10 Mayıs 2013
Sayı: KB 2013/19

 Kızıl Bayrak'tan
İmralı sürecinde “ikinci aşama”
başlayacak mı?
Dinci-Amerikancı iktidarın saldırganlığı artıyor
Asıl marjinaller bir avuç sömürücünün
çıkarlarını koruyanlardır!
Dersim katliamı ve gerçekler!
Örtülü ödenek, aleni savaş!
DİHA muhabirleri
polis terörünü anlattı
Alevilere gerici kuşatma raporda
Sosyalist Kamu Emekçileri’nden
çağrı
İş güvencesine yeni bir darbe!
Sınıf hareketinden
Türk Metal’den
zoraki grev kararı
MİB MYK Mayıs Ayı Toplantısı
DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ile 1 Mayıs üzerine konuştuk
2013 1 Mayısı’ndan yansıyanlar ve
sınıf hareketine sunduğu imkânlar
Kırşehir’de 1 Mayıs’ta
yaşananlar üzerine
Her yer Taksim, her yer direniş
Taksim’de Deniz anmalarına polis terörü
Komünistler Denizler’i mezarları
başında andı
İzmir BDSP’den Denizler anması
Denizler mücadele sloganlarıyla anıldı!
İsrail saldırısının ardından
Lavrov-Kerry görüşmesi
Neo-nazileri “yargılama tiyatrosu” başladı
İstanbul’a 3. havalimanı ihalesi sonuçlandı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ile 1 Mayıs üzerine konuştuk...

İşçi sınıfının iktidarını hedefleyen,
bütünlüklü bir politik perspektife ihtiyaç var!”

 

- 2013 1 Mayısı’na alan tartışmaları ile girdik. Ve sokaklarda saatlerce yaşanan çatışmalar ortaya çıktı. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?

- 1 Mayıs’ta Taksim tartışmasının bir alan tartışması olmadığı aslında ilk andan itibaren ortadaydı. Çünkü gerçekten sorun bir inşaat meselesi olsaydı, fiziksel koşullar olsaydı bunu çözmek oldukça kolaydı. Gerek 1 Mayıs’ı düzenleyen sendikalar ve dernekler, gerekse istendikten sonra valilik tarafından yapılacak düzenlemelerle bu sorun aşılabilirdi. Ama aslında sorun tamamiyle siyasi bir sorun. Başından itibaren bir mücadele süreci ile özgürleştirilen 1 Mayıs, son 3 yılda kitlesel olarak kutlandı. Bu tablonun ardından Taksim Meydanı bu yıl artık siyasal iktidar tarafından işçilere ve emekçilere tümüyle kapatılmak üzere bir adım atılmış oldu. Bu, ilk başta oradaki inşaat bahanesine sığınıldı. Ama bunun gerçek olmadığı aslında kısa bir sürede başbakanın valinin açıklamaları ile de ortaya çıktı.

1 Mayıs’tan sonraki yapılan ilk açıklamalarda asıl amacın Taksim’de bir bütün olarak mitinglere 1 Mayıslar’a kapatmak olduğu açıkça ifade edilmiş oldu. Ve zaten ardından yaşanan süreç de bunu ortaya çıkardı. Galatasaray taraftarlarının 1 Mayıs sonrası, üstelik gece vakti, örgütsüz denetimsiz bir topluluk olarak Taksim Meydanı’nda takımlarının şampiyonluğunu kutlamaları ve herhangi bir olayın olmaması, sorunun fiziksel koşullar olmadığını gösterdi. Ardından 1 Mayıs’tan sonra Taksim ve çevresinin bir bütün olarak yürüyüşlere, eylemlere, basın açıklamalarına kapatılması yine gerçek niyeti ortaya koyan yaklaşımlar oldu. Bu açıdan bakıldığında gerçekten de aslında Taksim’in tarihsel, simgesel değeri kuşkusuz çok önemli. Fakat Taksim Meydanı’nın politik bir anlamı var. Bu alanda her yıl var olan sisteme, hükümete, devlete ve AKP’ye karşı tutumunu ifade eden yüzbinlerce insan bugünkü siyasal iktidar için daha ciddi bir tehdittir. Dolayısıyla bugün AKP iktidarı, başbakan bu tehdidi ortadan kaldırmak için kendince geleceğe dönük olarak 1 Mayıs’ın Taksim’de yapılmaması için adımlar atıyor. Öncesinde yaratılan bir baskı ortamı var ve 1 Mayıs günü de adeta sıkıyönetim ilan edildi. Çok yoğun fiziksel saldırı gerçekleşti. Barikatlarla, gaz bombalarıyla, tazyikli sularla işçilerin ve emekçilerin Taksim Meydanı’na ulaşması her türlü yol kullanılarak engellenmiş oldu. Bu da aynı zamanda siyasal iktidarın “ileri demokrasi”, “barış” vs. adı altındaki söylemlerinin aslında gerçek yüzünü ortaya çıkartmış oldu.

