14 Mart 2014
Sayi: KB 2014/11

Rejim krizinde yeni safha: Alternatif sosyalizm!
Berkin'e görkemli uğurlama ve bazı gerçekler
Yakalarını kurtarmak için provokasyona başvurdular!
Berkin uyudu,
halk yarınlara uyandı
Devlete karşı
9 aylık yaşam mücadelesi
Berkin’i kaybettik,
hesabını soracağız!
Berkin yüzbinlerle
sonsuzluğa uğurlandı!
Berkin direnişle uğurlandı!
Dersler Berkin için iptal: Gençlik sokakta!
Avrupa’da Berkin için eylemler
Faşist saldırılara karşı eylemli dayanışmaya!
“Haklı olanlar her zaman kazanır!”
“Sandık”larından güçlüyüz!
Greif’le netleşen konumlar, açığa çıkan kimlikler
Greif işçilerinden önemli açıklama…
DİSK yönetiminin tutarlılık ve samimiyet sorunu
İşbirlikçiliğin hep kaybettiren tarihi
Kömürü tutuşturan büyük işçi isyanı!
Greif’te işgal ve direniş bir ayı geride bıraktı
İşgal fabrikasında coşkulu ve kitlesel devrimci 8 Mart!
BDSP’den kızıl 8 Mart yürüyüşleri!
BİR-KAR’dan 8 Mart etkinlikleri
Ukrayna'da emperyalist gerilim tırmanıyor
Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem
Kapitalizm cinnet getirir!
Yaşanabilir bir dünya = Sosyalizm
“Adı yüzyıllar boyunca yaşayacak, yapıtı da!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 


Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem


2008’de Amerikan emperyalizminin yönlendirmesiyle Gürcistan’ın Güney Osetya’ya başlattığı saldırı, Rusya’nın sert müdahalesine yol açmış ve kısa sürede Gürcistan yönetiminin teslim olmasıyla sonuçlanmıştı. Rusya’nın ilk kez Amerikan emperyalizminin kendi nüfuz alanlarına bu derece müdahale etmesine bu sertlikte cevap vermesi, ciddi bir hegemonya krizi ile yüz yüze olan emperyalistler arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin kapısını açmıştı. Çünkü ilk kez bir emperyalist rakibi, daha önce hegomonik konumu tartışılan Amerikan emperyalizminin karşısına silah elde çıkıyordu.

Aşağıda sunduğumuz bu gelişmelerin yaşandığı sırada yayınlanan Kızıl Bayrak başyazıları, gelişmelerin anlamını ve yaratacağı sonuçları tam da bu tarihsel ve ilkesel esaslarıyla üzerinden ortaya koyuyor, “Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem” vurgusunu yapıyordu. Bugün yaşanmakta olan Ukrayna krizi işte tam da 2008’de Gürcistan-Rusya savaşı ile açılan bu yeni döneme aittir.

Dolayısıyla bugünkü krizi tarihsel ve ilkesel esaslarıyla anlamak bakımından anlamlı gördüğümüz bu yazılardan ”Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem” başlığını buradan olduğu gibi yayınlıyoruz. Diğer yazıyı ise arşivimizden (http://www.kizilbayrak.org/2008/sikb.08.33/sayfa_04.html) okuyabilirsiniz...

Rusya-Gürcistan savaşı emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde bir dönüm noktasını işaretlemektedir. Savaşı izleyen günlerin uluslararası gelişmeleri, bunu giderek daha açık biçimde ortaya koymaktadır. 18 aydır pazarlıkları süren ABD-Polonya “Füze Kalkanı” antlaşmasının bu savaşı izleyen günlerde apar topar imzalanması, Rusya’nın anında bunu kendisine yönelmiş kaba bir saldırı sayarak Polonya’yı bundan böyle “yüzde yüz hedef” ilan etmesi ve bu girişime yeni askeri önlemlerle yanıt vereceğini açıklaması, olağanüstü olarak toplanan NATO’nun Rusya’ya meydan okurcasına Gürcistan ve Ukrayna’nın üyeliğe alınma sürecinin hızlandırılacağını açıklaması, Rusya’nın NATO ile askeri işbirliğini askıya alması, yıllardır Karadeniz sularına donanmasıyla çıkmak isteyen ABD’nin Türkiye’deki işbirlikçilerinin sözde direnişini kırarak buna yönelik ilk sembolik adımı nihayet atması, tüm bunlar dünya politikasında yeni bir dönemin ilk işaretleridir.

