. Aslında yapılmaya çalışılan sermayenin yoğunlaşmasıdır. Üretim süreçlerini biraz daha hızlandırmak, daha çok yoğunlaştırmak, emeği biraz daha ucuzlatmak için kapsamlı paketleri hazırlıyorlar. Devlet de bu işin aracısı konumunda bulunuyor. Sermaye sahipleri çeşitli yollarla devlete düzenli olarak ihtiyaçlarını bildiriyorlar. Bu ihtiyaçlar çerçevesinde de UİS getiriliyor. Paketin adının istihdam olması ve tamamının emeği ilgilendiren konular olması her şeyi anlatıyor. Ne diyorlar mesela? Kamuda çalışma düzeninin sabahları 07.00’da başlayacağı söyleniyor. “Özel sektörde böyle, neden kamuda da olmasın” diyorlar. Kamuda verimlilik artışı isteniyor. Piyasa için çalışmayan kamuda verimlilik artışı neden istenir? Demek ki kamunun piyasalaşması isteniyor ve özel sektörde olduğu gibi kamuda da vardiyalı çalışma sistemi başlayacak. Çünkü normal çalışma saatleri düzenine göre 07.00’de başlayan yerin, eğer çalışma süreleri uzamıyorsa 16.00’da bitmesi lazım. Devlet idareleri saat 16.00’da kapatamaz çünkü özel sektörle sürekli iletişim halindedir. Özel sektör 3 vardiya çalışıyor ama devlet buna 18.00’e kadar tahammül ediyor. 18.00’den sonra özel sektör devletle ilintili olmayan işlerini yapıyor. Saat 16.00’da kapatırsa özel sektör çöker.

Demek ki bir vardiya saat 16.00’da bitecek, ikincisi gelecek ve böylelikle adım adım kamuda da vardiyalı ama bildiğimiz piyasa mantığıyla çalışmaya geçilecek. Kamu da üç vardiyaya geçsin ne olacak denebilir. Ben bu duruma, kamuda çalışanların çok hızlı proleterleşmesi ve güvencesizleşmesi açısından bakıyorum. Çünkü piyasa için üretim yapmaya başladıkları anda rekabet devreye girecek. Kamunun özel sektörle rekabeti sözkonusu olacağı için kamuda çalışanlar özel sektörle çalışanların durumuna gelmek zorunda. Yani esnek çalışacaklar. Toplam Kalite Yönetimi ve performans sisteminin gereklerine göre çalışacaklar. “Çalışsınlar ne olacak” diyenler çıkabilir.

