12 Ekim 2012
Sayı: SİKB 2012/08 (41)

 Kızıl Bayrak'tan
AKP ateşle oynamaya devam ediyor…
Tezkere eylemleri ve
anti-emperyalist mücadele
Binler savaş tezkeresine karşı alanlara çıktı!
Savaş borazanı medyanın elinde!
Savaş tezkeresinin hedefinde
Kürt halkı da var
Baskı ve asimilasyona karşı onbinler Ankara’da buluştu!
Metal işçileri bekleyişe son vermeli,
fiili-meşru mücadeleyi örmeli!
Güven Elektrik direnişçisi kadın işçilerle konuştuk
MİB MYK Ekim Ayı Toplantısı
KESK Mali Sekreteri Ali Berberoğlu’yla konuştuk
DEV-GENÇ, 43. yılında gençliğin mücadelesine yol göstermeye
devam ediyor!
Üniversitelerden haberler
Ekim Gençliği çalışmalarından
Zafer Aktan yoldaşı kaybettik!
“İşçi ve emekçilerin ortak düşmanı kapitalizmdir!”
5 Ekim’de kentsel yağma ve talan için düğmeye basıldı
Emekçilerden yıkımlara karşı eylem
“Özelleştirme yıkımdır!”
“Sendikalar yetkisizleşecek”
Son abdal, gariplerin Neşet
Necdet Adalı’yı saygıyla anıyoruz: Davan davamızdır!
Antep direnişinin anlamı üzerine
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Son abdal, gariplerin Neşet

 

Bugün hala dinlenen ve ilk günkü etkisini devam ettiren kaç tane ozan vardır acaba. Ve bunlardan kaçının ölmeden önce de kitlelere yeterince ulaşabildiğinden, onları etkileyebildiğinden bahsedebiliriz? Zengin olmak gibi bir hayali var mıydı, yoksa sadece kendisinin ve ailesinin karnını doyuracak kadar kazanması onun için yeterli miydi? Telif haklarından yararlanması gerektiği, böylece çok zengin olabileceği söylendiğinde bile tevazu göstermesi ne anlama geliyordu? Devlet sanatçısı olmayı reddedip de halkın sanatçısı olmak nasıl bir felsefeyle mümkün olabilirdi?

Bin dokuz yüz otuz sekiz cihana

Kırtıllar köyünde geldin dediler

Babama Muharrem, anama Döne dedim

Sen atayı bildin dediler”

Diyerek özetler kendi hayatını Ertaş, saza başlama sürecini ve ‘aşık’lığını ise;

O zaman babamdan öğrendim sazı

Engin gönülle hakka niyazı

O yaşımda yaktı bir ahu gözü

Mecnun gibi çölde kaldın dediler”

İlk aşkı Meno’dur henüz 3 yaşında aşık olur ve yıllar sonra Meno’nun ölüm haberini aldığında ise şu dörtlüğü yazar;

Bugün bana bir hal oldu

Yardan gara haber geldi

Bu haber bağrımı deldi

Dediler ki Meno’n öldü”

Hayat felsefesi her zaman insandan yana olan Ertaş, insanlara olan saygısını ve sevgisini, uzun süren gurbet hayatından sonra Türkiye’de verdiği konserde söylediği “Saygısızlık olmasın, ceketimi çıkartabilir miyim” sözüyle; kadınlarla ilgili düşüncelerini “biz erkekler olarak insan oğluyuz, insan bizim analarımızdır. Onların canı yaratan can, bizim canımız yaratılmıştır. Biz erkekler olarak insan oğluyuz ve insana benzeriz. Onların yüzü suyu hürmetine biz de insanız” sözüyle açıklayan, “sana gurban olurum” diyen hayranlarına, “ayağınızın turabı, gönüllerinizin hizmetçisiyim” diye karşılık veren, tek suçun sevenleri ayırmak ve gönül kırmak olduğunu söyleyen, kadere Allah inancını “hepimiz Allah’tan gelen canız, ondan geleni olduğu gibi paylaşmalıyız” diyerek açıklayan, kadere inanmanınsa acizlik olduğunu anlatan, halkın içinden, halkın sanatçısı, bir garip gönüllü insanını gelin farklı açılardan değerlendirelim.

Garibin hayatına ve bakış açılarına başka bir pencereden bakalım.

