25 Aralık 2015
Sayı: SYKB 2015/01 (48)

Zorbalığa karşı direniş, gelecek için mücadele!
Baskı ve zorbalığa karşı birleşik mücadeleye!
Kürtler cephesinden 2015 yılı...
Kürt halkıyla dayanışma seferberliğine!
Kürdistan’da saldırılara karşı direniş büyüyor
Geçici gerilim son buldu
Kamu alanında yeni saldırılar ve görevler
2015 fiili direnişlerle geçti
Sınıf çalışmasının sorunları üzerine
Tekstil işçisi sefalet koşullarına mahkûm değildir
“Adliye işçilerinin onurlu direnişini destekliyoruz!”
NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - 3 - H. Fırat
Sermaye devletinin dış politika sefaleti
Avrupa’da Kürt halkıyla dayanışma
İsrail Filistinlilere yönelik saldırılarına ara vermiyor
“Siz neden ölmediniz?” mesajı
19 Aralık Katliamı eylemlerle lanetlendi
Sınıf devrimcilerinden 19 Aralık anmaları
Erbay ve Öter Gazi’de uğurlandı!
“Çeyiz hesabı”ndan sömürü ve soygun çıktı!
Gözaltında, cezaevlerinde cinsel şiddet artıyor
Yaşar Nezihe Bükülmez
DGB İstanbul İl Meclisi toplandı
Gençlerin önünde iki seçenek var
“Ölmeyi bildiğimiz sürece özgürlük yok olmaz!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Ölmeyi bildiğimiz sürece özgürlük yok olmaz!”*

 

Ben Charles Spencer Chaplin, 16 Nisan 1889’da Londra’da dünyaya geldim. Babam usta bir güldürü oyuncusuydu, annem operet şarkıcısıydı, daha sonra varyete tiyatrolarında çalıştı. Çocukluk yıllarımı Londra’nın yoksul mahallesi East Side’da geçirdim. Babam kendini içkiye verince, evde ocak kaynamaz oldu. Sıcak bir çorba için, kardeşim Sidney birçok kez yardım kurumlarının kapısını çalmak zorunda kaldı. Ben onunla gidemiyordum, çünkü ikimiz aynı pabuçları ortak kullanıyorduk. Babam bizi büyük bir yoksullukla baş başa bırakarak öldü. Altı yıl boyunca çalmadığım kapı kalmadı. Arabacılık yaptım, geceleri değişik yerlerde sabahladım... Sonunda bir tiyatro kumpanyasına girdim. 14 yaşındaydım. Elimden geleni yapıyordum, çünkü ölüm kalım sorunuydu bu iş. Beni beğenmeyecek olurlarsa annemle benim yeniden aç kalacağımızı biliyordum. Beğenirlerse ikimiz de bir tas sıcak çorba içebilecektik.”

Hayatta kalabilmek için girmiş olduğu tiyatro kumpanyası kuyruğundan; açlığı, yoksulluğu, işssizliği, sömürüyü, savaşı, kısacası kapitalizmin tüm belalarının yansıtıldığı beyaz perdeye doğru giden yolda yürür buluyoruz Chaplin’i.

Chaplin’e “doğuştan şanslı” diyebiliriz, çünkü milyonlarca yoksula yaşam şansı tanımayan kapitalist dünyada, gözlerini hayata açabilme “şansını” yakalayabilmiştir.

Çocukluk yıllarında ne ayakkabısı vardır ne de paltosu. Annesi kendi giysilerini daraltıp, ayakkabılarının topuklarını kırarak Charles ve kardeşi Sindey’in dönüşümlü olarak giyebilecekleri giysi ve ayakkabıları sağlamış olur.

Charles Chaplin’in dar şapkalı, bol pantolonlu, ayağından çıkacak gibi duran ayakkabılarıyla ünlü tiplemesi olan yoksul ve uyumsuz Şarlo, belki de kendi çocukluk yıllarındaki görüntüsünü anlatıyordu. Hüzünlü bir tipleme Şarlo bir o kadar da komikti ve umut saçıyordu.

Chaplin’in yarattığı Şarlo karakteri yoksul, işsiz, sürekli itilip kakılan, yanlış anlaşılan, derdini anlatamayan biriydi. Tıpkı bugünkü milyonlarca emekçi gibi. Ama bu yoksul, haksızlığa uğrayan, bu hüzünlü tip hesap sormasını da biliyordu. Şarlo, karşısındaki zorbayla dalga geçiyor, onun otoritesini tanımıyor, ona yumruk sallamak ve tekme atmaktan geri de durmuyordu hiç.

Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayacak; ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve dünya İngiltere’den ibaret değil.”

2 Şubat 1914’te ilk kez kamera karşısına geçen Charles Chaplin, 1915 ve sonrası yıllarda sessiz sinemanın öncü isimlerinden olur.

Terkedilmiş bir çocukla birlikte yaşamaya başladığı “Yumurcak” filminden, 19.yy Alaska’da altın madenlerinin bulunması üzerine binlerce insanın zengin olabilmek için yollara düştüğü, “Altına Hücum” filmine; gözleri kör fakir bir kızı ameliyat ettirebilmek için her yolu denediği “Şehir Işıkları”ndan, 1936’da, Büyük Buhran yıllarında bir fabrikada montaj işçisinin çalışma koşulları nedeniyle delirişini anlatan ve kapitalist üretim biçimlerinden biri olan Fordizmi eleştiren “Modern Zamanlar” filmine kadar pek çok sessiz film çeken Chaplin, bu filmlerdeki Şarlo tiplemesini de bir fenemon haline getirir.

Kapitalizmin türlü belalarını işleyen filmilerinde açlığı, yoksulluğu ve sömürüyü işleyen Charles Chaplin, sessiz çığlıkları kahkahaya çevirerek bizlere aynı zamanda umudu da aşılar.

Ve artık söz söyleme zamanı

1927 yılından itibaren sesli film çekmek mümkünken Chaplin, buna direnir. Chaplin’in dilini çözen ise faşizme karşı öfkesi olmuştur. 1940 yılı ilk sesli filmi olan “Büyük Diktatör”de Chaplin faşizme karşı haykırır;

Beni duyma olanağı olanlara diyorum ki; umutsuzluğa düşmeyiniz. Üzerinize çöken bela, vahşi bir iştahın ve insan gelişmesi yönünden kaygılananların duydukları acıların sonucundan başka bir şey değildir. Insanların kini geçecek, diktatörler yok olup gideceklerdir ve halktan zorla aldıkları güç yine halkın eline geçecektir. insanlar ölmeyi bildikleri sürece, özgürlük yok olmaz, olmayacaktır!”

*Charles Chaplin


 
§