Emperyalist savaşa ve kapitalist yağmaya işçi sınıfı son verebilir!
Dünyada ve Türkiye’de, toplumsal yaşam üzerinde çok yönlü sonuçlar yaratacak bir dizi önemli gelişme yaşanıyor. Kapitalist sistemi pençesine alan ekonomik-sosyal kriz, emperyalist savaş ve saldırganlık politikaları, Ortadoğu’yu yıkıma uğratan egemenlik ve nüfuz kavgaları bu gelişmelerin öne çıkanları.
Türkiye gibi emperyalist-kapitalist düzene göbekten bağlı bir ülkenin tüm bu gelişmelerden dolaysız bir şekilde etkilenmesi kaçınılmazdır. Dahası Türkiye, emperyalistler arası nüfuz mücadelelerinin keskinleştiği bir coğrafyanın tam göbeğinde yer almaktadır.
Bu aynı olgular, sermaye düzeninin iç ve dış politikalarını da doğrudan belirlemekte, güncel siyasal eğilimlerine yön vermektedir.
“Türkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir ve bugün Amerikan emperyalizminin köleci egemenliği altındadır. Bunun iktisadi temel üzerinde çok yönlü, çok boyutlu bir bağımlılık olduğunu biliyoruz. Emperyalizme bu kölece bağımlılık, Türk dış politikasını belirleyen bir başka temel gerçekliktir. (Doğal olarak bu çok yönlü bağımlılık, Türk burjuvazisinin iç politikasının da temel belirleyeni durumundadır.)” (Türk dış politikasının güncel sorunları, H. Fırat- tkip.org)
Bu temel değerlendirme ışığında, sermaye devletinin içeride ve dışarıda tırmandırdığı saldırgan politikaların arka planında, başta ABD olmak üzere emperyalist dünya ile kurduğu çok yönlü işbirliğinin yer aldığını akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bugün Rus uçağının düşürülmesinden Suriye’de savaşan çeteleri eğitip-donatmaya kadar, yaşanan tüm gelişmeler, emperyalizmle kurulan kölece bağımlılık ilişkisinin dolaysız sonuçlarıdır. Aynı anlama gelmek üzere, emperyalist güçlerin bölgesel çıkarlarına uygun olarak Türk sermaye devletine düşen rolün güncel görünümleridir.
Bu gerçeklik, gelinen yerde bölgesel bir mahiyet kazanmış olan Kürt sorunu üzerinden de geçerlidir. Sermaye devleti Kürt sorunu üzerinden belirlediği politikaları, başta ABD olmak üzere, emperyalist güçlerin bölgesel politikalarıyla bağdaştırmaya çalışmaktadır. Sermaye devleti her ne kadar Kürt sorununu kendi “iç meselesi” gibi yansıtarak, işçi ve emekçileri şovenizm zehiriyle sersemletmek için kullansa da, izlediği politikanın emperyalizmin çıkar ve yönelimleriyle sorun yaratmamasına özen göstermektedir. Tıpkı Irak savaşı sürecinde “kırmızı” çizgilerin terk edilerek ABD patentli “açılım” politikasının devreye sokulmasında olduğu gibi.
Bunun içindir ki bugün, Türk sermaye devletinin gerek Suriye’de, gerekse Kuzey Kürdistan’da hayata geçirdiği, Kürt halkını hedef alan saldırgan politikaları karşısında emperyalistlerin sözde de kalsa herhangi bir tutumu sözkonusu değildir. Dolayısıyla, Kürt halkının dökülen her damla kanında dolaysız olarak payı bulunmaktadır. Bu gerçeklik atlandığında, Kürt sorunu karşısında doğru ve ilkeli bir tutum geliştirmek, Kürt halkının mücadelesini devrimci bir yaklaşımla güçlendirmek mümkün olamayacaktır.
Dünyanın ve Türkiye’nin yakın geleceğini doğrudan ilgilendiren tüm bu kritik gelişmelere müdahale etmenin yolu ise, işçi sınıfını harekete geçirmekten, bağımsız devrimci sınıf konumu ile mücadele sahnesine çekmekten geçiyor. Gerek tutarlı bir anti-emperyalist mücadele pratiği geliştirmek, gerek gün be gün kıyıma uğrayan ve kirli savaş uygulamalarına maruz kalan Kürt halkı ile eylemli dayanışmayı büyütmek, gerekse de topluma dayatılan ekonomik-sosyal yıkım saldırılarına dur diyebilmek için işçi sınıfını siyasal mücadele alanına çıkarmak yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Tam da bu nedenle, içerisinden geçmekte olduğumuz dönemin tüm siyasal-toplumsal gelişmelerine yönelik devrimci müdahalenin eksenine, devrimci bir sınıf hareketi yaratma bakışı oturtulmalıdır.
“Demek oluyor ki, işçi sınıfının devrime kazanılarak mücadele sahnesine çıkarılması, günümüz dünyasının en yakıcı ihtiyacıdır. Bu ihtiyaca yanıt verilemediğinde, emperyalist-kapitalizm uzun yılları bulan bunalımına rağmen ayakta kalmayı sürdürecek, böylece insanlığı yıkıma sürüklemesi önlenemeyecektir.” (TKİP’nin 17. kuruluş yıldönümü etkinliğinde yapılan konuşmadan-tkip.org) |