Mahlas (İnsanın hiçliğe dönüşmesi ve kendini en aşağıda görmesi)

Zavallı, kimsesiz ve gurbette yaşayan manalarına gelen Garip sıfatı, Anadolu’da geçimlerini müzisyenlikle sağlayan abdalların genel bir ismi olarak da kullanılır. İşte bu gariplerin en çok bilineni ve en sonuncusu Neşet Ertaş’tır desek yanlış olmaz. Kırk beşe yakın albüm, derleme ve kendi eserleri dahil beş yüze yakın eserin yer aldığı yaşamında, tevazusundan ve kendi doğru bildiği gibi yaşamaktan hiçbir zaman taviz vermeyen ozan. İç Anadolu müziğine hayat vermesi ve o ağzı tüm içtenliğiyle sürdürdüğü ve kitlelere benimsettiği için kendisine bozkırın tezenesi denmiştir.

Yapılan bir röportajda “Bir türkünün sonunda kimsenin adı yazmıyorsa ya benimdir ya babamın ama biz bunu önemsemeyiz, içinden gelen söylesin, biz böyle gördük çünkü” der. Türkülerin sonlarında mahlas denilen bir kısım vardır. Son kıta da türküyü yakanın kendi ismi yahut çoğunlukla ona çevresi veya ustası tarafından verilen bir takma isim, mahlas kullanılır. Pir Sultan’ın asıl adı Haydar, Karacoğlan’ın asıl adı Simayil veya Hasan olarak geçmekte kendi yazdığı türkülerinde. Sümmani’nin Hüseyin, Reyhani’nin Yaşar Yılmaz, Mahzuni Şerif’in Şerif Çırık olduğu bilinir. Daimi, Kazak Abdal, Gevheri, Nesimi gibi Anadolu’ya mal olmuş ozanlarımız vardır. Hiçbiri kendi isimlerini kullanmaz veya bir yerde söylendiğinde hak iddia etmezler. Herkes bilir bu türküleri kimlerin ürettiğini, lakin kullanmaktan çekinilmez. Çünkü paylaşım, ozanlık geleneğinin temelinde vardır. Bir türkü, bir şiir bir ozandan çıktığı anda toplumun olmuştur artık. Çünkü bu türküyü yakan kişi, o toplumun bir bireyidir ve üretenin bu eseri bu toplumsal dinamiklerin dışında yazdığından bahsedilemez.

Amanet (Emanet)

“Türkü” halk edebiyatının en önemli türlerinden biridir. Türküler genellikle ezgileriyle birlikte bir bütünlük arzederler. Bununla beraber birçok mecmua, defter ve eski yazmalarda “Türkü” başlığı altında yazılmış şiirlere rastlanır ve bunların ezgi kayıtları bulunmayabilir. Tarihin derinliklerinden günümüze sadece sözleriyle aktarılmış pek çok türkü bulunmaktadır. Türküler genel olarak “Anonim” ürünlerdir. Başlangıçta bir kişi tarafından söylenmiş veya yazıya geçirilmiş olsalar bile zamanla cemiyetin ortak duygu ve düşünceleri aynı potada eriyerek kuşaktan kuşağa, nesilden nesle sözlü olarak aktarılmışlar ve ferdî izler kaybolarak anonim nitelik kazanmışlardır. Bu yönüyle türküler folklorun “Halk Edebiyatı” sahasının “Anonim” ürünler kısmında yer almışlardır. Pek tabii olarak türküler daha çok “koşma” ya da “mani” biçiminde olmuşlar ve zamanında mutlaka bir ezgi ile söylenmişlerdir. Bu ezgilerin doğuşu türkünün şiirsel yapısındaki doğuşu gibidir. Çoğu zaman aynı anda şiirle birlikte yaratılmazlar. Şiirler, daha önce yaratılmış olan ve İngilizcede “Stock melody” olarak tabir edilen mahalli ezgilere (Kalıp Ezgilere/ezgi kalıplarına) döşenmişlerdir. Bu ezgi kalıpları halka ait olup (yani ferdî izleri kaybolmuş olup) halk müziğinde yaygın olarak kullanılmaktadır.

Âşık Edebiyatı’na mahsus (içinde mahlası geçen) şiirler folklor yönünden bakıldığında ferdî özellik taşıdıkları ve yaratıcıları belli oldukları için Anonim değildirler. Bu şiirlerin sözlerindeki ferdî aidiyet bakımdan folklorun içinde yer almazlar. Bundan dolayıdır ki Türkü olarak isimlendirilmezler, buna karşılık “Deyiş, Nefes, Semah, Taşlama, Methiye, Nevruziye vb.” ya da son zamanlarda bazı yeni üretilen örneklerde olduğu gibi “türkü formunda beste, beste-türkü” vb. isimler altında zikredilirler. Ne var ki âşık şiirlerin ezgileri çoğunlukla anonim halk müziği karakterindedir.

