21 Aralık 2012
Sayı: SİKB 2012/16
(50)

 Kızıl Bayrak'tan
Savaş bütçesi, asgari ücret ve sendikal bürokrasi
Halkların birleşik-militan direnişi!
NATO kirli bir
iç savaş örgütüdür!
ABD destekli savaş hazırlıkları sürüyor!
Roboski katliamının sorumlusu devlettir
Kolluk güçleri yeni katliam silahlarıyla donatılıyor
“Taraf”ın liberal yazarları misyonlarını tamamladı
Taşeronluğa karşı mücadele hayati ve acildir!
CHP’li belediyede
taşeron köleliği
Asgari ücretlinin açlık ve sefaletle imtihanı
İmkânsızı başarmak ve Netaş Grevi
Direniş alanlarında özgürleşenler, özgür ve eşit bir dünyayı
inşa ediyor!
Hey Tekstil işçileri:
TKİP IV. Kongresi Kapanış Konuşması
Eğitim bütçesi neden artıyor?
AKP şefi Erdoğan’a ODTÜ’de geçit yok!
Mısır’da siyasal bunalım devam ediyor
Silahlı çeteler El Yarmuk kampına saldırdı!
Dünyadan emekçi eylemleri
Erdal Eren kavgamızda yaşıyor!
Direniş geleneği devrim mücadelesinde sürüyor
19 Aralık katliamını unutmadık, unutturmayacağız!
“Partiyi sevmek, onu anlamak, ona sarılmaktır”
Devlete hizmetten “Şaşmayanlar”dan “Açlığa Doymak”
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Partiyi sevmek, onu anlamak,
ona sarılmaktır”

 

Çocuk sayılırdım daha, ‘kendimi bildim bileli’ cümlesi yoktu hafızamda. Orta okul bitmiş liseye yeni kaydolmuş bir öğrenciydim. Herşey çok yabancıydı. Yeni bir dönem başlıyordu belliydi, ben de kendime uzaktım. “Özü yakalayamamak” diye bir tabir vardır şimdi o gün için bunu söyleyebilirim. Beni ben yapacak, kendimi bulmamı, bilmemi sağlayacak bişeyler eksikti daha..

Doğduğum büyüdüğüm koşullar gereği solcuydum. Sembol isimleri tanırdım onları sever büyük saygı duyardım. Liseye yeni başlamış bir çocuk olarak ideolojik bir bilgim olmasa da en azından kendilerini düşünceleri uğruna feda etmeleri, sonradan siper yoldaşlığı olarak öğreneceğim arkadaşlıkları, dostlukları beni etkilemişti. Mahir’i, Deniz’i, İbrahim’i bilirdim. Cüreti, cesareti onlardan öğrenmiştim.

Bir gün, çocukluk arkadaşım vesilesiyle 4-5 kez katlanmış renksiz bir dergi aldım. Dergiyi coğrafya kitabının arasında okudum o gün. Lise bülteniydi bu, yazılardan hatırladığım genellikle eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim temalı, bazısı talepleri içeren derli toplu yazılardı. Bazıları da başka başka liselerden gelen öznel sorunları işleyen güzel yazılardı. Bilmem ne lisesinden bir arkadaş okulun koşullarından, okul müdürüyle yaşadığı bir olayı anlatıyor ve tüm liselileri mücadeleye çağırırken kendi okulunda mücadelenin büyüdüğünü yazıyordu. Sonra kitap tanıtımı, şiirler, arka kapakta güzel bir resim ve onunla içiçe umut dolu bir şiir vardı.

Çok geçmedi aynı okulda başka arkadaşlar edindim, daha iyi ve anlamlıydı onlarla olmak. Dışarıdan biri geliyormuş ve oturup konuşuyorlarmış. Beni de çağırdılar. Tamam dedim. Çıkışta gittik bir yerde oturduk gelecek olan arkadaş da geldi. Tanıştık falan derken bir dahaki ay için yayına birşeyler yazdım. Okulun durumuyla ilgiliydi. Ama kişisel şikayetlerim bile vardı bunu daha da genelleştirip yazdım. Gelecek ay okul adıyla yayınlanınca bir tuhaf olmuştum. Kolay değil ama o zamana kadar okul defterinden başka yere bişey yazmamıştım. Yazdıysam da bu birçok insanın okuyacağı bir şeye dönüşmemişti, yani farklıydı. Başka bir özgüven ve gerçekten güzel bir şey..