Buna birkaç çarpıcı örnek vereyim. Bugün Almanya’daki çok uluslu fabrikalar ve şirketlerin işyerlerinde şöyle bir uygulama var. Tuvalete gidişiniz bile bilgisayarlarla kontrol ediliyor. Belirli dakikada tuvaletten çıkmadığınızda birinci ihtarı alıyorsunuz. İki ihtar aldığınızda üçüncü kez sorgusuz sualsiz kapının önündesiniz. Bu Almanya gibi sosyal standartların bize göre çok daha yukarıda olduğu bir ülkede yaşanıyor. Yine Almanya’da, bir marketler zincirinde çalışan göçmen işçi bana geliyor “ben günde 7 saat çalışıyorum, kahve molası hakkım bile yok” diyor. Ben de, itiraz et diyorum. Diyor ki; ben 7 saat boyunca aynı işi yapıyorum ama ilk 3,5 saat bir taşerona, ikinci 3,5 saat diğer taşerona çalışıyorum. Ücretimi de 3’er buçuk saat üzerinden bu taşerondan alıyorum. Alman yasalarına göre bir işçi ancak 4 saat çalıştıktan sonra 15 dakikalık kahve molası hakkı kazanıyor. Ben 3,5 saat, 3,5 saat çalıştığım için toplam 7 saat hiç mola vermeden çalışıyorum. Piyasaya, rekabete uygun çalışma biçimi böyle bir çalışma biçimi. Hiçbir zaman kaybına tahammülleri yok ve Türkiye’de de pek çok yer üç vardiyaya da çoktan çıkmış durumda. Bu üç vardiyanın her birini tek tek aldığımızda mola süreleri daralıyor, fazla mesai yaptırılıyor ama fazla mesai bedeli ödenmiyor. Zamanla akılalmaz bir yarış var. Yaz tatili, senelik izin, bayram izni gibi bir şey yok. Bunun karşısına tüketiciler getiriliyor. 2 sene önce Marks’ın sözünden esinlenerek “Dünyanın bütün mağazaları birleşin” sloganıyla şirketler devreye girdi. “Bayramda tatil olmaz, bayramda satış yapmalıyız” dediler. Bu ne demektir? Bu, resmi tatillerde bile izin yapamayan, dinlenme hakkı olmayan işçiler demektir. Sistem köşeye sıkıştıkça, krizi arttıkça bunu hammadde fiyatlarını ucuzlatarak yapamaz. Kimin üzerinde yoğun denetim kurabilir. Piyasaya müdahale edemez ama işçilere yapabilir çünkü muazzam bir yedek işçi ordusu ve işsizlik var. Özellikle geleneksel olarak İskandinav ülkelerinde işsizlik hep çok düşük olmuştur. Ama bugün bu ülkelerde de işsizlik çok yüksek. Bu kullanılarak maliyet düşürme ve değer birikimini hızlandırma emek üzerinden gerçekleştiriliyor.

Sermaye için istikrar!”

Türkiye’de 10 yıldır istikrar hikayesi, masalı anlatılıyor. Kim için istikrar? Sermaye için istikrar. Ne için istikrar? Çünkü faiz oranları düşük ve Türk parası değer kaybetmiyor. Bu çok hızlı bir birikimle gerçekleşmiş bir istikrar. Esneklik, kalite, performans üzerinden emek verimliliği özellikle son 10 yılda çok yükseldi. Bunun yükselmesi Türkiye’de çok ciddi bir sermaye birikimi olmasını sağladı.

Bu istikrarı yaratan kesime, işçi sınıfına baktığımızda sınıfın üzerindeki kontrol çok daha artmış durumda. İşçi sınıfı, istikrardan pay alamıyor. Alabilseydi onun adı istikrar olmazdı. Seneler önce söylediğim bir söz vardı; Verimlilik paylaşılmaz, paylaşılırsa verimlilik olmaz. Son 10 yıldır tam da böyle bir süreci yaşıyoruz. İstikrar da paylaşılmaz çünkü paylaşılsa istikrar olmaz. Yakında asgari ücretle ilgili görüşmeler var, her toplu sözleşmede sorun yaşanıyor. Bizde işçiler üzerinde şöyle baskılar kullanılıyor. “İşçilerin ücretleri ve asgari ücret yükselirse enflasyon artar.” deniyor. Bu inanılmaz bir yalandır. Metaların fiyatlarıyla ücretlerin hiçbir ilgisi yoktur. Metaların fiyatlarını belirleyen şey maliyetler değildir. Metaların fiyatlarını hizmet üretimi için ortalama olarak harcanan emek zamanı belirler. İşçinin ücretinin ne kadar düşürülüp arttırıldığı maliyet fiyatlarını ne düşürür ne arttırır. Ama neye yol açar? Emeğin karşılığı ödenmeyen kısmının küçültmeye yol açar ve sermaye zarar verir. Bu dediğim olmasın diye de katılıklar kaldırılmak zorunda.

Emek lehine ne varsa katılıktır”

- Sermaye hükümeti ve patronlar örgütü bu saldırıları gerekçelendirirken “katılık” kavramını kullanıyor. Bu kelimenin işçi sınıfı ve emekçiler açısından karşılığı nedir?

