4 Ocak 2013
Sayı: KB 2013/01

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt sorununda AKP’nin yeni “entegre” oyunu sahnede
Batı Kürdistan halkı
kazanımlarını çoğaltıyor!
Erdoğan’dan Suriye’ye yönelik saldırgan açıklamalar
2012: Dünya çapında sınıfsal öfkenin sokağa taştığı yıl
OECD raporunda öngörülen azgın sömürü!
Asgari ücrete komik zam
Şişecam işçileri ile sınıf dayanışmasını yükseltelim!
Yeni yılı direnişle karşıladılar!
Abdi İbrahim işçileriyle direniş üzerine
TOFAŞ’ta işçi kıyımı:
Bin işçi çıkarıldı!
MİB MYK Ocak ayı toplantısı…
Değerlendirme ve sonuçlar
2012’de de emperyalist güçlerle
suç ortaklarının hedefindeydi!
ODTÜ direnişinin gösterdikleri üzerine
2012’de gençlik
hareketinden yansıyanlar
Her yer ODTÜ,­ her yer direniş!
Avukat Zeycan Balcı Şimşek ile kurultay üzerine
Kapitalizm şiddettir,
şiddete karşı mücadeleye!
İstanbul’un iki yakasında kurultay çağrısı
Devrimci Kadın Kurultayı hazırlıkları seminerlerle sürüyor
Suriye’deki Filistinlilerin trajedisi ve geri dönüş hakkının merkezliği
Remzi Barud
Roboski katliamının birinci yıldönümünde
2012’de doğal ve kentsel çevre talanı hız kazandı
Cumartesi Anneleri kayıplarını istiyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortadoğu halkları:

2012’de de emperyalist güçlerle
suç ortaklarının hedefindeydi!

 

ABD’nin başını çektiği emperyalist blok, 2012’de de Ortadoğu halklarına savaş, yıkım ve kıyımdan başka bir şey sunmadı. Bu aynı blok, bölgedeki –Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi— gerici suç ortaklarının da katkılarıyla ırkçı-siyonistlere ‘özel himaye’ sağlamış, bu tutumuyla, Filistin toprakları üzerindeki İsrail işgalinin/kuşatmasının devamına da hizmet etmiştir.

Namlunun ucundaki ülke, hâlihazırda Suriye olsa da, tüm bölge halklarının geleceği ciddi bir tehditle karşı karşıya bulunuyor. Irak, Libya ve Suriye’de yaşananlar, suç ortaklarıyla birlikte emperyalist blokun, “hedef ülke” damgası yiyen ülkeleri, nasıl da savaş ve kıyım diyarı haline getirdiğini gözler önüne seriyor.

Ortadoğu halkları, 100 yıldan beri emperyalist güçler arasındaki hegemonya savaşlarının bedelini, istemese de ödüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya safında emperyalist paylaşım savaşına katılması ile başlayan bu uğursuz süreç, yenilgiye uğrayan Osmanlı topraklarının İngiliz-Fransız emperyalistleri tarafından paylaşılması ile çizilen yapay sınırlarla yeni boyutlar kazanmış, İsrail’in bölgenin kalbine saplanmasıyla devam ederek günümüze kadar sürmüştür.

Belli aralıklarla kışkırtılan savaşlar, 2003’teki Irak işgaliyle eşine az rastlanır kıyıma yol açmış, ardından İsrail’in Lübnan ve Filistin’e karşı giriştiği vahşi saldırlar gelmiş, Libya’nın işgali, Suriye’de körüklenen iç savaş ve bu savaşın bölgeye yayılma tehdidi ile tablo, daha da vahim bir hal almıştır. Bu atmosferde sona eren 2012 yılı, yeni yıla pek çok sorun da devretmiştir.