Değişim...

Etrafımda güzel şeyler oluyordu ben de bunun parçasıydım, katkı yapıyordum. Okuduğum gereksiz kitaplar yerine artık başka kitaplar okuyordum, incelerinden başlayarak tabi.. Sonra farkettim ki her okuduğun hep ileri taşıyor, zihninin açıldığını hissediyorsun bütün ezberin bozuluyor. Emin olun, artık daha farklı bakmaya, farklı yürümeye, farklı dinlemeye başlıyorsunuz. Kendinizi buluyorsunuz. Bir eyleme gidiyorsunuz sesiniz biraz titriyor sonra açılıyorsunuz. Sesiniz kısılana kadar devam ediyorsunuz hatta kısılıyor, siz eylem bitimine kadar zorluyorsunuz içtenlikle.

Ben yeni bir dünya mümkün diyerek uyandım o gün. Kalktığımda mücadeleyi okuyor, tartışıyor, fikir yürütüyordum.. Bu okumalar tartışmalar düşünmelerle birlikte yürüyen bir dizi pratik devam ediyordu. Bir zaman sonra bir boşluk hissettim ve ilk önce soruyu bulmaya, sonra cevabı bulmaya uğraştım. Belki birinin muhabbet sırasında yüzüme vurmasından gelen bir şeydi tam hatırlamıyorum ama onu hissettim. Okuldaki yoldaşlarımdan birine sordum:

– Ya bizim bir partimiz bir örgütümüz yok mu? Biz bir lise platformu muyuz yalnızca, varsa bunu bilmek istiyorum. Biz kimin çatısı altındayız?

Daha çok yeniydim hem hayatta hem mücadelede. Ama merak etmiştim. Bu şey düşündürmüştü beni, biraz şüpheci biraz meraklı. Ama bir noktaya geldiğimi yoldaşın cevabından sonra anladım:

- Evet senin de bildiğin gibi bu çalışma daha esnek bir yapıya sahip, çünkü bir liseli çalışması. Ama devrim için bu kadarı yeterli değil. Bunun için devrimci bir parti şart. Evet bir partimiz var. Partimiz, yeni ekimlerin partisidir.

Partiyi tanıdım, sevdim...

Ben partiyi böyle tanıdım.. Cebimdeki para bitene kadar internette eski yayınları okurken buldum kendimi. Bulabildiğim kadarıyla, az sayılmayacak kadar yazı ve makale okudum. Programı, tüzüğü, hareketin çıkışı, mücadele dönemleri ve süreçleri...

Ben partiyi iki türlü tanıdım birincisi teorik, ama yetersiz okumalarımla. İkincisi de mücadelenin pratiğiyle sıcaklığıyla, O’nun yol haritasıyla devrim için çalışırken oldu. Ama açıkcası durumum teorik olarak neredeyse “yok” seviyesindeyken partiyi seviyordum.

Devrimi salt inanca bağlayarak soyutlaştırmak, önümüze bir toz bulutu çizmek değil niyetim. İşlerimizi bir görev bilinciyle yapmamız güzel ancak bu bilinci bir ruhla, bir hisle, kocaman bir yürekle her vakit buluşturmamız gerek düşüncesindeyim. Buluşturduğumuz zaman ne büyük şeyler yapacağımız aşikardır. Bu mücadele yalnızca bildirileri iyi dağıtmak veya artık alışkanlığa dönüşmüş tekdüze işleri yapmaktan ibaret değil. Bir memur gibi çalışmak hiç değil. Entellektüel birikim yapmak değilse derdimiz, ki değil, o zaman inancımızla, sevgimizle partiye sıkı sıkı sarılmalıyız. Parti mücadelemizle ayrılmaz bir bütün, ona sarıldığınızda mücadeleye ve daha fazlasına sarılmış olursunuz. Çünkü ben onu sevmeye başladığımda hayatımda beni yanıltmayacak, kılavuzluğuyla yol yürüyeceğim, dediğiyle yaptığı bir olan büyük bir dost bulmuştum. İyi bir dostu bilirsiniz varlığıyla sizi hayata bağlar, sizi dinler, anlar... Konuştuğunda sizi değiştirir dönüştürür, doğruyu gösterir, bazen sakinleştirir... Benim şansım, böyle tanımak böyle sevmek oldu diye düşünüyorum. Parti, benim kendimi bulmamı/bilmemi sağladı.

