Fransa’da yerel seçimler...
Büyüyen faşizm tehlikesi ve alternatifi
K. Ali
Fransa’da iki turlu olarak yapılan yerel seçimler tamamlandı.
Katılımın düşük olduğu ilk turda, Marie Le Pen’in liderliğini yaptığı ırkçı-faşist Ulusal Cephe (FN) %27.8 oy oranı ile seçimin galibi oldu. Sarkozy’nin merkez sağ partisi Cumhuriyetçiler (LR) %27.3 oy oranı ile ikinci, Cumhurbaşkanı F. Hollande’ın Sosyalist Partisi ise %23.3’lük oy oranı ile üçüncü sırayı aldı.
Seçimlerin en dikkate değer sonucu, ırkçı-faşist Ulusal Cephe’nin 6 milyon oy alması, böylece Cumhurbaşkanlığı seçimi için iddialı duruma gelmesi oldu. Bu sonuç faşizm tehlikesinin gitgide büyüdüğünün somut bir belirtisi sayılarak, toplumda ciddi kaygılara ve belli bir korkuya yol açtı.
F. Hollande’ın sosyal-demokrat kimlikli partisinin istikrarlı biçimde büyüyen bu tehdit ve tehlikeye karşı bulduğu çözüm ise, ırkçı-faşist Ulusal Cephe’yi, bir başka ırkçı-faşist parti olan Sarkozy’nin Cumhuriyetçiler Partisi ile durdurmak oldu. Marie Le Pen’in kazanma şansının olduğu kentlerde Sarkozy’nin adaylarını destekleme kararı alındı.
Bu korkulardan kaynaklı olarak ve işbaşındaki hükümetin Başbakanı Walls’in çağrılarının etkisiyle, seçimlerin ikinci turuna katılım daha yüksek oldu. Bu kez Ulusal Cephe ilk turdaki başarıyı gösteremedi. En önemli kentlerde Sarkozy’inin adayları seçimi kazandı. Böylece Marie Le Pen’in Cumhurbaşkanlık yolu tıkanmış, bu tehlike bertaraf edilmiş oldu.
Derinleşen kriz ve büyüyen faşizm tehlikesi
İktisadi kriz her dönem, yoğun sömürü, tırmanan işsizlik, artan yoksulluk, servet-sefalet kutuplaşmasının alabildiğine derinleşmesi demektir. Ve kriz demek aynı zamanda, yabancı düşmanlığının tırmanması ve en iğrencinden bir ırkçılık demektir. Krizler, yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın döl yatağıdır. Irkçılık da yabancı düşmanlığı da kapitalizm denilen bataklıkta üremektedir. Kriz dönemleri ise tetiklendiği dönemlerdir.
Kriz koşulları, ırkçı-faşist çetelerin türediği ve geliştiği, beraberinde ırkçı-faşist saldırganlığın boy verdiği, özellikle göçmenlere dönük olarak somut ve yakın bir tehlike halinde büyüdüğü dönemlerdir. Bunların tümü, krizin dibe vurduğu Fransa’daki ırkçı-faşist tehlikenin nedenlerini açıklamaktadır.
Bütün bir kapitalist sistemi bir ahtapot gibi sarıp sarmalayan kriz Fransa’nın da yakıcı bir gerçeğidir. Fransa krizi en ileri düzeyde yaşayan Avrupa ülkesidir. Dolayısıyla, ırkçı-faşist partinin güçlenmesi rastlantı değildir. Fransa, çoğunluğu Fas, Tunus ve Cezayir kökenlilerden oluşan yoğun bir göçmen kitlesini barındırmaktadır. Bu kitle özellikle kriz ve savaş dönemlerinde işsizlik, yoksulluk, konutsuzluk gibi toplumsal sorunların sebebi ve suçlusu olarak görülmektedir. Sosyal demagoji eşliğinde her türden tepkinin boy hedefi haline getirilmektedir. Özellikle seçim dönemlerinde bu istismar çok daha etkili bir biçimde yapılmakta, ırkçı-faşist partiler tarafından kirli bir silah olarak kullanılmaktadır. Daha çok krizle yıkıma uğrayan orta sınıfa dönük bu istismar sonuç vermekte, oy olarak ırkçı-faşist partilere tahvil olmaktadır.
