12 Ekim 2012
Sayı: SİKB 2012/08 (41)

 Kızıl Bayrak'tan
AKP ateşle oynamaya devam ediyor…
Tezkere eylemleri ve
anti-emperyalist mücadele
Binler savaş tezkeresine karşı alanlara çıktı!
Savaş borazanı medyanın elinde!
Savaş tezkeresinin hedefinde
Kürt halkı da var
Kürt sorunu ekseninde oynanan iki perdelik oyun
Baskı ve asimilasyona karşı onbinler Ankara’da buluştu!
Metal işçileri bekleyişe son vermeli,
fiili-meşru mücadeleyi örmeli!
Güven Elektrik direnişçisi kadın işçilerle konuştuk
MİB MYK Ekim Ayı Toplantısı
KESK Mali Sekreteri Ali Berberoğlu’yla konuştuk
DEV-GENÇ, 43. yılında gençliğin mücadelesine yol göstermeye
devam ediyor!
Üniversitelerden haberler
Ekim Gençliği çalışmalarından
Zafer Aktan yoldaşı kaybettik!
“İşçi ve emekçilerin ortak düşmanı kapitalizmdir!”
5 Ekim’de kentsel yağma ve talan için düğmeye basıldı
Emekçilerden yıkımlara karşı eylem
“Özelleştirme yıkımdır!”
“Sendikalar yetkisizleşecek”
Son abdal, gariplerin Neşet
Necdet Adalı’yı saygıyla anıyoruz: Davan davamızdır!
Antep direnişinin anlamı üzerine
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt sorunu ekseninde oynanan iki perdelik oyun:

Devletin ‘şefkatli’ yüzü ve gerçek yüzü

 

Son günlerde gündeme Kürt halkının haklı talepleri ve özgürlük mücadelesi üzerine söylenen sözler oturdu. Devletin farklı birçok mevkiinden söylenen sözler devletin Kürt sorunundaki politikasının ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermeye yetti. On yıllardır, Kürt halkına yönelik imha, inkâr ve asimilasyon politikalarını sürdüren, sözde Kürt açılımı ile gözlerini boyamaya çalışan sermaye devleti ve sözcüsü AKP hükümeti, her fırsatta gerçek kimliklerini ortaya koymakta çekinmiyorlar.

Yapılan açıklamaları ardı ardına inceleyecek olursak oynanan oyunun iki perdelik bir oyun olduğunu görürüz.

İlk perde: Arınç ve Ensarioğlu ve Güven’den yansıyan ‘şefkat’

5 Ekim günü Bülent Arınç Diyarbakır AKP İl Başkanlığı’na yaptığı ziyarette “Kürt kimliği şerefli bir kimliktir… Eskiden ‘Bu ülkede Kürt yoktur’ deniyordu. Biz ‘Bu ülkede bin yıldır Kürt kardeşlerimiz var’ dedik. Kürtçe konuşmak yasaktı. ‘Hayır, herkes dilini öğrenecek, dilini konuşacak hükümet onlara yardımcı olacak’ dedik. Bugünkü anarşinin ve şiddetin temelinde bu ret ve inkâr politikaları yatıyor. Bu ülkede darbeler yapanların ortaya koyduğu inkâr politikalarından AK Parti hesap soruyor…” diyerek hem Kürt halkının gözünü boyamaya çalıştı hem de AKP propagandası yaptı. Anadilde savunma hakkının olması gerektiğini de söyleyen Arınç’ın bu söylemlerini daha önce de defalarca tekrarladığını biliyoruz.

6 Ekim’de AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nce düzenlenen ‘Anadili Politikaları’ toplantısında, “Kürtler, anadil taleplerini hiçbir şekilde pazarlık meselesi yapmayacak ve hiçbir şekilde vazgeçmeyecek. Bunun güçlü bir şekilde bilinmesi gerekiyor. Ben dâhil, Kürtler anadili bir hak olarak görüyor, vazgeçmeyeceğimiz bir hak olarak tanımlıyoruz.” dedi.

Diyarbakır Emniyet Müdürü: “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz.”

Bu iki sözün üzerinden sadece 1–2 gün geçmişti ki, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü görevine yeni getirilen Recep Güven “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz. Ama eline silah alıp çoluk çocuk demeden insan katleden canavarlaşmış bir teröristi de entegre edemiyorsanız devlet değilsiniz. Ben bu iki cümle arasında gidip geliyorum. Benim yitik evladım dağa çıkmış keşke ulaşabilseydim, keşke ona normal bir hayat sunabilseydim” dedi. 

Bülent Arınç’tan destek gecikmedi: ‘’Emniyet Müdürü’nün bu düşüncelerini ve önümüzdeki çalışma dönemine ait neler yapabileceğini söyleyen, bizim de paylaştığımız bu gazetecilerle yaptığı toplantıdaki ifadelerini çok değerli buluyorum.”. Bülent Arınç devletin ikiyüzlü politikasının ‘şefkatli’, ‘demokrat’ yüzü olmayı sürdürmüş oldu. Ancak, Emniyet Müdürü’nün açıklamaları çok daha büyük yankı yarattı.

