4 Eylül 2015
Sayı: KB 2015/34

Fiili, meşru-militan mücadele!
Yeni savaş tezkeresine karşı mücadeleye!
Haklar sandıkta değil sokakta kazanılır, sokakta korunur! - H. Eylül
"Savaşın 40 Günlük Basın Bilançosu"
Sermaye medyasının savaş çığırtkanlığı
Polis terörü katliamlara yol açıyor
“Kurtuluş devrimde, barış sosyalizmde!”
1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri
Akçakale’den IŞİD’e malzeme sevkiyatı yaptılar
Korkularını daha da büyütmek için mücadeleye!
Marks’tan sendika notları...
MESS ve Türk Metal saldırılarına karşı fiili-meşru mücadele
ORS işçileri: “Fire yok kale sapasağlam”
DEV TEKSTİL: Çalışan da biz, aç kalan da...
Dünya jandarması ABD’nin hegemonyası zayıflarken Ortadoğu’da Rusya’nın inisiyatifi güçleniyor
Kime karşı, kiminle ne için savaşacağız?
Lübnan ve Irak’ta yükselen kitle hareketleri
Yükselen Çin’e eski Japonya!
Önlem alınmıyor; ikiyüzlüce barbarlık, ırkçılık körükleniyor
Göçmen trajedisi ve kapitalizmin vahşeti
FHKC Cenin’deki direnişi selamladı
Gericiliğin kadın temsilcisi: Ayşen Gürcan
Kadın cinayetlerini durduracağız! Ama nasıl?
Üniversitelerde yeni bir dönem açılıyor
“Festivalin emekçilerle buluşması engellenemez!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Göçmen trajedisi ve kapitalizmin vahşeti

 

Adeta toplu cinayetlere ve kitlesel kıyımlara dönüşen ve artık neredeyse gündelik olarak yaşanan göçmen trajedisi ve sorunu AB’li emperyalistler için gerçek bir krize dönüşmüş bulunuyor. Göçmen sorununa "çözüm bulmak" amacıyla toplantı ve zirveler bir birini izliyor. Bunların sonuncusu Avusturya’nın başkenti Viyana’da düzenlenen Batı Balkan Zirvesi oldu. Zirvenin yapıldığı gün, Avusturya’nın Parndorf kentindeki otobanda park halinde bulunan TIR’ın kasasından 50 mültecinin cesedi çıktı. Polis yetkilileri, cesetlerin durumu nedeniyle tam sayı söylemenin kolay olmadığını açıkladı. Zirvenin yapıldığı bu aynı günlerde sarsıcı bir başka mülteci faciası da Akdeniz’de yaşandı. Libya açıklarında denizde bulunan bir göçmen teknesinden 52 ceset çıktı, 442 kişi de kurtarıldı. Bu tür haberler yazılı ve görsel basının artık neredeyse günlük temaları arasındadır.

Özetle hemen her ay binlerce göçmen ve mültecinin Akdeniz'de adına “yüzen tabut” denilen teknelerde, balık istifi doldurulan minibüs ve TIR’larda, kilitlenmiş teknelerin ambarlarında ve konteynırlarda, düştükleri yollarda açlık ve susuzluktan, tel örgüleri geçmeye çalışma anında yaşamları acı bir şekilde son buluyor. Çocuk, kadın, yaşlı, genç onbinlerce insanın daha iyi bir gelecek ve daha güvenli bir hayat için sayısız umutlarla çıktıkları Akdeniz yolculuğunda karşı yakaya cansız bedenleri ulaşıyor. Akdeniz adeta bir insan mezarlığına dönüşmüş bulunuyor. Artık yüzer yüzer, biner biner ölüyorlar. 2000 yılından bu yana acılarıyla, düşleri ve özlemleriyle, olanca yoksulluklarıyla birlikte Akdenizin derinliklerine gömülen mülteci sayısının 30 bin civarında olduğu iddia edilmektedir. Bu tüyler ürpertici vahşetle karşılaşanların sayısı sürekli artıyor. Canını kurtaran onbinlerce göçmen ise ulaştıkları ülkelerdeki toplama kamplarda adeta hayvan muamelesi görüyor, aşağılanıyor, bir çok temel insani ihtiyaçtan mahrum bırakılıyor ve saldırılara uğruyorlar. Önemli bir kısmı ise hayatta kalabilmek için fuhuş bataklığına ve mafya kapanına sürükleniyor, dilencilik yapıyor, en ağır kölece çalışma koşulları içinde üç beş kuruş karşılığı acı bir yaşam mücadelesi veriyor.

