3 Nisan 2015
Sayı: KB 2015/13

Düzenin aldatmacalarına, faşist baskı ve zorbalığa karşı 1 Mayıs’a hazırlanalım!
İşçi sınıfı seçimlere değil, 1 Mayıs’a hazırlanmalıdır!
Ciddiyet ve samimiyet sınavı
Koltuk sevdalısı sendika ağaları daha hüsranı görmedi!
CHP’nin seçim vaatleri ve gerçekler!
Yargısız infaz bu devletin fıtratında var
Kanlı infazı polis devletine kılıf yaptılar
Roboski’nin katillerinden hayvan katliamı inkarı
Deniz biterken…
DEV TEKSTİL 1. Genel Meclis Toplantısı gerçekleştirildi
Sf Leather Deri’de direniş!
Bakırköy’de grevle sınıf dayanışması
İstanbul ve Mersin’de belgesel gösterimi
BDSP işçi sınıfını ve emekçileri mücadeleye çağırıyor!
Yemen'e saldırı koalisyonuna Türkiye de katıldı
Yemen: Emperyalist ve gerici savaşların yeni durağı
Büyük umutlar, devrimci halk ayaklanmaları ve cüceler
"Jineoloji/kadın" bilimi üzerine... - Ç. İnci
GSS prim borcu taksitlendirmesi: Soygundan sandığa köprü
DGB Mahirler'in mirasını yükseltiyor!
Kayseri'de Kızıldere anmaları
"Bekle bizi İstanbul!" - T. Kor
"Bu resmi siz mi yaptınız? Hayır, bu sizin eseriniz!"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzenin aldatmacalarına, faşist baskı ve zorbalığa karşı

1 Mayıs’a hazırlanalım!

 

Bahar döneminin oldukça yoğun geçen ilk dilimi olan Mart ayı geride kaldı. Sınıf ve emekçi kitle hareketi için gündemde 1 Mayıs’a hazırlık var. 1 Mayıs’ın ön plandaki tartışması ise bir kez daha Taksim yasağı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB yine ortak bir açıklamayla Taksim’de ısrar edeceklerini açıkladılar. Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen, Memur-Sen gibi işbirlikçi sendikalar ise kendilerinden beklendiği gibi yine suya sabuna dokunmayan bir bayram havasıyla geçiştireceklerini yansıtmış bulunuyorlar. Ne de olsa misyonları, sınıf ve emekçi kitle hareketini dizginlemek, kötürümleştirmek ve en geri sınırlara hapsetmekten oluşuyor. Taksim 1 Mayısı üzerine tartışmalar kızıştıkça, sinsi bir şekilde egemenlerin ekmeğine daha fazla yağ sürmeye çabalayacaklardır her zaman olduğu gibi.

1 Mayıs’ın daha yoğun gündeme girmesi gereken günlerde, gündemi düzen cephesindeki gelişmeler belirlemeye devam ediyor. Bir yanda seçimler, bir yanda soldan estirilen parlamentarizm rüzgarı, bir yandan da hem Newroz üzerinden hem de dinci-gerici partideki iç dalaşmayı tetiklemesi üzerinden “çözüm süreci”, tüm öteki sorunları gölgede bırakmayı sürdürüyorlar. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler, sermaye düzenine karşı mücadele görevlerinden önce bu gündemler üzerinden sandıklara kilitlenmek isteniyorlar.

AKP için gerçek bir ölüm kalım meselesine dönüşmüş 7 Haziran seçimlerine hazırlık, salt aldatmaca üzerine kurulu değil elbette. Dinci-gerici parti seçimleri kazanmayı aynı zamanda faşist baskı ve devlet terörüyle güvence altına almak istiyor. Newroz öncesinde Dolmabahçe’de yapılan 'ortak' açıklamanın ardından sözde komisyona geri çekilen “İç Güvenlik Paketi”, çok geçmeden meclisten geçirilip yasalaştırıldı. Bunun ne anlama geldiğini gösteren gelişmeler ise geçtiğimiz hafta içinde yaşandı.