- Toplumun her kesimine yönelik tutuklama ve baskı süreciyle 1 Mayıs dönemine geldik. Bu yasakçılığın ve baskının anlamı nedir? Bu, toplumun örgütlülüğüne, ifade özgürlüğüne, gösteri özgürlüğüne yönelik doğrudan bir saldırı. Sizce neyin habercisi bu durum, ne anlamak gerekir bu tablodan?

- 1 Mayıs’tan önce başlayan, bir zamandır var olan, siyasal iktidarın hiçbir biçimde kendine biat etmeyen, kendi çizgisinde olmayan herkese karşı yürüttüğü çok ciddi bir baskı politikası var. Bugün hala daha cezaevlerinde yüzlerce insanımız tutuklu. Uzun tutukluluk süreleri doğrudan bir baskı aracına dönüştürülmüştür. Sendikalarımıza, siyasi partilerimize, basına, gazetecilere, seçilmiş insanlara, belediye başkanlarına dönük çok ciddi baskılar var. Tutuklamalar, gözaltılar sürekli olarak gerçekleştiriliyor. Bunun temel hedefi bir bütün olarak bugünkü var olan siyasal iktidarın kendi çizgisi dışında, kendine muhalefet eden herkesi, ama herkesi baskı altına almak ve bütünüyle “dikensiz gül bahçesi” yaratmak ve sermaye politikalarını bu çerçevede hiç bir muhalefet olmaksızın hayata geçirmektir. Örneğin şimdi yeni bir yasal düzenleme hazırlanıyor. “Ulusal İstihdam Stratejisi” adı altındaki sermaye programının önümüzdeki önemli parametrelerinden biri taşeronlaştırmanın tamamen serbestleştirilmesi. Kıdem tazminatının tamamen ortadan kaldırılması, özel istihdam büroları. Böyle bir hazırlık içerisindeler. 1 Mayıs öncesinde iki defa üçlü danışma kurulu toplantısı yapıldı. Ve burada sermaye örgütlerinin TİSK’in ,TOBB’un onların iktidarı olarak AKP iktidarının çok net olduğunu gördük.

Bu konuda da herhangi bir muhalefet de istemiyorlar. Bir emek hareketi, güçlü bir sendikal hareket, güçlü bir 1 Mayıs, özellikle Taksim’de yüzbinlerin buluştuğu bir 1 Mayıs. Onların bu politikalarını -tek bir örnek üzerinden bile açıklamak mümkün- hayata geçirmeleri önündeki en büyük ve tek engeldir sokak. Dolayısıyla bunu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bir de bunu engellemeye çalışıyorlar. Günler öncesinden Burhan Kuzu da söylemişti ‘başedemediğimiz bir tek sokak kaldı’ diye. Bütünüyle sokağı etkisiz hale getirmeye, teslim almaya çalışan bir politikası var bugün siyasal iktidarın. Bunu da ancak yoğun baskılar, gözaltılar, tutuklamalar ve sokağa çıkan herkesin üzerine gaz bombası atarak, tazyikli su sıkarak yapmaya çalışıyorlar. Ama şu çok açık ki, bu ülkede bu siyasal iktidar var olduğu sürece, bu sermaye politikaları hayata geçirildiği sürece, emekçilerin tüm yaşam alanları ortadan kaldırıldığı sürece buna karşı da bir mücadele ve tepki de hiç kuşkusuz devam edecektir. Sermaye politikalarını hayata geçirmek adına bütün muhalif kurumların sesini kısmaya yönelik bir politika izliyor AKP. Açıkçası bir baskı rejimi, diktatörlük kurmaya çalışıyor. Bu da rejimin döneme verdiği rengin ana karakteridir.