Bu değerlendirmeler dahilinde Neşet Ertaş’ın türküleri halk biliminin ölçülerine göre anonimlik niteliğini çoktan kazanmıştır. Yapılan bu genel halk bilimi, folklor, türkü, anonimlik ve ferdilik tanımlamalarına rağmen, Neşet Ertaş’ın bir türkünün sahibinin olmayacağı, onun kültürel bir miras olduğu ve kimsenin tekelinde anılamayacağını ve bir metaya dönüştürülemeyeceğini anlattığı bir diyaloğu paylaşırsak sanırım babasından edindiği felsefeyi daha somut bir biçimde gözler önüne sermiş oluruz. Birgün Muharrem Ertaş, Karac’oglan’ın “Bir ayrılık, bir yoksuzluk, bir ölüm” türküsünü söylerken, Oğul (Neşet Ertaş) “Baba neden sen kendin türkü yazmıyon” diye sorduğunda, Baba (Muharrem Ertaş) “Ozanlar birbirinin devamıdır oğul. Benim demek istediğimi benden önce bir başka ozan görüp söylediyse, bu bana mirastır, amanettir, onu saygıyla anarak türküsünü havalandırırım (okurum).”

İşte bu düsturla türkülere bakan, babasının ve kendisinin üretimlerine her zaman büyük bir alçak gönüllülükle yaklaşan ozan, yine bir röportajda kendisine sorulan telif hakkındaki bir soru üzerine şunları söyler: “Yürü güzel yürü yolunda kalma adlı bir parça vardır babamın. TRT’ciler gelip o türküyü Kırşehirli Şemsi Yastıman üzerine yazmışlar kaynak kişi olarak.” der ve “bunlar yöneticilerin eksiklikleri, onların ne duyduysa onu kaydetme adam sendeciliği” deyip geçer, üzerinde bile durmaz. Bakış açısı her zaman paylaşımdan ve üretimden yana olan büyük üstad, sözlerinde sanatın metalaşmasına ve özellikle türkülerde özel mülkiyete karşı çıkışını belki bu jargonda dile getirmez fakat bu manaları çıkarmak da çok zorlama ve alakasız olmaz sanırız.

Ertaş, sanat ve toplum…

Yurttan sesler korosunda ilk kez türkü söyleyeceği zaman yaşadığı bir anısını anlatır bir röportajında: “Giriftar eyledim ben bir isale, çektiğim ah ile zardır yare, diye bir türkü okuyordum, tam orada Muzaffer Sarısözen türküyü kesip, halk bunu ishal gibi anlar sen bu kubleyi değil diğerini oku dedi” der Ertaş. Muzaffer Sarısözen’in bahsettiği halktan olmak, halkın anlayacağı dilden söylemek aslında kendiliğinden var olan bir olgudur Neşet Ertaş’ta, Çünkü Ertaş’ın seslendirdiği eserler kendisinin aynı zamanda halkın kendi ürünüdür zaten. Ve her zamanki tevazusunu, Sarısözen’in bu kalıpçı ve halktan uzak, elitist tavrına rağmen bozmaz ve ikinci kıt’adan okumaya devam eder.

Halktan olan, basitlik ve sadelik içinde olandır ve sanatsallık yahut estetik kavramı da bu noktada tartışılmalıdır” diyen Yılmaz Güney’in de kendi roman, öykü ve filmlerinde olan gerçeği olduğu gibi katıksız anlatmak, halka ulaşmada ön koşuldur. Halk anlamaz deyip içi boşaltılmış sanat ürüncükleri bu bağlamda hem estetik kaygılardan yoksundur hem de gerçeklikten uzak olduğu için halkın değer yargılarına hitap edemez ve bir süre sonra unutulur gider. Sanattaki bu gerçeklik, halktanlık aynı zamanda politik olmayı da beraberinde getirir, Yılmaz Güney’in Umut’unda olan, Picasso’nun Guernica’sında olan gerçeğin yani toplumsal olan sanatın aynı zamanda politik olması Neşet Ertaş’ın Dertli Yoldaş türküsü gibi birçok türküsünde de rastlamaktayız. (“Mahpushanelere güneş doğmuyor”, hapishanelerde yaşanan sıkıntıları anlatır. “Anam ağlar başucumda oturur” türküsünü ise, köyleri gezip düğünlerde türkü söylediği bir dönemde, bir evde bakacak kimseleri olmayan, hasta oğlunun başucunda çaresizce oturup ağlayan bir anaya ithafen yazmıştır) Toplumdaki ezen ezilen çelişkisini tüm gerçekliğiyle aynen kendi yaşadığı gibi anlatmıştır Ertaş. Bunu yaparken toplumsal mesaj verme kaygısı da gütmemiştir üstelik. Kendi deyimiyle “böyle olsun diye değil öyle olduğu için” yazmıştır. Bu anlamda Neşet Ertaş’ın politik bakış açısı olmadığını düşünenlerin bu konuyu bir de bu bağlamda düşünmelerini naçizane tavsiye ederiz.

