04 Ekim 2013
Sayı: KB 2013/39

Gerçek çözüm ve kalıcı barış için devrimci mücadele!
‘Demokratikleşme paketi’ ucuz bir manevradır
Türk sermaye devleti Rojava’da katlediyor!
Gururu olmayanlar sözlerle oynuyor
Hasan Ferit’le horona duranlara... - T. Kor
Gülsuyu çetesi katletti, polis aklıyor!
Emekçilerden savaş tezkeresine hayır!
Kapsamlı yıkım saldırıları kapıda!
“Haklarımızı sokakta kazanacağız!”
Bursa Emek Forumu’nda direniş ruhu
Feniş işçileri kazanacak!
Feniş işçileri için kampanya
MİB MYK Ekim Ayı Toplantısı…
Başörtüsü, dinsel gericilik ve sosyalist tutum - Alper Suat
Devrimci, kitlesel ve coşkulu bir merkezi gece için ileri!
Suriye’yle ilgili BM kararı onaylandı

“İsrail olmasaydı biz icat ederdik…”

Tunus’ta dinci Nahda yönetimi yolun sonuna geldi
44 yıl önce Dev-Genç’i yaratan koşullar…
Sol içi yasakçı zihniyet ve şiddet hiçbir koşulda kabul edilemez!
Üniversitelerden haberler...
Gericilik kıskacında kadın!
Kanla yazılan tarih silinmez!
“Ulucanlar’dan Gezi’ye direniş sürüyor!”
Bahçelievler Katliamı 35. yılında...
“Çocuklarımız neden yargılanıyor?”
Komutan Che kavgamızda yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hasan Ferit’le horona duranlara...

T. Kor

 

Hasan Ferit Gedik. İsmin yabancı lakin yüzünü anımsıyorum. Bilmiyorum belki... Ama o gözleri hatırlıyorum. Kirli sakallı halinle biraz bulanık ama... Ya Armutlu Mahallesi’nde bir devrim şehidi uğurlamasından ya da son gelişimden hatırlıyorum seni. Evet kesinlikle, Eylül’ün sonunda o poyrazın ortasında.

Ya da emin değilim. Belki de sırf seni de kaybetmenin verdiği hissiyat beynimi yorduğu için, senle de tanışsaydık, sarılarak ayrılsaydık derken bana oyun oynuyor.

Hasan Ferit, belki de seni ölmeden bir gün önce gördüm. Tanışmamıştık ama kavga yolunun solunda yürüdüğümüz için aynı mekanda yan yana gelmiştik. En azından ben böyle anımsıyorum. Fakat şunu iyi biliyorum. Kalbin durmasa adını duymayacak olurdum, fotoğrafına bakmazdım ama bilirdim yüreğinin aynı dava uğruna atan gençlerden biri olduğunu.

Bilirdim yine de kavganın içinde yitenlerin ardından tüm samimiyetiyle yürüdüğünü. Çünkü bu sonsuz güveni yaratan barikatlarımız var bizim. Taksim’de, Gazi’de, Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Kızılay’da, Dersim’de... Devleti sarsan, bir adım geriye savuran barikatlarımız. Yumrukları sıkılı senin gibi yüz binlerin nöbette olduğu o görkemli barikatlar şimdi seni uğurluyor Armutlu’dan.

Fakat sen gittin 29 Eylül’ü 30’una bağlayan gece. Gittin mahalleni bırakıp geride, Gülsuyu’nda yüzünü bile görmediğin emekçi halkını çetelerden savunmak için. Ne güzel demiştin “Tüm yoksul mahalleleri bizimdir. Tüm yoksul mahalleler bizimle özgürleşecektir!” diye. Evet tüm mahalleler, sokaklar, caddeler bizimdir. Asfaltını döken, kumunu karan, kepçelerini kullanan, temel demirlerini döken nasırlı ellerle insanlığın tüm değerleriyle birlikte o mahalleler bizimdir. Ve zehirli yılanın zehrini mahallelerimize dökmesine, devletin piyonu olarak mahallemizi kirletmesine izin vermeyeceğiz. Sen de böyle yaptın zaten. Nasıl direndiysek 1 Mayıslar’da, gecekondu yıkımlarında öyle direndin Gülsuyu’nda...