Fransa’da yıllardır olan budur. Kriz sürekli derinleşmekte, sorunlar gitgide yakıcı boyutlar kazanmakta, bu da ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını tetiklemektedir. Bunun sonucu olarak tehlike her geçen gün biraz daha büyümektedir. Fransız işçileri ve emekçileri bu tehdit altında yaşamaktadırlar. Fransız işçi ve emekçileri tarihsel devrimci geleneklerine uygun bir çıkış yapamazlarsa eğer, onları karanlık bir gelecek beklemektedir.
Faşizmin alternatifi burjuva demokrasisi değil, sosyalist devrimdir!
Fransa’da ırkçığın bu denli güçlenmesinin ve faşizm tehlikesinin büyümesinin en önemli nedenlerinden biri de, bugün devrimci bir sınıf mücadelesinden, diğer bir ifadeyle devrimci alternatiften yoksunluktur.
Ancak, krizler sadece ırkçılığı, yabancı düşmanlığını ve faşizm tehlikesini var etmez. Aynı zamanda devrimci sınıf mücadelelerini ve devrimleri mayalar. Irkçı-faşist partilerin oluşup güçlendiği koşullar aynı zamanda devrimci imkanları da biriktirmekte, devrimci partilerin oluşmasının zeminini de yaratmaktadır. Bir kez daha böyle olacak, eninde sonunda bu eksiklik giderilecektir.
Kaldı ki Fransa bir devrimler ülkesidir. Tarihin en görkemli ve radikal burjuva devrimi olan 1789 ihtilali, işçi sınıfının ilk gözüpek girişimlerinden olan 1830-31 Lyon dokuma işçilerinin ayaklanması, 1848 Şubat Devrimi ve nihayet işçi sınıfının 72 gün süren devrimci iktidarı, yani Paris Komünü bu topraklarda gerçekleşmiştir. Öte yandan Fransa Hitler faşizminin vahşetini yaşamıştır. Tarihin tanıklık ettiği bu en ırkçı-şoven saldırganlığa komünistlerin önderliğinde kahramanca bir direnişle karşı koyan ve Sovyet proletaryası ile birlikte onu yenilgiye uğratma onurunu paylaşan da yine Fransız işçileri ve emekçileri olmuştur. Kısacası Fransa tarihsel devrimci bir geleneğe sahiptir ve buna güvenilmelidir.
Fransız işçileri ve emekçileri tarihsel devrimci geleneğine sahip çıkmalı, onun emrettiği doğrultuda ilerlemelidir.
Japonya ve Hindistan anlaştı
Japon ve Hint sermaye sözcüleri birçok alanı kapsayan işbirliği anlaşması imzaladılar.
Yapılan anlaşmanın, iki ülke arasında hızlı tren hattı inşası, otomotiv sektörü, savunma sanayii projeleri, nükleer enerji projeleri başta olmak üzere oldukça geniş kapsamlı olduğu bildirildi.
İki sermaye devletinin baş temsilcilerinin yaptığı görüşme sonrasında açıklanan başlıklardan hızlı tren hattı inşasına dair de bilgi verildi. Tren hattının Mumbay ve Ahmedabad arasında kurulacağı, projenin 12 milyar dolarlık bir maliyeti bulacağı belirtildi.
Ayrıca, askeri alanda kullanılan US-2 Amfibi uçaklarının üretimini ve geliştirilmesini hedefleyen çalışmaların da ortak yürütüleceği ifade edildi.
BRICS ülkeleri arasında yer alan Hindistan da ekonomik büyüme açısından son dönemde öne çıkan ve emperyalist tekellerin yoğun olarak yatırım yaptığı ülkelerin başında geliyor. Öte yandan sermayenin gelişen ülke piyasalarından kaçış eğilimi bu ülke piyasasını da etkiliyor.
Japonya Asya-Pasifik’te hegemonyasını kurmaya dönük son dönemde adımlarını hızlandırırken, bölge ülkeleriyle yeni anlaşmalar yapmayı sürdürüyor. ABD’nin bölgeye çok yönlü nüfuz etme politikaları, Çin’in kendi nüfuzunu koruma çabaları ve Japonya’nın da bu yöndeki hamleleri, bölgede emperyalist nüfuz mücadelesinin giderek keskinleşmekte olduğuna işaret ediyor.
|