21 Aralık 2012
Sayı: SİKB 2012/16
(50)

 Kızıl Bayrak'tan
Savaş bütçesi, asgari ücret ve sendikal bürokrasi
Halkların birleşik-militan direnişi!
NATO kirli bir
iç savaş örgütüdür!
ABD destekli savaş hazırlıkları sürüyor!
Roboski katliamının sorumlusu devlettir
Kolluk güçleri yeni katliam silahlarıyla donatılıyor
“Taraf”ın liberal yazarları misyonlarını tamamladı
Taşeronluğa karşı mücadele hayati ve acildir!
CHP’li belediyede
taşeron köleliği
Asgari ücretlinin açlık ve sefaletle imtihanı
İmkânsızı başarmak ve Netaş Grevi
Direniş alanlarında özgürleşenler, özgür ve eşit bir dünyayı
inşa ediyor!
Hey Tekstil işçileri:
TKİP IV. Kongresi Kapanış Konuşması
Eğitim bütçesi neden artıyor?
AKP şefi Erdoğan’a ODTÜ’de geçit yok!
Mısır’da siyasal bunalım devam ediyor
Silahlı çeteler El Yarmuk kampına saldırdı!
Dünyadan emekçi eylemleri
Erdal Eren kavgamızda yaşıyor!
Direniş geleneği devrim mücadelesinde sürüyor
19 Aralık katliamını unutmadık, unutturmayacağız!
“Partiyi sevmek, onu anlamak, ona sarılmaktır”
Devlete hizmetten “Şaşmayanlar”dan “Açlığa Doymak”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Savaş bütçesi, asgari ücret ve
sendikal bürokrasi

 

2013 mali yılı bütçe görüşmelerinde ve asgari ücret tespit oyununda sona yaklaşılıyor. Şu ana dek AKP hükümetinin her iki başlıktaki planlarını zorlayacak bir tepki ortaya çıkmış değil. Şüphesiz toplumsal muhalefetin çeşitli kesimleri yaptıkları açıklamalarla itirazlarını yükseltiyorlar. Fakat bunlar kısmi bir teşhir etkisini aşmayan gündelik tepkiler olmaktan öteye geçemiyor. Sermayenin yıkım politikalarının sınıf ve emekçiler içinde yıllardır biriktirdiği tepki birikimini böylesi süreçlerde etkin bir müdahaleye konu edebilecek sendikalar, bir kez daha geçmiş yılların pratiğini sergiliyorlar. Türk-İş’in mevcut yönetimiyle araya mesafe koyan Sendikal Güç Birliği Platformu ve KESK şimdiye dek sadece açıklama yapmakla yetindiler. DİSK’in tek farkı ise benzer açıklamaları nihayet 19 Aralık’ta sınırlı katılımlı eylemlerle sokağa taşımak oldu.

Millete hizmet aşkı”yla savaş bütçesi!

AKP sözcüleri, karşılarındaki tepkilerin cılızlığından güç alarak “millete hizmet” propagandasını pişkince sürdürebiliyorlar. Bu propagandanın en temel dayanağı ise bütçeden eğitim ve sağlığa ayrılan paydaki artıştır. Oysa 2013 bütçesinde Maliye Bakanlığı ile Hazine Müsteşarlığı’na ayrılan pay -buna emperyalist ve yerli tekellere borç ve faiz ödemeleri kalemi de denebilir- bütçenin üçte birini (yaklaşık 147 milyar Lira) oluşturuyor. İkinci sıradaki aslan payını (52.3 milyar lira) ise “güvenlik-savunma” kurumları (İçişleri ve Savunma bakanlıkları ile Emniyet, MİT, Jandarma, Sahil Güvenlik, CGM gibi faşist baskı ve terör aygıtları) kapmış durumdalar. Buna bir de 11 bakanlığın bütçesini geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi eklendiğinde, AKP’nin “millete hizmet aşkı” tüm çıplaklığıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor. Eğitim ve sağlığa ayrılan paydaki artışın halk için olduğu yalanına kanmak içinse, her iki alandaki özelleştirme politikalarından, eğitim ve sağlık sektörlerindeki yıkımlardan bihaber olmak gerek.