Partiyi sevmek için ona sımsıkı sarılmak gerek

Çoğu zaman çok elzem olmadığı halde gerçekleştiğinde büyük bir şeymiş gibi görünen önemli, mamafi zaten olması gereken, erdem olmayan davranışlar vardır. Dinlemek gibi. Sizi dinleyen birini gördüğünüzde sevinirsiniz, bünyede uyandırdığı yankıya bakarsak, demek dinlemek eylemi davranışsal bir dönüşüme uğramış veya uğratılmış. Tabi ki önemli ve güzel bir durumdur ama birileri birilerini zaten dinlemeli / en azından dinlemeli... Bakmalı etrafına, karşındakine ve görmeli, cisimsel olarak en azından... Peki hissetmeli mi? Evet. Defalarca aynı şeyi anlatabilirsiniz ama karşınızdaki size o hissiyatı veremiyorsa yani o da hissedemiyorsa, “gerçekten” anlaşılmadığınızı anlarsınız ve bu çok kötü bir histir. Aynı şey siz dinleyen konumundayken de geçerliyse, siz o gerçekliği o samimiyeti sağlayamıyorsunuz demektir. Ortadaki durumda önemli taşlar eksiktir, siz de yıkılmaya müsait bir binanın içindesinizdir.

Anlamak ise başlı başına bir iştir, parçalı ve bütün olarak ele alınması gereken bir iştir. Bu eylemi tanımlarken belki de Marx’ın aşk için söylediklerinden bir kopya almakta fayda var. “Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız, yani sevgi olarak sevginiz karşılıklı sevgi yaratmıyorsa; seven bir kişi olarak dışavurumunuzla kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız, sevginiz güçsüzdür, bu bir talihsizliktir.” Benim ise bu durumdan aldığım anlamakla ilgili, herkes anladığını söyleyebilir ama herkes anlaşıldığını hissetmez. Bu elbette anlatanla da ilgili bir durumdur, ama anladığını söyleyenin de payı onun kadar vardır, kimi zaman daha da fazladır. Siz ne kadar hissederek, samimiyetle anlarsanız bu karşıdakine o kadar güçlü geçer.

Bu eylemin bütünlüklüğü göz önündeyken Parti’yi anlamak salt teorik olarak ezberlemek değildir. Partiyi sevmek-le, Partiyi anlamak-ı birbirinden ayıramayız. Partiyi sadece sevmekle de kalamayız... Nazım Hikmet, bir şiirinde Maksim Gorki’ye hitaben şunları kaleme alıyor:

Biliriz:

Lenin’i

sevdiğini

biliriz..

Biliriz bunu ihtiyar usta.

Bak bu hususta

hemfikiriz.

Fakat sevmek,

anlamak

demek

değil..

Şuurun,

çok uzun

bir köprüsü var,

duymakla anlamanın arasında.

Sen de sevdin onu

onu duydun,

fakat anlamadın,

Öldü,

ağladın fakat

bizim gibi ağlamadın..

Onu sen anlamadın.

Anlamadın..

Anlamadın..

Lenin’i anlamak demek:

inkılâbı Lenin gibi anlamak demektir...

Sen inkılâbı anlamadın!

Bırak

Maksim Gorki bırak,

onu anlayarak

sevenler anlatsın...

Bırak

onu bizden dinlesin,

Kapri balıkçıları....”

İçimde, yaşadığım duyguları yazsam herhalde bunu yazmak isterdim diyorum her zaman. Gayet güzel özetlediğini düşünüyorum bu şiirin. Devrim davasını, Parti’yi, yoldaşlarını anlayarak sevmek için onlara sımsıkı sarılmak gerek. Mücadele yolunda en doğru yürüme biçimi bu olsa gerek.