- İzinler, resmi tatiller, çay-kahve molaları, sabah işe başlama-bitirme saatleri ve mutlak emek zamanları... bunların tamamı katılıklardır. Belli sosyal güvenlik katkıları (devlet kanalıyla ama işverenlerin de katkı koymasıyla elde edilen doğum izni, doğum parası, evlenme, ölem parası vb.) katılıklardır ve kaldırılması gerekir. Aslında UİS tam da bu katılıkları tümüyle ortadan kaldırmak için tasarlanıyor. Emek lehine ne varsa onlar katılıktır. Tıpkı özelleştirme tartışmalarındaki gibi. Yıllarca, “özelleştirmek zorundayız, ülkemizde kara delik var” dediler. Sendikalar, sol güçler olarak biz ne yaptık. Ya, “kara delik yok, öteki ülkelere bakın” dedik. Ya da “kara deliğe dokunmayın biz küçültürüz”e dek gelecek olan şeyler söyledik. Halbuki bizler kara delikleri savunması gerekenlerdik. Kara deliği büyütmek zorundayız. Onlar için kara delik olan işçiler için aktır, alınteriyle kazanılmıştır. Şu anda da bizim büyütmeye çalıştığımız kara delikler kapatılmaya çalışılıyor. Dişle, tırnakla, mücadelelerle elde ettiğimiz kazanımlarımız elimizden alınmak isteniyor.

- Özel İstihdam Büroları da toplam saldırı paketi içinde önemli bir yer tutuyor. Bu uygulama hayata geçirildiğinde işçi sınıfını nasıl bir akıbet bekliyor?

- Sıradan bir insan strateji metnini eline alıp okusa bırakın eleştirmeyi beğenebilir bile. Örneğin şöyle cümleler var. “Bir yandan işgücü piyasalarının katılıktan arındırılması derken diğer yandan bu sosyal koruma şemsiyesi genişletilerek yapılacaktır.” Bunun bir yalan ve aldatmaca olduğunu gösteren değişik cümleler var. İnsanlar “sosyal koruma şemsiyesi”ne bakınca aldanıyorlar. Hem katılıktan arındırmaktan bahsediyorsunuz hem sermayenin önündeki engelleri kaldıracağınızı söylüyorsunuz hem de “merak etmeyin sosyal koruma şemsiyesini koruyarak yapacağız” diyorsunuz.

Bir diğeri, “bundan sonra üretken olmayan kesimlere yapılan harcamalar azaltılacak. Üretken kesimlere harcamalar aktarılacak” diyor. Üretken olmayan kesimleri düşünelim. Örneğin birçok kesim emeklilerin üretken olmadığını söyleyecektir. Burada da yanılsama var. Geçen yıl kıdem tazminatı tartışmasının başlamasının ardından pek çok genç insan kıdem tazminatı hakkı gasp edilmesin diye çalışma yaşındayken emekliliği tercih etmek zorunda kaldı. Normalde istese 60-65’e kadar çalışabilirdi. Sırf kıdem tazminatını kaybetmesin diye 40-45 yaşlarında tazminatını aldı ve yeniden işgücü piyasasına katıldı. Bu insanlar şu anda devlet tarafından üretken olmayanlar grubuna konulmuş durumdalar. Sigortasız, sendikasız, en düşük ücretle çalışıyorlar. Ciddi bir güvencesiz grubu oluşuyor. Devlet de emekli aylıklarını düşürüp, sağladığım faydaları azaltacağını, oradaki tasarrufları da şirketlerin rekabet gücünü arttırmada kullanacağını söylüyor. Yani bu kaynakları kapitalistlere aktaracak. İşsizlik Fonu ve kıdem tazminatı fonlarının da şirketlere rekabet gücünü arttırmak için kullanmak üzere verileceği söyleniyor. Güvenceli esneklikten bahsediliyor. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını bilmek gerekiyor.