Aldatmaca, yalan-dolan yetmedikçe
faşist baskı ve devlet terörü

Dinci-gerici iktidarın, kitleleri sandığa kilitlemek ve şüphesiz seçimleri kazanmak hedefiyle toplumu zapturapt altına almak uğruna gözünü tamamen kan bürüdüğünü gösteren son olay, İstanbul Adliyesi’ndeki rehin alma eylemine yönelik tutumu oldu. İki devrimcinin açık açık yargısız infazla katledildiği olayda, devletin savcısının da bizzat devlet kurşunlarıyla öldürüldüğüne şüphe bırakmayan kanlı bir operasyon yapıldı. Toplumsal muhalefet üzerinde tam bir terör uygulandı. Dinci-gerici parti, sola nefretinin devrimcilerin cenazelerini kaçıracak kadar hadsiz olduğunu bir kez daha gösterdi. Burjuva basın olayın perdelenmesi ve yargısız infazların meşrulaştırılması için seferber olduğu halde, havuz medyası dışındakiler bile dinci-gerici partinin hışmından nasibini almaktan kurtulamadılar. Ve dinci-gerici zorbalar, seçim hesabı uğruna neler yapabileceklerinin en aşağılık örneğini ise ölen savcının cenazesini seçim mitingine çevirerek sergilediler.

Aldatmaca, yalan-dolan ve karşısındaki tüm kesimlere yönelik faşist baskı ve gerici zorbalık, dinci-gerici iktidarın seçim hazırlığının esasını oluşturuyor. Çağlayan olayından yeni bir polis terörü dalgası çıkarılmakta, faşist baskı ve devlet terörü meşrulaştırılmakta, toplumda sol ve sosyal mücadeleye yönelik faşizan histeri alabildiğine körüklenmektedir. Adliye olayı sonrasında konuşan kukla başbakanın saldırgan açıklaması ve savurduğu tehditler, bunun aleni bir teyididir yalnızca.

Başta sarayda kendi küçük devletçiğini kuran şefi olmak üzere, AKP iktidarının bu denli saldırganlaşması boşuna değil elbette. Bütün hesaplar HDP’nin baraj altında bırakılması üzerine kurulmuş durumda ve bu açıdan içleri pek de rahat değil. Seçim sürecinde istediği dalavereleri yapabilmek ve özellikle Kürt kentlerinde işi sağlama almak için Kürt illerine polis yığınağı yapılmakta, çatışmaları körükleyen provokatif bir dil öne çıkarılmaktadır. Tüm bunlar, HDP’nin barajı geçme olasılığı görüldüğü takdirde bizzat “çözüm süreci” aldatmacasına son verecek bir saldırı ve polis terörü dalgası başlatmanın sinyali gibidir, ki bu hiç de zayıf bir olasılık değildir.

Zıvanadan çıkan dinci-gerici zorbalık

Hatırlanacağı üzere Mart’ın son günleri düzen cephesinde harareti yükselten gelişmelere sahne olmuştu. Öcalan’dan silah bırakma çağrısının beklendiği Newroz kutlamalarının hemen öncesinde, dinci-gerici partinin şefi "Kürt sorunu yoktur" çıkışıyla, yen bir “süreç”in işaretini verdi adeta. Tam da Dolmabahçe açıklamasıyla işler yoluna koyulmuş gibi görünürken, pek beklenmeyen bir sürprizdi bu çıkış.

AKP şefi salt bununla da kalmadı, Newroz’un tam arifesinde Ukrayna’ya giderayak ikinci bombasını da patlattı. İzleme heyeti olayına sıcak bakmadığını açıklayıp, bir de kameralardan dünya alemin gözlerine bakarak bundan haberi olmadığı yalanını savurdu. Sonraki günlerde ise Dolmabahçe toplantısından rahatsızlık duyduğunu, doğru bulmadığını, “prensip mutabakatı olarak sunulan” 10 maddelik metindeki konuların “demokrasiyle uzaktan yakından alakalı olmadığını” ekledi bunlara.

Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna yolundaki çıkışı dinci-gerici parti içindeki gerilimin bir dalaşma olarak dışavurmasını tetikledi adeta. Dalaşma hızla bastırılsa bile dinci-gerici iktidarın çirkefi bir kez daha ortalığa saçıldığı gibi, içteki gerilimin öyle kolay denetlenemeyeceği konusunda da yeni bir gösterge oldu.

Bu dalaşmaların sürüyor olduğu günlerde, aynı zamanda coşkulu ve kitlesel Newroz kutlamaları gerçekleşti. Kürt halkı ve emekçiler, Rojava kazanımının ve Kobanê’deki büyük direnişin yarattığı moral üstünlük ve özgüvenle doldurdular alanları. Newroz’un gündemi ise seçimler ve Öcalan’ın mesajı üzerinden “çözüm süreci” idi. Türkiye’nin SYRIZA’sı olmayı hedefleyen HDP’nin kutlama alanlarını dolduran kitlelerde yarattığı heyecan ne kadar su götürmez ise, “çözüm süreci” aldatmacasına olan inançsızlık da o kadar elle tutulur haldeydi. Öcalan’ın mesajı bunu tersine çevirebilecek bir içerikte değildi. Dolmabahçe açıklamasında söylenmiş olanların yinelenmesi olduğu ölçüde, pek de büyük bir rüzgara dönüştürülemedi. İlk anda dinci-gerici hükümet ve sermaye medyası tarafından bu yönlü zorlansa ve her ne kadar hükümet adına ilk açıklamalarda memnuniyet dile getirilmiş olsa da Öcalan’ın Newroz mesajında beklenen somut ve kesin silah bırakma çağrısı yer almadı. Dolayısıyla hızla hayal kırıklığının yansımaları ön plana çıkmaya başladı. O yüzdendir ki Newroz’un “çözüm süreci”ne bağlanmak istenen yönü hızla ikinci plana düştü ve akıllarda yalnızca Kürt halkının kazanımlarına sahip çıkma boyutu ile moral ve coşkusu kaldı.

Ön plandaki yandaş bir kalemin deyimiyle büyüsü bozulan AKP iktidarı, önümüzdeki iki ay boyunca her türlü yalan, aldatmaca, karalama, zorbalık ve polis terörüyle kendi geçmişine bile rahmet okutacağını göstermiş bulunuyor.

1 Mayıs’a doğru...

Buna karşı işçi ve emekçilerin sandıklara kilitlenmesi, dinci-gerici iktidara yapılabilecek en büyük yardım olacaktır. Halihazırdaki en büyük avantajı da işçilerin, emekçilerin, gençliğin, emekçi kadınların ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel her alanda yoğun saldırılarla bunaltıldıkları halde sınıf ve kitle hareketinin parçalı ve dağınık halinden kurtulamamasıdır. Egemenler ile ezilenlerin, sömürenler ile sömürülenlerin uzlaşmaz karşıtlığını ve çatışmasını vurgulayan her 1 Mayıs, bu tablonun değiştirilmesine hem bir çağrıdır, hem de bir olanaktır aslında.

İşçi sınıfı ve emekçilerin seçim aldatmacası ile sermaye düzeninin maniple edici gündemlerine karşı devrimci davasına sahip çıkması, toplumu çürüten gerici zorbalığa ve faşist baskılara son vermenin yegane yoludur. Parlamenter hayallerle oyalanmak toplumdaki çürümeye, AKP’nin hesapları tutsun ya da tutmasın sömürü ve köleliğin gitgide yoğunlaşmasına, siyasal hak ve özgürlüklerin tümden rafa kaldırılmasına, dış politikada savaş taşeronluğunun kabullenilmesine boyun eğmekten başka bir sonuç üretmeyecektir. O halde vakit yitirmeksizin işyerlerinde ve emekçi semtlerinde 1 Mayıs’ı devrimci özüne uygun bir kavga gününe çevirmenin hazırlıklarına başlanmalıdır. Birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ın devrimci, kitlesel ve militan eylemlerle karşılanması, bu hazırlıkların başarısına bağlı olacaktır.

 
§