Sevgi eylem ister

Bu yazıyı hazırlarken bir tıkanma yaşamıştım 1 hafta önce, ileri bir tarihte tamamlamak üzere yarım bırakmıştım notlarıyla birlikte. Ama 17’sinde ölüm orucu gazisi Muharrem Kurşun yoldaşın 19 Aralık’la ilgili yazısını okudum. Söylemeye, anlatmaya çalıştığım şeyleri orada buldum. O kadar içten ve yalın anlatmış ki hem kendi sürecini hem mücadelenin o zamanki sürecini, yazıyı bir kaç kez üst üste okudum. Ve bu yazıyı tamamlamaya karar verdim ve o gün oturup bitirdim. Tamamlama fikrine beni Muharrem Kurşun’un yazısının sevk ettiğini belirtmek istedim.

Ümit Yoldaş, Parti’nin Kuruluş Kongresi’ndeki kapanış konuşmasında parti-devrim ve devrimci ilişkisini, uğrunda tereddüt etmeden öleceğimiz davayı kazandık diye açıklıyordu. Muharrem yoldaş ise yazısında; “Devrime inanmak, bir anlamda tek başına duygusal bir durum. Bunu somutlamak ise hedefe kilitlenerek emek harcamakla mümkün. Devrime inanmadan hedefe kilitlenilmez, ama hedefe kilitlenmeden de devrim yapılmaz” diyor. Bu sözlerin üzerine çok birşey eklemek istemiyorum. Parti davası ve devrim mücadelesinin tılsımının içinde inanmak, sevmek ve bir materyalist için olmazsa olmaz somutlamak en başta duruyor.

Partinin ellerinde büyüdüm”

Mücadele içersinde öğrendiğim bir şeyler bana şunu doğrulatıyor aslında; doldurulması gereken bir çukur için birileri kocaman bir kaya sırtlıyor, birileri de daha ufak taşlar alıyor eline, mamafi ikisi de çukuru doldurmak için onları oraya atıyorlar. İş bir şeyleri sevmekle başlıyor diye düşünüyorum. Zaman olur değişir çoğu şey. Mücadelede bir insan geri de çekilebilir ama geri çekilişin biçimi ve sonra nerede durulduğu önemlidir. Ama karar, kişisel ilişkiler yığınıyla alınamaz. “Eğer ki işçi sınıfına önderlik etmek onu devrime götürmek iddiasındaki ihtilalci bir partiye inanıyor ve mücadele ediyorsan bunda belirleyici ve bağlayıcı nokta partinin tavrıdır” diye bakarım.

Yazıda biraz kendi hikayemi partiye, mücadeleye bakış açımla birlikte anlatmaya çalıştım. İhtiyaçtan doğduğuna inandığım bu metin çıktı ortaya. Öz olarak “...inancını hedefe kilitlenerek somutlayan bir devrimcinin yapamayacağı şey yok.” Kendime baktığımda ise -küçük bir çocuktum ve onun ellerinde büyüdüm! derim hep..

T. Karakan

 

 

 

 

Medya ve Halkla İlişkiler Boyutuyla Kentsel Dönüşüm Sempozyumu”

Halkı kandırmak için medyayı hazırladılar!

 

Marmara Belediyeler Birliği ve Yıldız Teknik Üniversitesi işbirliğiyle düzenlenen “Medya ve Halkla İlişkiler Boyutuyla Kentsel Dönüşüm Sempozyumu” 14 Aralık’ta Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gerçekleşti. Sempozyumda kentsel dönüşüm adı altında gerçekleşen rant projelerinin önemli bir ayağını oluşturan burjuva medyanın rolü ve misyonu tartışıldı. Böylece AKP iktidarının daha fazla sömürü ve sosyal yıkım amaçlı “Hedef 2023” projelerinin öne çıkan başlıklarından biri olan kentsel dönüşüm projeleri için hazırlıkların, çok boyutlu bir şekilde sürdüğü görülmüş oldu.

Sempozyuma Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yanısıra pek çok belediye başkanı, Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek ve aralarında Kanal D Haber Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ali Birand’ın da bulunduğu burjuva medyadan gazeteciler ve haberciler katıldı.