İkinci perde: Devletin gerçek yüzü

İkinci perdeyle beraber gerçekler ortaya çıkmıştır. Devletin on yılları bulan pratiği değişmemiştir: İmha, inkâr ve asimilasyon... Pratiğe geçen düşünceler olmamalarının yanı sıra AKP’nin halen bu cümlelerin kurulmasını engellememesi bu ikiyüzlü politikadan çıkar sağladığını da ortaya koyuyor. Hükümetin ve devletin alt kademe bürokratları ve temsilcileri bu sözlerle Kürt halkını özgürlük mücadelesinden vazgeçirmeye ve düzene entegre etmeye çalışıyor. Yaklaşan seçimleri de düşünecek olursak bu söylemler, AKP eliyle bir şeylerin değişebileceğine dair yanılsama yaratmaktadır.

Sonuç olarak, bu sözlerin ve ilk perdenin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Çünkü hem söyleyenlerin kimliği, geçmişi ortadadır, hem de sermaye devletinin pratiği ortadadır.

Recep Güven kimdir?

Recep Güven, 1991–95 yılları arasında ‘fail-i meçhul’ (fail-i devlet) cinayetlerin en yoğun yaşandığı dönemde Diyarbakır’da istihbaratta görev yapmıştır. “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz” sözünü söylediği toplantıda o dönem yaşananlar için, “Belki bir mecburiyet, belki acil bir kararla yapıldı” diyerek yürütülen kirli savaşı haklı gösteren bir ‘görev adamı’dır.

Daha sonrasında İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı, Siirt Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulunmuş ve sürekli olarak görevlerinde yükselmiş bir ‘görev adamı’. Devletin ona ve onun yer aldığı kurumlara verdiği görevleri yerine getiren, Kürt halkına yönelik imha, inkâr ve asimilasyon politikasını hayata geçiren bir ‘görev adamı’dır.

Siirt’te Emniyet müdürlüğü yaptığı dönemde gerilla cenazelerinin yan yana gömülmesini, tören yapılmasını engelleyen, törene katılmak isteyenlere polisi saldırtan, tutuklatan ve ardından “terörist cenazesine 4 kişi katıldı” diye haber yapılmasını sağlayan bir ‘görev adamı’dır.

Siirt’te yoksul kız çocuklarına polisliği sevdirmek için “Siirt’in İncileri Projesi”ni düzenleyen bir ‘görev adamı’dır.

İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı olarak görev

yaparken, Ergenekon’la ilgili belgeleri İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’a veren kişi olarak ve daha sonrasında da Ergenekon operasyonunda istihbaratta yer alarak temel bir rol oynayan bir ‘görev adamı’dır.

Bu haliyle devletin has adamlarından, görev adamlarından birisidir. Özel olarak seçilmiş birisidir. Söyledikleri ancak ve ancak devletin Kürt sorunundaki ikiyüzlülüğünü, riyakârlığını ortaya koymaktan öteye bir anlam taşımaz.

İşte tam da bu kimliği ve kişiliğiyle görevinin başındadır.

Başbakan’ın ağzından kan kokan sözler

Başbakan Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamalarla devletin resmi politikasını ortaya sermekte gecikmedi:

Bölücü terör örgütünün kendine göre bazı istismar başlıkları var. Biz o başlıklara da gelmeyiz. Ne diyor: ‘anadilde eğitim-öğretim’… yok böyle bir şey, bizim ülkemizin resmi dili Türkçe’dir. Bu bir haktır iddiasında bulunanlara sesleniyorum, bu bir hak değildir. Öğrenmek haktır. Seçmeli ders olarak koyduk... Elinde silah olan, kan döken, can alan, tehdidi ve tedhişi yöntem olarak benimseyen kimseye en küçük müsamahamız yoktur, olamaz. Eline silah alıp masum insanları katleden teröristlere karşı ‘İyi çocuklardı’ açıklaması yapanlara, katilleri masum, terörü mazur göstermeye çalışan hiçbir anlayışa prim vermedik, veremeyiz. Onlarla da el ele olamayız. Biz evlatlarımızı katleden ve bu mücadeleler esnasında ölen terörist için de ağlamadık, ağlamayız.”

Bu sözlerle perde kapanır, iki perdelik oyun son bulur. Son bulmayan devletin Kürt sorunundaki riyakârlığıdır, ikiyüzlülüğüdür. Son bulmayan, Kürt halkına yönelik imhadır, inkârdır, asimilasyondur. Bu düzen devam ettiği sürece bu iki perdelik oyunlar da devam edecektir.

Ancak bilinmelidir ki; son bulmayan ve bulmayacak olan Kürt halkının haklı mücadelesidir, özgürlük mücadelesidir de aynı zamanda. Bir takım kısmi haklarla, tavizlerle, “açılım”larla gözü boyananlar olabilir, ancak Kürt halkının karnı bunlara toktur. Kürt halkı bu oyunu bozmasını bilecektir. Bunu da yeni bir oyunla değil; tek perdelik, başrollerinde Türk-Kürt işçi emekçilerinin olduğu gerçek bir mücadeleyle yapacaktır.