Savaşların, etnik boğazlaşmaların, yoksulluğun, açlığın, hastalıkların ve daha nice sosyal yıkımların ve felaketlerin pençesinden kurtulmak için kendilerini Avrupa ülkelerine atmaya çalışan göçmenlerin onbinlerce cesedi yerli işbirlikçi zorbalar ve gerisindeki emperyalist haydutlar için istatistiki bir rakam oluşturmaktan öte bir anlam taşımıyor.

21. yüzyılın en büyük trajedilerinden biri; Göçmenler

Kapitalist dünya ekonomisinde derinleşerek devam eden iktisadi kriz, yaygınlaşan emperyalist müdahaleler, çoğalan bölgesel savaşlar, birçok bölgeyi kapsayan etnik, mezhepsel ve ulusal boğazlaşmalar, kapitalist sömürü ve yağmanın yol açtığı devasa sosyal sorunlar, günümüz dünyasını karekterize eden temel olgular arasındadır. Göçmenlik, bu temel olguların yarattığı kaçınılmaz sonuçlardan sadece birisidir.

740 milyon civarında iç göçmen dışta tutulursa, Birleşmiş Milletler’in 2013 sonunda açıkladığı Küresel Göç Raporu'na göre göçmen ve sığınmacı sayısı dünya tarihindeki en yüksek rakamına ulaşmış bulunmaktadır. Rapora göre uluslararası göçmenlerin sayısı 1990 senesinde 154 milyon iken 2000’de 175 milyona ve 2013’te 232 milyona ulaştı.

Birleşmiş Milltler'in yaptığı bir başka açıklamada ise 2014 yılındaki göçmen sayısı 219 bin iken, 2015 yılı içinde Akdeniz’i geçerek 200 bini Yunanistan, 110 bini de İtalya olmak üzere Avrupa’ya ulaşan göçmen sayısının şimdiden 300 bini aştığı belirtiliyor. 2050 yılına gelindiğinde ise uluslararası göçmenlerin sayısının 405 milyonu bulabileceği öngörülüyor. Bunalımlar ve savaşların içinde bulunduğumuz 21. Yüzyıl’ın temel olguları arasında olduğuna ve dünya olaylarının da hali hazırda yaygınlaşan emperyalist müdahaleler ve bölgesel gerici savaşlar ve iç savaşlar biçiminde seyrettiğine göre, yeni göçmen dalgalarıyla karşılaşmak kaçınılmaz bir sonuçtur. Öte taraftan bu sonucu yaratan bir başka faktör ise sınırsız ve acımasız bir kapitalist sömürünün yol açtığı yaygınlaşan yoksulluk, açlık, hastalık, evsizlik ve milyonların kabusuna dönüşmüş olan işsizlik gibi büyük sosyal felaketlerdir. Özetle emperyalist egemenlik barbarca savaşlar ve canice boğazlaşmalar ürettiğine ve kapitalist sömürü ve kar hırsı milyonlarca insanı yıkıma sürüklediğine göre yüzmilyonlarca insan yerini, yurdunu terk etmek zorunda kalacak, göçmenlik gibi büyük insan trajedileri yaşanmaya devam edecektir.