Artık yeni bir döneme girilmiştir. Bu yeni dönemin temel özelliklerinden ilki, emperyalist dünyadaki hegemonya krizinin derinleşmesi ve bunu adım adım belirli bloklaşmaların izlemesidir. İkincisi, yıllardır kıyasıya bir biçimde fakat örtülü ya da dolaylı olarak sürmekte olan emperyalist nüfuz mücadelelerinin bundan böyle daha açık biçimler içinde seyredecek olmasıdır. Üçüncüsü, bu cepheden karşı karşıya gelişin dolaysız bir sonucu olarak silahlanma yarışının yeni bir düzeyde tırmanmasıdır. Bir dördüncüsü ise bölgesel bunalımların ve zaman zaman savaş biçimini alacak yerel çatışmaların bundan böyle daha da çoğalmasıdır.

Doğu Bloku’nun çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, ABD emperyalizmini dünyanın rakipsiz tek süper devleti haline getirmiş görünüyordu. Ama bu, sonraki olayların da gösterdiği gibi, emperyalist dünyanın hegemonik gücü olarak onun için sorunların bittiği değil, tersine tam da başladığı yerdi. 11 Eylül olayları sonrasında kaleme alınmış bir değerlendirmede bu sorun alanları şöyle özetlenmekteydi:

Varşova Paktı’nın çökmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, bir yandan ABD’yi dünyanın tek süper gücü haline getirirken, öte yandan orta vadede onun bu konumunu tehlikeye düşürecek dinamiklerin de önünü açtı. Bu bir yeni sorunlar alanıydı. O güne kadar Sovyet Bloku’na karşı kendi himayesinde bulunan Avrupalı emperyalistler ile Japonya’nın bundan böyle de denetim altında tutulması, ortaya çıkan bu yeni sorunlardan ilkiydi. O güne kadar Sovyetler Birliği’nin etki sahasında bulunan ve yeni durumda iç sorunlar ve dış kışkırtmalarla bir kaosa sürüklenen ülke ve bölgelerin ABD’nin çıkar ve ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirilmesi, bir başka temel önemde sorundu. Düne kadar Sovyetler Birliği’nin varlığının sağladığı denge ya da bizzat ondan güç alarak ABD’nin çıkar ve ihtiyaçlarına aykırı davranabilen ülkelere boyun eğdirilmesi bir başka sorunlar alanıydı. Buna Rusya’nın yeniden toparlanmasını dizginleyerek onu kendi himayesinde bir ülke olarak tutmaktan Çin’in yükselişinin yarattığı tehlikeleri önlemeye kadar temel önemde başka bazı sorunlar da eklenebilir...” (H. Fırat, Dünya Ortadoğu ve Türkiye, Eksen Yayıncılık, s.356-57 )

Bu özetin ışığında dönülüp dünya olaylarına bakıldığında, Körfeze yönelik birinci emperyalist savaştan (1991) başlayarak son Gürcistan kışkırtmasına kadar ABD’nin attığı her adımın, bu sorunları kendi lehine çözmek ve böylece emperyalist dünya hegemonyasını süreklileştirmek, hayalini kurduğu emperyalist dünya imparatorluğunu kurmak amacına yönelik olduğu görülür. Körfez’e yönelik her iki savaş (1991 ve 2003), Yugoslavya savaşı (1999), Avrasya hamlesinin ifadesi olarak Afganistan savaşı (2003), bu politikanın gereği olarak gündeme getirildiler. NATO’nun Doğu Avrupa’ya ve eski Sovyet cumhuriyetlerine yönelik olarak AB genişlemesini bir adım önden izleyen sürekli genişlemesi, bu aynı amaca yönelikti. “Renkli devrimler” olarak sunulan kışkırtma ve komplolarla elde edilen başarılar, Doğu Avrupa’ya ve Balkanlar’a yeni üs ve tesislerle yerleşmeler, İsrail’in her yolla desteklenerek sürekli tahkim edilmesi, savaş tehdidi eşliğinde İran’a yönelik saldırganlık, son olarak Rusya’ya karşı büyük bir kışkırtma anlamına gelen sözde savunma amaçlı füze kalkanı projesi, tüm bunlar şaşmaz biçimde aynı emperyalist dünya imparatorluğu stratejisinin ürünüydüler.