Halklar, emperyalist hegemonya savaşında kurban ediliyor

“Dünya jandarması” konumu sarsılan ABD’nin elindeki en etkili araç ordu, yani savaş makinesidir; bunun da etkisiyle, Beyaz Saray’ın efendileri sorunların çözümünü bu ölüm ve yıkım makinesine havale ediyorlar. Jandarmalık konumunu yitirmeye mahkûm olan, ancak bunu geciktirmek için savaş makinesini halkların üzerine salan Pentagon’un savaş baronları, geçen yüzyılın sonunda, Ortadoğu’nun üzerine, acımasız bir şekilde çullandılar. Bölgenin enerji kaynaklarını yağmalamak, direnç noktalarını kırmak ve buna dayanarak halkları köleleştirmek… Bunlar ABD ile suç ortaklarının öncelikli hedefi. Ancak nihai hedef bunun ötesinde; Rusya-Çin ikilisini Ortadoğu’dan uzaklaştırmak ve bu güçlerin etrafını kuşatarak, küresel çapta etkili bir güç merkezi olmalarını önlemek…

Gerileme sürecinde olan bir emperyalist gücün bu hedeflere ulaşması kolay değil. Zira hem karşısında giderek büyüyen devasa güçler var hem Ortadoğu’da “ayakbağı” olan direnç noktaları temizlenebilmiş değil. İşte ABD ile suç ortaklarının devam eden saldırganlık ve savaş politikasının öncelikli hedefi, bölgedeki bu direnç noktalarını temizleyebilmektir. Bu başarılmadan esas olana, yani Rusya-Çin ikilisinin kuşatılması hedefine ulaşmak söz konusu bile olamaz. Emperyalist/siyonist güçler ile bölgenin karşı-devrimci koalisyonunun (Türkiye, Suudi Arabistan, Katar vb.) namlularını Suriye’ye çevirmesinin gerisindeki esas neden budur.

Ülkelerin işgal edilmesi, yakılıp yıkılması halkların kurban edilmesi, bu hegemonya savaşı içindir. Hegemonya savaşı ABD emperyalizminin çıkarlarını savunmak adına yapılıyor, bölgenin karşı-devrimci koalisyonu ise, emperyalist/siyonist güçlere yaslanarak kendini güvence altına alabileceğini varsaydığı için, bu suçlara ortak oluyor. Halk hareketlerinin açığa çıkarttığı enerjiyi istismar eden Müslüman Kardeşler ile kökten dinci akımlar da, bu çatışmada hegemonya savaşının tetikçileri olarak rol alıyorlar. Zira bu güçler, esas olarak, ABD-İsrail ikilisinin suç ortakları olan bölgenin karşı-devrimci koalisyonunun siyasi, askeri ve mali yardımı sayesinde etkili olabiliyorlar. Dinci gerici akımlar, bu denklemde emperyalist/siyonist güçler adına da tetikçilik yapıyorlar. Dinci akımlar-ABD ilişkilerinin giderek güçlenmesi bir tesadüf değildir. Birilerinin “terör örgütü” ilan edilmesi, bu olguyu değiştirmiyor.

Suriye’de iç savaş derinleştirildi

Hegemonya savaşında namlunun ucundaki ülke, birkaç yıldan beri Suriye’dir. Baas’ın dikta rejimiyle yönetilen bu ülkede Mart 2011’de başlayan halk hareketi, ABD-İsrail ikilisi ile bölgenin karşı-devrimci koalisyonu için bulunmaz bir fırsat oldu.

Hareketin başladığı haftalarda, Baas yönetiminin sol/sosyalist güçleri hedef alması, dinci akımların işini kolaylaştırmış, dinci-mezhepçi Müslüman Kardeşler, oluşan boşluktan da yararlanarak hareket üzerinde etkili olmuş, dahası hareketi yozlaştırıp hedefinden saptırmaya da muvaffak olmuştur. Baas yönetimini yıkmak için fırsat kollayan ABD ile bölgenin karşı-devrimci koalisyonu ise Müslüman Kardeşler, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve diğer kökten dincileri mali, askeri, politik ve diplomatik alanlarda destekleyerek sürece dahil oldular.

Çok yönlü desteğin yanısıra onlarca ülkeden kökten dincileri Suriye’de toplayan silahlı çeteler, başkent Şam dahil bir çok kenti savaş alanına çevirdiler. AKP iktidarının izlediği saldırgan politikadan da güç alan silahlı çeteler, Türkiye-Suriye sınırının büyük bir bölümünü kontrol altına alarak, savaşı giderek yaygınlaştırdılar.