Toplumsal olanla piyasa için olan aynı anda olamaz. Bunu ilk defa İskandinav ülkelerinden Danimarka ortaya attı. Arkasından Almanya dahil olmak üzere diğer ülkeler Avrupa’da kullanmaya başladılar. İşçi sınıfını esnekliğe ikna etmek için kullanılan bir söylemdir. 1-2 yıllık iş güvencesi veriyorlar ama esneklik ve güvencesizliği getiriyorlar. Bir diğeri ise özel istihdam büroları yani kiralık işçi bürolarıdır. Aslında bu yeni değil ama yasallaştırmak istiyorlar. Biliyorsunuz, Türkiye’de bir şey önce hayata geçiriliyor daha sonra yasalaştırılıyor. Özel istihdam büroları da aynı bunun gibi bir olay. İşçi kiralama şirketleri Türkiye’de de faaliyet gösteriyor. Kısa bir sürece önce ABD’den bir haber ulaştı. Communication, isimli bir çok uluslu şirket Amerika’daki bütün hapishaneleri satın almak için yüzde 90 doluluk oranını şart koştu. Bunların hepsi özel sektör için bedava işgücü olarak kullanılıyor. Burada da özel istihdam büroları kullanılacaktır. Buna eklenen son maddelerde işin paylaşılacağı ve “herkesin elini taşın altına koyacağı” söyleniyor. Bir tek sermaye elini taşın altına koymayacak. Birileri çalışıyor ötekiler bakıyor olmaz. O zaman işimizi paylaşacağız deniyor. Nasıl paylaşacağız? Senin 8 saatlik düzenli bir işin var. Sen bundan sonra 4 saat çalışacaksın. 4 saat de gelip başkası çalışacak. Sen 8 saat çalışırken 1000 lira alıyordun, ikiye bölündüğünde ödenen para 600-700’e düşecek. İkiniz de 300’er lira alacaksınız. Böylece iş paylaşımı yapılacak. Böylece karşılığı ödenen emek küçültülmüş olacak. Ücretler geriletilmiş ve güvencesizleştirilmiş olacak.

Bütün bunlar paketin içinde, katılıktan arındırma bahanesi arkasına sığınılarak yapılıyor. Kayıtdışılıktan sözediliyor ama yapılmak istenen kayıtdışını ortadan kaldırmak değil. Tüm üretimi kayıt altına almak istediklerini söylüyorlar ama bunu kayıt içindeki sermaye gruplarına zarar vermeden yapacaklarını söylüyorlar. Yani asıl yapılmak istenen dibe doğru bir yarışı hızlandırmak. Kayıtlı olanlar da tıpkı kayıtdışıların koşullarına getirilecek ve topluca hepsi kayıt altına alınacak. Kayıtdışının koşullarında hiçbir vergi, prim ödemesi, fon payı gibi şeyler olmayacak yine kayıtlı olanların bu ödemeleri azaltılacak. Bundan kim zarar görecek. Kayıtlı sektörde çalışan düzenli işçiler zarar görecek. Yani düzenli işçi diye bir şey bırakmayacaklar. Bugün kendilerini düzenli, güvenceli zanneden küçük bir azınlık kaldı ya onlar güvencelerini, ücretlerini ve işlerinin eski biçimini kaybetmiş olacaklar.