Son Abdal’a selam

Ertaş, bal arısı gibi bin bir çiçekten nice emekle eşsiz lezzette ballar yapıp gönüllerimize sundu. Korun içine çekilen ateş misali, emeğini ozan bilgeliğinin ardına gizleyerek engince fark edilmeyi bekledi. Varılacak menzili insan olarak gördüğü nice zorluklarla dolu bu çileli yolda, ışığını bereketli Anadolu toprağının aydın kültüründen alarak yürüdü, yürüdü. Bir garip bülbül olarak sürdürdüğü ömrü boyunca hep hayatı havalandırdı; yaşadığını söyledi, söylediğini yaşadı.

Belli ki gerçekler meydanında tarttığı kendi değerini iyi bilir ama “ayaklar turabı, gönüller hizmetçisiyim” diyebilecek kadar da engin gönüllüdür. Bu; gezgin, münzevi (inzivaya çekilmiş) yaşayan, kulak verip dört köşeyi dinleyen, maddiyata değer vermeyen- mülkiyeti reddeden, perişana, düşküne el uzatan, yoksul hamisi, cahil eğiten, şiirle- türküyle nefes alıp veren Kalenderi- Bektaşî Dervişi anlamak için halkı bilmek ve gönül gözü ile görebilmek gerekir. Çünkü o tıpkı Anadolu insanı gibi bütün süsü edep olan, sadeliğin içindeki gizli cevherdir. 74 yaşında yaşama veda eden ulu çınara, ustalar ustasına,Yaşar Kemal’in deyimiyle Bozkırın tezenesine ve Son Abdal’a selam olsun.

A. Ardil

Kaynakça :

*Doç. Dr. Hüseyin YALTIRIK, Halk Bilimi Açısından “Anonim” VE “Ferdi” Türkülerin Yaratılış Bağlamında Mukayesesi

*Erol PARLAK, Anadolu Türkmen Müzik Sanatında bir Abdal Deha: NEŞET ERTAş

*Bayram Bilge TOKEL, Bir Neşet Ertaş kitabı

*Haşim AKMAN, Gönül dağında bir garip “Neşet Ertaş kitabı

 

 

 

 

Köln’den asimilasyon mesajı

 

7 Ekim günü onbinlerce Alevi baskı, asimilasyon ve saldırılara karşı Ankara’da buluşurken Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, asimilasyoncu devlet çizgisine paralel yeni açıklamalarda bulundu.

Görmez, Almanya’daki temasları çerçevesinde Avrupa Türk İslam Birliği, Köln ve Çevresi Hacı Bektaş-ı Veli Alevi Cemevi ve İslam Kültür Merkezleri Birliği’ni ziyaret etti. Görmez ziyarette, “Alevilik İslam’ın yoludur. Buna hiçbir can hayır diyemez” diye konuştu.

Görmez bir kimsenin “Alevilik İslam dışı” demesi halinde karşısında kendilerini bulacağını vurgulayarak, asimilasyon politikalarının bir parçası olarak cemevlerini yok saydı.

Görmez şöyle konuştu: “Bazı ithamlar karşısında Alevi kardeşlerimiz üzülüyordu. Anadolu’nun asli sahibi Alevi vatandaşlarımızdır. Hiç kimsenin onları azınlık statüsünde göstermeye hakkı yoktur. Haddi de değildir. Cemevi ısrarla sürekli tartıştığımız husus. Cemevi ve cami üzerinden bizim ayrılmamamız lazım.”

Konuşmasında Madımak Oteli yangınına da değinen Görmez, “Aklı başında, kalbinde vicdan taşıyan hiçbir varlık, bu hadiselerde yanlışlık olmadı diyemez” sözleriyle günah çıkarmaya kalktı.