Öte yandan, bütçe gelirlerinin esas kaynağını ise her zamanki gibi işçi ve emekçi kitlelerden alınan doğrudan ve dolaylı vergiler oluşturmaktadır. Buna karşın 2013 yılı için asgari ücret zammı iki dilim halinde %3’erlik artış sınırlarında tutuluyor. Oysa asgari ücretin Kasım 2012 itibariyle açlık sınırı (sendikaların araştırmalarına göre 1000 TL’yi aşmış durumda) düzeyine ulaşması için bile en az %40-45 oranında zam yapılması gerekiyor. Bu gerçek orta yerde duruyorken, AKP’nin Maliye Bakanı tam da bugünlerde rekabet gerekçesiyle asgari ücretin yüksek olduğundan dem vurabiliyor. Buradaki arsızlık yalnızca milyonlarca asgari ücretliye (ve ailelerine) değil, tüm işçi ve emekçilere karşı sergilenmektedir. Son 10 yıllık esnek çalışma ve taşeronlaştırma saldırılarıyla gelinen yerde vahşi kapitalist sömürünün hüküm sürdüğü ülkelerden biri halini alan Türkiye’de, asgari ücret gerçekte tüm işçi sınıfını ve emekçileri doğrudan ilgilendiriyor. Zira sendikalı işyerlerinin büyük bir kısmında dahi uzun yılların işçiliğine rağmen ortalama ücretler asgari ücretin çok üzerinde değildir ve yeni artışlarda asgari ücret zammı temel bir gösterge kabul edilmektedir.

AKP bütçesinden yansıyanlar

Asgari ücrete sadaka düzeyinde artış planı yetmezmiş gibi, 2013 yılı için öngörülen “ekonomik alacakaranlık” bahanesiyle ısınma, barınma ve mutfak harcamalarına şimdiden zamlar gündeme geldi. Yani AKP iktidarı bir kez daha kaşıkla verdiğini bir de bu yoldan kepçeyle geri alıyor. Özcesi AKP’nin 2013 bütçesi ve asgari ücret oyunu, geçmiş 10 yılda olduğu gibi her şeyden önce sermayenin palazlanmasını güvencelemektedir. Tersinden ise işçi ve emekçilerin daha katmerli sömürü ve kölelik koşullarına mahkum edilmesinin hoyrat bir ifadesidir.

2013’ün ekonomi politikaları, aynı zamanda bölgesel saldırganlık siyasetinin, buna paralel olarak içerde de devlet terörü ve faşist baskının son hızla süreceğini de gösteriyor. Daha doğru bir deyimle, emperyalizmin savaş hazırlıklarına etkin taşeronluk yapmanın, emperyalizmin Türkiye’ye silah ve asker yığabilmesi için gerekli tüm hizmetleri yerine getirmenin AKP için varlık yokluk meselesi halini aldığı, resmi bir belgeyle teyit edilmiş oluyor.

2013 ekonomisi aynı zamanda 2014 Mart seçimlerine kadar olan dönemde dinsel gerici akımın iktidar mevzilerini ve toplumsal kurumlaşmalarını pekiştirme gayretinin de ifadesidir. Eğitim alanındaki politik niyetlerini 4+4+4 düzenlemesiyle, sağlık alanındaki yaklaşımını “herkese parası kadar sağlık” politikasıyla ortaya koymuş bir iktidar gücünün, eğitim ve sağlığa ayırmakla övündüğü yüksek bütçeyi nasıl kullanacağı şimdiden bellidir. Bunu ve kamu kaynaklarının dinci akımın arkasında saf tutan sermaye tekellerine yağmalatılması (köprü ve otoyolların Koç ve Ülker ortaklığına peşkeş çekilmesi gibi) gerçeğini bir yana bıraksak bile, mezhepsel ayrımcılığın körüklendiği bir dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin %18 düzeyinde artırılmış olması dahi başlı başına çok şey anlatmaktadır.