Özel istihdam bürolarını insanların kafalarında canlandırmakta yarar var. Kiralık işçi pratiği önümüze 6-7 sene önce şu gerekçeyle getirildi. Üretim süreçlerinin öyle aşamaları var ki orada düzenli işçiye gerek yok. Bir otomobil üretilir ama boyama en son aşamada gereklidir. Otomobili boyayacak işçileri başlangıçtan itibaren istihdam etmeye gerek yok. Ne zaman ki otomobil biter, o zaman alırız, bir hafta çalıştırır göndeririz. Böyle işçiler için kiralık işçilerin kullanılmasıydı. Dünyada bunun adı geçici iş bürolarıdır. Bu sistem Amerika’da 1960’tan beri var. Bir bakılıyor ki işin geçici doğası çoktan bitmiş. Bu sendikalar tarafından fark edilince sistem kalıcı geçicilik diye bir isim getiriyor. Yani 20’li yaşlarınızda bir işe kiralık işçi olarak başlıyorsunuz ve 60 yaşınıza geldiğinizde hala kiralık işçisiniz. Dolayısıyla eski argümanlarından da vazgeçtiler. Kiralık işçiliği kabul etmeleri için insanlar üzerinde işsizlik bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Amerika’da bir üniversitede denendiğinde, öğretim üyelerine, istifa edip en yakın kiralık işçi bürosuna gidip kaydolacaksınız demişler. Öğretim üyeleri de bunun kabul etmemiş ve biz burada 20 yıldır çalışıyoruz demişler. Bunun üzerine şirketin sahibi de öğretim üyelerini işten atmakla tehdit etmiş ve kiralık işçi bürosuna kaydolmuşlar. Ertesi gün aynı işi yapmak üzere geri almışlar. İki gün arasında toplam yüzde 40 oranında ücret kaybı yaşanmış.

İngiltere’de kiralık işçilik almış başını gidiyor. Bir tersanede gemi inşaa olayında bir işçi, başına vinç düşmesi sonucu hayatını kaybediyor. Sendikalı işyerinde yaşanan bu olay araştırılıyor ve ölen işçinin kiralık işçi olduğu ortaya çıkıyor. Kendisine koruma ekipmanlarını kullanma izninin verilmediği ortaya çıkıyor. Bu, kesinlikle pazarlığa girilecek bir durum değildir. Bu, kapitalizmin tarihinde bir farklılıktır. Arızi olan işçi simsarları gibi 19. yüzyılda olan şeyleri dışarı çıkarırsak bu asıl pratik haline getiriliyor.

Meslek liseleri sermayeye bırakılacak”

İlk defa, günlük çalışma süresi üçe bölünüyor. Karşılığı ödenen kısma bir kapitalist daha dahil oluyor ve artıdeğere hiç dokunulmuyor. Bununla ilgili yasa devlet eliyle çıkarılıyor. Biz bu çalışmayı Güvencesizler Hareketi olarak yapmadan önce sendikalar bir tür pazarlığa girmişlerdi. Sonradan geri adım attılar. Mesela eğitimle ilgili atacakları adımı söylüyorlar. “Genel ve mesleki eğitimin kalitesi ve etkinliği arttırılacaktır.” deniyor. Kamu kesimi mesleki eğitimden kademeli olarak kesilerek bu konudaki inisiyatifi yerel aktörlere veya özel sektöre bırakacaktır. Meslek liseleri tümüyle sermayeye bırakılacak. Bu, iki olaya yol açıyor. Birincisi, devlet eğitimi ile özel sektör eğitimi arasında öncelikle eğitimi verenler arasında çok önemli bir fark var. Yani eğitimciler tamamen güvencesiz, piyasaya çalıştırılan kişiler haline dönüştürülecek. Bunun ötesinde, artık daha öğrenciyken, tam olarak çalışma ilişkilerine girmeden genç beyinler sisteme emanet ediliyor. Örneğin ben öğretim görevlisiyim ve üniversitede ders veriyorum. Kamu üniversitelerinin de tamamen şirketlere devredildiğini düşünelim. Benim gibi öğretim üyelerini kullanmayacaklarına hiç kuşkum yok. Hayata benim durduğum yerden bakan öğretim üyelerinin ders vermesi de gençlerin, özellikle işçi olmaya aday gençlere etkisi bence önemlidir. Bir yandan bakıyoruz İstihdam Stratejisi diğer yandan da eğitime kadar girmiş.