ABD emperyalizmi tüm bu adımlarlarla bir yandan bir dizi yeni stratejik mevzi ve üstünlük elde etmeyi, öte yandan ise bunun da yardımıyla muhtemel rakiplerini denetim altında tutmayı ve onları kendine tabi kılmayı amaçlıyordu. Onun geride kalan yıllar içinde bu amaçlar doğrultusunda önemli bir dizi başarı elde ettiği bir gerçektir. Doğu Avrupa ve Balkanlar adım adım ele geçirilmiş, Rusya Kafkasya’yı içerecek tarzda kuşatılmış, Irak ve Afganistan’a el konulmuş, NATO’ya bu amaçlar doğrultusunda yeni bir biçim verilmiş, dahası, tüm bunlar arada başgösteren çeşitli sorunlara rağmen Avrupa ve Japonya üzerindeki denetim korunarak başarılmıştır.

Ama bu aynı politikada belirli sınırlara gelindiği ve kaçınılmaz bir gerilemenin başladığı da bir başka gerçektir. Bu tersine dönüşün temel dinamiği, hiç kuşku yok ki, emperyalist müdahale ve işgallerin hedefi olan halkların ezilemeyen direnişi oldu. Irak ve Afganistan, ele geçirilmiş iki mevziden çok, ABD’ye sürekli güç ve itibar kaybettiren iki bataktır artık. Filistin ve Lübnan halklarının ABD destekli siyonist savaş makinesine karşı direnişi tüm çabalara rağmen ezilemiyor. Öte yandan, Avrasya seferine çıkarak dünya imparatorluğu kurmak isteyen ABD, uzun onyıllar kendisi için uyumlu bir “arka bahçe” oluşturmuş Latin Amerika’da giderek daha çok güçlenen ve gücünü de dolaysız halk desteğinden alan bir muhalefetle yüzyüze kalmıştır ve halen buna karşı ne yapacağını bilememektedir.

Halklar cephesinden gelen tüm bu direnmeler, etkilerini emperyalist dünyanın iç ilişkileri üzerinde de dolaysız olarak gösterdiler. Irak savaşına bazı emperyalist güç odaklarının muhalefetine rağmen ve onları hiçe sayarak giren Amerikan emperyalizmi, çok geçmeden bir batağa battığını görünce, dönüp onların desteğini istemek ve atacağı yeni adımlarda onların çıkar ve beklentilerini hesaba katmak zorunda kaldı. Küstah bir meydan okumanın ve dünya politikasını bundan böyle tek yanlı olarak kendi başına belirleme iddiasının ardından düştüğü bu durum onun için ciddi bir zaafiyetin göstergesi oldu.

Gelinen yerde ise, bugüne kadar kendi gerici-emperyalist çıkarlarını ABD ile bağdaştırmaya, herşeye rağmen onun suyundan gitmeye, onu cepheden karşıya almamaya, bu kaygıyla onun çeşitli emperyalist girişimlerini desteklemeye ya da en azından sineye çekmeye özen gösteren emperyalist güçlerden birinin ilk kez olarak açık bir meydan okuması sözkonusudur. Rusya’nın Gürcistan’a yönelik ezme harekatı bunun ifadesi oldu ve emperyalistler arası ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcını işaretledi.

Emperyalist dünyanın kendi iç ilişkileri bakımından bu son gelişmenin açık anlamı sistemde kendini giderek daha belirgin bir biçimde gösteren bir hegemonya krizidir. İlk kez olarak emperyalist güçlerden biri, fiili bir tutumla, sıcak bir savaşla, hegemon güç olan Amerikan emperyalizminin karşısına dikilmiştir. Bu yeni bir durumdur ve kendi türünden bir ilk örnektir.

Kuşkusuz yıllardır sonu gelmeyen bir kuşatma saldırısına maruz kalan Rusya her aşamada buna bir biçimde itiraz etmiş, tepki göstermiş, kendi hak ve çıkarlarına özen ve saygı gösterilmesini talep edip durmuştur. Fakat ilk kez olarak, bunu ABD’den dilemek yerine, onun piyonu durumundaki bir devlete karşı kendi savaş makinesini harekete geçirmek ve kendisine yönelik kuşatmayı pekiştirmeye yönelik ABD destekli bir saldırıyı püskürtmek yoluna gitmiştir. Tümüyle yeni ve büyük anlam yüklü olan gelişme budur. ABD yönetiminin gösterdiği sert tepki ve savurduğu ağır tehditler de, bu gelişmenin taşıdığı özel anlam ve önemin bir doğrulanmasıdır.