2012 yılı boyunca Baas yönetimini mali, askeri, siyasi ve diplomatik alanlarda sıkıştıran emperyalist güçlerle bölgenin karşı-devrimci koalisyonu, Suriye’deki iç savaşın daha yaygın, daha şiddetli, daha yıkıcı bir hal almasını sağlayabildiler. Öyle ki, Baas rejiminin aşırı zorbalığı ile kökten dincilerin vahşi saldırıları on binlerce kişinin ölümüne yol açmış, kent, kasaba ve köyleri yıkıma uğratmış, milyonlarca kişiyi yerinden yurdundan etmiştir.

ABD ile suç ortakları çatışmalara son verebilecek girişimleri sabote ederek de savaşı tırmandırdılar. Öte yandan emperyalist güçler Akdeniz’e savaş gemilerini yığmış, Suriye’ye coğrafi benzerliği olduğu için Arnavutluk açıklarında deniz tatbikatı yapmış, Suriye’yi işgal senaryolarını haber ajanslarına servis etmiştir. Nitekim konuyla ilgili İngiliz Independent gazetesinde yayınlanan bir haberde, İngiltere’nin ev sahipliğiyle Fransa, Türkiye, Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri askeri yetkilileri ile “üç yıldızlı bir Amerikan generalinin” katılımıyla Londra’da gizli bir toplantı yapıldığı belirtildi.

ABD, İngiltere, Fransa ile AKP rejimi başta olmak üzere bölgenin karşı-devrimci güçleri, tüm çırpınmalarına rağmen, Beşar Esad yönetimini devirmeye muvaffak olamadılar. Bundan dolayı iç savaşı daha da derinleştirip emperyalist saldırı için zemin hazırlama girişimlerini sürdürüyorlar.

Emperyalistlerle dinci gericilik ittifakı pekiştirildi

Merkezinde Müslüman Kardeşler’in bulunduğu dinci gerici akım birçok Arap ülkesinde iktidar veya iktidar ortağı haline geldi. Mısır, Tunus başta olmak üzere Fas, Yemen, Ürdün, Libya gibi ülkelerde de etkili olmaya başlayan dinci gerici akımlar, ‘laik’ diktatörlerden boşalan yeri doldurmaya adaylar. Hem halk isyanlarının yarattığı koşulları istismar eden hem Arap burjuvazisinin bir kesimi ile emperyalistlerden güç alarak iktidara tırmanan dinci gerici akım, emperyalizmin Ortadoğu’daki temel dayanağı konumuna yerleşiyor.

Dinci gerici akım, Arap burjuvazisinin bir kesiminin siyasal temsilcisidir; bu sınıfsal konumu gereği de ABD başta olmak üzere emperyalistlerle işbirliği yapıyor. Emperyalist güçlerle bölgenin karşı-devrimci koalisyonu ise, dinci gerici akımı halk hareketlerine karşı “dalgakıran” olarak kullanıyorlar. Zira bu güçlerin tümü, emekçilerin talepleriyle başlayan halk isyanlarından ürkmüş, hareketi yozlaştırıp hedefinden saptırmak için seferber olmuşlardır. Tunus, Mısır, Yemen, Libya’da olan budur. Suriye’deki hareketin gerici bir iç savaşa dolgu malzemesi olarak kullanılması da, aynı güçlerin dolaysız müdahaleleriyle doğrudan bağlantılıdır.

“Model”i AKP olan Arap ülkelerindeki dinci gerici akım anti-komünist, neo liberal ve emperyalist güçlerle işbirliği halindedir. Belli bir kitle desteğini arkasına alabildiği de bir olgudur. Ancak bu akımın isyan eden Arap halklarının demokratik, sosyal, siyasal talepleriyle uzaktan yakından bir alakası yoktur. Tersine, bu akım, hâlihazırda bu kazanımlara ulaşmanın önündeki en büyük engeldir. Arap halklarının emekçi kesimlerinin bu gerçeğin farkına varmaları uzun sürmeyecektir.

Şii-Sünni kutuplaşması derinleştiriliyor

Emperyalist/siyonist güçlerin rezil taktiklerinden biri, halkları bölgesel, etnik, dinsel, mezhepsel temelde parçalayıp egemenlik altına almaktır. İngiliz emperyalizminin “böl, parçala, yönet” şeklinde özetlenen sömürgecilik döneminin sloganı, halen tüm gerici güçlerin amentüsüdür. ABD-İsrail ikilisi ile bölgenin karşı-devrimci koalisyonu da, özellikle son yıllarda halklar arası yapay bölünmeler yaratmak için özel çaba harcıyor.

