4 Eylül 2015
Sayı: KB 2015/34

Fiili, meşru-militan mücadele!
Yeni savaş tezkeresine karşı mücadeleye!
Haklar sandıkta değil sokakta kazanılır, sokakta korunur! - H. Eylül
"Savaşın 40 Günlük Basın Bilançosu"
Sermaye medyasının savaş çığırtkanlığı
Polis terörü katliamlara yol açıyor
“Kurtuluş devrimde, barış sosyalizmde!”
1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri
Akçakale’den IŞİD’e malzeme sevkiyatı yaptılar
Korkularını daha da büyütmek için mücadeleye!
Marks’tan sendika notları...
MESS ve Türk Metal saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele
ORS işçileri: “Fire yok kale sapasağlam”
DEV TEKSTİL: Çalışan da biz, aç kalan da...
Dünya jandarması ABD’nin hegemonyası zayıflarken Ortadoğu’da Rusya’nın inisiyatifi güçleniyor
Kime karşı, kiminle ne için savaşacağız?
Lübnan ve Irak’ta yükselen kitle hareketleri
Yükselen Çin’e eski Japonya!
Önlem alınmıyor; ikiyüzlüce barbarlık, ırkçılık körükleniyor
Göçmen trajedisi ve kapitalizmin vahşeti
FHKC Cenin’deki direnişi selamladı
Gericiliğin kadın temsilcisi: Ayşen Gürcan
Kadın cinayetlerini durduracağız! Ama nasıl?
Üniversitelerde yeni bir dönem açılıyor
“Festivalin emekçilerle buluşması engellenemez!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Yükselen Çin’e eski Japonya!

 

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bitimine dek milyonlarca Asyalıya kan kusturan Japon emperyalizmi, savaş sonunda ABD’ye teslim ettiği savaş bayrağını tekrar eline almak için harekete geçti. Faşist iktidardan beri kurulan en sağcı ve şoven hükümetin başta olduğu Japonya, anayasasındaki ‘pasifist’ hükümleri atarak bir 70 yıl sonra ordusuna dış ülkelerde operasyon yapma yetkisi vermeye hazırlanıyor.

Geçtiğimiz günlerde on binlerce Japonyalı parlamento binasına yürüyerek Japon sermayesinin kanlı geçmişini hatırlattı ve “Faşist bozguncular” dedi. Basına yansıyan çeşitli kamuoyu araştırmaları halkın çoğunluğunun savaş politikalarına karşı olduğunu gösterdi. Japon tekellerinin daimi sözcüsü konumundaki Liberal Demokratlar ise ‘normal bir ülke’ haline gelmeleri gerektiğini öne sürerek silahlanma ve anayasayı savaşa uygun hale getirmenin altyapısını oluşturuyorlar. Ülkede en az 10 yıldan beridir silahlanma ve savaş politikalarında planlanan değişiklikler gündemi meşgul ediyor.

Kısaca hatırlamak gerekirse, Japon emperyalizmi, 20. yüzyılın başlarından itibaren dünya sömürge pazarından pay kapma arayışına girdi. Rusya ve Çin ile bölgedeki nüfuz ve sömürge rekabetinin sonucu olarak giriştiği bu savaşlardan galibiyetle ayrıldı. Asya’da yerel rakiplerini yere seren ve hızla gelişen Japon kapitalizmi, daha sonra Çin’in de önemli bir bölümünü işgal ederek sömürgeleştirdi. Zamanla ideolojik olarak da kardeşlik kurduğu Nazi Almanyası ve Faşist İtalya ile müttefiklik kuran Japon emperyalizmi, Pasifik’te kendisine en büyük rakip olarak gördüğü ABD’ye de ani bir saldırıda bulundu. Ancak emperyalist rekabetin sürüklediği savaş, Japonya’nın büyük yenilgisiyle sonuçlandı.

Japon kapitalizminin hırsları on yıllar boyunca Asya halklarına büyük acılar çektirdi. Ülkedeki dizginsiz sömürü rejimi, Kore ve Çin’de köle kampları ve toplu katliamlar; ardından ‘demokratik’ ABD’nin bombardımanları ve atom bombaları...

Bu sebeple on binlerce Japonyalı sokaklara çıkarak ülkenin tekrar ‘savaş’ belasına sürüklenmesini istemediklerini gösterdi. Ancak emperyalist kapitalist sistem yerli yerinde durduğu gibi, Japonya’da da kapitalistler, dünyanın en büyük üçüncü büyük ekonomisinin sahipleri olarak sözde ‘pasifizme’ bir yerde ‘dur’ demek zorunluluğunu hissetti. Her ne kadar ‘pasifist’ bir dış politikaya sahip gibi görünse de dünyanın en gelişmiş adası, en büyük savunma bütçelerinden birine sahipti. Şimdi bu bütçenin 2016 yılı ile birlikte 42,4 milyar dolara çıkartılması planlanıyor. Farklılaşan bir başka konu da artık savunmaya dayalı silahlanmanın, ABD ile birlikte saldırıya da hazır konuma getirilmesi. Çin’in de benzer hamleleri üzerine, Japonya baş müttefiki ABD ile birlikte uzaya dayalı silah sistemleri üzerine çalışmayı hedefliyor.