Geçtiğimiz Ağustos ayının başlarında İngiltere’de isyanlar yaşandı. O tarihlerde bir çalışmam nedeniyle Londra’daydım ve olayların ortasındaydım. Bu eylemlerin yapıldığı sokaklarda dolaşma ve insanlarla konuşma şansım oldu. Sadece siyahiler ve göçmenler değil içlerinde beyaz İngiliz öğrenciler de vardı. Başka bir şey gözlerden kaçırıldı. Bize hep, yağma, yasadışı, hırsızlık, yaktılar gibi yansıtıldı. O dönem çeşitli kurumlar istatistikler yayınladılar. En fazla yağmalanan, tahrip edilen işyeri üzerinden. Birinci sırada emlak komisyoncuları, ikinci sırada ise özel istihdam büroları vardı. Bu iki işyeri en fazla tahrip edilen işyerleriydi. Bu iki yerden yağmalayabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Buralarda hırsızlık yapamazsınız. Bu bir tepkidir ve tepkinin neye olduğu çok açıktır.

- Kölelik olarak ifade edilen taşeronluk sistemi de tüm iş kollarında yaygınlaşmış durumda. İş cinayetlerinin büyük çoğunluğunun da bu alanda yaşandığını görüyoruz...

Taşeronlarda sömürünün iki katına çıktığını biliyoruz. Ana sermaye gruplarının taşeronlarla çalışmasının nedeni de budur. Kendilerinin düzenli istihdam ilişkileri içinde yapamadığı aşırı sömürüyü taşeronlar yapabilir. Çünkü taşeron patronlar hızlı bir şekilde sermaye birikimi yapmak istiyor. Bunun için çalışma sürelerini uzatıyor, ücretleri kısıyor ve gerekli koruma ekipmanlarını işyerine almıyor. Bu yeni dönemde de en fazla zarar görecek gruplar ise işsizler ve taşeron işçileridir. “Daha ucuza nasıl üretimin hesabını yaparız”ın hesabını yapan taşeron patronlar özel istihdam büroları ve kiralık işçiliği ilk keşfedenler olacaklar. Dolayısıyla, taşeron işçileri bugünkü durumlarını bile mumla arar bir duruma gelebilirler. Çünkü çok düşük ücretler karşılığında fiziksel olarak çok yoğun sömürü koşullarında çalışıyorlar. Aynı işi yapmaya devam edip şu anda aldıkları ücretlerin yüzde 60 düzeyine düştüğünü düşünün, yaklaşmakta olan saldırı en fazla en alttaki grupları vuracak. En diptekiler yoksullaştıkça, mağdur oldukça ötekiler de üst sıradaki yerlerini kaybedecekler. Nasıl ki, taşeronlar ilk fabrikalara girdiğinde merkez-çekirdek işçiler kendi durumlarının sağlamda olduğunu düşündüler. Hemen arkasından ise ana üretime girdi. Artık resmen montaj ve diğer alanlarda taşeronlar varlar. Bu yüzden kimsenin koltuğu sağlam değil.

Taşeronluk, üretken sermayenin uluslararasılaşması, parçalanmasıyla birlikte (70’lerin kriziyle gündeme geldi) ortaya çıktı. Mercedes’in şanzımanı Polonya’da, diferansiyeli Çin’de, fren balata sistemi Kongo’da üretiliyor ama bunun bu şekilde dağıtılması üretim araçları farkının da parçalanıp bu ülkelere gönderilmesi anlamına geliyor. Bu ülkelerde emek ucuz olduğu için gönderiyor ama maliyetlerin de düşürülmesi isteniyor. Bunu yapabilecek küçük kapitalistlerin yaratılması gerekiyor. Bunun için de 19. yüzyılın işçi simsarları bugün taşeron patronları veya özel istihdam büroları dediğimiz yeni kapitalistler devreye girdi. Taşeron patronlar genelde ve çoğunlukla eskinin işçileridir. Ustabaşı, formenlik yapmış, biraz banka kredisi, akraba yardımı alarak üretim aracını daha kolay elde edebildiler

- Kapitalizmin genel işleyiş mantığından hareketle taşeronluk sistemi örgütlenmenin ve mücadelenin önünde nasıl bir engel oluşturuyor?