Emperyalist zirvelerde "çözülen" göçmen ve mülteci sorunu ya da alınan önlemler

Göçmen ve iltica sorununa çözüm bulmak iddiasıyla sayısız toplantı ve zirveler örgütlendi. Bunların sonuncusu Avusturya’nın başkenti Viyana’da yapılan Batı Balkan Zirvesi oldu. Avrupa Birliği önderliğinde düzenlenen zirveye Almanya Başbakanı Angela Merkel ile bölge ve ülke liderleri katıldı. Zirve’de Balkan ülkelerinin göçmen akını karşısında Avrupa Birliği’nden yeterli yardımı alamamaktan şikayetçi olduğu bilgisi ve Almanya Başbakanı Merkel’in "İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez bu kadar mülteci ile karşılaşıyoruz.... yaşamları tehlikede olan bu insanlara yardım etmek ve onları korumak çok önemli" gibi "ferahlatıcı" sözleri dışında basına yansıyan ciddi bir bilgi olmadı. Fakat zirveye ev sahipliği yapan Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz’un, göçmen akınına karşı sunduğu beş maddelik bir çözüm planı zirvenin özü ve özetini tanımlamış oldu. Planda "mültecilerin sığınma başvurularının alınacağı güvenli bir alanın belirlenmesi, sınırlarda alınan önlemlerin arttırılması ve insan tacirlerine karşı ortak mücadele edilmesi" öneriliyor. Kurz ‘önerisi’ni tüm batılı emperyalistler adına yapmış, onların ortak düşünce ve inancını dile getirmiştir.

"Güvenli bir alanın belirlenmesi ve sınırlarda önlemlerin artırılması"; işte batılı emperyalistlerin göçmen ve mülteci sorununa sundukları çözümün bütün bir özü ve özeti budur. Yakın bir geçmişte İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond, “Avrupa, Afrika’dan milyonlarca göçmeni içeri alması durumunda kendini koruyamaz, yaşam standartlarını ve toplumsal altyapısını sürdüremez” demişti. Merkel ise onbinlerce sığınmacının kıtanın sahillerine ulaşması karşısında göçmenleri kastederek “Avrupa’yı Yunanistan ve avronun istikrarı sorunlarından çok ama çok daha fazla meşgul edecektir” tespitini yapmıştı. Bu iki emperyalist şefin dile getirdikleri gerçekten de tüm Avrupalı emperyalistlerin temel fikri ve korkusudur. Dolaysıyla göçmenler için aşılmaz bir "Avrupa kalesi" yaratmak temel kaygıdır.

Avrupalı emperyalistler göçmen sorununu "Askeri güvenlik sorunu" olarak ele almakta ve polisiye tedbirleri devreye sokarak, önlem adı altında daha fazla jandarma ve güvenlik birimlerini sınırlara yığarak soruna "çözüm" aramış oluyorlar. Avrupa Birliği’nin birliğe üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması, ulusal sınır muhafızları arasında işbirliği yapılması ve sınırlarla ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla kurulan Frontex de bu ‘çözüm’ün bir eseridir. Bütün kıtalarda hegemonya mücadelesine girerek ülkeleri savaşın ateşi içinde yakıp yıkan emperyalist güçler ve yerküreyi iliklerine kadar sömürüp, yüzmilyonları açlığa mahkum eden kapitalistler göçmen sorununu başka türlü çözme yeteneğinden yoksundurlar. Yüzmillyonlarca insanın göç etmesine sebep olanlar göçmenlerin karşılarına Yunanistan, Bulgaristan, İspanya ve Britanya (Kanal Tüneli’nin bulunduğu Calais Limanı'nda) gibi ülkelerde, ülkeler arasında kilometrelerce uzunlukta örülen utanç duvarlarıyla, metrelerce yükseklikte örülen dikenli tellerle çıkıyorlar. Sınırlara mayınlar döşüyor, sınır güvenliği adı altında göçmenlere kurşunlar yağdırıyorlar. Savaş gemileri ve hücum botlarını Akdeniz ve Avrupa sahillerini göçmenlerden temizlemek için kullanıyorlar, yakaladıklarını gerisin geri geldikleri ceheneme gönderiyorlar. Hümanist gevezelikler bir yana bırakılarsa AB üyesi olan 28 ükeden hiç biri kapılarına dayanan mültecileri kabul etmiyor, İtalya ve Yunanistan’a yığılan bir kaç milyon göçmeni birbirine yıkmaya çalışmak için olmadık arsızlıklar yapıyorlar.