Japonya’ya savaş sonrası teslim olduğu ülkeler tarafından Almanya’dan daha da uç bir şekilde ‘pasifist’ bir rol biçilmişti. Atom bombalarının ardından ABD’ye teslim olan ülkenin savunmasını yine ABD üstlendi ve durum yaklaşık 70 yıl boyunca sürdü. Savaş sonrasında yıkılmış bir ülkeden, amansız bir sömürü sayesinde ‘mucize’ yaratan kapitalistler, gelişmiş birkaç Avrupa ülkesinin toplamından daha fazla büyüklükte bir ekonomi yarattılar. Ancak ‘mucize’ bir süre sonra kendini kapitalizmin yapısal sorunlarına teslim etti ve ekonomi durgunluğa girdi. Yıkıcı bir kriz kendisini göstermese de uzun vadede başka bir kriz ortaya çıkmıştı. Japonya, en büyük ekonomiler sıralamasındaki yerini, daha sonra ABD’yi de aşacağına kesin gözüyle bakılan Çin’e bıraktı. Şu aralar finansal krizlerle boğuşsa da yükselen ekonomik gücü, Çin’i en temel emperyalist güç merkezlerinden biri haline getirdi. Yani ‘eski sömürge’ artık Japonya’yı tehdit eder hale geldi.

Japonya’nın koruyucusu rolünü sürdüren ABD de Çin büyümeye devam ederken kendi stratejisini oluşturmaya koyuldu. Dünya geneline dağılmış olan ABD askeri güçlerinin temel ağırlığı Obama dönemi ile birlikte Pasifik’e kaydırıldı. Öyle ki Hint Okyanusu’ndan Japonya’ya değin çok sayıda ABD askeri üssü bulunuyor. Buna rağmen dünya genelinde bulunan ABD askeri güçlerinin ağırlığı yüzde 60 oranında Pasifik bölgesine kaydırılıyor. ABD bu şekilde gittikçe daha da güçlenen rakibinin enerji ve ticaret yollarını elinin altında turmuş oluyor.

Burada Japonya’ya da biçilen bir rol var. ‘Dost ve müttefik’ Japon emperyalizminin doğası gereği silahlanma isteği, ABD tarafından da teşvik ediliyor. Washington bu şekilde üzerine binen ağırlığı hafifleterek bölgede Çin’e karşı yalnız kalmamak için daha önce silahlarını gömdürdüğü Japonya militarizminin yeniden doğmasının önünü açıyor.

ABD’nin Çin’e karşı aldığı önlemler, sadece askeri bazda değil. Trans-Pasifik Ortaklığı adı altında ABD, Çin’e karşı olarak Pasifik ülkeleri arasında ticaret anlaşmasına öncülük etmişti. Ancak bu anlaşmayı imzalayan ülkelerin ‘dünya kapitalizminin motoru Çin’ ile binbir türlü sermaye bağları var ve buna ABD de dahil. Bu sebeple Çin’i dışta bırakan, ya da onu soyutlamaya çalışan hamlelerin büyük yaşam şansı bulunmuyor.

Birkaç yıl önce de Çin ve Japonya arasında üzerinde insan yaşamayan ancak zengin yeraltı kaynaklarının bulunduğu belirtilen adalar üzerine gerilim yaşanmıştı. Çin, ültimatom gibi açıklamayla adaların kendi hava sahası içinde olduğunu ilan ederken Japonya’nın hamisi ABD ise buna ‘hava sahasını’ delerek cevap vermişti.

Bunun yanı sıra iki Japon gazetecinin IŞİD tarafından katledilmesi, Rusya ve Kore gibi ülkelerle yaşanılan ‘saha’ sorunları ve Kuzey Kore, başlıkları da Japon kapitalistlerinin silahlanmak için sunduğu bahaneler arasında bulunuyor. Ayrıca ülke savunmasında da sadece ABD’ye güvenilemeyeceği de burjuvazinin başlıca argümanlarından biri.

Japonya’nın son militarist hamlesini de emperyalistler arası çelişkiler ve rekabetin her geçen gün derinleştiğinin bir göstergesi olarak görebiliriz. Avrupa’da Rusya ile yaşanan nüfuz savaşımının bir başka versiyonu da Asya-Pasifik hattında Çin ile yaşanırken, kapitalist yağmadan pay kapma uğraşısı, dünyamızı yeni paylaşım savaşlarına her geçen gün daha yakınlaştırıyor.

 

 

 

 

Japonya’da savaş politikalarına protesto

 

Uzakdoğu’da Çin ve Rusya gibi güçlerle rekabet içindeki Japon emperyalizmi, uzun bir süredir, ülkeyi müttefiki ABD’nin izinden savaşa hazırlıyor. Başbakan Şinzo Abe’nin İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından hazırlanan pasifist anayasayı silahlanma ve savaş politikalarına uygun hale getirmek istemesi büyük tepki çekti.

Tokyo’da Abe hükümetine karşı sokağa çıkan on binlerce kişi, ‘60’lı yıllardan bu yana ülkedeki en kitlesel eylemlerden birini gerçekleştirdi. Abe’nin hazırlığını yaptığı yasaların, pasifist anayasayı ihlal edip Japonya’yı ABD öncülüğündeki savaşlara sürükleyeceğine dikkat çeken eylemciler, “Abe diktatör müsün”, “Asla affetmeyiz”, “Faşist bozguncular” yazılı dövizler taşıdı.

Parlamento önünde yapılan kitlesel protestonun yanı sıra kamuoyu anketleri, tasarıya karşı çıkanların hükümet yandaşlarını geçtiğini gösteriyor. Abe’nin hazırlığını yaptığı yasalar yürürlüğe girdiği takdirde İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda milyonlarca kişinin ölümüne neden olan Japon askerlerinin bir kez daha yurt dışında savaşmasının önü açılacak.

 
§