Emek örgütleri ve devrimci örgütlerin en fazla bakmaları gereken alan bence işsizler, taşeron işçileri ve bundan sonra artacak olan kiralık işçi bürosu çalışanlarıdır. Çünkü eğer bu grup önceden örgütlenmezse diğer grupların aynı duruma düşmesi kaçınılmazdır. Bence yanlış bir sıralama yapıyoruz. İşçi sınıfı ve emek dediğimizde gözümüzü önce DİSK’e, KESK’e sendikalı ve görece ayrıcalıklı azınlığa çeviriyoruz. Bunu yapmayalım demiyorum ama onların da öncelikli görmesi gereken yer işsizler ve taşeronlardır. Bunun örgütlenmesinin araçlarını yaratmak zorundayız. Bu kolektif bir örgütlenmeyi gerektiriyor. Aslında kiralık işçiliğin doğası da kolektif örgütlenmeyi gerektiriyor. Eğer sendikal örgütlenmeden bahsediyorsak işçiyle ücretini aldığı patron arasındaki ilişkidir. İşçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Özel istihdam bürosunu düşünelim. 5 bin işçilik bir portföyü var. Bu işçilerin içinde mimarlar, doktorlar, mühendisler, avukatlar, öğretim üyeleri, kimyagerler, metal işçileri, tekstil işçileri vs. var. Bu işçilerin hepsinin patronu özel istihdam bürosunun sahibidir. Bunların hepsi başka işyerlerine kiralanıyorlar. Çeşitli ülkelerde, kiralık olarak başka bir yerde çalışan işçi sendikaya üye olabiliyor. Ücretinizi kendi patronunuzdan alıyorsunuz ama sendikalı diğer işçilerin yararlandığı haklardan yararlanamıyorsunuz. Hepsi aynı patrona karşı örgütlenmek zorunda. Bu kolektif bir örgütlenmeyi gerektirir derken bunu kastediyorum. İşkolu ve işyeri sendikacılığı bu yeni modeli kucaklayamıyor.

- 15 Nisan’da Taşeron İşçileri Kurultayı toplanacak. Bu alanda atılan adımlar yeterli mi, ne yapılmalı?

Atılan adımlar yetersiz demekle kolaycılığa kaçmış oluruz. Kuşkusuz yetersizliklerimiz var. Devrimci örgütlerin, bilim insanlarının, düşünürlerin, aydınların hepimizin eksiklikleri var. Biz biraraya gelerek bu eksiklikleri aşabiliriz. Böyle bir gücümüz, potansiyelimiz de var. Bunu yapmak için biraraya gelmemiz gerekir. Örneğin kiralık işçi büroları sözkonusu olduğunda kolektif örgütlenmeyle hepimizin aynı yere vurması gerekiyor.

- Önümüzdeki 1 Mayıs’ın gündemleri, talepleri ne olmalı?

Talepleri geçelim. Çünkü biz talep ediyoruz onlar da yapmıyor. Biz talep ettikçe daha çok hak gaspı oluyor. Fiili mücadele gerekiyor. Direniş, eylem, grev, işgal olan her yerde birlikte olalım. Ama bu dergimize birkaç fotoğraf koyarak orada olduk demek için olmamalı. Bu, video kayıtları yapıp internete koymanın ötesine geçsin. Dahi sahici, daha samimi birliktelikler olsun. Yapabiliyorsak 1 Mayıs’a güvencesizleri, taşeron işçilerini yığalım. Bunun için de beraber hareket etmemiz gerekiyor. Tek tek ulaşma şansına sahip değiliz. Bu 1 Mayıs’a giderken önceliği kendimize verelim.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

 

 

ÇOMÜ taşeron işçilerinden eylem

ÇOMÜ’de işten atılan taşeron işçiler 1 Nisan günü Biga Kocabaş Köprüsü yanındaki Kapalı Çarşı önünde eylem yaptılar.