Bayraktar: “Türkiye’nin en önemli meselesi
kentsel dönüşüm”

Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Bayraktar iktidar için kentsel dönüşüm projelerinin ne kadar önemli olduğunu, “Türkiye’nin en önemli meselesi kentsel dönüşümdür. Bizim bunu anlatmamız, kabullendirmemiz, benimsetmemiz lazım. Açıkgözlüleri, fırsatçıları, kötü niyetlileri de elememiz lazım” sözleriyle ortaya koydu. Sırf bu iddia bile kentsel dönüşüm projeleri kapsamında elde edilecek rantın ne kadar yüksek olacağına ve “bir takım fırsatçılar”ın değil önden seçilmiş sermaye sahiplerinin pastadan büyük payı kapacağına işarettir.

Bayraktar bir yandan da “Gönüllülük boyutunu yakalamamız lazım. Vatandaşların rızasını almamız lazım” diyerek rant projeleri karşısında yükselecek tepkileri önlemek gerektiğine vurgu yaparken medyaya düşen görevi de belirlemiş oldu. Ayrıca Bayraktar tüm bu süreci hızlandırmak için bir kaç hafta içerisinde “çok daha kavrayıcı, kapsayıcı, pratik yüzü olan, uygulama tarafı olan yeni bir yönetmelik” çıkacağını da müjdeledi.

Bayraktar’ın ardından söz alan Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ve YTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Yüksek de yaptıkları konuşmalarda Bayraktar’ın öne çıkarttığı vurguları tekrarlarken belediyelere ve üniversitelere bu konuda düşen “görevler”i sıralamış oldular.

Medya aracılığıyla “ikna”nın yolları arandı

Sempozyumun ana çerçevesini toplumun medya aracılığıyla kentsel dönüşüm için “ikna edilmesi” oluşturdu. Zaten sempozyum öncesinde sempozyumun hedefini Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe “Vatandaşımızı kentsel dönüşüme inandırmamız gerekiyor” diyerek ortaya koymuştu. Sempozyum boyunca gerçeklerin karartılarak, çarpıtılarak toplumun uyutulmasında bir araç olarak kullanılan medyaya kentsel dönüşüm kapsamında biçilen rol ayrıntılı bir şekilde tartışılmış oldu.

Halkı ikna için en geçerli neden olarak “deprem” öne çıkartıldı. Mehmet Ali Birand bunu “Bu konuda muhalefet tanımıyorum, bu ölüm kalım meselesi. Bu fırsatı kaçırırsak deprem sonrasında bunu hatırlayanlar olacaktır” diyerek özetledi. Böylece rant projeleri kamuoyuna sunulurken en ikna edici reklam malzemesi olarak “deprem teması” belirlendi.

Burjuva medya temsilcileri yaptıkları konuşmalarda kentsel dönüşüm projesi adı altında gerçekleşecek rant projelerine toplumun ikna edilmesi için tam destek sunacaklarını belirtirken iktidardan bu konuda daha çok bilgi talep ettiler. Habertürk Yayın Koordinatörü Ali Çağatay ise iktidar borazancılığını, TOKİ skandallarını dahi sahiplenip “Mesela TOKİ’nin alt katlarını sular bastı, olur. Ama giderilmesi için de adımlar atıldı bu olanlara müsamaha ve hoşgörüyle bakılmalı” diyerek bir adım daha ileri taşıdı.

Sempozyum boyunca yapılan tüm konuşmalarda, kentsel dönüşümün ne kadar gerekli olduğu, sağlıklı şehircilik ve toplum yararı gibi vurgular ön plana çıktı. Ancak konuşmaların alt metinlerinde açık bir şekilde kentsel dönüşüm adı altında gerçekleşecek talanın planlaması ve görev paylaşımları yapıldı. Daha ayrıntılı bir şekilde de burjuva medyaya düşen görev tartışılmış oldu.

Sempozyumla birlikte açık bir şekilde yerel yönetim, üniversite ve medya temsilcileri paylaşılacak ranttan kapacakları payı hesap ederek iktidara rant projeleri kapsamında tam desteklerini sunacaklarını ilan etmiş oldular. Sonuç olarak sermaye iktidarı Eylül ayında startını verdiği kentsel dönüşüm projeleri kapsamında ne kadar kararlı ve kapsamlı bir hazırlık içerisinde olduğunu göstermiş oldu.