- İşçi sınıfı sermayenin topyekûn saldırıları karşısında nasıl bir hazırlık içerisinde olmalı?

- Öncelikle, bütünlüklü bir programa, işçi sınıfı hareketine onun araçlarına, mücadele yöntemlerine ihtiyaç var. Bütün var olan örgütlerimizi, sendikalarımızı böylesi bir dönemin ihtiyaçları üzerinden programatik ve örgütsel olarak donatmaya ihtiyaç var. Şu çok açık ki, siyasal iktidar, bu durumu sürdürmek için elinden geleni yapacak. Bir taraftan özellikle Türkiye’de var olan toplumsal meseleler üzerinden baktığımızda önemli bir süreç yaşıyoruz. 30 yılı aşkın süredir devam eden bir savaş ve Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda önemli bir süreç yaşanıyor. Arkasından üç seçimli bir döneme giriyor Türkiye. Dolayısıyla bütün bunları düşündüğümüzde, aslında emek hareketinin sadece emek alanına değil, bir bütün olarak eşitlik, özgürlük, adalet mücadelesine ihtiyacı var. Aynı zamanda halkların kardeşliği ve demokratik bir barış sürecinin de doğrudan, emek hareketinin ana gündemlerinden biri olması gerekli. Bütün bir programımızı, politikamızı ve buna uygun olarak da araçlarımızı günün ihtiyaçları üzerinden yeniden tanımlamak ve hayata geçirmek sorumluluğu ile karşı karşıyayız.

- 1 Mayıs tablosunun engellemeler, saldırılar ile süregeldiği bir süreçte, DİSK olarak nasıl bir hazırlık içerisinde oldunuz? 1 Mayıs’taki yoğun saldırı ve çatışmalar neticesinde eylemi hangi aşamada bitirmeyi gerekli gördünüz?

- Sürecin politik ve pratik olarak yönetimi önemlidir. 1 Mayıs sürecini yönetmek sadece güne ait bir şey değildir. 6 Nisan’da bir olağanüstü genel kurul yaşadık. Kendi içimizde yaşanan bir takım sorunlarımız vardı ve genel kurula gitmek zorunda kaldık. Ve 1 Mayıs’tan kısa bir süre önce yapılan bir olağanüstü genel kurul sonrası çok hızlı bir şekilde, daha önce başlaması gereken 1 Mayıs çalışmalarını hayata geçirmeye çalıştık. Eksikliklerimiz oldu. Fakat önemli olan bu süreci politik olarak doğru kavramak ve doğru yönetmekti. O açıdan bakıldığında gerek yönetim kurulunda gerek başkanlarla yaptığımız toplantılarda, bu dönemde valiliğin başbakanlığın ve bir bütün olarak siyasal iktidarın 1 Mayıs ve Taksim konusundaki tutumunun gerçek nedenini bilerek, ilk günden politik çizgimizi bunun üzerinden kurduk. Bu nedenle de Taksim konusundaki kararlılığımızı net bir biçimde ifade ettik. Emek hareketi, Türkiye’deki tüm demokrasi güçleri ve DİSK açısından anlamını ve önemini bir tarihsel süreç olarak değil, güncel bağlantıları ile birlikte de hem kamuoyuna hem topluma hem de siyasal iktidara anlatmaya çalıştık. Birincisi bu. Taksim konusundaki kararlılığımız aslında sadece bir alan meselesi değil sürecin politik değerlendirmesinin ürünüydü. Ve buna bağlı olarak da ilk günden itibaren de Taksim konusunda birlikte hareket ettiğimiz tüm kurumlarla bu süreci ortak örgütlemeye çalıştık. Valilik ve ardından başbakanlıkla yapılan görüşmelerde de bu çizgiyi sonuna kadar savunduk ve 1 Mayıs’ın Taksim’de bu koşullarda yapılabileceği -fiziksel açıdan söylüyorum- çeşitli yol ve yöntemler önerdik aslında. Ama tabii ki sorun bir fiziksel tartışma olmadığı için, bunu aşmak söz konusu olmadı. Siyasal iktidarın sert bir tutumu vardı. Bunun karşısında DİSK de, emek örgütleri de politik bir tutum aldı ve bu çerçevede 1 Mayıs gününe kadar geldik.