Bütün bu hedeflerin, Kürt sorunundan sınıf ve emekçi kitlelerin ekonomik-sosyal ve siyasal taleplerine karşı tutuma dek bir dizi alana yansıması kaçınılmazdır. Bir yandan ülkenin emperyalizmin savaş üssü haline getirilmesi, diğer yandan sınıf ve emekçi kitlelere ağır sömürü ve kölelik koşullarının dayatılması ancak toplumun zapturapt altında tutulmasıyla sürdürülebilir. Şimdiden 2013 yılının, dinci gerici akımın faşist baskı ve devlet teröründe, polis devleti uygulamalarında bugünleri dahi aratacak bir yıl olacağını söylemek için yeterli veriye sahibiz.

Gerektikçe oyalama-aldatma sanatı

Fakat bu kadarı, şimdiye dek dinci gerici akımın maharetle sergilediği oyalama ve aldatma sanatına ihtiyacı olmadığı, buna başvurmayacağı anlamına gelmiyor. Özellikle Kürt sorunu sözkonusu olduğunda, seçim dönemi yaklaştıkça örnekleri defalarca sergilenen (sonuncusu geçtiğimiz haftalardaki açlık grevleri sürecinde gerçekleşti) oyalama-aldatma manevralarının gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. AKP iktidarının ağır siyasi ve fiziki saldırılarındaki sürekliliğe rağmen sermaye devletiyle müzakerelere odaklanmış bir Kürt hareketi gerçeği, dinci gericiliğin ihtiyaç duydukça bu manevralara başvurmasını ve istediği sonucu almasını neredeyse sıradanlaştırmaktadır.

Dinci-gerici akım işçi sınıfı ve emekçi kitleler karşısında ise şimdilik böyle manevralara ihtiyaç dahi duymuyor. Zira bu cephede sendikal bürokrasinin sınıf hareketinde yarattığı tahribat ve kontrol imkanlarıyla istediği gibi at koşturabilmektedir. Bu alanda başta Hak-İş ve Türk-İş ağaları olmak üzere sendikal korucular sermaye iktidarından herhangi bir hizmeti esirgemiyorlar. Senelerdir asgari ücretin belirlenmesinde sahnelenen trajikomedideki figüran rolünü itirazsız oynuyorlar. Hatırlanacağı gibi bu derin ihanetin en berbat örneklerinden biri Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun çıkışı sürecinde yaşandı. Türk-İş ve Hak-İş iki büyük sermaye örgütü ile (TİSK ve TOBB) “işyeri önünde grev çadırı kurulamaması”, “sendikal tazminatın ödenmemesi” gibi ağır koşullar içeren gizli bir ihanet protokolüne imza atmışlardı. Türk-İş yönetiminin en gerici ağaları arasında dahi soruna dönüşen, gelinen yerde Türk-İş’i olağanüstü genel kurula kadar götürecek bir ihanetti bu.

Sermayenin gönüllü uşakları, sınıf hareketinin barikatları!

Türkiye işçi sınıfı hareketi bu denli ağır ihanetler karşısında bile kayda değer bir tepki ortaya koyamayacak denli kötürümleştirildiği içindir ki AKP, asgari ücret oyununu tekrar tekrar sahneleyebilmekte, savaş ve saldırganlık bütçesini dahi “hizmet bütçesi” olarak sunabilmektedir. Bunun sorumluluğu ise herkesten çok ve öncelikle; yıllardır ihanetçi merkezi yönetimler karşısında kılını kıpırdatmayan, BOSCH, Arçelik gibi fabrikalardaki işçilerin mücadeleci çıkışlarına seyirci kalan, sınıfın taban örgütlenmesini ve inisiyatifini boğan, böylece sınıf kitlelerini çaresizliğe sürükleyen, savaş çığırtkanlığının ayyuka çıktığı, işçi ve emekçi kitlelere koyu bir sefaletin ve karanlık bir geleceğin dayatıldığı süreçlerde günü kurtarmak sınırlarını aşmayan sendika bürokratlarının omuzlarındadır.

Türkiye çalışma yaşamı radikal biçimde yeniden düzenlenir, alabildiğine esnekleştirilir ve emek ucuzlatılırken susmak, hareketsiz kalmak çürümeyi getirir. Nitekim olan tam da budur.” (SGBP Dönem Sözcüsü’nün Türk-İş’teki olağanüstü genel kurul tartışmalarına ilişkin yazılı açıklamasından…) Doğru söze ne denilebilir ki?