Ve çeteler yine geldiler savaş arabalarıyla yine korku yüklüydüler. Fakat bu sefer can almaya yeminliydiler. Karşısında sadece yüreğiyle duranlara cellatlar bu sefer öldürmek için ateş açtılar. İlk sen düştün toprağa Hasan Ferit, seni hiç tanımasam da Gülsuyu sokaklarında aynı anları yaşadım seninle. Yıllar gerideydi, uyuşturucu satıcılarının, çetecilerin karşısına çıktık bizde. Silahını indirttik korkak çeteciye, kovduk mahalleden. Ve biz yürürken Heykel’e arkamızdan gelip ‘uyarı’ ateşi açtı çeteler. Camdan çıkan namluları gördük. Yürekleri gibi siyah camlı arabadan yüzlerini çıkarmadan aynı korku ve sinmişlikle saydırdılar mermilerini. Bizi vurmak için ateş etmediler o gece ama o gece devletin beslemesi çetelerin çıktıkları yoldaki ilk duraklarıydı. Beslendikçe palazlanan yılan zehrini saldıkça Gülsuyu’nda daha çok saldırdılar. Artık kan dökmeden durmayan bu katiller çetesi kaç gencimizi vurdu. Belki de bu yüzden seni tanımış sayıyorum. Senin gibi ölebilirdim ya da sen benim gibi yaşayabilirdin diye...

Yaşamak uğruna direndiklerin varsa anlamlı artık. Ben o kurşunların vücudumu bulmadığı andan beri bunun için yaşıyorum. Ve senin yazdıklarına bakınca tanımasam da artık biliyorum. Her gün direndin sen de. Teslim alınamadın. Çetecilerden bahsederken kızgın ama mahalleler bizimdir derken kendinden emindi kelimelerin. Evet mahalleler bizim bir gün bizim olacak tüm taşı, toprağı ve suyuyla. Ama şimdi çürümüş düzenin çeteleşen devleti en kirli yöntemleriyle karşımızda duruyorken, bir gün Antakya’dan bir gün Gülsuyu’ndan yitenlerin adlarını kazıyorsak kalplerimize, yürümek gerek Gülsuyu’nu kuran iradeyle.

Gülsuyu’nun gecekondularına nice devrimcinin kanı harç, bedeni duvar oldu. Nice devrimcinin elleri Gülsuyu Mahallesi’ni kurarken nasır tuttu.

İstanbul’un kent planlaması, altyapısıyla en iyi örnekli mahallesi. Zira devrimciler çizdi sokak planını, altyapısını devrimci mimar ve mühendisler yaptı. Gecesinde şafak nöbeti tutup, gündüzünde tuğlasını taşıdı.

Yoktan bir mahalle yaratan devrimci iradeydi. O iradeyle yürümek gerek işte. Çete denip yüzünü kaçıran devlet gerçeğini işaret ederek yürümek, Hasan Ferit’in kurşun sesleri arasında yürüdüğü gibi yürümek. Hasan Ferit’i aramızdan alan çeteyi besleyenleri bilerek yürümek.

O devlet ki “demokrasi”den dem vurup yıkıma, yağmaya her yolu mubah sayar. Gülsuyu çeteleri de aynı rant için mahallede korkuyu yaymak için kullanılır zaten. Kepçeyle, polis zoruyla gönderemeyecekleri için çetelerin korkusu öne sürülüyor. Demokrasiyi dillerinden düşürmeyenlere bunun için son sözü Hasan Ferit söylüyor...

Bizler, mahallelerimizi yıkmak, talan etmek bizleri yurdumuzdan sürgün etmek isteyen kimseyi istemiyoruz. Bundan daha demokratik talep var mı!”