Hazırlıklar anlamında biraz zamanın kısıtlı olması, olağan bir 1 Mayıs örgütlemesi olmamasından kaynaklı çeşitli sıkıntılar yaşadık tabii ki. Özellikle 1 Mayıs günü arkadaşlarımızı buraya taşımak konusunda herkesin İstanbul’da her yerden gelmek için yaşadığı problem gibi, biz de çok ciddi bir problem yaşadık. Şurada hemen Okmeydanı Hastanesi’nde toplanan -kendi sendikam açısından söyleyeyim- arkadaşlarımız buraya gelemediler. Orada yürüyüşler yaptılar, çatışmalar oldu. Geceden bir kısım arkadaşımızla birlikte konfederasyon binasındaydık. Çünkü olağanüstü bir süreç vardı. Dolayısıyla geceden gelen arkadaşlarımız ve sabah ulaşabilenlerle ilk 1 Mayıs tutumumuzu ortaya koyduk. Bu yürüyüşle irademizi ortaya koyduk ve saatler boyunca burada DİSK binası etrafında ve içerisinde çok ciddi bir mücadele yürütüldü. Yaklaşık üç-dört saat. Sürekli polisin saldırısı ve arkadaşlarımızın ve bizlerin, buradaki diğer kurumlardan arkadaşların direnişi söz konusu oldu. Bina saatler boyunca abluka altına alındı. Sokak iki başından tutuldu ve birçok yaralı arkadaşımızı hastaneye götürmek için saatlerce ambulanslar buralara gelemedi. En son DİSK binasının içine müdahale edecek derecede kapının önüne bir yığınakla geldiler. Emniyet ve Valilikle tekrar görüşmelerimiz oldu.

Bir taraftan da birçok sendikamız da Beşiktaş kolundaydı. Beşiktaş koluyla bu süreci yürüttük. Orada böyle bina olmadığı için daha açık alanda yürüyen bir süreç oldu. Dolayısıyla biz Beşiktaş’taki arkadaşlarımızla sürekli temas halinde, irtibat halinde olup öğleden sonra iki alanı birleştirip bir açıklama yapma yaklaşımı geliştirdik. Önden basına bir açıklama yapma ihtiyacı doğdu. Genel başkanımız ve başkanlar kurulu üyelerimizle birlikte kapıya indik ve ilk açıklamayı yaptık.

Ve daha sonra saat 12.30’da çok sayıda yaralı ve yorgun arkadaşımızın binadan ayrılmasını sağladık. Ama buradaki süreci devam ettirdik. Beşiktaş’taki sürecin de tamamlanmasından sonra, toplam bir değerlendirme yaptık.

Ertesi gün saat 11.00’de yaptığımız toplantıyla da bu süreci hep birlikte tüm kurumlar adına değerlendirmiş olduk. Siyasal iktidara da söyleyecek sözümüzü ifade ettik. Ondan sonra da yaralılarımızın süreci... Ardından Başbakan konuştu, onun hakkında suç duyurusu yapıldı. Ardından vali ile ilgili suç duyurusu hazırlıyoruz, AİHM başvurusunu hazırlıyoruz. Bu hafta sonu hukuksal süreçler de tamamlanacak. Ama burada şunu söylemek isterim ki, 1 Mayıs 2013’de yaşananlar sadece bugüne ait bir şey değil. 1 Mayıs meselesi, öncesinden başlamış ve ardından suç duyuruları, değerlendirme toplantıları ile bitecek bir süreç değil. Önümüzdeki bir yılın temel kavga alanlarından biri olacak. Bu süreç siyasal iktidarın işçilere, emekçilere bakış açısını gösteren bir politikadır. Buna karşı bizim önümüzdeki bir yıl boyunca, mücadelemizin ana eksenlerinden biri 1 Mayıs olmak zorundadır.

- Siz İstanbul 1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı’ydınız. Orada birçok sendika, parti ve kurumla bir ortaklaşma süreci işletildi. Fakat ayrı alanlarda gerçekleştirenler oldu. Bunun nedeni ifade edildi mi, nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?