Göçmen sorunu olarak yaşanan büyük insanlık trajedisi emperyalist barbarlığın ve kapitalist yamyamlığın bir sorunudur. Sorunun doğrudan yaratıcısı ve temel kaynağı olan kapitalizm, öteki tüm sorunları olduğu gibi göçmenlik sorununu da çözme yeteneğinden ve isteğinden yoksundur.

İşçi sınıfının önünedeki tehlike ve aşılması gereken barikat; yabancı düşmanlığı ve ırkçılık

Burjuvazi, göçmenlik ve mültecilik sorununu her türden gericiliği geliştirmenin, yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı kışkırtmanın bir aracı olarak işçi sınıfını bölüp parçalamak ve sınıf birliğini dağıtmak için etkin bir şekilde kullanıyor. Kapitalist dünya ekonomisinin kriziyle birlikte işçi ve emekçilerin bütün kazanımlarına karşı sistematik bir saldırı dalgası başlatıldı. Sosyal haklar birer birer budandı, yoksulluk derinleşti, işsizlik milyonların kabusuna dönüştü. Çalışma ve yaşam koşulları kötüleşti, sosyal sorunlar devasa boyutlar kazandı. Bunlar işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde büyük hoşnutsuzluklar mayaladı ve bu zemin üzerinde sosyal mücadeleler boy vermeye başladı.

Kapitalizmin ürettiği sonuçlara karşı biriken öfkenin ve günden güne gelişen kitle hareketinin kapitalizmin kendisine yönelmesini engellemek, sorunların gerçek kaynağını gizlemek, sınıfın birliği ve halkların kardeşlik duygusunu zehirlenmek için; milliyetçilik, mezhepçilik, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık bu amaca ulaşmanın en etkili aracıdır. Burjuvazi bu aracı her düzeyde ve biçimde kullanmakta, tam da bu yolla yabancı düşmanlığını körüklemekte ve ırkçı, faşist hareketin önünü açmaktadır. Sosyal ve toplumsal sorunların ağırlaşmasının sebebi olarak yabancılar gösterilmekte, işsizliğin, yoksulluğun ve evsizliğin kaynağı olarak onlar suçlanmaktadır. Böylece burjuvazinin kışkırtma ve açık desteğiyle yabancı düşmanlığı ve ırkçılık tehlikeli boyutlar kazanmış bulunuyor ve sınıfı paralize ediyor.

Milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık işçi sınıfının mücadele birliğinin önünde büyük bir tehlike ve aşılması gereken bir engeldir. Sınıfın bilincini ve örgütlülüğünü bu yönde geliştirmek, mücadelesini doğru hedeflere yönlendirmek ve çeşitli ulustan işçilerin mücadele birliğini güçlendirmek devrimci siyasal öznelerin görev ve sorumluluğudur.

A. Engin Yılmaz

 

 

 

 

Avrupa’da “terör” kılıfıyla baskılar artacak

 

Geçtiğimiz hafta Fransa’da bir trende terör eylemi hazırlığında olduğu öne sürülen bir kişi, ikisi ABD askeri dört yolcu tarafından yakalanmıştı. Fransa, olayın ardından yolculara “kahramanlık nişanı” vermiş ve “terör”ü bahane ederek emekçilere dönük baskıları arttırmak için yaşanan olayı istismar etmişti. Fransa’nın da aralarında olduğu Avrupa Birliği ülkeleri ise Avrupa çapında baskıları arttırmak için adımlar atmaya başladı. Bir yandan kendi elleriyle dünyanın dört bir yanını savaş alanına çeviren ve emekçileri yerlerinden, yurtlarından ederek süründüren AB emperyalizmi, diğer yandan da arttırdığı baskılarla emekçileri korku duvarlarıyla yalnızlaştırmayı ve bölmeyi amaçlıyor.