Hasan Ferit’in sahip çıktığı değerler için bugün her mahalle yangın yeri, her mahalle kavga meydanı. Ve şimdi Hasan Ferit’in vasiyetini yerine getirerek her mahallede horona durup gökyüzüne içinde alev yüklü balonlarla umudumuzu taşıyoruz...

 

 

 

 

Polis suçunu gizliyor

 

İstanbul Gülsuyu Mahallesi’nde polis-çete işbirliği ile gerçekleşen saldırı sonucu yaşamını yitiren Hasan Ferit Gedik’in üst giysilerinin savcıya ulaşmadığı ve “kaybolduğu” ortaya çıktı.

Uyuşturucu çetelerinin saldırısında başından vurulan Hasan Ferit hastanede tedavi edildiği sırada polis, asistan kılığı altında yoğun bakım ünitesinde kıyafetlerin ve delillerin tutulduğu odaya girmiş ve bu durum fark edilince kendilerini odaya kilitlemişlerdi. Bu sırada odanın camı kırılarak hastane çalışanları tarafından Gedik’e ait ve olayla ilgili eşyalar dışarı çıkarıldı. Çevik kuvvet polisleri hastaneye gelerek, delilleri çalan sivil polisleri hastaneden çıkardılar.

Savcının “Ben delillere el konulması talimatı vermedim” dediği ve delil dosyasında Hasan Ferit’in üst giysilerinin olmadığını söylediği belirtildi. Ayrıca, Gedik ailesine de yalnızca Hasan Ferit’in pantolon, kemer ve diğer alt giysilerinin geri verildiği aktarıldı.

Çetelerin yaşanan birçok saldırı sonrası tutuklanmaması, sermaye devletinin azılı katillerinden Mehmet Ali Ağca ile birlikte çekilmiş fotoğrafları bile çetelerin devletle olan ilişkisini ortaya koymaya yetiyor. Fakat polislerin hem çeteleri koruması hem de delilleri kaybetmesi de aynı zamanda bu kirli katliamdaki rollerinin ortaya çıkmasını önlemek için olduğunu gösteriyor.

Şu ana kadar yaptıkları tüm katliamlarda pratikleri aynı olan polisin delil çalması hiç de yabancı olunan bir durum değil. Türkiye Komünist İşçi Partisi militanı Alaattin Karadağ’ın 2009 yılında Esenyurt’ta polis tarafından katledilmesi sonrası yine polis, delilleri çalmış, aylarca mahkemeye sunmamıştı. Karadağ katledildiği sırada üstünde olan gömleğin, poliste olduğu avukatların ısrarı belgelerle ortaya çıkartılmıştı.

Hastaneler karakola dönüştürülemez!”

Yoğun bakım ünitesine sivil polislerin girip eşyaları çalması, SES Anadolu Yakası Şubesi ve İstanbul Tabip Odası tarafından 1 Ekim’de düzenlenen basın toplantısında kınandı. İTO Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu ve Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ümit Şen’in katıldığı basın toplantısında şunlar ifade edildi: “Yoğun bakım ünitesine sağlıkçı kıyafeti giymiş sivil polislerin girmesinin hukuksuz ve etik dışı olduğunu, en temel hasta ve insan hakkını ihlal etmiş olduklarını, bunu yapanlar hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılmasını; söz konusu girişim ve hastane içi çevik kuvvet müdahalesi için hastane idaresince izin verilmiş olması durumunda aynı suça idarenin de ortak olmuş olacağını, ayrıca hastane yöneticisi hekimlerin bu durumda mesleki etik değerleri de çiğnemiş olacaklarını hatırlatmak istiyoruz. Ülkemizin hiçbir mahallesinde uyuşturucu satışının yapılamadığı, delillerin polis değil savcı gözetiminde toplandığı, hastane yoğun bakım ünitelerine sağlıkçı kılığına girmiş polislerin giremediği ve hastane koridorlarında ölü yakınlarının çevik kuvvet tarafından tartaklanmadığı, demokratik bir ülkede yaşamak istiyoruz.”

 
§