- Tabii bunlar doğru bir yaklaşım değil. Biliyorsunuz örneğin, Türkiye Komünist Partisi Kadıköy’de 1 Mayıs yaptı. Aslında onların Kadıköy’de 1 Mayıs yapma kararı, Taksim alan tartışmasından çok, siyasal içeriği ile ilgili bir kaygıdan kaynaklanıyordu. Bunu da açıkça ifade etti arkadaşlar. 1 Mayıs kürsüsünün ve 1 Mayıs’taki siyasal içeriğin aslında kendileri açısından sorunlu olabileceği, dolayısıyla ayrı bir 1 Mayıs yapma konusunda iradeleri olduğunu ifade ettiler. Ama böyle bir süreçte bu yaklaşımları olumlu bulmak mümkün değil. Hele hele Taksim ve 1 Mayıs konusunda, siyasal iktidarın bu kadar bütünlüklü bir politika yürüttüğü bir dönemde, bu bölmek parçalamak anlamına gelir. Böyle bir dönemde bölmek ve parçalamak doğru bir yaklaşım değil. Nitekim siyasal iktidarın Kadıköy’deki 1 Mayıs’a ilişkin sarfettiği sözler ve yaklaşım da bunu doğruluyor. Ne olursa olsun özellikle bu tür dönemlerde solun, sosyalistlerin, komünistlerin bütün sendikaların ortak davranma iradesi geliştirmesi lazım. Örneğin orada atılacak sloganlardan, söylenecek sözlere dair. Eğer çizginin bir tarafındansak, bunu Hak-İş için veya başkası için söylemiyorum, gerekirse eleştirilerimizi saklı tutarak, birlikte davranmamız gerekmektedir. Hele ki 1 Mayıs gibi süreçlerde daha çok özen göstermek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu tür zamanlarda atılan adımlar o güne ait adımlar değildir. Çok daha tarihsel ve uzun süreçli sonuçları vardır. Herkesin de öyle değerlendirmesi gerekir.

Kamu Sen, Memur Sen ve Hak İş gibi örgütlerin, 1 Mayıs’la ilişkisini aslında değerlendirmek gerekir. 1 Mayıs gündemi ile bu örgütlerin ne tarihsel ne kendi süreçleri açısından bir bağları yok. Tabii ki biz, en geniş birliktelikle kutlamak isteriz. Ama 1 Mayıs’ın içeriği tarihsel anlamı da önemlidir. Ondan kopartarak bir bayram havasında, ya da sendikaların bir bayramı olarak algınamaz 1 Mayıs. 1 Mayıs sendikaların günü değildir. Tabii ki işçi sınıfının örgütleri, sendikalar önemlidir. Fakat 1 Mayıs işçilerin, işsizlerin, kadınların, gençlerin, öğrencilerin herkesin 1 Mayıs’ıdır. Bu ülkede yaşayan emeği ile geçinen herkesin mücadelesinde çok önemli bir gündür. Dolayısıyla bu tür örgütlerin, örneğin Memur Sen’in gidip Çanakkale’de, Hak İş’in Karabük’te kutlaması onların tercihleridir kuşkusuz ama, bu örgütlerin 1 Mayıs’a bakışını yansıtıyor. Çok uzun girmek istemiyorum ama, Yahudi bayramı diyenlerden işçilerin provoke edildiği bir gündür ifadesi kullananlara kadar, bir yaklaşım var. Dolayısıyla 1 Mayıs’ın gerçek sahipleri bellidir. Çok uzun söz söylemeye gerek yok.

- Her türlü yasak ve baskıya rağmen 1 Mayıs günü ortaya çıkan bir tablo var. Kim nerde, kaç olursa olsun, her yerde bir direnç ve irade var. Sermaye sınıfı devleti ile diğer aygıtları ile saldırırken, diğer tarafta ellerinde hiçbir silah olmayan işçi sınıfı vardı. Bu tabloda devlet istediğini aldı mı?