Bölgedeki olayları ve çatışmaları “mezhepsel” temellere dayandıran analiz ve yorumlara daha sık rastlamaya başladık. Bunun bir tesadüf olmadığı, tersine, özellikle Şii-Sünni kutuplaşması yaratmak isteyen ABD ile suç ortaklarının medyadaki tetikçileri tarafından öne çıkarıldığı gözlenmektedir. Yazık ki, gerici güç odaklarının yaydığı bu zehirli yanılsama, kitleler arasında da belli bir etki yaratabiliyor.

Her dinci akım doğası gereği mezhepçidir. Tıpkı Müslüman Kardeşler, selefiler ve AKP şahsında görüldüğü gibi. Bölgenin karşı-devrimci koalisyonu ile dinci gerici akımların “Sünni Müslüman” olması, yazık ki, mezhepçi zehre bulanmış yanılsamanın yaygınlaştırılmasında etkili oluyor. Suriye, Lübnan Hizbullah ve İran’a karşı “Sünni eksen” oluşturma planının patenti emperyalist/siyonist güçlere aittir. Propagandasını yapan ise, AKP’den Katar’a, Suudi Arabistan’dan kökten dinci çetelere kadar bölgenin karşı-devrimci koalisyonudur.

ABD-İsrail ikilisinin bölge üzerindeki hegemonyasının önündeki direnç noktalarının, —Filistin hareketi dışında— ‘Şii’ veya ‘Alevi’ olması, ABD işbirlikçilerinin işini nispeten kolaylaştırıyor. Oysa bu direnç esas olarak dinsel veya mezhepsel değildir. Nitekim Hamas gibi “Sünni-dinci” bir akımın da yakın zamana kadar Suriye, Hizbullah, İran cephesinde yer alması, meselenin mezhepsel olmadığını kanıtlamaya yeter. Ayrıca “Sünni eksen” oluşturmaya çalışanların “Sünni” Saddam Hüseyin yönetimine karşı ABD emperyalizminin safında yer almaları, sorunun din veya mezhep olmadığını kanıtlayan bir diğer olgudur.

Buna karşın bölgede, özellikle Irak, Suriye, Lübnan hattında mezhepsel ayrışmanın giderek derinleştiği, bölgenin karşı-devrimci koalisyonun ise, “Şii İran”a karşı “Sünni blok” oluşturma yönünde belli bir mesafe kat ettiği görülmektedir. Elbette “Sünni blok” oluşturmaya çalışanların derdi din veya mezhep değil, gerici iktidarları ve sefil sınıfsal çıkarlarının korunmasıdır. Onlar bu zehri halklara yutturarak, gerici savaşların dolgu malzemesi ve de kurbanları durumuna düşürmek istiyorlar. Umut edelim ki, halkların sağduyusu, bu öldürücü zehrin fazla yayılmasına engel olur ve ağır bedeller ödenmeden, emperyalist/siyonist güçlere hizmet eden dinci gerici akımın maskesini düşürmeye vesile olur.

Savaşın kara bulutları bölge halklarının üzerinde dolaşmaya devam ediyor

Emperyalist/siyonist güçlerin izlediği politika ve bölgesel karşı-devrimci koalisyonun suç ortaklığı, “bölgesel savaş” tehdidini gündemde tutuyor. Suriye’ye doğrudan saldırı, Lübnan Hizbullah’ı fiziki olarak tasfiye etmeye yönelik girişimler ve bunların ardından İran’a olası bir saldırı bölgesel savaşı, hatta daha da ötesini tetikleyecektir.

ABD-İsrail ikilisinin bir savaşı göze alıp almayacağı ve diğer emperyalist güçlerin alacağı tutum belli değil, ancak hegemonya savaşının yeni boyut kazanması ihtimal dışı değildir.