Emperyalist dünyanın kendi iç ilişkileri bakımından bugünkü durumun kendine özgü yanı şudur: Gerileyen, güç, etki alanı ve prestij kaybeden ABD’nin emperyalist dünya üzerindeki hegemonyası sarsıntı geçirmektedir. Fakat bunu ondan devralmaya yeltenecek, bu amaçla onunla başa güreşmeye yönelecek herhangi bir emperyalist güç de ortada yoktur. Bu anlamda ABD hala da rakipsizdir. ABD’den rahatsız olan, çıkarları onunla çelişen emperyalist güçler, bugün için daha çok da Rusya ile Çin, yeni hegemon güçler olarak onun yerine geçmeyi değil fakat dünyaya hükmetme gücünü onunla paylaşmayı talep etmektedirler. Vladimir Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’ndaki (Şubat 2007) büyük yankı yaratan konuşmasında dile getirdiği “çok kutuplu dünya” istemi de bunun ifadesi idi. İstem yeni değildir, fakat ilk kez olarak fiili bir tutumla somut bir anlam kazanmıştır, yeni olan budur.

ABD gerileyen bir hegemon emperyalist güçtür, fakat bunu rağmen de halen çok güçlüdür ve kendi yerini almaya heveslenecek çapta bir emperyalist rakipten de yoksundur. Bu ikili durum onun saldırganlığını şiddetlendiren bir etki yaratmakta, son kriz vesilesiyle de görüldüğü gibi uluslararası ortamı tehlikeli biçimde germektedir.

Olayların yakın gelecekte tam ne yönde seyredeceği henüz belli değildir. ABD peşpeşe attığı adımlarla (Polonya antlaşması, Ukrayna ve Gürcistan’a NATO üyeliği vaadi, Gürcistan’ı yeniden silahlandırma hazırlığı, Karadeniz sularına çıkma isteği ve girişimi vb.) halen gerilimi fütursuzca tırmandırmaktadır. Yine de, özellikle çıkarları bugün için Rusya ile bu türden bir karşı karşıya gelişe uygun düşmeyen Almanya ve Fransa’nın girişimleriyle, olayların belirli bir düzeyde ve bir süreliğine yatıştırılması da ihtimal dahilindedir. Fakat her halükarda Rusya-Gürcistan savaşı öncesine dönmek olanağı yoktur.

Emperyalist dünyanın iç ilişkilerinde yeni bir dönem kesin olarak başlamıştır.

Kızıl Bayrak

(SY Kızıl Bayrak, 15 Ağustos 2008, Sayı 33)

 

 

 

 

Gazi’den bugüne...

Özgür bir gelecek barikatlarla kuruluyor

 

Sermaye devletinin tarihi aynı zamanda bir katliamlar tarihidir. Tıpkı 12 Mart 1995 yılında yaşanan katliamda olduğu gibi. Gazi ve Ümraniye katliamları Alevi emekçilerin yoğun olarak yaşadığı Gazi Mahallesi’ndeki bir kahveye ateş açılması ve bir Alevi dedesinin katledilmesiyle başladı.  

On binlerce emekçi katillerin saklandığı yeri bilmektedir. Hedef Gazi karakoludur. Polisin yanıtı bilindiği gibidir. Hedef gözetilerek gerçek mermilerle ateş edilir. Bir savaş alanı gibidir Gazi’nin sokakları. Sokak sokak barikatlar kurulur. Her barikat bir savaş siperidir. Yaşanan çatışmalar tüm gün ve gece sürer. Polis tarafından 17 kişi katledilmiştir. Onlarca insan ise yaralanmıştır. Hayatını kaybedenler tahtalardan yapılan sedyelerde omuzlarda taşınır. Bu görkemli direniş tüm İstanbul’a, İstanbul’dan Türkiye’ye yayılır.

Gazi direnişinin kıvılcımının düştüğü yerlerden biri de Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’dir. Burada da 5 emekçi polis tarafından katledilir. Böylelikle Gazi katliamında 22 insan ölürken ve 500’e yakın yaralı verilir.   