- Bence devlet kısa vadede istediğini bu tepkinin oluşacağını bilerek ve bunu göze alarak yaptı. O gün bütün baskılara rağmen, binlerce insan sokaklara çıktı. İnsanlar evlerinde tepkilerini ifade ettiler, siyasal iktidara karşı. Sokak aralarındaki çatışmalarda evlerinden çıkıp limon verenler, su verenler. İşte bunların hepsi çok önemlidir. Köşe yazarlarını izleyin. Önce niye bu kadar Taksim için inat ediliyor diye bizi eleştirenlerin dili değişmiştir, ‘Evet bunlar haklıymış, amaç başkaymış’ diye. Bunlar önemli. Ama siyasal iktidar bu yıl bizi Taksim’e çıkartmadı, engelledi. Fiziksel olarak engeller. Onların elinde top var, tüfek var, bomba var… Erzurumlar’dan, Ağrılar’dan uçaklarla polis taşındı İstanbul’a. Bütün Türkiye’nin gözü burdaydı. Tüm Türkiye halklarının gözü, yüreği buradaki İstanbul 1 Mayısı’ndaydı. Dolayısıyla buradan bakıldığında çok önemli bir direnç var, tepki var. Ama bu süreçte siyasal iktidarın asıl amacının orta ve uzun vadeli olduğunu da görmek gerekir. En başta da söylediğim gibi 1 Mayıslar’da bütün bu sermaye politikalarına karşı ciddi bir tepki var. Artık, kapitalizmin şu anki var olan düzeyinin, işçi sınıfına, emekçilere vaad edebileceği hiçbirşey kalmadı.

Neoliberal yılların ilk dönemlerini düşünelim, çok büyük vaadlerle yola çıkıldı. Buna kapitalizmden başka bir dünya yok dendi, işte neoliberalizm çok çok muhteşem bir sistem dendi, herşey çok güzel olacak dendi, masallar anlatıldı. Ama bunların hepsi bitti, hepsi çöktü. Yani bu süreç, artık bu sistemin işçi ve emekçilere hiçbir şey vaad edemeyeceği bir dönemdir. Bugün bu ortamda çıkan bu tabloda siyasal iktidarın, kendi iktidarlarını sürdürebilmek açısından bu tür baskı ve zor yöntemlerini kullanmak dışında bir yolu yok. Artık yalanları da bitti. Taşeronlaştırmayı işçiye müjde diye sunuyor, ondan sonra kimse inanmıyor. Her evde bir taşeron işçisi var artık. Her evde bir işsiz var artık. Böylesi bir süreçteyiz. Var olan sistemin, neoliberalizmin o yıkıcı sonuçları artık yaşanıyor. O ilk dönemler bütün hastanelerin kapıları herkese açılacak, herkes istediği hastaneye gidebilecek diyerek çok büyük bir memnuniyet yaratılmaya çalışıldı. AKP iktidarı en çok oyu sağlıktan aldı, ama bugün sağlıktaki sistemi artık herkes görüyor. Artık parası olmadığı zaman sağlık hizmetine ulaşamayacağını, artık herkes görüyor ve yaşıyor. Dolayısıyla artık bütün yıkıcı sonuçları ortaya çıkmaya başladı ve bu dönemde de siyasal iktidarda kendi varlığını sürdürmek açısından daha fazla totaliterleşen, daha fazla denetim altına almaya çalışan bir yöntem izliyor. Böyle bakmak lazım. Sorunu bir 1 Mayıs 2013, sadece bir Taksim meselesi olarak değil toplam bir rejimin yeniden yapılanması süreci olarak görmek lazım. Mücadeleyi de buna göre kurgulamak lazım dolayısıyla.

- 1 Mayıs’ta moral bir üstünlükle ayrılan işçiler, emekçiler, sol hareket insanlığa bir gelecek vaad etmeyen kapitalizm karşısında bundan sonra ne yapmalı? Nasıl bir yol izlemeli?