Gelişmeler, her iki yönde hazırlık yapıldığına işaret ediyor. Silahlanmanın yaygınlaştırılması, askeri tatbikatlar, tehditler, nükleer silah tartışmalarının gündeme getirilmesi vb. icraatlar, olası bir savaşa hazırlığın göstergeleridir. Bununla birlikte ABD-İran arasında gizli görüşmelerin yapıldığına dair haberler, Suriye konusunda Rusya’nın iktidar ile muhalefet arasında anlaşma sağlanması yönünde girişimlerde bulunması, olası bir savaşın emperyalist/siyonist güçlere de kayda değer bir bedele mal olacağının hesaba katılması ise, farklı arayışların göstergesi sayılabilir. Tüm bunlara rağmen ve olayların seyrinin hangi yöne evrileceğinden bağımsız olarak, bölgenin emperyalist hegemonya çatışmalarının arenası olması, savaş tehdidinin sürekli gündemde kalmasını beraberinde getiriyor.

Savaşsız bir Ortadoğu emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele ile kurulabilir

Hem son 100 yılın deneyimleri hem son bir yılın deneyimi, emperyalist güçlerle işbirlikçilerinin bölgedeki varlığı devam ettiği sürece, halkların rahat yüzü görmesinin mümkün olmayacağının kanıtlarıyla doludur. Bir asırdan sonra bölgesel savaş tehdidinin bu kadar yakın olması, tabloyu özetlemeye yetiyor.

Vurgulamak gerekiyor ki, emperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki suç ortaklarını Ortadoğu’dan temizlemek kolay bir iş değil. Fakat yine de halkların bundan başka çıkış yolu bulunmuyor. Diktatörlere karşı isyanlarda sergilenen direniş kararlılığı ise, halkların çaresiz olmadığını, somut olarak göstermiştir.

Hegemonya savaşlarının kurbanları durumuna düşürülen halklar, emperyalistlerle suç ortakları adına ağır bedeller ödemek zorunda kalıyorlar. Son on yılda Irak’ta, diğer yıkımların yanısıra 1.5 milyon insanın katledilmesi, ödenen bedellerin ağırlığının vardığı boyut hakkında fikir vermektedir.

Bu deneyimler, halklara gerekli olanın gerici savaşların kurbanları olmayı reddetmek olduğunu göstermektedir. Halklar, bedelleri sadece eşit, özgür ve kardeşçe yaşanabilecek bir dünya kurmak mücadelesi için ödemelidirler.

Bunun için etnik, dinsel, mezhepsel ayrımların tuzağına düşülmemesi, tersine bu yapay ayrımlara karşı mücadeleyi de içeren halkların emperyalizme ve gericiliğe karşı birleşik direnişinin örülebilmesi gerekiyor. Bu kazanımlara ulaşılabilmesi sürecinde ise ilerici-devrimci parti ve güçlere çok büyük sorumluluklar düşüyor. Zira devrimci önderliğin olmadığı yerde ne yapay ayrımlar aşılabilir ne de halklar gerici savaşların kurbanı olmaktan kurtulabilir.

 

 

 

ÖSO’dan kimyasal saldırı tehdidi

 

Bir süredir suriye karşıtı kampanya özellikle kimyasal silah üzerinden yürütülüyor ve gerek sözde muhalif çeteler, gerekse emperyalist güçler birbiri ardına Esad’ın elinde kimyasal silah olduğuna dikkat çekiyordu. Irak ve Libya’da da kimyasal silah bahanesine sığınan savaş kışkırtıcıları, her açıklamalarında kimyasal silahların insanlık suçu olduğu gibi argümanlar kullanıyordu.

Ancak bu suçlamalara karşı Esad’ın yaptığı net açıklamalar, istenilen linç havasını engellemiş olacak ki bu kez Özgür Suriye Ordusu üslup değiştirerek Esad’ı kimyasal silah kullanmakla tehdit etti.

ÖSO siyasi danışmanı Bessam El-Dade, ellerinde kimyasal silah için hammadde olduğu ve isterlerse yapabileceklerini söyledi. “rejim güçleri bu silahı kullanmazsa biz de kullanmayız” biçiminde konuşarak önce bu silahları caydırıcı olarak gördükleri biçiminde yanılsama yaratan Dede, sonra ağzındaki baklayı çıkararak sözlerini “Kullanırsak da sadece rejimin üs ve merkezlerini vururuz” biçiminde sürdürdü.

Çetelerin bugüne kadar ki pratikleri, ellerinde böyle bir silah olursa bunu tereddüt etmeden sivillere yönelik kullanacaklarını gösteriyor.