Bu amaçla Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, İsviçre ve İngiltere’den içişleri ve ulaştırma bakanları 29 Ağustos’ta Paris’te toplandı.

Fransa’nın öncülüğünde bir araya gelen emperyalizmin temsilcileri, özellikle ulaşım alanlarındaki kontrolleri sıkılaştırmaya dönük kararlar aldı. AB yasalarının “terörle mücadele için yeterli olmadığını” iddia eden Fransa İçişleri Bakanı, PNR adlı Avrupa hava yolu yolcu kayıt sisteminin hayata geçirilmesinin gerekli olduğunu öne sürdü. Avrupa Parlamentosu’ndaki bazı grupların dahi “özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği için hukuka aykırı” olarak tanımladığı PNR adlı kayıt sistemiyle ulaşım kanalları üzerinden emekçilerin fişlenmesi hedefleniyor.

Toplantıda ulaşım birimleri, istihbarat ve polis güçlerinin çok daha koordineli hareket etmesi gerektiği üzerinde durulurken tüm ulaşım alanlarında kolluk güçlerinin yaygınlaştırılmasında da ortaklaşıldı. Toplantıdan çıkan kararlar, öneri olarak 11 Eylül’de toplanacak demiryolları güvenliği üzerine çalışma grubuna sunulacak. Ardından da 7-8 Ekim tarihlerinde ulaştırma bakanlarının bir araya gelerek bu görüşleri toparlayıp karar vermesi bekleniyor.

 

 

 

 

Gençlik örgütü Syriza’dan ayrıldı

 

Yunanistan’da Troyka çetesine karşı söylemleriyle emekçilerin oy desteğini alarak hükümete gelen Syriza’nın Avrupalı emperyalistlerle işbirliği yapması, parti içinden de tepkilere konu olmaya devam ediyor. Ülkede yapılan referanduma rağmen Troyka ile çalışmayı sürdüren Syriza’da ilk tepkiler milletvekillerinden gelmiş, ‘sol kanat’ olarak partiden ayrılan milletvekilleri yeni bir parti kurmuştu. Geçtiğimiz günlerde meclis başkanının da istifasını açıklamasının ardından, bu kez gençlik örgütü partiden ayrıldığını duyurdu.

Syriza Gençlik Örgütü, yayınladığı bildiri ile Tsipras hükümetinin kararlarını onaylamadığını, referandumudan çıkan kararı savunacaklarını belirtti.

“Syriza’nın iflası ve karşısında bulunan bizler” başlıklı açıklamada gençliğin Syriza ve Troyka arasında imzalanan ‘3. Memorandum’u tanımadığı belirtilerek şunlar söylendi:

Yaklaşan erken seçim öncesinde, Syriza’nın imzaladığı 3. Memorandum programını ilerici bir düşünceyle uygulama düşüncesi bizleri hiç tatmin etmiyor. Bu durumda oylarımızı radikal sol düşünceli partilere vereceğiz. ΤΙΝΑ (There is No Alternative-Alternatif yok) düşüncesi bizi karşısında bulacak. Bu doğrultuda mücadelemizi vereceğiz. Toplumu uyarmaya, genç insanlar arasında bu düşüncelere inananları yanımıza almaya çalışacağız. Hatırlatmak isteriz ki Syriza Gençlik Örgütü 18-19 Temmuz’da aldığı kararla 3. Memorandum’un imzalanmasına ve uygulanmasına karşı geldiğini açıklamıştı.”

 
§