Yalanlar bir devlet geleneğidir

Türkiye devrim tarihinde kendine önemli bir yer açan Gazi katliamı ve direnişi, devletin yine bugünlerde daha iyi gördüğümüz yüzünü de açığa çıkarmıştır. Devlet dili aynıdır. Resmi ağızlar tarafından söylenen yalanların amacı gerçek sorumluları gizlemek ve devletin katliamdaki rolünü karartmaktır. Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe silahlı saldırıyı kimin yapmış olabileceği sorusuna, “PKK de olabilir, İBDA-C veya Dev-Sol da olabilir. Tüm ihtimalleri değerlendiriyoruz” diyerek cevap vermiştir.

Daktilo tuşlarından tetiğe basan burjuva medya

“Penguen haberleri” yapan burjuva medya her zamanki gibi efendisinin sesi olarak devrededir. 15 Mart 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Oktay Ekşi, “Bu olaylar huzurumuzun ve laik cumhuriyetimizin iç düşmanları ile yurdumuzun dış düşmanlarının -bilerek veya bilmeyerek- yaptıkları işbirliğinin sonucudur. Onları kışkırtmak amacıyla düzenlenen bu alçakça suikastları, sabotajları kullanıp karışıklık çıkarmak isteyenler böyle ortamlarda çok faal olurlar” diye yazıyordu. 16 Mart tarihli Sabah gazetesinin manşetinde “Devletin elinde, hızla tırmanan terör olaylarının ardında Yunan gizli servislerinin olduğunu gösteren belgeler var” “haberi” bulunmaktaydı.

Katilleri koruyan hukuk sistemi

12 Mart’ta başlayıp 15 Mart’a kadar süren Gazi ve Ümraniye katliamlarında 22 insanın bizzat devlet güçleri tarafından öldürüldüğü, bu katliamın arkasında bizzat devletin olduğu inkar edilemeyince görevi hukuk sistemi devralır. Yargılama süreci bir aklama operasyonuna dönüşür. Bunda şaşılacak birşey yoktur; çünkü katleden de, yargılayan da devlettir.

Gazi davasının sahiplenilmesinin önüne geçmek için dava Trabzon’a sürgüne gönderilir. 2 polis, verilen göstermelik 4 yıllık hapis cezasını dahi yatmadan serbest bırakılmışlardır. Tıpkı bugün Haziran Direnişinde gerçekleştirdikleri cinayetlerin sonrasında olduğu gibi görevlerine devam etmişlerdir. Katliamın planlayıcıları ise yine “meçhul” kalmıştır.

Üzerinden 19 yıl geçen Gazi katliamı, geriye aynı zamanda barikatlarda verilen mücadele deneyimini bırakmıştır. 12 Mart 1995, katliamcı devletin yakın tarihindeki bir başka kanlı sayfadır. Haziran Direnişi bu defterin kapanmadığını bir kez daha göstermiştir. Gazi ve Ümraniye’de barikat başlarında dövüşerek ölümsüzleşen 22 insan, Haziran Direnişlerinde yaşamıştır.

Gazi katliamında gösterilen direnişte devrimciler önemli bir rol oynamıştır. İşçi ve emekçilerin devrimcilerle birlikte aynı militanlık ve direngenlikle barikat başlarında verdiği mücadele sermaye sınıfının yüreğine korku salmıştır. “Bir gün varoşlardan inip boğazımızı kesecekler” sözleri asalakların bu korkularının bir itirafıdır.

Haziran Direnişi, kapitalistlerin ve onların devlet yöneticilerinin korkularının boşuna olmadığını fazlasıyla göstermiştir. İşçi sınıfı ve emekçi halkın örgütlü gücü bu sömürü düzenini temellerinden yıkacaktır. İşte o vakit ortada ne hırsızlar kalacaktır ne de bu yağma düzeninin asalakları.

Berkin Elvan’ın adını Haziran şehitlerinin yanına yazdığımız şu günlerde, Gazi ve Ümraniye katliamından bugüne kadar geçen süre, bir barikattan bir başka barikata yıllarla kurulan bir köprüden ibarettir. Direnişle dolu bir geçmiş, günümüzde yaşamaktadır. Tıpkı bugünlerin yarınlarda yaşanmaya devam edeceği gibi.

 
§