Eylemde DİSK/Genel İş Sendikası Çanakkale Şube Başkanı Erdinç Uslan basın açıklaması yaptı. İşten çıkarılan işçi sayısının 40’a ulaştığının bilgisini veren Uslan, mücadeleye devam edeceklerini belirterek şunları söyledi:

“Bilinmelidir ki işçiler olarak ekmeğimiz için mücadeleye devam edecek, en temel hak olan çalışma ve insanca yaşama hakkımızı elimizden alan bu zulüm bitene ve Çanakkale sınırlarını terk edene kadar susmayacağız. Mücadelenin bir saman alevi gibi geçeceğini düşünenlere Biga ilk adımlardan biri, daha direnişimiz yeni başlıyor diyoruz.”

Eyleme, aralarında Ekim Gençliği’nin de bulunduğu ilerici ve devrimci güçler de destek verdi.

Kızıl Bayrak / Çanakkale

 

 

 

‘Köle işçilik’te adımlar hızlanıyor

Sermaye örgütleri ve hükümetin gündemindeki sosyal yıkım programının temel ayaklarından biri olan “köle işçilik” uygulamasıyla ilgili somut adımlar atılıyor.

Güvencesiz ve kölece çalışma anlamına gelen düzenlemeyi hayata geçireceklerini duyuran Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, “iş arayanlarla işçi isteyenleri bir araya getirecek 4 bin iş ve meslek danışmanının yakında Türkiye’ye yayılacağı”nı söyledi.

Uygulamayı “işsizlikle mücadele” ve “mesleki yeterlilik” adı altında gerekçelendirmeye çalışan Çelik, iş arayan 3 kişiden birinin mesleki yeterliliğe sahip olmadığını vurgulayarak, şunları ifade etti:

“Mesleki eğitim almış insan gücü, işgücü piyasasında en çok ihtiyaç duyulan kesim olmasına rağmen, meslek lisesi mezunlarının istihdamdaki oranı yüzde 7’lerde seyretmektedir. Yani, Türkiye ‘mesleksizlik sorunu’nu aşmak durumundadır. Bunun farkında olan hükümetimiz, son 3 yılda 706 milyon TL kaynak ayırarak 522 bin kişiye mesleki eğitim verdi ve bu konuda ciddi başarılar elde etti. Elimizdeki imkânları mesleki eğitim için seferber etmeye devam edeceğiz.”

 

 

 

İşçi cinayetine yasal kılıf

“İşçi Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı” meclise geldi. İşçi cinayetlerinin ardı arkası kesilmezken sermaye devleti kağıt üstünde işçi güvenliği önlemleri hazırlıyor. Bakan Faruk Çelik’in açıklamalarında “önce risk” esaslı hazırlandığı iddia edilen yasal düzenlemeler meclis başkanlığı gündemine iletildi. Tasarıyla işyerlerinin tehlike durumu sınıflandırılacak. İşçi, yapılacak işin riskli olduğunu düşündüğünde ‘işten kaçınma’ hakkını kullanabilecek. Bu maddenin kağıt üzerinde kalacağı ise şimdiden aşikardır. İşçileri kum torbası niyetine filikada deneyen patrona işçi bu hakkı kullanacağını söylediği an işsiz kalacaktır. Bundan dolayı işçiler bu hakkı kullanamazlar. Aynı zamanda bu yasal düzenleme sermaye devleti ve patronları aklamanın aracına dönüşecektir. Patronlar iş cinayeti sonrası “işten kaçınma hakkını kullanabilirdi” diyerek kendini savunabilecekler.

Keza getirilen düzenlemelerle iş güvenliği için gerekli önlemleri kullanmadığı tespit edilen işçiler yaşanacakların sorumlusu olacak. Olması gereken işçinin tüm güvenlik önlemlerinin patron tarafından sağlanması ve sorumluluğun alınmasıdır.

Burjuva basının iyileşme adı altında verdiği düzenlemeler patronların bundan sonraki işçi cinayetlerinden aklanmasını kolaylaştıracaktır.