- Her şeyden önce şu çok açık ki fiili-meşru, militan bir mücadeleye ihtiyaç var. Kendi sınırlarını kendisi belirleyen bir mücadele çizgisine ihtiyaç var. İkincisi ortak bir mücadele çizgisine ihtiyaç var, parçalılığı ortadan kaldıracak. Sendikal hareket ve sol hareket içinde var olan parçalılığı ortadan kaldıracak politik bir çizgiye ve mücadele programına ihtiyaç var. Ve bu konuda ben artık safların daha netleşeceği bir döneme gireceğimizi düşünüyorum. Mesela şu 2013 1 Mayıs süreci, sendikal örgütler açısından baktığımızda her şeyi berrak bir biçimde ortaya çıkarttı. Biz, 2010-11-12 gibi bir 1 Mayıs yaşasaydık Hak İş veya diğer konfederasyonların pozisyonunun üstü örtülecekti yine. Ama bu tür dönemler safların netleşmesini, belirgirleşmesini sağlıyor. Belki bir takım ayrışmaları olur, ama ileriye dönük daha büyük adımları ortaya çıkartır. Bu döneme böyle bakmak lazım. Bu açıdanda fiili-meşru temelde yürütülecek bir mücadeleye ihtiyaç var. Haklılığına sonuna kadar inanan ve haklılığını kendi mücadelesinden alan bir çizgiye ihtiyaç var. Ve kuşkusuz içerik olarak da bugünkü sermayenin bütün saldırı politikalarına karşı sadece direnmeyi değil, onları engellemeyi, ortadan kaldırmayı ve gerçekten işçi sınıfının kendi iktidarını da hedefleyen, bütünlüklü bir politik perspektife ihtiyaç var.

 

 

 

 

Taksim terörü daha yeni başladı!

 

1 Mayıs’ta Taksim’in yasaklanması inşaat gibi gerekçelerle savunulurken gerçek amacın farklı olduğu birçok kez ifade edilmişti. Ancak 1 Mayıs’ta döktüğü kan ve estirdiği terörle yetinmeyen sermaye devleti Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi’ni eylemlere kapattığını açıkladı.

4 Mayıs günü öğlen Dersimlilerin ve KESK’in eylemlerine izin vermeyen kolluk güçleri, akşam ise yürüme iradesi gösteren HEY Tekstil direnişçilerine saldırdı. Hey Tekstil işçilerinin eylemi, bu hafta Dilan Alp için düzenleniyordu.

KESK’li Aileler’e onlarca polis iki panzerli barikat

Taksim’de eylem yasağı her hafta KESK’li tutsaklar için yapılan eylemde de uygulandı. Tutsakların ailelerinden oluşan kitlenin önü onlarca Çevik Kuvvet ve sivil polis ile kesilirken İstiklal Caddesi üzerinde iki panzer arka arkaya sıralandı. Yaratılan abluka karşısında tutsak BES üyesi Ejder Erbulan’ın eşi Ebru Erbulan bugün sendika yöneticisinin yürümeme kararından dolayı açıklamayı burada yapacaklarını fakat bu tutumu kabul etmediklerini, parasız eğitim ve sağlık isteyen kamu emekçilerinin yanında olduklarını ifade etti. “Bizden korkuyorlar” diyen Erbulan, 17 yaşındaki Dilan Alp’in gaz bombasıyla vurulmasını hatırlatarak ondan bile korktuklarını söyledi. “Biz çocuklarımızın bizden utanacağı hiçbir şey yapmadık” diyerek sözlerine devam eden Erbulan, polislerinse çocukları karşısında yüzlerini kaldıramayacaklarını ifade etti.

Ejder Erbulan’ın 7 yaşındaki oğlu Mahir ise “Benim ve kardeşimin babası hapiste. 1 adım bile olsa 3 adım bile olsa yürüyeceğiz” dedi.

Eylem basın açıklamasının polis barikatı önünde okunmasıyla bitirildi.

Dilan eylemine bile müsamaha yok!

Her hafta olduğu gibi Taksim Tramvay Durağı önünde toplanmaya başlayan kitlenin önü panzerler ve Çevik Kuvvet tarafından kesildi. Kitleye dağılmaları yönlü uyarılar yapıldı ve Taksim’in artık yasak olduğu söylendi.

Dağılmayan kitle barikata doğru yürüyüşe geçti ancak polis yürüyüşe izin vermedi. Bunun üzerine kitle oturma eylemine başladı. Ancak buna da izin vermeyen polis tazyikli su ve coplarla işçilerin üzerine vahşice saldırdı.

Vahşi saldırı nedeniyle birçok işçi yaralanırken, işçiler geriye doğru polis tarafından sürüldü. Saldırı eşliğinde Gümüşsuyu’na kadar çekilen kitle burada ara sokaklara girerken polis bir süre ana caddeyi tuttu, ardından geri çekildi.

Saldırı sırasında cop kullanan polisin özellikle yüze ve kafaya vurması nedeniyle çok sayıda kişinin yaralandığı kaydediliyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul